Uykusuzluktan bîtap duştuğum hÂlde gozume uyku girmiyor. Bu sıkıntı nasıl atlatılır? Yatağımda sağa sola donuyorum, olmuyor. Kalkıp pencereden dışarı bakıyorum, dışarısı da ruhum gibi kapkaranlık… Nefes alıp vermem duzensizleşiyor, icimdeki sıkıntı buyudukce buyuyor, ağlamak istiyorum. Nasıl kurtulacağım bu sıkıntılardan? Bu nasıl bir hayat?!.. Tekrar yatağa giriyorum, sağa don, sola don, olmuyor. Uyandığımda saat on olmuş, nasıl uyudum ben de bilmiyorum. Yuzumu yıkıyorum, kahvaltıya oturuyorum, birkac lokma bir şeyler yiyip dışarı cıkıyorum. Cocukların sesi kafamı şişiriyor, o kadın komşusuna neden boyle bağırıyor? Cebimde ne kadar para var, bilmiyorum. Otobus parası cıkar; ama ben bu dertlerin icinden nasıl cıkarım onu bilemiyorum. Olsem annemin dışında kimsenin umurunda olmaz, o cok ağlar, cok uzulur. Dernekteki arkadaşlar icin olumum bir şey ifade etmez. Biri gider, biri gelir ne de olsa. En iyisi olmemek. Hani rahat bir hayatım olsa, biraz da param, sonra yazın tatile gitsem guzel bir yere. Kışın hic uşumesem, saatlerce otobus(te) beklemesem, arabam olsa ne rahat olurdu! Hayaller, muavinin gideceğimiz istikameti bağırarak soylemesine kadar suren guzel hayaller…

Bilgisayar işinden iyi de para kazanıyorum; ama ne oluyor?!.. Oraya borcum var odeyemiyorum, buradan odunc aldım veremedim, başka yere şunu goturmem gerek. Elde bir şey yok. Kazandığım nereye gidiyor?

Dernekteki arkadaşlarla kurtuluş plÂnları yapıyoruz. Hukumet devirip hukumet kuruyoruz(!) Bir de surekli para-pul hesabı. Gun boyle bitiyor. Akşam altı civarı dernekten cıkıp evin yolunu tutuyorum. Donuş parası kalmadığı icin 4-5 kilometre yurumem gerek. Karanlığa kalıyorum. Araba kornaları, işportacılar, kestane satanlar, dershanelerden cıkan oğrenciler ve paydos eden işcilerin arasında sıyrılıp eve kestirmeden varmak istiyorum. Tren garına giriyorum. Kalkmak uzere olan bir tren ve yolcuları uğurlamaya gelen akrabalar, arkadaşlar ve dostlar. Sıkıntılarımı yuklesem şu trene gider mi?..

Demir yolunun kenarından, cakıl taşlarına basarak yavaş yavaş gidiyorum. Belim hafif ağrımaya başlıyor. Demiryolu işcileri kulubelerinde cay iciyorlar. O sırada yanımdan uc dershane oğrencisi geciyor; ellerinde kitapları, deneme imtihanlarından memnuniyetlerini belirtiyorlar. Başlarında turban var. Bir soğukluk hissediyorum; ama bir yanım da sızlıyor: “Haksızlık ediyorsun.” diyor. Yine de diğer yanım ustun geliyor.

Oğrenciler gecekondu semti Şakirpaşa’ya doğru yol alırken ben caddeye inip son bir kilometrelik yolumu adımlamaya devam ediyorum. Arabalar yarım karış yanımdan vızır vızır geciyor. Moloz dokuntuleri icinde ayağım burkula burkula yuruyorum ve dengemi kaybedip duşuyorum. Soylenerek kalkıp devam ediyorum. Biraz ilerledikten sonra asfalta cıkıp olume on santim mesafede yurumeyi tercih ediyorum. Bir yaş boşanıyor gozumden. Bıkkınlığın, caresizliğin, umitsizliğin ve bir eksikliğin gozyaşı. Karanlıkta kimseler gormuyor, zaten gormelerini de istemem.

Eve geliyorum, kapıyı calıp bekliyorum. Kucuk kardeşim acıyor kapıyı. Yuzune bile bakmadan odama girip ustumu değiştiriyorum. Annem gelip “Yemek yer misin?” diye soruyor. Yemeği beğenmediğim icin uzgun bir şekilde gidiyor. Kapıyı kilitleyip masanın başına oturuyorum. Problemler yine yokluyor benliğimi. Bir daha kahroluyor ve umitsizlik denizinde alabora oluyorum. Kimsem yok yardım isteyecek, akıl verecek ve cıkış yolu gosterecek.

. . .

Kısa bir ozetini verdiğim bu bunalım tablosu tam uc yıl surdu. Bu sure zarfında gulmedim, kendimi bir gun bile huzurlu hissetmedim. Geceleri ağlayamadım. Kimseler yoktu. Hayat acımasız ve kotuydu. Yaşamaya değmezdi. Olum fikri sık sık aklımı kemirmeye başlamıştı. Kolaydı, babamın silÂhı vardı; tek bir kurşun butun dertleri bitirebilirdi. Ve intiharı kesin olarak kafama koyduğum bir gece yine uykusuzluk nobetlerim bitmiş, nihayet uykuya dalmış, sabah saat dokuz-on arası uyanmıştım. Kararımdan caymamak icin hicbir şey hissetmemeye calışıyor, duygularımı bastırıyordum. Annem ekmek almaya gitmiş, kardeşlerim okuldaydı. Babam evde değildi. SilÂh dolapta duruyordu, olum yakın gozukuyordu. Televizyon acıktı; ne var diye baktığımda, STV’de Fethullah Gulen’in bir konuşması vardı. Okuduğum dergi, gazete ve kitaplar sebebiyle karşı olduğum biriydi. Kotuydu(!) ve bizim de karşı cıkmamız gerektiği soyleniyordu. Oyle de yapıyorduk. Gayriihtiyarî televizyonun sesini actım ve şu cumleleri işittim: “İnanmayanlara, Allah’ı inkÂr edenlere zulmetmeyin; cunku onlar inanmayarak kendilerine en buyuk zulmu ediyorlar.” Bu sozlerden sonra reklÂma girildi. Soylenenleri bir defa daha zihnimden gecirdim. Elim kolum titremeye başladı. Ağlamamak icin kendimi zor tutuyordum. Hemen odama girdim, yatağa uzandım ve ağlamaya başladım. Yaklaşık uc yıldır Allah’a inanmıyordum; inancı, yaradılışı reddediyordum. Kendimi toparlamaya calıştım. O anda aklıma ilkokul 4 veya 5. sınıfa giderken gorduğum bir ruya geldi.

Peygamber Efendimiz (sas) olduğundan emin olduğum o yuce kişi ruyama girmişti. Yatağım bir ağacın altındaydı. Yanıma gelip elindeki kitabı bana uzattı. Ben de kitabı alıp yastığımın yanına bıraktım ve uyumaya başladım. Kitabın Kur’Ân-ı Kerîm olduğundan da emindim. Sonra cocukluğum aklıma geldi. Komşumuzun oğluyla namazlarımızı kacırmazdık, bisikletlerimizle namaza giderdik. Bisikletlerimizi cami avlusuna bırakır, abdestimizi alır, “Allah’ım bisikletlerimizi koru!” diye dua edip, buyuklere bakarak namazımızı kılardık. Hatt bir keresinde uzerimizde şortlarımız vardı. Bisikletlerimizle gezerken ezan okundu. Namaza yetişmek istiyorduk; ama şortlarımız diz kapağımızdan yukarıda olduğu icin bu şekilde namaz kılmanın doğru olmadığını da biliyorduk. Eve gitmek uzun surerdi. Biz de şortlarımızı belimizden biraz aşağı indirip diz kapağımızı ortecek şekle getirdikten sonra namazımızı kılmıştık. Kucuktum o zamanlar, ama mutluydum, bir derdim olunca dua edip Allah’a sığınır, O’ndan yardım isterdim. Huzuru hissederdim kendimce.

Hatıralar birden sokun edip gelince, tebessum ettiğimi fark ettim. Durup duşundum; bu sabah yaşadıklarımın bir mÂnÂsı olmalıydı. Annem gelmişti. Bu defa onu uzmeyip kahvaltımı yaptım ve odama cekildim. Sanki bir aydınlık belirmişti. Sanki korduğum olmuş bir ipin ucunu tutup cekmiştim ve duğum acılmaya başlamıştı. Sonra ruhumun derinliklerinden kopup gelen “Allah’ım affet!” sozleri dilimden dokuluverdi.

Hemen bilgisayarın başına gecip, unutmuş olduğum abdesti araştırdım. Bir internet sitesinden fotoğraflı namaz tarifi buldum. Birkac fotoğraftan sonra namazı, sûreleri ve duaları parca parca hatırlamaya başladım. Abdestimi aldıktan sonra iki rekÂt namaz kıldım. Rabb’ime gunahlarımı bağışlaması, nefsime hÂkim olmam icin bana irade vermesi ve beni hayırlı bir kul eylemesi icin dua ettim. Namazdan sonra kalbimi kaplamış siyah bir tabakanın sanki parcalanmaya başladığını hissettim. Aynı gun, genelde uzak durmaya calıştığım bir arkadaş beni “Kutlu Doğum”la alÂkalı bir programa davet etti. Orada gorduğum manzarayla gozyaşlarım bu defa daha farklı akıyordu. O kadar guzeldi ki! İcim huzur dolmaya başlamıştı, kalbimin uzerindeki o siyah tabaka iyice parcalanmış, bir ışık demeti belirmişti. Programda namaz uzerine soylenenler bana cok tesir etti. Ertesi gun namaza başladım.

Gunden gune icim huzurla doluyor, beni daraltan sıkıntılarımın tamamen sona ermesi icin Rabb’ime dua ediyordum. Kutlu Doğum programında hediye edilen bir kitabı okumaya başladım; Kur’Ân Âyetlerini îzah ediyordu. O kadar guzeldi ki, okudukca huzur doluyor, icimdeki inancın sağlamlaştığını fark ediyordum. Beni hayattan koparan karanlık duğumler cozulmeye başlamıştı.

Artık, neredeyse her an Rabb’ime şukrediyorum; her şeyin başı şukur. Bugun hayatım duzene girdi. Sabahları evden cıktığımda sokakta cığlık cığlığa oynayan cocukların gozlerindeki ışıltı icime huzur dolduruyor. Yanlarından gecerken saclarını okşamam ve onların donup bana gulumsemeleri o kadar guzel ki. Ağacların, ciceklerin, bulutların guzelliğini tekrar fark ettim. Guneş’in sıcaklığını, Ay’ın ışığını tekrar gordum; bu defa bir dost gibi.

Kardeşime gulumsemek, onu sevindirecek bir hediyeyle eve gelmek, beni mutlu goren ailemin gozundeki “Şukurler olsun YÂ Rabbim”i fark etmek o kadar guzel ki! Bugun yaşıyorum bunları. Beni karanlığa surukleyen, inkÂr temelli teorileri kutsal saydıran, insanları yaratıcı olarak gosteren her şey O’nun (cc) lutfuyla silinip atıldı. Hayallerim değişti, şuyum olsun, buyum olsun donemi bitti. Aslında ne kadar iyi durumda olduğumun farkına vardım; mutlu bir ailem var, evimiz var; var, var, var. Şukurler olsun inancımın gerektirdiği bircok şeyi yerine getirebiliyorum. Hayatı bir tesaduf değil, bir imtihan olarak değerlendiriyorum artık. Dunyanın en buyuk, en eşsiz hayat kaynağını okuyorum: KurÂn-ı Kerîm’i. Aslında yaşadığım bu duygular o kadar guzel ki, sozle anlatılmaz. Umarım benim eski durumumda olan herkes doğru yolu bulur. Allah her zaman kullarının yanındadır. Buna inanmak, O’na itimat etmek lÂzım. Cok değil, bir-iki ay oldu, bu duyguları yaşıyorum; omrumun son nefesine kadar O’nun korumasıyla namazımı terk etmeyeceğim. Bu guzel noktaya gelmeme vesile olan butun herkesten Allah razı olsun, mekÂnları cennet olur inşaallah!

Unutmayalım, en kotu, en zor, en icinden cıkılmaz gorunen anlarımızda bile bir umit ve inayet var ve biz buna inanıyoruz.



ALINTIDIR...

__________________