Bilim bugune kadar pekcok teori ve kanun buldu. Ama bazı olaylar varki bilim bunları acıklamada caresiz kalıyor. İşte onlardan 13 tanesi…
Bilim insanları, bugune kadar bilinen teorilere uymayan, cok sayıda olay gozlemledi. Bu olaylar kabul edilen kurallara aykırı duruyor; ama yanlışlıkları da ispat edilmiş değil.
1) ETKİSİZ İLACIN (PLASEBO) ETKİSİ NEDİR?
Etkisiz ilac verilen hastaların, tıpkı normal ilac almış gibi kendilerini iyi hissetmelerinin nedeni nedir, bilinmiyor.

Suphesiz duymuşsunuzdur, ilac yerine verilen etkisiz ilacların, tıpkı ilac almış gibi etki yaptığını.. Ama nasıl etkidiği ve nedeni bilinmiyor.. Plasebo etkisinin gucunu siz de evde bir deneyle gorebilirsiniz, tabii bu deneyi uzerinde uygulayabileceğiniz birisini bulabilirseniz! Gunde birkac kez, birkac gun boyunca birinin canını yakın. Deney’in son gunune kadar ağrıyı morfin ile kontrol altına alın. Bu son gun morfin yerine tuzlu su kullanın. Sonucta tuzlu suyun ağrıyı azalttığını goreceksiniz.

İşte plasebo etkisi buna deniyor. Bu etki bazen cok guclu olabiliyor. Yukarıdaki deneyi ilk kez İtalya’da Torino Universitesi’nden Fabrizio Benedetti yaptı. Doktorlar plasebo etkisinin onlarca yıldır farkında.

Benedetti, ayrıca Parkinson hastalarında da plasebo etkisini araştırdı. Tuzlu suyun plasebo etkisinin hastalarda titreme ve kas sertliğini azalttığını goren (Nature Neuroscience, vol 7, p 587) Benedetti ve ekibi, hastalara tuzlu su verirken beyinlerindeki noronların faaliyetlerini olctu. Deneyde “Alt-talamik cekirdek”teki noronların, tuzlu su verildikce daha az tetiklendiği anlaşıldı. Bu şekilde hastalığın semptomları duzelirken, noron faaliyetleri de azalıyordu.

Benedetti bu deneyden elde edilen sonucları şoyle değerlendiriyor: “Burada neler olup bitiğini oğrenmek zorundayız. Ancak bir şey kesin: Beklentiler ve terapotik sonuclar arasındaki ilişki, beyin-beden etkileşimini anlamak icin mukemmel bir model oluşturuyor. Şimdi bilim adamları plasebo etkisinin nerede ve ne zaman devreye girdiğini anlamaya calışıyor. Hastalıklar farklı da olsa altta yatan mekanizma aynı olabilir”.

2) BIG BANG RADYASYONU YAYILIMI UZAYDA NASIL EŞİT OLUYOR
‘Ufuk Problemi’ adı ile bilinen olgu, ‘buyuk patlama’dan geride kalan radyasyon yayılımının evrenin her yerinde nasıl eşit olarak dağıldığıdır. Astrofizikciler sorunu cozmek icin gobek patlatıyor.

Evren anlaşılmaz bir şekilde tekduzedir. Gorulur evrenin bir ucundan diğerine, uzayı butunu olarak incelerseniz, kozmosu dolduran mikrodalga geri plan radyasyonunun sıcaklığının her yerde aynı olduğunu gorursunuz. Bu ilk bakışta şaşırtıcı gelmeyebilir; ancak bir uctan diğer uca mesafenin 28 milyar ışık yılı olduğu ve evrenin 14 milyar yaşında olduğu duşunulurse, bu sonucun ne denli anormal olduğu ortaya cıkar.

Hicbir şey ışık hızından daha hızlı değildir. Dolayısıyla ısı radyasyonunun, Big Bang sırasında ortaya cıkan soğuk ve sıcak noktalar arasındaki farklılığı eşitlemek icin iki ufuk arasında yol alması mumkun gorunmuyor. Bu “ufuk problemi” kozmologların başını ağrıtan en onemli problemlerden biri. Ortaya atılan ve herkes tarafından kabul edilmeyen goruşler var.

3) EINSTEIN YANILIYOR MU?
10 yıldan daha uzun bir zamandır Japonya’daki fizikciler varolması mumkun olmayan kozmik ışınları gozluyorlar. Kozmik ışınlar, evrende ışık hızına yakın bir hızda yol alan parcacıklardır Dunya’da tespit edilen bazı kozmik ışınlar, supernova gibi şiddetli olaylar sırasında uretilir ve bunlar doğada gorulen en enerjik parcacıklar.

Kozmik ışın parcacıkları uzayda yol alırken, evreni dolduran duşuk enerjili fotonlarla carpışarak enerjilerini yitirirler. Einstein’ın ozel gorelilik kur—– gore bizim galaksimizin dışındaki bir kaynaktan cıkıp Dunya’ya gelen kozmik ışınlar, o kadar fazla sayıda enerji azaltıcı carpışmaya maruz kalır ki, bunların maksimum olası enerjisi 5 x 10 19 elektronvolta cıkar. Buna Greisen-Zatsepin-Kuzmin sınırı adı verilir.

Ne var ki son 10 yılda, Tokyo Universitesi’nden Akeno Giant Air Shower Array adı verilen 111 parcacık dedektoru, GZK sınırının uzerinde birkac kozmik ışın tespit etti. Kuramsal olarak bunların, enerji yitirmemiş olmaları icin, bizim galaksimizin icinden gelmesi gerekir. Ancak astronomlar galaksimizin icinde bu kozmik ışınların gelmiş olabileceği bir kaynak bulamadılar. Peki bunlar nereden geliyordu?

Bir olasılığa gore Akeno sonucları yanlış olabilir. Bir diğer olasılık ise Einstein’in yanılıyor olmasıdır. Einstein’ın ozel gorelilik kur—– gore uzayın her yonde aynı olması gerekir. Ancak parcacıkların bazı yonlere doğru daha kolay yol alması durumunda ne olacak? O zaman kozmik ışınlar enerjilerinin daha fazlasını koruyabilir ve GZK limitlerinin dışına cıkabilir.

Arjantin, Mendoza’daki Pierre Auger deneyindeki fizikciler de bu sorun uzerinde calışıyor. 3000 kilometre kare uzerine yayılan 1600 dedektorden yararlanan bilim adamları, gelmekte olan kozmik ışınların enerjilerini tespit ederek Akeno sonuclarının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilecekler.

4) HOMEOPATİK ERİYİKLER ETKİLİ Mİ?
Homeopatik yontem, kimyasal ilacların sulandırılması esasına dayanır; tek bir ilac molekulu icermeyecek noktaya gelinceye kadar sulandırılma devam etse dahi, suyun iyileştirme ozelliğini koruduğu iddia edilir. Bu nasıl oluyor?

Belfast’taki Queen’s University’den farmakolog Madeleine Ennis ise homeopatiyi şiddetle eleştirenler arasında. Homeopatinin hicbir işe yaramadığını duşuncesinde.

Ennis, son makalesinde, iltihabi yangı durumunda ortaya cıkan insan akyuvarları uzerinde aşırı sulandırılmış histaminin etkilerini araştırdı. Bu bozofiller, hucre saldırı altındayken histamin adı verilen maddeyi salgılar. Bunlar bir kez salgılandığı zaman, histamin bozofillerin daha fazla salgılamasını engeller. Farklı laboratuvarlarda tekrarlanan bu calışma homeopatik eriyiklerin histamin gibi etki yarattığını ortaya cıkartmış. Bu sonucun uzerine Ennis bu etkinin yok sayılamayacak kadar gercek olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.

Bu nasıl oluyor? Homeopatlar komur, orumcek zehiri gibi maddeleri etanol icinde eriterek, bu “ana eriyik”i su ile tekrar tekrar sulandırır. Sulandırma duzeyinden bağımsız olarak homeopatlar, orijinal ilacın su molekulleri uzerinde iz bıraktığını iddia eder.

Ennis’in nicin konuya kuşkuyla yaklaştığını anlayabiliyoruz. Kaldı ki homeopatik tedavinin, geniş kapsamlı, plasebo-kontrollu klinik bir deneyde bugune dek yararlı olduğu kanıtlanmadı. Ancak Belfast calışması (Inflammation Research, vol 53, p 181) bazı şeylerin “etkin olduğunu” gosteriyor. Enis diyor ki: “Bulgularımızı acıklamakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla başkalarını ileri deneyler yapması icin teşvik ediyoruz. Eğer bu ileri deneylerde sonuclar olumlu cıkarsa kimya ve fiziği yeniden yazmamız gerekebilir.”

5) KARA MADDE VAR DENİYOR, AMA NEDİR ACIKLANAMIYOR!
Fizikciler, evrende bazı olayları acıklayabilmek icin kara maddenin varolduğunu soyluyor.

Yercekimi konusundaki bilgilerimizi galaksilerin nasıl donduğu konusuna uyarladığınız zaman, ortaya yeni bir problem cıkar, cunku galaksilerin hızla birbirlerinden ayrılması gerekir. Galaktik madde merkezi bir nokta etrafında yorungeye oturur, cunku bunların karşılıklı kutlecekimsel cazibesi, merkezcil kuvvetler yaratır. Ancak galaksilerde, gozlenen donmeyi yaratacak miktarda kutle yoktur.

Amerikalı astronom Vera Rubin, 1970′li yılların sonlarına doğru bu anormalliği tespit etti. Fizikcilerden gelebilecek en anlamlı tepki, gorebildiğimizden daha fazla kutlenin varolabileceği doğrultusundaki onermeydi. Burada sorun bu “kara madde”nin ne olabileceği konusunda kimsenin bir fikri olmamasıydı.

Şu anda hálá bu soruya kimse yanıt veremiyor. Oneri bol ama bu konuda bir ortak bir goruş yok. Bu da bilim adına utanılacak bir konu. Astronomik gozlemlere gore kara madde evrendeki kutlenin yuzde 90′ını oluşturmakla birlikte, insanoğlu bu yuzde 90′ın ne olduğunu bilmemekte.

Buyuk bir olasılıkla en onemli neden belki de boyle bir şeyin varolmamasıdır. Rubin de gerceğin bu olduğuna inanıyor: “Eğer secme şansım olsaydı, geniş mesafelerdeki kutlecekimsel etkileşiminin doğru olarak tanımlanması icin Newton’ın yasalarının değiştirilmesini talep ederdim.”

6) MARS’TA METAN GAZININ KAYNAĞI NE?
Viking uzay araclarından biri Mars’ta metan gazı var, diğeri yok diye rapor etti? Var mı yok mu?

1976 yılında Gilbert Levin gort gozle uzay aracı Viking’den gelecek verileri bekliyordu. Mars’tan milyonlarca kilometre uzakta, Viking uzay aracları Lander, yerden aldıkları toprak orneğini karbon-14 etiketli madde ile karıştırdı. Lander’ın uzerindeki enstrumanlar, topraktan yayılan emisyonun icinde metan gazı olduğunu saptarsa, Mars’ta yaşam olduğu anlaşılacaktı.

Viking sonucun pozitif olduğunu belirtti. Demek ki bazı organizmalar karbon-14′u sindirip yaktığı icin metan gazı cıkıyordu.

Ancak bu sonuclar beklenilen etkiyi yaratmadı. Cunku, organik molekulleri bulmak icin tasarlanan başka bir enstruman hicbir şey bulamamıştı. Bilim adamları da Viking’in yanlış veri gonderdiği konusunda goruş birliğine vardı. Peki Viking nicin pozitif sonuc gondermiş olabilirdi?

Tartışmalar şiddetlendi. Bu arada NASA’nın Mars’a son gonderdiği Rover’ların yolladığı bilgilere gore Mars gecmişinde sulak bir gezegendi ve bu nedenle yaşam olasılığı vardı. Levin, Mars’tan gelen tum verilerin yaşam olduğuna ilişkin goruşunu desteklediğini ileri suruyordu.

Ve Levin bu iddiasından hicbir zaman vazgecmedi ve bu konuda da yalnız değil. Los Angeles’teki Guney Kaliforniya Universitesi’nden hucre biyoloğu Joe Miller, verileri yeniden gozden gecirerek, emisyonun 24 saatlik biyolojik dongusune ilişkin kanıtlar icerdiğini ileri surdu. Bu da, yaşamın olduğuna ilişkin cok onemli bir kanıttı.

Acaba oyle mi? Mars’a gonderilecek aracların, Mars’ta yaşam olup olmadığını bazı molekullerin şekline bakıp karar verecek.

7) HESAPTA OLMAYAN BU PARCACIKLAR DA NE?
Atomun yapısı modelinde asla yer almayacak bazı parcacıklar gozlendi. Eğer bu doğruysa, evrenin genişlemeyi bir kenara bırakın, kendi uzerine cokmesi gerekirdi!.. Ama bu parcacıkların varlığına inananlar da var. Bu nasıl oluyor?

Bundan 4 yıl once Fransa’da bir parcacık hızlandırıcısı varolmaması gereken 6 parcacık tespit etti. Bunlara tetra-notron adı verildi. Dort notronun birbirine bağlanmasıyla oluşan bu yapılar fizik yasalarına meydan okuyordu.

Caen’deki Ganil hızlandırıcısında calışan Francisco Miguel Marques ve arkadaşları bu yapıları yeniden ele gecirmenin yollarını arıyor. Eğer başarılı olurlarsa bu kumeler, atomik cekirdekleri bir arada tutan kuvvetleri yeniden gozden gecirmemize neden olacak.

Ekip, berilyum cekirdeğini kucuk bir karbon hedefe ateşleyerek, cevresindeki dedektorde biriken parcacıkları inceledi. Dedektorlere carpan 4 ayrı notronun izini goreceklerini umut ediyorlardı. Oysa Ganil ekibi yalnızca tek bir dedektorun uzerinde tek bir ışık cakması tespit etti. Bu ışık cakmasının enerjisi, dedektore 4 notronun aynı anda carpmış olabileceğini gosteriyordu. Kuşkusuz, bu rastlantısal bir keşif olabilirdi. 4 notron aynı yere aynı anda rastlantısal olarak varmış olabilirdi. Ne var ki bunun bir rastlantı olma olasılığı cok duşuktu.

Ancak tetranotronların varolma olasılığı da bu rastlantı kadar duşuktu. Cunku parcacık fiziğinin standart modelinde tetranotronlar yer almaz. Pauli ilkesine gore aynı sistem icindeki iki proton veya notronun bile kuantum ozellikleri aynı değildir. Aslında bunları bir arada tutan şiddetli nukleer kuvvet o şekilde ayarlanmıştır ki, bırakın 4 notronu bir arada tutmayı, iki yalnız notronu bile birlikte tutamaz. Marques ve ekibi bu keşif karşısında o kadar buyuk bir şaşkınlığa uğramış ki, bulguların yanlış olduğunu duşunup bir kenara atmışlar.

Bu arada tetranotronların varlıklarına ilişkin başka kuşkular daha soz konusu. Fizik yasalarını bir kenara itip 4 notronun birbirine bağlanmasına izin verdiğiniz takdirde kaos meydana gelebilir (Journal of Physics G, vol 29, L9) Bu şu anlama geliyor: Evren genişlemeye fırsat bulamadan cokerdi!..

Bu mantık silsilesinin icinde yine de bazı boşluklar var. Hálihazırda gecerli olan kuramlar tetranotronların varolabileceğini kabul ediyor, ancak cok kısa omurlu bir parcacık olarak. Maddenin coklu notronlardan oluşabileceği fikrini destekleyen bir başka kanıt da notron yıldızları. Cok fazla miktarda yapışık notron iceren bu unsurlar, notronların kumeleşmeleri durumunda acıklanamayan bazı kuvvetlerin ortaya cıkabileceği olasılığını gundeme getiriyor.

8) PIONEER 10 VE 11′İ UZAY BOŞLUĞUNA CEKEN NE?
Şimdi guneş sisteminin dışına cıkarak yıldızlararası boşlukta yol alan Pioneer 10 ve 11 uydularını uzay derinliklerine ceken veya iten bir enerji var, bu nedir?

Bu iki uzay aracı ile ilgili bir oyku. Pioneer-10 1972 yılında fırlatıldı, Pioneer 11 bir yıl sonra yola cıktı. Şu gunlerde iki uzay aracı, uzayın derinliklerinde surukleniyor. Ancak bunların yorungesi goz ardı edilemeyecek kadar onemli.

Cunku bunları bir şey itiyor veya cekiyor olabilir. Bu şey uzay araclarının hızlanmasına yol acıyor. Gerci sonucta ortaya cıkan hızlanma saniyede bir nanometreden kucuk! Bu da Dunya’nın yuzeyindeki yercekiminin on milyarda birine eşit. Ancak yine de Pioneer 10′u 400.000 kilometre oteye surukleyecek kadar guclu. NASA’nın, Pioneer 11 ile bağlantısı 1975 yılında kesildi. Ancak o noktaya kadar Pioneer 10 ile benzer bir sapmaya maruz kalmıştı. Bu sapmanın nedeni ne olabilir?

Bunun kimse bilmiyor. Yazılım hataları, guneş ruzgárları veya yakıt sızıntısı gibi bazı olası acıklamaların yanlışlığı şu ana kadar kanıtlandı. Eğer bunun nedeni kutlecekimsel bir etkiyse, bu bizim bildiğimiz kutlecekimi olamaz. Aslında, bazı fizikciler bu konuda o kadar caresizler ki, bu gizemi acıklamak icin acıklaması olmayan başka fenomenlere başvurmaktan cekinmiyorlar.

İngiltere’deki Portsmouth Universitesi’nden Bruce Bassett, Pioneer bilmecesinin, hassas yapı sabiti olan alfa’daki değişikliklerden kaynaklanmış olabileceğini ileri suruyor. Diğerleri nedenin kara delikle ilgili olabileceğini duşunuyor.

Bazıları da uzay aracından gelen erken yorunge bilgilerinin yeniden incelenmesi gerektiğine inanıyor. Bu veriler, yeni bilgilerin ışığı altında incelendiğinde taze fikirlere zemin hazırlayabilir. Ancak sorunun temeline inebilmek icin guneş sisteminin derinliklerindeki yercekimsel etkiyi test edecek yeni uzay araclarına ihtiyac var. Boyle bir aracın 300 ile 500 milyon dolara mal olacak olması NASA’yı duşunduruyor. Yine de Pioneer anomalisinin fark edilemeyen bir ısı kaynağı gibi cok basit bir nedene bağlı olabileceği olasılığı da var.

9) EVRENİN GENİŞLEME HIZINI ARTIRAN NE?
Keşif doğru, genişleme artan hızla suruyor, fakat bu hızı artıran kuvvetin ne olduğu bir sır.

Bu, fiziğin en utanc verici, en unlu problemlerinden biridir. 1998 yılında astronomlar evrenin giderek artan bir hızda genişlediğini keşfettiler. Ancak bu sonuc hálá nedenini arıyor. O zamana kadar evrenin genişlemesinin Big Bang’den sonra yavaşladığı duşunuluyordu.. Ann Arbor’daki Michigan Universitesi’nden kozmolog Katherine Freese, “Supernova, galaksi kumeleri gibi gozlemlerimizden elde ettiğimiz bilgilerin bizlere uzayın genişlemesi ile ilgili bilgi vereceğini umuyoruz” diyor.

Bir oneriye gore boş uzayın bazı ozellikleri bu konuyla ilgili. Kozmologlar buna kara enerji diyor. Ancak bu da her şeyi acıklamakta yetersiz. Ayrıca evren geniş anlamda ele alındığı zaman Einstein’ın genel gorelilik kuramının biraz manipule edilmesi gerekiyor.

10) UZAYDAKİ KUIPER UCURUMU NASIL ACIKLANACAK?
Pluto gezegeninin otesinde buz tutmuş kayaların olduğu bir kuşak vardır. Bu Kuiper kuşağını gectikten hemen sonra, birden hicbir şeyin olmadığı boşluk başlıyor. Bu nasıl oluyor?

Guneş sisteminin iyice uc noktalarına doğru yol alır ve Pluto’nun otesine gecerseniz cok tuhaf bir şeyle karşılaşırsınız. Birden, buz tutmuş kayalarla kaplı uzay bolgesi olan Kuiper kuşağını gectikten hemen sonra artık hicbir şey yoktur.

Astronomlar bu bolgeye Kuiper ucurumu adını veriyor, cunku kaya yoğunluğu birden bire bu bolgede azalıyor. Bu nasıl oluyor? Bunun tek yanıtı 10. gezegen olabilir. Bu arada Quaoar veya Sedna’dan bahsetmiyoruz. Dunya veya Mars kadar buyuk olabilen bu masif nesne, bolgeyi cer-copten temizliyor olabilir.

Colorado, Boulder’deki Southwest Araştırma Enstitusu’nden Alan Stern, “GezegenX”in varlığı ile ilgili kanıtların giderek inandırıcı bir boyuta ulaştığını belirtiyor. Hesaplamalar boyle bir gezegenin, Kuiper ucurumunun varolma nedeni olabileceğini duşunse de, kimse bu gizemli 10.gezegeni gormuş değil.

Ancak bunu da acıklayabiliriz. Kuiper kuşağı Dunya’dan cok uzak olduğu icin işe yarar bir goruntu almak zordur. Bolge hakkında bir şey soylemeden once oraya gidip bu kuşağa bir goz atmak gerekir. Ancak bu da bir on yıldan once olmaz. NASA’nın Kuiper kuşağı ve Pluto’ya doğru yol alacak olan New Horizon uzay aracı, 2006 yılının ocak ayında fırlatılacak. 2015 yılından once Pluto’ya ulaşamayacak olan uzay aracı, ancak o zaman bu bilinmeyen bolgeyle ilgili bilgi gonderebilecek. Bu arada Kuiper ucurumunun ne olduğunu oğrenmek isteyenlerin yapacağı tek şey, uzayı izlemek.

11) 28 YILDIR ACIKLANAMAYAN SİNYAL NEREDEN GELDİ?
1977 tarihinde Ohio State University’den astronom Jerry Ehman, “Big Ear” adı verilen radyo teleskobunun kaydettiği sinyali gorunce şaşkınlıktan kucuk dilini yutuyordu. Uzaydan alınan bu sinyal 37 saniye surdu. Aradan 28 yıl gecti ama kimse bu sinyali neyin gonderdiğini cozemedi.

Yay (Sagittarius) takımyıldızı yonunden gelen radyasyon pulsu, 1420 megahertz radyo frekansı aralığı icindeydi. Bu frekans, uluslararası antlaşmalar gereğince yayın yapılması yasaklanan bir radyo frekansı icinde yer alıyor. Gezegenlerden gelen termal emisyonlar gibi doğal kaynaklı radyasyonlar, genellikle daha geniş frekansları kapsar. Peki bu sinyali ne gondermiş olabilir?

Bu yondeki en yakın yıldız 220 ışık yılı uzaktadır. Eğer sinyal buradan gelmiş olsaydı, cok daha guclu bir astronomik olay meydana gelmiş olurdu -veya cok gelişmiş bir verici kullanan uzaydaki ileri bir uygarlıktan geliyor da olabilir.

Bu tarihten sonra gokyuzunun o dilimi yuzlerce kez tarandı. Ve bir kez daha o sinyale rastlanmadı. Ancak Big Ear teleskobunun, herhangi bir zamanda, gokyuzunun milyonda birini taradığını duşunursek, aynı dilim icinde yayın yapan uzaylı bir vericinin yeniden tespit edilmesinin de cok zor olduğu anlaşılır.

Başkaları bunun cok basit ve sıradan bir acıklaması olduğunu duşunuyor. SETİ projesinde gorev alan bilim adamlarından Dan Wertheimer, bu sinyalin kirliliğin bir sonucu olduğunu duşunuyor. Başka bir deyişle bu, Dunya’daki bir vericiden kaynaklanan radyo frekansı enterferansı (parazit) olabilir. Wertheimer, “Buna benzer pek cok sinyale rastlıyoruz. Bu tur sinyallerin genellikle interferans olduğunu anlıyoruz” diyor.

12) ASLA DEĞİŞMEMESİ GEREKEN ALFA YOKSA DEĞİŞTİ Mİ?
Alfa sabiti, değişmiş olabilir mi? Eğer oyleyse bu fiziğe ihanet anl—– gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim icine girdiğini belirleyen cok onemli bir sabittir ve değişmemesi gerekir.

1997 yılında, Sydney’deki New South Universitesi’nden astronom John Webb uzaktaki bir kuasardan Dunya’ya gelen bir ışığı analiz etti. Kuasarlar, cok uzakta olup kuvvetli radyo dalgaları gonderen gokcisimleridir. 12 milyar yıllık yolculuğu sırasında bu ışık, demir, nikel ve krom gibi metal bulutları arasından gecmiş olmalıydı. Ve bilim adamları bu atomların, kuasar ışığın fotonlarının bir kısmını emdiğini keşfetti.

Eğer bu gozlemler doğruysa, alfa adı verilen hassas yapı sabitinin, ışık, bulutlar arasından gecerken farklı değerlere sahip olduğu varsayımı ortaya cıkar.

Ancak bu fiziğe ihanet anl—– gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim icine girdiğini belirleyen cok onemli bir sabittir. Dolayısıyla değişmemesi gerekir. Bunun değeri, elektronun yukune, ışığın hızı ve Planck’ın sabitine bağlıdır. Bunlardan biri değişmiş olabilir mi?

Fizikcilerin hicbiri bu olcumlerin doğruluğuna guvenmek istemedi. Webb ve ekibi sonuclarında bir yanlışlık olup olmadığını inceliyor. Ancak şu ana kadar bir hataya rastlamadılar.

Webb’in bulguları alfa ile ilgili bilgilerimize meydan okuyan tek fenomen değil. Bugun Gabon, Oklo’da bulunan ve 2 milyar yıl once aktif olan, bilinen tek doğal nukleer reaktor, ışığın madde ile etkileşimi ile ilgili bir şeyin değiştiğini gosteriyor. Los Alamos National Laboratory’den Steve Lamoreaux ve ekibi, Oklo’nun başlangıcından bu yana alfanın yuzde 4′ten fazla azaldığını ileri suruyor.

Ancak Paris’teki Institute of Astrophysics’ten astronom Patrick Petitjean , Şili’deki Very Large Teleskope (VLT) tarafından saptanan kuasar ışığı analiz edince, alfanın değiştiğine ilişkin herhangi bir bilgiye ulaşmadıklarını bildirdi. Bu arada VLT’ın olcumlerini inceleyen Webb, Paris ekibinin daha gelişmiş bir analize ihtiyacları olduğu sonucuna vardı. Bu olcumler uzerinde calışan Webb ve ekibi bu yılın sonlarına doğru anomaliyi cozduklerini acıklayabilir.

13) SOĞUK FUZYON YOKSA GERCEK Mİ?
Oda sıcaklığında cok kolay yoldan bedava enerji elde edildiğinde, butun ulkelerin enerji sorunu cozulecektir. 16 yıl once boyle bir deney gercekleştirilmiş ve dunya ayağa kalkmıştı. Ancak, bu deney bir daha tekrarlanmamıştı. Şimdi bu duşunce yeniden canlandı!

16 yıldan sonra soğuk fuzyon yeniden gundemde. Aslında, soğuk fuzyon hicbir zaman gundemden duşmemişti. ABD Deniz kuvvetleri laboratuvarlarında, nukleer reaksiyonların, oda sıcaklığında, tukettiğinden fazla enerji uretip uretmeyeceği konusunda 200′den fazla deney yurutuldu. Boyle bir sonuc, sadece yıldızların icinde oluşur..

Eğer bu, yani kontrollu soğuk fuzyon yeryuzunde gercekleşirse, enerji sorunumuz biter. Amerikan Enerji Bakanlığı yeni soğuk fuzyon deneylerine yeniden acık cek verdi..

Enerji Bakanlığı’nın 15 yıl once yayımlanan ilk raporu, Utah Universitesi’nden Martin Fleischmann ve Stanley Pons ‘un orijinal soğuk fuzyon sonuclarının yenilenmesinin mumkun olmadığını acıklıyordu.

Soğuk fuzyonun temel iddiası şuydu: Paladyum elektrotları ağır suya batırıldığı zaman ortaya cok buyuk miktarda enerji cıkacaktı. Sonucta bir enerji patlaması yaşanacaktı. Burada sorun fuzyonun oda sıcaklığında gercekleşmemesiydi.

George Washington Universitesi’nden muhendis David Nagel’e gore bu sorun değil. Super iletkenlerin acıklanmasının 40 yılda acıklandığına dikkat ceken Nagel, soğuk fuzyonu bu aşamada reddetmenin yanlışlığına değiniyor. Yani hala umut var!

alıntı**dır

__________________