
Mevlana, "Gel, yine gel, ne isen oyle gel" derken; Bedizzaman da, "Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir." diyordu.
İzin verirseniz, ilk once sizleri selamların en guzeliyle selamlayayım: Esselamualeykum.
Aslında her turlu selamlama bicimi guzeldir, "Gunaydın", "Merhaba", "Sabahlarınız hayırlıolsun" diye insanlarıselamlamak guzeldir.
Maalesef bugunlerde, XX. yuzyılın sonlarına yaklaştığımızda, bir yandan kardeşlik, dinlerarası diyalog, milletlerarası barış isteniyor, diğer yandan dinler yeniden catışıyorlar, silah sesleri, ac insanların cığlıkları, siyasi ve psikolojik savaşın sesleri dunyanın dort bir yanından yukseliyor. Hepimizin barışa, sevgiye ihtiyacı var, onun icin sizlere "Esselamualeykum" diyorum. Bu hem bir selam, hem de bir duadır.
Bugun tek tanrılı dinlerden ya da din biliminden soz etmek istemiyorum. Ayrıca burada her zamanki "Profesor" sıfatıyla da bulunmuyorum. Bugun burada, kardeşliğe ve barışa ihtiyacı olan, Cenab-ıAllah'ın herhangi bir kulu olarak bulunuyorum.
Bildiğiniz gibi, ben Hıristiyan bir ulkede, hattaHıristiyanlığın merkezi olan Roma'da doğdum; ama, bir orientalist, bir doğubilimci olarak yeryuzundeki diğer dinleri de tanıma fırsatını buldum.
Universite yıllarımda Hint felsefesi sınavını buyuk bir merakla hazırladığımı ve klasik dinlerle ilgili kitapları nasıl ilgiyle okuduğumu hala hatırlıyorum. Daha o zaman, değerli hocalarımın eğitimi doğrultusunda dinler arasında bir bağ, bir manevi kopru arıyordum ve hepsinde, hatta pagan dinlerde bile tek bir Allah'ın izlerini bulma arzusunu icten duyuyordum. Cunku, aziz kardeşlerim, bu konu uzerinde hicbir şuphe yoktur. Hangi dilde dua eldilirse edilsin, hangi kıbleye doğru durulursa durulsun, insanın kucukluğu tek bir Allah'ın buyukluğunu tanımalıdır. Bu da Muslumanların mubarek "Kelime-i Tevhid"ini butun dillere tercume etmek demektir.
Benim en buyuk şansım, hayat yolunda ilerlerken, beklenmedik bir bicimde, karşıma Turk ulusu gibi bir ulusun cıkmasıdır.
Aziz kardeşlerim, her gun, her an, ak gunlerde, kara gunlerde, huzunde, sevincte, ozellikle de bazıinsanların acı cektiği bugunlerde ben, işte bu hazineyle avunurum ve bu hazineden hepsi birer altın parcası olan ebedidersler alır, hayat tecrubesi elde ederim.
Orta Asya eski tarihinden İslamın kabulune ve Anadolu Turk medeniyetine kadar Turk kulturunun herşeyini ben, her zaman cok sevdim. Halk edebiyatını, divan edebiyatını, onaltıTurk devleti tarihini, hattatlık guzel sanatını, tasavvufun derin ruhunu, klasik Turk muziğini sevdim. Yahya Kemal'i sevdim, cağdaş Turk edebiyatını sevdim.
Fatih Sultan Mehmed'i nasıl sevdiysem, bugun buyuk bir gelişme yolunda ilerleyen aziz Turkiye Cumhuriyetini candan seviyorum.
Ruhumun gozu ile bir aynada sizin pırlanta yuzlerinizi goruyorum, Mevlana ve Yunus Emre'yi goruyorum, Bediuzzaman Said Nursi'yi goruyorum, yeni elektrik santrallarını, Boğaz'ı ve Anadolunun dumanlı dağlarını, kubbeleri, minareleri, şehirleri ve koyleri goruyorum ve benim sevgi ve kardeşlik, bu barışarzum hayal değil, bu buyuk ustalarımızın bana oğrettikleriyle, sizin de bunu yıllardır gosterdiğiniz sevgiyle gercekleşiyor.
Ucduşmana karşı mucadele
Daha once de soylediğim gibi, son yıllarda, dunyada dinlerarası diyalogdan bahsediliyor.
Beni affedin, ama ben diyalog kelimesine pek inanmıyorum. Bence bir ayrılık soz konusu olduğunda diyalog gundeme geliyor, savaş yelleri estiğinde de barıştan bahsediyorlar.
Bir bilim adamıolarak biliyorum ki, Musevi, Hıristiyan ve İslam dinleri gibi tek tanrılıdinler, yuzyıllardır, insanlığın medeniyet yolunda ilerlemesine etki eden kultur alışverişlerine rağmen, kapalıkalelerde yaşıyorlardı.
Bazen din kisvesi altında siyasi ve ticari cıkarlar uzun muddet Hıristiyan ulkelerini Musluman ulkelerden ayırmıştır. Ozellikle de Akdeniz'imizde, guzel Gırnata'nın duşmesinden sonra, tarih, Hıristiyan ve Musluman ulkeler arasındaki, daha doğrusu Hıristiyan Avrupa ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ayrılığa şahit oldu.
İşte madalyonun obur yuzunude bilen Avrupalı tarihcinin acısı buradadır. Gencliğimden beri, gecmiş yuzyıllarda benim Roma'mın benim İstanbul'umla dini ve cok ticari amaclarla carpışmalarını kabullenemezdim.
Ben, yirminci yuzyıl sonunda şu kelimelerin anlamlarının unutulması gerektir, diyorum: savaş, dini hoşgorusuzluk, ırkcılık, aclık, cahillik. Evet, ben Turk hoşgorusunun bir talebesiyim. Bunun icin Said Nursi'nin bir cumlesi, bir emrine bayılıyorum. Kendileri buyurdular ki:
"Bizim duşmanımız; cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu ucduşmana karşısanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz."
Gencliğimde, ailemle beraber ilk Turkiye'ye geldiğim donemlerde, Turklere din hakkında birlerce soru yonelttiğimde, kimse bana "Sen Hıristiyan mısın, Musluman mısın?" diye sormuyordu.
Turkiye'yi sevip sevmediğimi, Mevlana ve Yunus Emre mısralarını, Itri'nin muziğini bilip bilmediğimi, İstanbul'a Bağdat koşkunden, Camlıca'dan, Rumeli Hisarı'ndan, Galata Koprusunden baktığımda mutlu olup olmadığımı soruyorlardı. Sonra dinden konuşuluyordu ve ben bircok Muslumanın, Kur'an-ı Kerim'den başka, İncil ve Tevrat'ın sozlerini bildiklerini goruyordum. Halbuki bizde Kur'an'ı bilen Hıristiyan cok az idi. O da benim icin buyuk bir ders idi.
Sizlere guzel bir anımı anlatmak istiyorum:
Guneş batımından şafak vaktine kadar suren sohbetlerin birinde bazı dindar Musluman arkadaşlarım hicbir yanlış yapmadan İncil'den cumleler soylediler. İtiraf edeyim ki, yeni bir din sohbetine hazırlanabilmek icin ertesi gun butun şehirde bir İncil aradım.
Her zaman hoşgoruye susadım. Bu hoşgoruyuTurk Musluman tarihinde buldum ben. Osmanlı İmparatorluğunun butun milletlere, butun gayri muslimlere dillerini, adetlerini ve bilhassa dinlerini koruma imkanını veren hoşgorusunu gordum.
Bazı yalancı tarihcilerin ne dedikleri beni ilgilendirmez. Mesela, cok iyi bilirim ki, bu gun Yunanlı, Ermeni, Suryani ve Balkan milletlerinin bir kısmı Musluman Turklerin hoşgorusu sayesinde yine Hıristiyandırlar, yine ana dillerini konuşabiliyorlar.
Ama dini hoşgorunun en guzel yanını Anadolu'nun buyuk ustalarından oğrendim. Yuzyıllardır butun dunyaya seslenen Mevlana'dır: " Gel, yine gel, ne isen oyle gel." Yunus Emre'dir: "Dağlar ile taşlar ile cağırayım Mevla'm Seni" Aynı tasavvuf ruhu ile Bediuzzaman Said Nursi, "Kainatın mayası muhabbettir","Meşrebimiz muhabbettir" diyor.
Bu bilimsel Uluslararası Sempozyumun konusu "Bediuzzaman Said Nursi ve 20. Asırda İslam Duşuncesinin Yeniden Yapılanması." Bediuzzaman'ın hayatı cok enteresan, kitapları cok derin. Maalesef benim bu konuşmam, zamanın darlığı sebebiyle, uzun bir bilimsel bildiri değil, sadece bir selamlamadır. Ayrıca bu muhim konuyu benden daha iyi bildiğinize inanıyorum. Bu fakir, sizlere ders vermek icin değil, oğrenmek icin geldim.
"Madem imanı var o noktada kardeşimizdir"
Daha once de soylediğim gibi, bildiklerimin buyuk bir kısmını sizlerden ve sizin ustalarınızdan oğrendim.
Turkiye'de her şeyin anlamı derindir ve Nasreddin Hoca fıkralarının derin espri anlayışı, halkı guldurmesi de Turk hoşgorusunun diğer bir semboludur. İnşaallah ilerde bu muhim konuda daha bilgili bir araştırma hazırlayıp sizlere takdim edeceğim.
Kara gunlerde, diğer ulkelerden gelen haberler insanların yureğini yaraladığı zaman, Hıristiyan ve Muslumanlar arasında bir diyalog oluşturduğunu duyduğumda, diğer yandan dunyanın obur yanında insanların oldurulduğunu oğrendiğimde, ben, bir damla bal tanesine ihtiyac duyuyorum. Ve bu balı buldum.
Gectiğimiz gunlerde, şair Feyzi Halıcı ile Said Nursi Hazretlerinin eserlerinden bahsederken, şu cumlesi aklıma geldi:
"Kim olursa olsun madem imanı var, o noktada kardeşimizdir."
Bu guzel bal damlasında Mevlana'nın aynı felsefesini bulabiliriz.
Fikrimce, bu gercek imandır, hoşgorudur.
Gercek diyalog dilde değil, gonuldedir.
Bu Eylul ayında, Bruksel'de on iki dinin temsilcilerinin katıldığı dinlerarası bir diyalog oldu. Radyodan oğrendiğim kadarıyla aynı kongre, gelecek yıl, Milano'da duzenlenecek.
Umarım ki, bu din adamları dunyada barışı, din barışınıda sağlarlar.
Uzgunum, ama bazen bu tip dinlerarası diyaloglar bilim adamlarına yonelik oluyorlar, halka hitap edemiyorlar.
Bu kısa konuşmayı hazırlarken aklıma Muslumanlar ve Hıristiyanlar arasında bir kardeşlik orneği geldi. Bunun kalplerinizde kalmasını arzu ediyorum, aynı zamanda Hıristiyanlar da bunu bilsinler.
İşte bu bir Hıristiyan tesbihi, bu da bir Musluman tesbihidir.
Şu anda dunyadaki bircok insan bu ikisinden birini cekmektedir ve değişik dinlere bağlı kalarak, değişik dillerde tek bir Allah'ın adını anıyorlar. O kutsal kelime ne kadar doğrudur: "Lailahe İllallah!"
Aziz dostlar, bu guzel İstanbul'dan ulkem İtalya'yı selamlıyorum ve umuyorum ki, her gecen gun Turkiye'ye daha yakın olur. Son olarak da hepimizin cok sevdiği Turk topraklarını selamlıyorum.
Kabul ederseniz, her zaman soylediğim bir şeyi tekrar etmek istiyorum: Turkiye'yi sevmek sizin icin kolay. Turkiye'de doğdunuz ve daha cocukluğunuzdan itibaren Turk kulturunu, Turk cumhuriyetini ve şanlı, guzel bayrağınızı sevmeyi oğrendiniz. Ben sizin sevdiğiniz şeyleri uzun yıllar calışarak, okuyarak, sohbet ederek oğrendim. Turkiye tarihi beynime işledi. Şimdi Turkiye adı kalbimdedir.
KAYNAK
__________________