[Bediuzzaman Said Nursî’nin Eskişehir Mahkemesi Mudafaatından Bir Kısmı (1935)]

(Dunden devam)

Ben ihtiyarım, kabir kapısındayım. İşte o muthiş tılsım-ı kÂinat keşşafı olan Kur’Ân-ı Hakîm’in o muazzam keşfini goze gosterir bir surette tefsir eden Risale-i Nur’un o tılsıma ait yuzer meselelerinden, bu herkesin başına gelecek olan ecele ve kabre ait yalnız bu sırr-ı imana bakınız ki:

Acaba, bu dunyanın butun muazzam mesÂil-i siyasiyesi, olume, ecele inanan bir adama daha buyuk olabilir mi ki, bunu ona alet etsin? Cunku, vakit muayyen olmadığından, her vakit baş kesebilen ecel, ya idam-ı ebedîdir veyahut daha guzel bir Âleme gitmeye terhis tezkeresidir. Hicbir vakit kapanmayan kabir, ya hiclik ve zulumat-ı ebediye kuyusunun kapısıdır, veyahut daha daimî ve daha nurÂnî bÂkî bir dunyanın kapısıdır.

İşte, Risale-i Nur, keşfiyat-ı kudsiye-i Kur’Âniyenin feyziyle, iki kere iki dort eder derecesinde kat’iyetle gosterir ki, eceli idam-ı ebedîden terhis vesikasına ve kabri dipsiz hiclik kuyusundan muzeyyen bir bahce kapısına cevirmeleri, şuphesiz, kat’î bir caresi var. İşte bu careyi bulmak icin butun dunya saltanatı benim olsa, bilÂtereddut feda ederim. Evet, hakikî aklı başında olan feda eder.

İşte, efendiler, bu mesele gibi yuzer mesÂil-i imaniyeyi keşf ve izah eden Risale-i Nur’a evrak-ı muzırra gibi –hÂşÃ‚ yuz bin defa hÂşÃ‚!– siyaset cereyanlarına alet edilmiş garazkÂr kitaplar nazarıyla bakmak, hangi insaf musaade eder, hangi akıl kabul eder, hangi kanun iktiza eder? Acaba istikbal nesl-i Âtîsi ve hakikî istikbal olan ahiretin ehli ve HÂkim-i ZulcelÂli, bu suali musebbiplerinden sormayacaklar mı?

Hem, bu mubarek vatanda bu fıtraten dindar millete hukmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hÂkimiyet cihetiyle lÂzımdır. Hem madem, lÂik Cumhuriyet prensibiyle bîtarafÂne kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahanelerle ilişmemek gerektir.

B. S. N. Tarihce-i Hayatı, Eskişehir Hayatı, s. 234

***
__________________