PEYGAMBERİMİZLE HAKKINI ARAYAN UKKÂŞE
Hz. Peygamber (sav.) artık omrunun sayılı gunlerini yaşıyordu. Altmışuc yıllık şerefli hayatını insanlara hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmakla geciren o şanı yuce insan bir karıncayı bile incitmemiş ve incitenleri de daima uyarmıştı. Fakat Allah elcilerinin de farkında olmaksızın cok ufak hatalar işleyebileceğini bildiğinden şu son anlarını yaşarken butun mu'minlerle helalleşmeyi aklından gecirdi.
İşte o yuzden bir gun BilÂl'den ezan okuyarak mu'minlerin camiye toplanmasını rica etti. Hz. BilÂl'de bunu bir emir kabul ederek hemen minareye cıkıp yakıcı ve gur sesiyle ezan-ı şerifi okudu. Ezan sesini duyar duymaz butun Mekke'li (gocmen) ve Medine(li (yerli) sahabiler birer birer camiye akın ederek her tarafını tıklım tıklım doldurdular.
Sevgili Peygamberimiz (sav) sahabilere iki rekat namaz kıldırdıktan sonra minbere cıkarak once Allah'a hamdu senada bulundu, daha sonra da butun gozlerden ırmak ırmak yaşlar akıtan, butun kalpleri tirtir titreten, butun vucutları urpertiye boğan icli ve duygulu bir hutbe verdi. Ve hutbesini sona erdirirken de kelimelerin ustune basa basa şoyle haykırdı.
"Ey mu'minler!... Ben sizin Peygamberinizim. Sizlere omur boyunca oğutler verdim, hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmaya calıştım. Tabii ki guc ve kuvvetine sınır olmayan Allah'ın izni ve yardımıyla. Sizleri bir kardeş gibi şefkat kanatlarımın altına alarak korudum. Bir baba gibi de size karşı merhametli davrandım. Sizinle keder ve gaye birliği ettim.
Şimdi size soruyorum. Bende hakkı hukuku olan var mı? Olan hemen gelsin ve Allah hakkı icin, buyuk Kıyamet gunu hesaplaşmasından once hakkını alsın."
Yaşın yaşın ağlıyan gozlerle peygamberlerini dinleyen sahabilerden hic kimse gidip de, "Ey Allah'ın Rasulu!.. Benim sende hakkım var" demedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) aynı soruyu ikinci ve ucuncu defa tekrarlayınca sahabilerden UkkÂşe ayağa kalkarak huzuruna vardı ve, "Ey Allah'ın elcisi anam-babam sana feda olsun! Eğer defalarca Allah (c.c.) adını kullanmasaydınız huzurunuza gelip de hakkımı aramaya kalkışmayacaktım." dedi ve olayı şoyle anlattı:
"Ey Allah'ın elcisi!.. Birgun sizinle birlikte savaş ediyordum. Nasılsa develerimiz yanyana geldiler. Devemden inerek ozur dilemek uzere size yaklaşmıştım ki, birden kamcınızın sırtımda şakladığını duydum. Ey Allah'ın Rasulu!.. Bunu kasten mi yaptınız yoksa devenize vururken kazara bana mı carptı? Bunu bilmiyorum."
Bunun uzerine Hz. Peygamber (sav.) "Ey UkkÂşe, Peygamberin sana kasten nasıl vurabilir? Asla!" diye ozur beyan etti ve ardından Hz. Bilal'e, kızı Fatıma'nın evine vararak aynı kamcıyı alıp getirmesini soyledi. Bilal (r.a.) camiden cıkarak Hz. Fatıma'nın evine doğru hızla yol almaya başladı. Bir yandan da Peygamberler Peygamberinin kendi kendine ceza vermesini duşunuyordu.
Kapıyı caldı; icerden Fatıma "Kim o kapıya vuran?" diye seslenince Bilal (r.a.) kendisini tanıttı ve Allah Rasulunun savaşlarda kullandığı kamcısını almaya geldiğini belirtti. Fatıma:
- Ey Bilal, babam kamcıyı ne yapacak?
Bilal:
- Baban bu kamcıyla kendi kendisini cezalandıracak.
Fatıma:
- Ey Bilal, bu kamcıyla babama vurarak hakkını alacak olan kim?
Bilal:
- UkkÂşe, dedi.
Hz. Bilal (r.a.) kamcıyı alır almaz doğru camiye yollandı. Kamcıyı goturup Hz. Peygamber'e teslim etti. Peygamber de UkkÂşe'ye verdi.
Tam bu sırada ayağa fırlayan Hz. Ebu Bekir'le Hz. Omer "Ey Ukkaşe, işte biz karşınızdayız, Peygamber'in yerine bize vurun. Ne olur?" diyerek arkalarını donerler.
Hz. Peygamber:
"Ey Ebu Bekir, Ey Omer, yerlerinize oturun. Şuphesiz ki Yuce Allah (c.c.) sizin bu iyi niyetinizi mukafatsız bırakmayacaktır" diye cıkışır.
Bu defa Hz. Ali (r.a.) fırlar ve "Ey Ukkaşe!" der: "İşte ben karşınızda hayattayım, Peygamber'e vurmanıza gonlum razı olmuyor, işte sırtım, işte karnım, istediğiniz yere dilediğiniz kadar vurun."
Hz. Peygamber:
- Ey Ali, otur yerine! Yuce Allah (c.c.) senin bu iyi niyetini mukafatsız bırakmayacaktır" diye cıkışır.
Hz. Hasan ile Hz. Huseyin:
- Ey Ukkaşe, biliyorsun ki biz Allah Resulunun torunlarıyız, hakkını bizden aldığında O'ndan almış sayılırsın. Ne olur bize vur?" diye yalvarıp yakarırlar. Hz. Peygamber (sav) onlarad da:
-"Yerlerinize oturun, ey benim goz bebeğim torunlarım" diye cıkışır.
Butun bu olanları ibretle seyreden Sevgili Peygamberimiz (sav.) "Ey Ukkaşe, eğer gercekten bana vurmak istiyorsan, buyur, vur!" diyerek haykırdı. Bunun uzerine Ukkaşe, "Ey Allah'ın Resulu!" dedi. "Siz bana vurduğunuzda ben cıplaktım. Şimdi ben de size vururken cıplak kalmanızı rica ediyorum."
Sevgili Peygamberimiz (sav) hic duraklamadan hemen elbisesini cıkarır ve "Buyurun, hic cekinmeden dilediğiniz kadar vurun" diye diretti.
Durumu yakından izleyen sahabiler hıckıra hıckıra ağlamaya başlarlar ve hıckırık sesleri cami duvarlarını sarsarcasına kalınlaşırken, Ukkaşe bakar ki iki cihan guneşi Peygamberin vucudu sut gibi beyaz ve ardından Peygamberlik muhrunu taşıyan ben etrafa ışık sacmaktadır. Kalkar gider sırtını doya doya operek yerine donup oturur. Ardından da:
"Ey Allah'ın Rasulu!" der. "Canım sana feda olsun! Hangi kalb sana kıyabilir? Maksadım sadece o senin ışık sacan mubarek vucudunu kana kana operek, senin yuzun suyun hurmetine Rabbimin rızasını kazanmak ve Cehennem azabından kurtulmaktır."
Sozun burasında ışıldayan nurani gozlerle sahabilerin suzen Sevgili Peygamberimiz (sav): "Ey Mu'minler!.. Beni dinleyin!" der. "Cennetlik gormek isteyen varsa, işte Ukkaşe'yi gorsun."
Bunun uzerine butun muslumanlar kalkıp Ukkaşe'nin gozlerinden operek, "Mujdeler olsun!.. Yuksek derecelere eriştin ve Peygamberimizin dostluğunu elde ettin." diyerek kendisini tebrik ettiler.
Allah'ım ululuk ve yucelik hakkı icin bize Sevgili Peygamberimizin şefaatını nasip et, amin...

KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Secme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 225-231
__________________