Eskişehir Mahkemesi Mudafaasından:

En ziyade bizi gayet hayretle, nihayet bir me’yusiyete duşuren şudur ki: Isparta’da habbeyi kubbe yapıp, hicbir hakikate istinad etmeyen evham ve ihbarata binaen hakkımda verdikleri karara karşı, mezhebimizde yalana hicbir cihetle cevaz verilmediğinden, aleyhimde de olsa, hak ve doğru soylemek mecburiyetiyle, yuz yirmi sahife kuvvetli ve mantıkî delillerle kendimi mudafaa ettiğim ve bu kanunla hicbir cihetle temasım olmadığını ispat ettiğim halde, bu mudafaatımı ve ispatımı hic nazara almayarak, telif tarihiyle istinsah tarihlerini, hatta bir şahsa irsal eylediğim tarihleri dahi birbirine mağlata ile karıştırıp ve yirmi senelik işi bir sene zarfında olmuş gibi gorerek, nakarat gibi, Isparta’daki evhamlı kararı, hem sorgu hÂkimlerinin kararnamesinde, hem makam-ı iddianın iddianamesinde, hem bizi mahkûm eden mahkemenin son kararında aynen, haklı mudafaatımız nazara alınmadan tekrar edilmiş ve bizi mahkûm etmişlerdir. Ehl-i hak ve hakikati titreten bu haksızlığın bir an evvel ref’i ve Risale-i Nur’un masumiyetinin ilÂnını, şiddetle adliyenin en yuksek makamı olan mahkemeden beklerim.

Eğer pek haklı ve kuvvetli bu feryadımı, farz-ı muhal olarak, adliyenin yuksek makamı işitip dinlemezse, şiddet-i me’yusiyetimden diyeceğim:

Ey beni bu belÂya sevk edip, bu hÂdiseyi icad eden mulhid zÂlimler! Madem ve her halde manen ve maddeten beni idam etmeye niyet etmiştiniz; neden umum mazlûmların ve bîcarelerin hukuklarını muhafaza eden adliyenin cok ehemmiyetli haysiyetini rahnedar edecek entrikalarla, dolaplarla, adliyenin eliyle yurudunuz? Doğrudan doğruya karşımda merdane cıkıp, “Senin vucudunu bu dunyada istemiyoruz” demeliydiniz!

B. S. N. Tarihce-i Hayatı, Eskişehir Hayatı, s. 271
__________________