HAZRET SULTAN HOCA AHMED YESEVİ
[ * Kaddesallahu** Sırrahulaziz* ]
Hoca Ahmed Yesevi Turk dunyasının manevi hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve "Pir-i Turkistan", "Hazret-i Turkistan" namı ile anılan buyuk bir Turk mutasavvıfıdır. O, kendi adıyla anılan Yeseviyye tarikatının esaslarını belirlemiş ve bugun butun dunyada buyuk bir yaygınlığa sahip Nakşbendiyye tarikatını da ceşitli şekillerde etkilemiş bir murşid-i kamildir. Ahmed Yesevi’ye atfedilen menkıbeyle karışmış kerametleri Kaşgar'dan Balkanlar'a kadar butun Turk yurtlarında yayılmıştır. Bugun Kazakistan’ın tarihi ismi Yesi olan ancak Sovyet doneminde Turkistan adı verilen şehrinde yer alan turbesi, bugun de Turkistan’ ın manevi merkezi olarak kabul edilmektedir.
HAYAT HİKAYESİ
*** Ahmed Yesevi bugunku Kazakistan Cumhuriyetinin guneyindeki Cimkent şehri yakınlarında ( 7 km. mesafede) bulunan Sayram kasabasında dunyaya gelmiştir. Sayram kasabası Ahmed Yesevi’nin kucuk bir cocukken geldikten sonra hayatının onemli bir kısmını gecirdidi ve unlu Turk destanının kahramanı Oğuz Han’ın idare merkezi oldudu bilinen Yesi (=Turkistan) kentine 157 km. kadarlık bir mesafededir. Dodum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte 73 yıl yaşadıdı ve 1166 yılında olduğu şeklindeki bilgiler gozune alındığında 1093 yılında doğduğu kabul edilebilir.
Babası Sayram kasabasında yerleşmiş unlu bir alim olan İbrahim Şeyh, annesi ise Ayşe (Karasac) Ana olarak bilinmektedir. Kaynaklar İbrahim Şeyh'in Hazret-i Ali (K.V.)'nin oğullarından Muhammed Hanefi‘nin neslinden geldiğini kaydetmektedir. Annesi ve babasına ait turbeler Sayram kasabasında olup bu turbelerin Ahmed Yesevi tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir.
Ahmed Yesevi ilk eğitimini kendisi yedi yaşlarında iken vefatına kadar babası İbrahim Şeyh'den almıştır. Ahmet Yesevi’ nin manevi eğitimini aldığı kaynaklar arasında "Arslan Bab" ismi, hem ceşitli menkıbe ve rivayetlerde hem de Ahmed Yesevi'ye ait hikmetlerde ortaklaşa olarak belirtilen bir isim olarak dikkati ceker. Babasının olumunden sonra Arslan Baba, eğitimini ustlendiği Ahmed Yesevi’nin aynı zamanda manevi babası olmuştur.
Ahmed Yesevi ile Arslan Baba'nıın karşılaşmasını dile getiren rivayet tarihi gercekliğin otesinde icerdiği bazı hususlar itibarıyla dikkate değerdir. Arslan Baba'nın Yesi'ye gelerek daha kucuk bir cocuk olan Ahmed'i bulması ve Hz. Muhammed (S.A.V.)'in emanetini Ahmed'e vermesi, terbiyesiyle meşgul olup irşad etmesi manevi bir işarete dayanıyordu. Arslan Baba, buradaki rivayetde efsanevi bir kimlikle karşımıza cıkarken Yesi yakınlarında bulunan tarihi Otrar şehrinde adına yapılmış bir turbenin mevcudiyeti Arslan BabÂ’nın tarihen varlığının delilidir.
Ahmed Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından sonra, daha onceden verdiği işarete uyarak o zaman icin Turkistan’ın en onemli İslam merkezi olan Buhar‘ya gider. Ahmed Yesevi, Semerkand'da devrin onde gelen alim ve mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedani’ye intisab ederek O'nun irşad ve terbiyesi altına girer. Hikmetlerinden cıkardığımız bir hukumle bu sırada Ahmed Yesevi 27 yaşındadır.
Nakşbendiyye tarikatının silsilesinde yer alan Yusuf Hemedani, Allah yolunda hizmet icin Merv, Buhara, Herat, Semerkand gibi İslam merkezlerini dolaşarak halkı irşada calışmaktaydı. Tarihi kaynaklarda kaydedildidine gore devrin Selcuklu.Hanı Sultan Sencer , Yusuf Hemedani’ye badlılıdını her vesileyle gostermiştir. Bu badlılık olumle bile sona ermemiştir; bugun hem Sultan Sencer'in kendi kabri hem de Teyh Yusuf Hemedani’nin kabri halen Turkmenistan sınırlan icinde kalan Merv şehrindedir.
Olgunluk doneminde Şeyh Yusuf Hemedani gibi bir murşidin yanında devrin butun ilimlerinde ilerleyen Ahmed Yesevi de şeyhi gibi İslam’ın zahiri esaslarına uygun hareket etmedi ve tarikatının esaslarını belirlerken İslam’ın hukumlerine ters duşebilecek hususlardan kacınmadı ihmal etmemiştir. Ahmed Yesevi’nin bu konuda ne denli titizlik gosterdidi dile getirdidi hikmetlerin analizi ile kolayca anlaşılabilir. Ahmed Yesevi, tarikattaki suluk adÂbını, İslam’ın zÂhir ve batın ilimlerini şeyhi Yusuf Hemedani’den odrenmiş ve muhtemeldir ki şeyhi ile beraber Turkistan’ın ceşitli yerlerini dolaşmıştır.
Ahmed Yesevi, şeyhi Yusuf Hemedani’nin olumunden sonra dergahın sorumluludunu ustlenen ucuncu halef olarak bir sure Buhar da hizmete devam eder. Bunu belirten kaynaklardan birisinde "Yusuf Hemedani’nin ucuncu halefi Hoca Ahmed Yesevi’dir ki, keramet ve hÂrikulade haller Âdetlerinden idi; her kim halis bir niyetle kendileri ile muşerref olursa Ehlullah'tan olurdu. Nasıl ki "Niyetin koldaşın..." buyururlardı. Kutlu makamları Turkistan’dadır, yuce dergahı cok feyizlidir." ibareleri yer almaktadır. Buhara sufilerine bir sure rehberlikten sonra şeyhi Yusuf Hemedani’nin verdidi bir işarete uyarak irşad makamını Nakşbendiyye tarikatının yıldız isimlerinden Abdulhalık Gucduvani’ye bırakarak Yesi ye doner ve faaliyetini Yesi merkezli olarak surdurur.
Ahmed Yesevi, Yesi’ye yerleştikten sonra Turkistan’ın her yerinden gelen ve editimini tamamladıktan sonra butun Turk yurtlarında İslamı teblid ile gorevlendirecedi muridlerine İslam’ın zahiri ve batıni ilimlerini odretir. Rivayetlere gore Ahmed Yesevi dergahında yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına , Cin seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir codrafyaya teblid ve irşad goreviyle gonderdidi dervişlerinin sayısı doksandokuz bindir. Bu doksandokuz bin rakamı , sayı olarak tam tamına olmasa bile cokludu ifade etmesi yonunden gercede işaret eder.
Hoca Ahmed Yesevi’nin eserlerinde halkı şuphelere duşurecek, itikadları sarsacak ozel imgelere, imalara rastlanmaz. Şeriat hukumlerine karşı bazen dikkatsizce hareket eden, cezbesi galip buyuk bir kısım sofilerden sadır olan ve onların zahir alimleri tarafından suclanmasına yol acan fikir ve ibareler bu buyuk Turk şeyhinin eserlerinde hemen yok gibidir. Cevresinde İslamla yeni tanışmış ancak cok guclu olarak badlanmış saf inanclı Turkler toplandıdından Ahmed Yesevi, Arapcayı ve Fars edebiyatını cok iyi bildidi halde, uzlete cekildidi cilehanesinde cevresinde halkalananlara onların kolayca anlayabilecekleri Turk dili ile hitab etmeyi tercih etti. Tarikatını suluk adabını Arapca ve Farsca bilmeyen Turk dervişlerine anlatmak icin de, Turklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle hikmetler soyledi; bu şiirler daha sonra ozgun bir isim olarak "hikmet" adı ile tanınıp "Divan-ı Hikmet" adı verilen kitaplarda bir araya getirilecekti.
İbadetle dolu hayatının boş kalan vakitlerinde ise tahtadan kaşık ve kepce yontup, onları satarak gecimini sağlıyordu.
Ahmed Yesevi’ nin sunnet-i nebeviye olan bağlılığının derecesini gozler onune seren bir rivayete gore Ahmed Yesevi, Yesi de altmışuc yaşına geldiğinde dergahının avlusuna acılan bir merdiven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılan, halvethane olarak kullandığı bir yer altı mescidi yaptırmış ve vefatına kadar bu mescidde ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur. Ahmed Yesevi’ nin yer altında uzun suren bir halveti yaşadığı hucresinin kalıntıları bugun de muhafaza edilmektedir.
Ahmed Yesevi, hikmetlerinin bircoğunda bu uzlete cekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (S.A.V.)'in altmışuc yaşında vefat ederek yer altına girişini ve bu yuzden kendisinin de yer ustunde Peygamberimiz (S.A.V.)'den daha fazla gezmekten haya etmesini gostermektedir. "Divan-ı Hikmet"te Ahmed Yesevi’ nin yer altında uzlete cekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan hikmetler onemli bir yere sahiptir. Esasen Divan- Hikmet’ten anlaşıldığına gore hikmetlerinin buyuk bir kısmı da ilahi ilham ile bu mekanda Ahmed Yesevi’nin dilinden dokulmuş ve yanındaki dervişler tarafından kağıd uzerine tesbit edilmiştir.
Bu uzlet hayatının ne kadar surduğu belli değildir; fakat vefat tarihi olarak kabul edilen 1166 yılına kadar yaklaşık 10 yıl sureyle ahiret ehli biri gibi yeraltındaki cilehanesinde uzletini surdurduğu ve 73 yaşında vefat ettiği sanılmaktadır.
Hoca Ahmed Yesevi Turbesi
Ahmed Yesevi Turbesi’nin yapımı ile ilgili bir rivayet de Turk tarihi yonunden onemli bir boyutu ortaya sermektedir. Bu rivayete gore vefatından sonra da kerametleri devam eden Ahmed Yesevi, kendisinden iki asır sonra yaşayan buyuk Turk hanı Emir Timur’ un ruyasına girerek BuharÂ’nın fethini mujdeler. Bu işaret uzerine Buhara uzerine sefere cıkan Emir Timur (1336-1405), zafere ulaştıktan sonra manevi bir şukran hissi ile Ahmed Yesevi’yi ziyaret icin Yesi’ ye gelir. 1396 yılı Eylul’unde Ahmed Yesevi'nin mutevazi kabrini ziyaret eden Emir Timur, yanında bulunanlardan Mevlana AbdullÂh Sadrı Ahmed Yesevi’ye ait kabrin uzerine muhteşem bir turbe yapımıyla gorevlendirir ve turbe yapımına ilişkin bazı olculeri bizzat belirler. O donem Turkistan'ın en unlu mimarı Hoca Huseyin Şirazi adlı bir mimar tarafından kulliyenin inşaına başlanır. Devrin mimari şaheserlerinden olan turbenin yapımı iki yılda tamamlanır; turbe yine Emir Timur'un direktifi ile turbeye eklenen mescid, dergah, mutfak ve diğer hizmet binaları ile beraber buyuk bir kulliye halini alır. Bu muazzam eserin tamamlanmasından sonra ziyarete gelen Emir Timur, Yesi kentinin yoksullarının ihtiyaclarına sarfedilmek uzere bircok sadakada bulunur; aynca turbenin ve muştemilatındaki dergahın ihtiyacları icin de turbeyi cepecevre kuşatan geniş bir araziyi ve Turkistan’daki sulama kanallarının gelirlerini vakfiye olarak tesbit eder. Emir Timur'un Hoca Ahmed Yesevi’ye duyduğu saygı O'nun manevi tasarrufuna olan inancını acıkca gostermektedir.
Sovyet Rus yonetimi altındaki yıllarda Turkistan'daki Ahmed Yesevi Kulliyesi’ nin Turkistan'ın ceşitli yerlerinden gelen ceşitli Turk boylarından muslumanlar nezdindeki itibarı -bu uğurda cok gayret edilmesine rağmen- yok edilememiştir. Ahmed Yesevf nin manevi otoritesini yıkamayan Rus yonetimi O'nun turbesinin de bulunduğu kulliyeyi "Kultur-park" adı altında bir muze haline getirip dini maksatlı ziyareti ve dergahta herhangi bir şekilde ibadet edilmesini yasaklamasına rağmen Turkistan muslumanları kulliyeyi asliyetine uygun olarak yaşatma azmini surdurmuşlerdir.
Bu arada dergah icinde yer alan tarihi kıymete haiz bircok eşya da başta Leningard (yeniden Petersburg adı verilmiştir) Hermitage muzesi olmak uzere değişik muzelere dağıtılmıştır. Turbe icinde yer alan ve yedi ayrı metalin alaşımından dokulmuş olan iki ton ağırlığındaki ve ucbin litre su alma kapasitesindeki dokum kazan bizzat Stalin'in emriyle 1934 yılında goturulduğu bir sergiden getirilmeyerek Leningrad Hermitage muzesine konmuştur. Son donemde Kazakistan makamlarının gayreti ile turbeye ait tarihi materyalin iadesi sağlanmış ve bu arada dokum kazan da 18 Eylul 1989 tarihinde yeniden turbedeki yerini almıştır.
Son birkac yıl icinde sağlanan kolaylıklar sonunda Ahmed Yesevi Turbesi’nin asli maksadına uygun bir ziyaretgah olarak yeniden ihyası yolunda onemli calışmalar yapılmıştır. Bu calışmaların onemli bir kısmını oluşturan restorasyon calışmalarını yerine getirmeği Turkiye Cumhuriyeti Kultur Bakanlığı taahhut etmiş ve 1993 yılı başında Vakıflar Genel Mudurluğu restorasyon calışmasını fiilen başlatmıştır.
Ahmed Yesevi'nin Tarikatı ve Etkileri
Ahmed Yesevi Turkluğun manevi hayatındaki buyuk yerini, sadece bazı tasavvufi şiirler yazmakla kazanmamıştır. Ahmed Yesevi'nin onemi İslam'ın Turkler arasında yayıldığı asırlarda, Turkler arasında geniş olcude yayılma imkanı bulan ilk tasavvufi ekolu oluşturarak butun dunyada yaşayan Turk soyundan insanların gonul tahtında asırlarca hukum surmesinden kaynaklanır. Hoca Ahmed Yesevi’nin buyuk manevi tasarrufu ile yayılan ve asırlarca yaşayan Yeseviyye tarikatı bir Turk tarafından ve Turkler arasından kurulmuş olan ilk tarikattır.
Bu tarikat Turkluğun sadece gonul gozunu ışıtıp, ruhunu manevi zevklerle suslemekle kalmamış, Turkluğe asırlar boyu yeni hedefler ve fetihler nasib eden bir yol gosterici olarak tesirini bugune kadar ulaştırmıştır. Ahmed Yesevi’nin Turk yurtlarında kendinden once ve sonra benzeri gorulmedik kalıcı bir tesir bırakmasında en az "hikmet"leri kadar onemli olan bir unsur da yetiştirdiği ve Turk dunyasının dortt bir tarafına gonderdiği oğrencileridir. Bu hayırlı halefleri her yerde Ahmed Yesev’nin telkinleri doğrultusunda bir irşad faaliyetini surdurerek bulundukları dunyasında İslam etrafında şekillenen ortak bir inanc ve ruh ikliminin hakim olmasına vesile olmuştur.
Hoca Ahmed Yesevi'nin tarikatını devam ettiren ilk halifelerinin menkıbeleri ceşitli tasavvuf tarihi eserlerinde yer almaktadır. Ahmed Yesevi’ nin ilk halifesi Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata'dır. Mansur Ata’ dan sonra yerine oğlu Abdulmelik Ata, sonra da onun oğlu Tac Hoca gecmiştir ki, bu unlu Yesevi şeyhi* Zengi Ata'nın babasıdır. Ucuncu halife Suleyman Hakim Ata Ahmed Yesevi’ nin Turkler arasında en tanınmış halifesidir. Rivayete gore Satuk Buğra Han'ın kızı Anber Ana ile evli olan Hakim Ata, daha cok Turkistan'ın Harezm'de bolgesinde halkı irşad ile uğraşmış ve olumunden sonra Akkurgan’daki turbesine defnedilmiştir. Zengi Ata da Hoca Ahmed Yesevi'nin unlu ** halifelerinden biri olarak tanınmıştır. Zengi Ata'nın Taşkent yakınlarındaki kendi adı verilen Zengi Ata* kasabasındaki turbe ve kulliyesi Ozbekistan'ın en cok ziyaret edilen dini merkezlerinden birisidir.
Hoca Ahmed Yesevi’nin soyundan gelen ve İslam dunyasının değişik yerlerinde yaşadıkları ve irşad faaliyetinde bulundukları kaydedilen tasavvuf alimlerinden bir kısmı ceşitli kaynaklarda zikredilmiştir. Bu kişiler arasında Semerkand alimlerinden Sadr-ı alem Şeyh, Ejderhan yakınlarında katledilen Baba Şeyh, Bağdat-Kazvin arasındaki Gurgan'da yaşayan Şeyh Muhammed Dem Tiz bin Ahmed Yesevi, Keşmir'de medfun bulunan Hoca Hafız Ahmed Yesevi en-Nakşbendi isimlerine rastlanmaktadır. Bu kişilerin Ahmed Yesevi'nin kızı Gevher Şehnaz’dan gelen bir soy kutuğune sahip olmaları muhtemeldir.
Unlu Osmanlı gezgini Evliya Celebi de Hoca Ahmed Yesevi’nin soyundan geldiğini seyahatnamesinde belirtmiştir. Evliya Celebi, ayrıca gezdiği yerlerde rastladığı Yesevi dervişlerine ait makamları da eserinde kaydetmiştir. Bu derviş-gaziler arasında Deliorman’daki Demirci Baba, Niyazabad'daki Avşar Baba, Merzifon’daki Pir Dede,Karadeniz kenarında Batova’daki Akyazılı, Bursa’daki Geyikli Baba, Abdal Musa, İstanbul Unkapanı’ndaki Horoz Dede, Bozok Sancağı Yozgat'taki Emir Cin Osman, Tokat merkezindeki Gaj-Gaj Dede ve Zile ilcesindeki Şeyh Nusret Evliya Celebi’nin tesbit edebildiği Yesevi dervişleridir. Ancak bunlardan hicbirisi Nevşehir’de yerleşen Hacı Bektaş Veli kadar un kazanmamıştır.
Rumeli’nin fethinin manevi oncusu olan Sarı Saltık da asıl adı Muhammed Buhari olan bir Yesevî dervişidir. Evliya Celebi, Sarı Saltık'ın Karadeniz kıyısında Romanya’nın Silistre bolgesindeki turbesini ziyaret ettiğini belirtmiştir. Sarı Saltık icin yapılan bir makam ise İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasındaki Rumeli Feneri'nde yer almaktadır.
Yeseviyye tarikatı, once Seyhun nehri havzasında Taşkent ve cevresinde yerleştikten sonra, Aral golunun guneyindeki Harezm bolgesine yayılmış, aynı zamanda Seyhun ile Ceyhun nehrinin sınırlarını cizdiği MÂveraunnehr'de geniş bir kitleye yayılmıştır. Diğer taraftan Turkistan'ın kuzeybatı bozkırlarından Kıpcak lehcesinin hakim olduğu İdil-Ural bolgesine uzanan Yeseviyye tarikatı, Pir-i Turkistan'ın işareti ile yola cıkan dervişleri tarafından Horasan, Azerbaycan ve Anadolu ya kadar ulaşmıştır. Tarihi gelişim sonucu Nakşbendiyye tarikatının daha yaygın hale geldiği XV-XVI. yuzyıllara kadar Turkistan ve Horasan’ın hemen her yerinde hatta Keşmirde, KÂbilde, İstanbul'da, Temeşvar’da, Hicaz'da Yesevi dervişlerine rastlanmaktaydı.
Ahmed Yesevi’in esaslarını belirlediği Yeseviyye tarikatı, daha sonra Turkistan ve Anadolu’da gelişecek olan başta Nakşbendiyye olmak uzere Kubreviyye, Ciştiyye gibi diğer buyuk tasavvuf ekollerini de derinden etkilemiştir. Nakşbendiyye tarikatının, Hoca Ahmed Yesevi ile irtibatı Muhammed Bahauddin Buhari veya kısaca "Şah-ı Nakşbend" namı ile tanınan tarikatın Pirinin Yesevi şeyhlerinden "Kasem Şeyh" ve Halil Ata ile bir sure birlikte olarak feyz almasına dayanır. Şah-ı Nakşbend'in devrin hukumdarı olan Halil Ata'nın yanında zahiren hukumdarın hizmetinde gecen altı yıl boyunca feyz ve suluk yolunda buyuk mesafeler katettiği kendilerinden rivayet edilmiştir. Şah-ı Nakşbend'den sonra Nakşbendiyye tarikatı, Turkistan Turkleri arasında cok yayılmış, daha once gelişen Yeseviyye tarikatının nufuz sahasını bir anlamda daraltmıştır. Ancak genel cizgileriyle aralarında buyuk farklılıklar bulunmayan bu tarikatlardan Nakşbendiyye'nin butun Orta Asya ve daha sonra Afganistan, Hindistan, Kazan, Orta Doğu ve nihayet Anadolu’da cok geniş bir coğrafyada yayılıp benimsenmesi Yesevi dervişlerinin daha onceden bu iklimlerde yaptıkları faaliyete bağlı olarak kolaylaşmıştır.
Gunumuzdeki Hoca Ahmed Yesevi
Sovyet. Rus yonetiminin egemen olduğu yıllarda Turkistan Cumhuriyetleri’nde diğer Turk-İslam buyukleri gibi Ahmed Yesevi de unutturulmağa calışılmış ve eserlerindeki bazı tasavvufi tavsiyelerinden yola cıkılmak suretiyle karalanmağa calışılmıştır. Ahmed Yesevi’ nin 1917 bolşevik ihtilaline kadar gerek Kazan’ da gerekse Taşkent'te defalarca basılan "Divan-ı Hikmet"in yeni baskılarının yapılması da yasaklanmıştır. Ancak butun bu calışmalar Ahmed Yesevi’ nin manevi itibarını yok etme gayesine ulaşamamıştır. Elinizdeki bu eserdeki hikmetlerin neşrinde esas aldığımız ve 1992 yılında Taşkent'te basılan "Divan-ı Hikmet'in takdim bolumunde belirttiği gibi "Divan-ı Hikmet"te yer alan hikmetler dilden dile, gonulden gonule nesiller boyu aktarıldığı gibi ceşitli gayrıresmi yollarla da coğaltılmış ve Ahmed Yesevi yaşamağa devam etmiştir.
Anadolu ve hatta Rumeli’nin Turkleştirilmesinde cok onemli bir yeri olan Hoca Ahmed Yesevi’nin Turkistan'da oldudu kadar Turkiye'de bilinmemesi buyuk bir eksikliktir. 1993 yılının Turkiye Cumhuriyeti Başbakanlıdı tarafından Ahmed Yesevi yılı olarak ilan edilmesi ve bu yıl icinde yapılması planlanan tanıtım programları Ahmed Yesevi’nin Turkiye'de daha iyi tanınması ve anlaşılması icin yetersiz de olsa bir fayda sağlamıştır.
"Divan-ı Hikmet"
Turk edebiyatı tarihinde "Divan-ı Hikmet"in onemi İslÂmiyet'ten sonraki Turk Edebiyatı'nın daha once yazılan Kutadgu Biliğ’den sonraki bilinen en eski orneklerinden biri ve tasavvufi Turk edebiyatının ilk eseri oluşundan daha fazla Turk dunyasında meydana getirdiği tesirlere dayanır.
Divan-ı Hikmet onceleri yazma nushalar şeklinde, daha sonraları ise basma tekniği ile coğaltılmıştır. Bilindiği kadarıyla gecen iki yuz yıl icinde onyedi kez Taşkent'te, dokuz kez İstanbul'da, beş kez Kazan'da ve birer kere de Buhara ve Kagan’da matbu olarak yayınlanmıştır. Yakın tarihlerde Turkiye'de "Divan-ı Hikmet'ten Secmeler" adı ile yetmiş adet hikmetten muteşekkil ve Prof. Dr. Kemal Eraslan tarafından hazırlanan bir eser T.C. Kultur Bakanlığı tarafından iki kez basılmıştır. Bu satırların yazarı tarafından hazırlanan ve Turkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan Divan-ı Hikmet’te ise yuzkırkuc adet hikmet yer almaktadır.(Bu Divan-ı Hikmet Turkiye Diyanet Vakfı yayınevlerinden temin edilebilir.)
Eski Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya cıkan yeni imkÂnlar Divan-ı Hikmet'in Turk Cumhuriyetleri’nde yeniden gun ışığına cıkmasını sağlamış ve Ozbekistan'da Divan-ı Hikmet'in Kiril harfli iki yeni baskısı yapılmıştır.
Kazan baskısı esas alınarak Resul Muhammed Aşurbay-oğlu tarafından hazırlanan ve 1992'de Taşkent'te Kiril harfleri ile neşredilen Divan-ı Hikmet kitabının baskı adedi tam beşyuzbin adettir. Divan-ı Hikmet yine 1992 yılında Turkmenistan’da “Medine’de Muhammed Turkistan’da Hoca Ahmed” adı ile elli bin adet olarak basılmıştır. Son olarak hikmetlerden bir kısmını iceren ve “Akıl Kitabı” adı ile basılan bir yayın da Kazakistan’da 1994 yılında yayınlanmıştır.Bu kitapların toplam baskı adedi dikkate alınırsa neredeyse her yuz kişi icin bir Divan-ı Hikmet basımı sozkonusu olmaktadır ki bu ulkemiz nufusuna kıyaslanırsa Turkiye’de altıyuzbin adet basım anlamına gelir. Ulkemizdeki Divan-ı Hikmet basımlarının toplam tirajının yaklaşık yirmibin adet olduğu duşunulurse ulkemiz adına uzuntu duymamak mumkun değildir.
************
SON ZAMANIN BİR CARPITMASINA UC YUZYIL ONCESİNDEN CEVAP
Son birkac yıl icinde ulkemizde başlayan İslam uzerindeki tartışmalarda tasavvuf konusunun da gundeme getirilmiş olduğu herkesin bildiği bir hususdur. Ozellikle 1997 sonundan itibaren toplum hayatındaki İslami tezahurleri sorgulayan ve hatta yargılayan genel eğilimin ardına takılan bir grup kişi de – bunlar arasında sıkı musluman olduğunu iddia edenler de vardır maalesef- İslam’ın tasavvufi iceriğini yıpratmak icin hummalı bir faaliyete girmişlerdir. İslam tasavvufunu yıpratmak isteyen bu guruh tabii olarak Ahmed Yesevi ‘ye de dil uzatmaktan cekinmemişlerdir.
Bu guruhun hezeyanlarına cevab vermeği bile gereksiz gorurum.
Burada asıl uzerinde durmak istediğim konu Ahmed Yesevi’ye saygılı olduğunu bildiğim bazı kişilerin kendi yanlış yaklaşımlarına Ahmed Yesevi’yi dayanak etmek istemeleridir. Bunun guzel bir orneği olarak Yesevi dergahında mahremiyete hassasiyet gosterilmemesi , kadın-erkek ayrımı yapılmaması (=ihtilata izin verilmesi) ve Ahmed Yesevi’nin kadınlara ozel bir ilgi gosterdiği iddiaları uzerinde durmak istiyorum. Bu konuyu tutarlı olarak değerlendirmek uzere bugun iki kaynağa sahibiz.Bunlardan birincisi Ahmed Yesevi’nin kendisine ait hikmetlerde “kadın” konusuna nasıl yaklaşıldığı , diğeri ise Yeseviye tarikatı uzerine yazılmış en değerli kaynak olan “Cevahir-ul Ebrar min Emvac-ı Bihar” adlı eserdir.
Turkistan’dan İstanbul’a gelen Hazini mahlaslı bir Yesevi dervişi tarafından zamanın Osmanlı sultanına sunulmak uzere 1593 yılında yazılan “Cevahir-ul Ebrar min Emvac-ı Bihar” adlı eser gunumuzden dort yuzyıl once bu konuya acıklık getirecek hususları da ihtiva etmektedir. “Cevahir-ul Ebrar min Emvac-ı Bihar”’ın gunumuz aalfabesine aktarılmasını sağlayan Prof.. Dr. Cihan Okuyucu tarafından hazırlanarak Erciyes Universitesi Gevher Nesibe Tıp tarihi Enstitusu tarafından 1995 yılında bastırılan bu değerli eserin 49. Sayfasında şu ibareler dikkat cekmektedir.
“...MuzÂfat-ı baide icinde mesÂmi-i nÂsda duşdi ki meclisinde bi-ğayr-ı hicÂb ricÂl u nisvÂn şer-i şerife muhÂlif cem olup zikre karışurlar. HÂlbuki ğayr-ı vÂki. HorÂsÂn u MÂverÂu'nnehrde muhÂlif olan ulem mufettiş gonderdiler ve tefahhuş itdiler. Ol mesmû olÂn ahvÂl-i mûhimu'1-ihtilÂl ğayr-ı vÂki bulındı. Amm Şeyhu'1- meşÃ‚yih -kudddise sırruh- bir muhurlu hokka ortaya giturup nefır-iÂm urdı ki evliyÂu'llahdan kim varsa ki sağ kolını bulûğ-ı şerden bu ana gelince gizlu avret azÂlarına istimÂl u mesÂs iturmemiş ola. HuzzÂr-ı meclisden kimse cevÂba kÂdir olmadı ill imÂmu'1-humÂm maden-i cevÂhiru't-takv celilu'1-kadr CelÂl Ata -ra.hmetu'IlÂhi aleyh- ortaya geldi.Memhûr hokkayı şeyhu'1-meşÃ‚yih -kuddise sırruhu'I-aziz- ol halifenun eli ile mufettişler ile MÂverÂunnehr ve HorÂsÂn memÂlikine gonderdi. Vusûlden sonra ulem ve fuzal cem olup CelÂl Ata hazretlerini ziyÂret kılup hokka-i memhûrı acdılar. İcinde penbe ve Âteş bulındı ki ne penbe yanmış ve ne ot sonmiş. Buyurmışlar ki bilÂ-ğaraz ve't-tÂkdir eger ricÂl u nis bir meclisde cem olup zikru'llah itseler ve kalblerini Hak TaÂl kendu harÂret ve cezbe-i rubûbiyyeti ile mutasarrıf olup hıyÂnet muzahhemetînden saklaya.Nice ki işbu hokka icinde penbe-i beyÂzi tabiat-ı nÂr-ı vÂkıddan nÂkıd -ı emÂn sararmış ve beyÂz saklamış. Bu ahvÂl-i şigerf muşÃ‚hede oldukdan şonra cûmle mustağfir olup kerÂmÂtlarına mukırr oldılar ve hedÂy ve nuzur ile tereddud ve şubhelerini telÂfi buyurdılar ve ArÂşÃ‚t ahvÂline muvÂzene kıldıklarında ki mehÂbetden halku'llah biri birinden bi-haber kalurlar ve zikrullah meclisi evliyÂullah şerefinden kıyÂmet-i Âherdur. ..”
Bu metnin kelime kelime incelenmesiyle şu hususlar dikkat cekmektedir:
1.Yesevi meclisinde hicabsız olarak erkek ve kadınlar İslam’a aykırı olarak toplanıp zikre karıştıkları o zaman da iddia edilmiştir. Bu iddiaya Hazini’nin cevabı cok nettir: “Halbuki gayr-ı vaki...” ; yani oysa boyle bir şeyin vukua gelmesi sozkonusu değildir.
2.Horasan ve Maveraunnehr’de bulunan ve Yesevi dergahında ihtilatı iddia eden muhalif ulema ayrıca durumu yerinde tesbit etmek uzere mufettişler gondermiş ve bu mufettişler de İslam’ın zahiri hukumlerine ayrı bir husus tesbit edememişlerdir.
3.Sanki bu hususlarda olacak dedikoduları onlemek icin Ahmed Yesevi bir test de uygular. Ergenliğinden o gune kadar cinsiyet organı mahalline sağ eli ile değmemiş bir dervişini aramış ve bu nitelikteki tek dervişi olan Celal Ata’ya bir cam kap icerisine yerleştirdidi koz ve pamudu yan yana koyarak vermiş ve Horasan’daki dedikoduculara gondermiştir. Horasan’a kadar gelen kozun ateşi hic sonmedidi gibi pamudu da tutuşturmamıştır. Bu durumu tesbit etmek icin toplanan alimlere Celal Ata der ki “ Garazsız olarak –artniyet taşımadan- ve irade ile olmaksızın kadın ve erkekler bir meclisde Allah’ı zikretseler kalblerini Allah kendi harareti ve Tanrılığının cezbesi ile tasarruf ederek hain duşuncelerin istilasından saklasın..” Bunu işiten Horasan uleması iddialarından vazgectiler ve istiğfar ettiler. Bu durumu izah icin Hazini, “Kıyamet gunu Arasat meydanında biraraya gelen Allah’ın halkı dehşet ve hayretten nasıl birbirlerinden habersiz kalırlarsa zikrullah meclisi de evliyaullah şerefinden kıyamet gunun gibidir” demekte ve zikir meclisinde hasıl olan manevi hava ile kadın ve erkeğin birbirlerinde habersiz kalacaklarını -veya kalmaları gerektiğini- dervişane bir nezaket ile ima etmektedir.
Bu rivayetde şu hususlar dikkati cekmektedir.
a. Ahmed Yesevi koz-pamuk testini uygularken edebiyle temayuz etmiş bir dervişi secmiştir. Edeb konusunda hassasiyeti olamayan bir dervişin eline verilse acaba koz pamudu yakmaz mıydı?
b.Bugun acaba garazsız-iradesiz bir araya gelip zikir yapabilme yiğitliğine sahib erkek ve kadınlar var mıdır??
c.Kadın ve erkek zikir icin bir arada bulunsalar dahi ‘zikrullah harareti ve ilahi cezbe ile Allah korumadıkca’ her zaman nefsani tuzaklara duşmek mumkundur.
d.Hazini zikir icin bir araya gelen kadın ve erkeklerin kendilerini ancak kıyamet gunu bir araya getirilmiş kadın ve erkekler olarak algılayabilecek derecede dunyevi hallerini terkederlerse bir arada zikirden zarar gelmeyeceğini soylemektedir ki bugun boylesi bir muslumanlar topluluğu var mıdır ?
Bu hususlardan anlaşılmaktadır ki kadın ve erkeğin bir arada zikir yapabilmeleri bu hususlar gozetildiğinde mumkun değildir. Zaten metnin ilk satırlarında bunun 12. Yuzyıl Turkistan’ında Yesevi dergahında Ahmed Yesevi huzuru ile yapılan zikirlerde bile mumkun olamadığı belirtilmektedir. Değil ki bugun.....vay Sultanım vayyy !...
Timdi bu yazdıklarıma radmen hala itiraz ederek “Bırakın bunları, menkıbe, hikaye bunlar...” diyenlerin seslerini işitir gibiyim.İşte onlara soyleyeceğim soz şudur : “Ahmed Yesevi’ye ait hikmetlerin tamamını en az on defa okumuş bir kişi olarak şunu net olarak ifade etmem gerekli ki Ahmed Yesevi’nin dilinden dokulmuş binlerce satırlık hikmetler arasında bir tane hikmette bile cinsiyet izafesi anlamında “kadın” lafzı yer almamaktadır. Hatta Ahmed Yesevi tum şiirlerinde tek kelime ile olsun bir “kadın” olarak “annesinden-eşinden-kızından” bile soz etmemektedir. Peki nasıl oluyor da Ahmed Yesevi’nin kadınlara cok ozel bir onem verdiği , dergahını kadınlarla doldurup beraber zikrettiği iddia edilebiliyor???
Bunun cevabını bence bu iddia sahiblerinin şuuraltlarına sızmış olan ve toplumumuzda son donemde iyice yaygınlaşmış ve derinleşmiş olan kadınperestlikte aranmalıdır. Siz Ahmed Yesevi’ye kadınlarla ilgili herhangi bir ovgu veya ayıb yamamağa niyeti olanlar, siz Ahmed Yesevi’nin ateş ile pamuğu emanet edeceği dervişine koyduğu şartı kendinizde bir arayın bakalım; sonucu cok merak ediyorum...
Sonuc
Ahmed Yesevi’yi bugunku zamane şeyhleri ile benzeştirmek ve Ahmed Yesevi dilinden bize kadar ulaşmış "hikmetler"i herhangi bir “dini manzume” olarak dederlendirmek buyuk bir gaflet olur. Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’inde neredeyse bin yıldır Turk’un gonul gozunu ışıtan bir ışık saklıdır. Bu ışıdın huzmeleri her bir hikmetin satırları arasından suzulerek ruh dunyamızı aydınlatmada uzun bir zulmet devrinden sonra butun Turk yurtlarında yeniden başlamıştır. Hoca Ahmed Yesevi’den neredeyse 900 .yıl sonra bize kadar ulaşan "Hikmetler" Turkler arasında İslam etrafında orgutlenen bir iman birlidinin teşekkul etmesine hizmet etmesi yonuyle Turk dunyasının manevi hayatında cok onemli bir yere sahiptir. Hazret-i Turkistan’ın dilinden dokulen hikmetleri okurken yuzyıllar once bu mesajları ilk defa işiten atalarınızdan biri yerine koyun kendinizi... İşte o zaman Yesevi'nin buyukludunu daha iyi idrak edeceksiniz. Bir de bugunku teknolojik imkan ve mali kudrete sahip zamane şeyhlerinin gunumuz Turkiye’sinde ve hatta dunyasında ifa ettidi fonksiyon ile misyonu Hazret-i Turkistan’ın misyonu ve fonksiyonu ile kıyaslarsanız bu buyukluk daha da belirginleşecektir.
Hoca Ahmed Yesevi dun olduğu gibi bugun de dunya Turkluğunu dizleri dibinde bir araya getiren manevi yol gostericimiz olmağa devam etmektedir. Hoca Ahmed Yesevi’yi , gercek kimliğiyle tanımamız Turkiye ve Turkistan Turkleri’nin kardeşliğini guclendirecek ve ortak manevi atamız durumundaki Hoca Ahmed Yesevi’nin dergahında kucaklaşmamızı da sağlayacaktır. O dergÂh, Orhun’dan Tuna'ya kadar uzanan butun Turk yurtlarını icine alacak genişliktedir.
__________________
Hazret Sultan Hoca Ahmed Yesevİ
Dini Bilgiler0 Mesaj
●31 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Hazret Sultan Hoca Ahmed Yesevİ