Vahdet ve celÂl ister ki, esbab ellerini ceksinler tesir-i hakikîden

(Dunden devam)

Yirmi İkinci Soz’un İkinci Makamının Mukaddemesinde beyan edildiği gibi, Hazret-i Azrail (as) kabz-ı ervah vazifesi hususunda CenÂb-ı Hakk’a munacat etmiş, demiş: “Senin kulların benden kusecekler.” Cevaben ona denilmiş: “Senin vazifen ile vefat edenlerin ortasında hastalıklar ve musîbetler perdesini bırakacağım. Vefat edenler sana değil, belki itiraz ve şekva oklarını o perdelere atacaklar.”

Bu munacatın sırrına gore, olumun ve vefatın ehl-i iman hakkında hakikî guzel yuzunu gormeyen ve ondaki rahmetin cilvesini bilmeyenlerin kusmeleri ve itirazları Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a gitmemek icin Hazret-i Azrail’in (as) vazifesi de bir perde olduğu gibi, sair esbablar dahi zÂhirî perdedirler. Evet, izzet, azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Fakat vahdet ve celÂl ister ki, esbab ellerini ceksinler tesir-i hakikîden.

Fakat hayatın hem zÂhirî, hem bÂtınî, hem mulk, hem melekût vecihleri kirsiz, noksansız, kusursuz olduğundan, şekvaları ve itirazları dÂvet edecek maddeler onda bulunmadığı gibi, izzet ve kudsiyet-i kudrete munafi olacak pislik ve cirkinlik olmadığından, doğrudan doğruya, perdesiz olarak, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un “ihya edici, hayat verici, diriltici” isminin eline teslim edilmişlerdir. Nur da oyledir, vucud ve icad da oyledir. Onun icindir ki, icad ve halk, doğrudan doğruya, perdesiz, Zat-ı ZulcelÂl’in kudretine bakar. Hatta yağmur bir nevi hayat ve rahmet olduğundan, vakt-i nuzulu bir muttarid kanuna tÂbi kılınmamış; t ki her vakt-i hacette eller dergÂh-ı İlÂhiyeye rahmet istemek icin acılsın. Eğer yağmur, guneşin tulûu gibi, bir kanuna tÂbi olsaydı, o nimet-i hayatiye, her vakt-i hÂcette rica ile istenilmeyecekti.

Lem’alar, Otuzuncu Lem’a (Eskişehir Hapishanesi’nin Bir Meyvesi), Beşinci Nukte, s. 630.

LÛ*GAT*CE:

esbab: Sebepler.

ihya edici: Hayat verici.

kabz-ı ervah: Ruhların alınması, olum.

muttarid: Sıralı, duzenli.

munafi: Ters, aykırı.

perdedar-ı dest-i kudret: Kudret eline perde.

tesir-i hakikî: Hakikî tesir edicilik, gercek etki sahibi olmak.
__________________