Bir kapı acıldığında kapanmıyorsa bir kapı, acılan kapıdan kovulmuş olarak girer insan. Susmaya talip olan akıl anahtarıyla kilitlemiyorsa dilini, duşunce penceresinde ışık ne arar! Yolcu atını bağlasın o halde, alınacak cok mesafe var. Dinlenen bir atın yol almadığını kim soylemiş! Kim soylemiş elinde fenerle bir gece vakti yuruyen korun hikÂyesini? Değerli bir malı alacak kadar paran varsa kulak kesil. Zira pahalı malı ucuza satmaz Molla CÂmî: “Korun biri simsiyah bir gecede elinde fener ve omzunda testi yururken, boşboğazın biri yanına yaklaştı ve şoyle dedi: ‘Ey nÂdÂn! Senin icin geceyle gunduz birdir. Karanlıkla aydınlık arasında bir fark yoktur gozunde. Fenerin ne faydası olur sana o halde!’ Bu soz uzerine guldu kor ve sonra ‘Bu fener kendim icin değildir! Senin gibi kor kalpli sersemler icindir ki, bana carpıp da testimi kırmasınlar’ dedi.”
Peki sonra? Sonra şiirini uc cam testiye koydu CÂmî. Uc dîvan kurdu da yargıladı şiiri: “FÂtihÂt eş-ŞebÂb”, “VÂsitÂt el-İkd”, “HÂtimÂt el-Hayat” adını verdi onlara. Boncuk değil inci avcısıydı! Fars şiirinin fÂrisiydi. Hint uslubunun dÂhisi… Kolesi değil şiirin, efendisi! Koleler zincirlerini suruklerken vadilerde o bir yanardağ gibi acıp ağzını lav tukuruyordu uzerlerine: “Mucevherden anlamayan, umut ve korku ipine boncuk dizenler!”, “Acgozluluk ipliği ve laf iğnesiyle her alcağa giysi dikenler!”, “Kedi hırlayınca deliğine kacan farelere ‘Sen aslansın!’ diyenler!”, “Kalbi kararmış ve dar eski hokkalar!”, “Cuvaldızla delsen bir damla kanı akmayanlar!”, “Kafiye gibi kendini daraltanlar!”, “Herze soyleyip latife zannedenler!”, “Her davete seyirten, ayrana uşuşen sinekler!”, “Devranın dukkanında pahalı malı ucuza satanlar!”, “Şiiri murada erme vasıtası yapanlar!” İşte onlardı şairliği ayağa duşuren, gecim aracı yapan. Onlardı CÂmî’nin sozlerinden deliler gibi kacan.
Zıtların cocuğuysa denge, CÂmî’nin ayaklarının farklı istikametlere doğru gidip gelmesini anlayabiliriz. Cambaz elindeki sırığı bir sağa bir sola doğru eğiyor, adımını kÂh ileri kÂh geri atıyorsa da herkes bilir ki onun sapmayan bir yolu vardır. Bu yuzden ancak cahiller cambazın yalpaladığını sanır, sabırsızlıkla onun ipten yuvarlanmasını beklerler. CÂmî bir yandan sanatının yuksek mertebesinden soz edip, “Şiirin karşılığını vermek Allah’a mahsustur!” derken, ote yandan “Guzelliği yalana borclu olan bir sanatın basiret ehli nazarında ne değeri olabilir!” demektedir. Bir yandan “Şiirin değerini gor ki, kÂfirler onunla Peygamber’in elcilik şerefini inkÂr etmek istediler. Kur’Ân’ın ona indirilmediğini ispat etmek icin, Peygamberi şairlikle itham ettiler!” derken, ote yandan “Şair, kısa bir kelime olsa da yuz binlerce şer ve fesadı icinde toplamıştır.” sozunu sarf edebilmektedir. Doğrusu bu sozler birbirini yalanlamaz, olsa olsa tamamlar. CÂmî yukselmeye vasıta olabilecek bir şeyin alcalışın da aracı olabileceğini soylemektedir aslında. Yukseklerde gezinmek isteyen şaire yıldırımları hatırlatmaktadır. Bir şemsiye onermektedir ona, kul olmasını engelleyecek bir paratoner. Belki de bu yuzden “Kemal Hucendî’nin, Hafız’ın dîvanlarına ve Hz. Ali’nin yuz sozune cevap verdim!” diye ovunen bir şaire “Peki ama Allah’a ne cevap vereceksin!” diye gurlemiş, kelamını tartamayan bir başka şairin “KÂbe’ye gittiğim zaman kutlu olsun diye şiir dîvanımı Haceru’l-Esved’e surdum!” sozunu şu cevapla silkelemiştir: “Zemzem kuyusunda yıkasaydın daha iyi olurdu!”
CÂmî dertlidir. ŞikÂyeti şiirden ziyade “Şu kamış gibi boynum onların şerrinden bukuldu!” dediği sozde şairlerdir. Onlardan o kadar bîzar olmuştur ki hızını alamayıp şiire bindirir topuzunu coğu kez. Gercekten ne faydası vardır şiirin? Boyle zamanlarda kendinden bir CÂmî daha cıkarıp yakasına yapışır ve; “Şiirden yuz cevirmek istiyorsun ama gece gunduz şiirden el cektiğin de yok. Zamane şiire bu kadar kapılmış ama kendin soyle! Şiir karalamanın ne faydası var! Şu şiir oyuncağından vazgec! Keşke bilebilseydim daha ne kadar aldanacağımı bu oyunla!” diye hırpalar onu. Ancak bir sure sonra fırtına diner, sahili yağmalayan dalgalar durulur ve CÂmî’nin kelimeleriyle dokuduğu yelken ruzgarı kucaklayıp sonsuzluğun her an değişen ufuk cizgisine doğru yol almaya başlar. “Deniz birdir, dalga binlerce, binlerce…Yuz birdir, aynalar sayısız…” Bir’e teslim olunca kayık nasıl da yuzmektedir?.. Bire inince yuz ne kadar mutebessim!
“Şiir nedir ki? Zihin kuşunun şarkısı!
Şiir nedir? Sonsuz dunyanın aynası!
Kuşun ise şoyle anlaşılır değeri
Acaba yolu kulhÂndan mı gecmektedir gulistandan mı?
İlÂhî bir gul bahcesinden derlenir şiir
Gucunu ve gıdasını semadan devşirir.”
ALİ UNAL-TURKUAZ
sayı 225
__________________
###***Fener taşıyan kor***###(alıntıdır)
Bilim ve Teknoloji0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Teknoloji Forumları
- Bilim ve Teknoloji
- ###***Fener taşıyan kor***###(alıntıdır)