Kaygısız Hz., muridi olduğu Şeyh'in tekkesinde calışıyordu. Kendinden sonra gelip calışmaya başlayanlar irşad oluyor. Fakat kendisi irşad olamıyordu. Bir gun şeyhine:

– Benden sonra gelenler hep irşad oluyor. Ben neden irşad olamıyorum, dedi. Şeyhi:

– Onlar memleketlerindeki mal, mulk ne varsa hepsini satmışlar, Allahu TeÂlÂ'nın yoluna vermişler. Senin memleketinde malın mulkun var. O kafana takılıyor, onun sevgisi var. İki sevgi bir arada olmaz. Memleketinde neyin varsa hepsini sat, parasını getir, der. Kaygısız Hz. memleketinde neyi varsa hepsini sattı. Şeyhine getirdi. Şeyhi kendisine:

– Şimdi bunu ben alsam nefis, şeytÂn sana diyecek ki; malımı mulkumu sattırdı. Kendisi aldı. Bu seferde kalbine o yer edecek. Altını, gumuşu kesesi ile beraber hepsini birden denize at, gel dedi. Kaygısız Hz. denize parayı atmaya kıyamadı. Kesenin ucuna sağlam bir ip bağladı. O ipi deniz kenarında, sağlam bir kayaya bağladı. İstediği zaman ipi cekip keseyi alabilecekti. Para; altın ve gumuş olduğu icin, ne kadar denizde kalırsa kalsın zÂyî olmayacaktı. Boylelikle hem şeyhin kapısında durup calışıyor, hem de arada bir gidip ip koptu mu, para duruyor mu? diye bakıyordu. Bir gun yine şeyhine:

– Ben malımı sattım, sana getirdim. "Denize at, dedin" attım. Bu paramı atalı yedi sene oldu. Neden irşad olamıyorum?

Şeyhi kendisine:

– Bu seferde kafan kesenin ipine takılıyor. İp koptu mu, kopacak mı? diyorsun. Git de o ipi kes dedi. Kaygısız Hz. gitti, ipi kesti. Şeyhinin yanına geldi. Şeyhi:

– İşte şimdi tam kaygısız oldun, dedi. Kafana takılacak bir şey kalmadı, demektir. Bundan sonra adı Kaygısız kaldı, irşad oldu.

__________________