Kuran´daki Ufoloji KONUSUNUN DEVAMI

Fil Suresi (DEVAMİ)


Burada uzerinde duracağımız kelimeler ´tayr´, ´ebabil´, ´siccil´ ve ´asf´ tır. Tayra: Bu kelimeyi yukarıdan beri izah edip geliyoruz. Burada bu sureye ozel bir iki nuansına temas edeceğiz Bilindiği gibi ´tayr´ ucan şeye verilen genel addır. Bu surede ´tayr´ kelimesinin ´nekre´ (belirsiz) bir isim olarak kullanılması, bunların bildiğimiz kuşlar olmadığına dikkat cekmek icindir. Elmalılı Hamdi Yazır bu surenin tefsirini yaparken "Bu kelimenin nekre kullanılması, bunların tanınmadık, bilinmedik garip ucucular olduğunu hatırlatmak icindir" der. "Tanınmadık, garip kuş" Bu ifadeler son derece ilginc değil mi? UFO´ların İngilizce´deki karşılığıyla tamtamına ortuşmuyor mu? (tanımlanamayan ucan cisim)!. Tahmin ediyoruz ki, merhum Yazır, bu tefsiri yaparken, UFO´lar gorunmuş olsaydı, mutlaka onlara bir atıfta bulunurdu.. Cunku Elmalılı Tefsiri, teknolojik gelişmelere en cok dikkat cekmiş tefsirlerden biridir hatta kendi donemi icin en iyisidir. Elmalı aynı kelimenin tefsirinde "Bunlar-siz bunu ucan cisimler olarak da anlayabilirsiniz-o zamana kadar oralarda hic gorulmemiş, irili ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım kuşlardı" der. Eğer surede gecen ´tayr´ kelimesi bilinen bir tur kuş olsaydı, bunların irili ufaklı olması veya değişik renklerde olması gerekmezdi. Oysa irili ufaklı ve muhtelif renklerden soz ediliyor ve bunların takım takım, yani filolar halinde saldırdığı belirtiliyor. Amon-Ra´nın donuşunu anlatan "Yıldız Gecidi-Stargate" filmiyle, Amerika´nın uzaylılar tarafından istilasını anlatan ve yeni yeni vizyona giren filmdeki "Independent Day" uzay aracları gozonune alınacak olsa, Ebabil-ki aşağıda izah edeceğimiz gibi ebabil, filo demektir-diye nitelendirilen kuşların ne derece hakikate uygun olduğu da anlaşılır.. Bilinen bir gercek varsa, bu surede gecen Tayr, bildiğimiz kuşlar değildi ve o daha once hic gorulmemişti..

Ebabil

Bu surede gecen diğer ilginc bir kelime de Ebabil´dir. Tefsirlerde Ebabil kuşunun adı olarak değil, ´ucuş şekli´ diye anılır. Ucan ve aşağıdakilere ´siccil´ atan bu ucucuların ucma bicimini anlatmaya yoneliktir. Ebabil kelimesini anlatabilmek icin ´şemati´ ve ´abadid´ kelimeleri ornek verilmiş. Şemati, askeri literaturde ´dağınık kıtaları´, ´abadid´ ise ´manga´, ´boluk´ ve ´filo´ ları anlatır. Butunden ayrılıp kucuk birlikler oluşturmaya ´abadid´ denmiş.. Ebabil´in ilginc bir yanı da bu kelimenin tekilinin olmamasıdır. Daima cokluk olarak kullanılır. Tıpkı filo gibi. Filo dendiğinde hemen aklınıza ucten fazla sayılar akla gelir. Sahabe´den unlu mufessir İbn-i Mes´ud da bu kelimeyi ´ucan fırkalar´ diye tefsir etmiş. Bugun buna kısaca ´filo´ diyebiliriz. Bir diğer unlu mufessir İbni Cerir de Ebabil´i kuşun adı olarak değil, ucuş bicimlerinin vasfı olarak algılamamız gerektiğini soyler ve Ebabil´i, "dort bir taraftan ayrı ayrı ve gruplar halinde ucmanın adı" diye zikreder. Ancak bazı tefsirlerde, bu kelimenin ´ibbale´ kelimesinden geldiğini, ibbalenin de grup ve demet anlamına kullanıldığını hatırlatır. Goruluyor ki, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, Fil Suresi´nde gecen ´ucucuların, Ebabil Kuşları ile alakası yoktur. Ebabil onların adı değil, ucuş şekillerini anlatan bir ozelliktir.. Sonra bu ucan varlıklarla ilgil başka detaylar da vardır. "Bunların ayakları kopek ayağına benziyordu." deniliyor ve denizden geldikleri, ansızın belirdikleri rivayet ediliyor. Ve renkliliklerine ozellikle dikkat cekiliyor.

Siccil

Siccil kelimesi de surede dikkat ceken bir kelime. Siccil kelimesi Kur´an-ı Kerim´de başka yerlerde de gecer. Bir ayette ise ´musevveme´ kelimesi ile birlikte anılır. Musevveme nereye isabet edeceği belirlenmiş anlamınadır. Hedefe kilitlenmiş fİzeye de ´musevveme´ denir. Siccil, tefsirlerde kabaca ´Pişmiş sıcak taş´ olarak gecer. Bugun rahatlıkla bomba diyebileceğimiz siccil kelimesinin tefsirlerdeki yorumları incelendiğinde, mİfessirlerin nerde ise ´bomba´ diye nitelendirilecek bir anlamı yakalamaya calıştıklarını hissedersiniz. Tefsirci Zamehşeri, (sanki yazılmış, tedvin edilmiş (yani koordine edilmiş ve sabitleştirilmiş) ateş dolu azap´ diyor siccil icin. Siccil, keci veya koyun gubresi iriliğinde taşlar diye tanımlanmış ve kuşların bunları ağızlarında ve ayaklarında taşıdıkları rivayet edilmiş. Bir savaş ucağını anlatmak icin acaba o devirde bundan daha guzel tanım yapılabilir miydi? İbni Abbas ise ´fındık´ tanımı yapıyor, cok cok ağır cisimler olduğunu aktarıyor. Fındığın bildiğiniz gibi uzerinde sert bir kabuk vardır ama ozu yani işe yarayan kısmı icindedir. Size kurşunu hatırlat mıyor mu? Evet bu ucan cisimlerin Ebrehe ordusuna fırlattığı bu siccil´ler onları bir anda ´asfi me´kul´ e cevirdi. Asfin Me´kul, yenmiş kırık dokuk hale gelmiş ekin demektir. Bu saldırı neticesinde onlar yanmış, yerler de delik deşik olmuştu. Dışardan bakan biri, saldırının gercekleştiği yeri, bicilmiş ve sonra ciğnenerek kırık dokuk samanlara donuşumu bir şekilde gorduler. Bu tasvir bombardıman sonrasının en guzel tanımı değil mi?

Zulkarneyn ve Yecuc Mecuc

"Bir de sana Zulkarneyn´i soruyorlar. De ki size ondan bir bilgi aktaracağım. Biz ona yerkurede bir yer belirledik. Ve ona ulaşmak istediği her şey icin bir vasıta verdik. Derken o, o vasıtaların birine tabi oldu. Nihayet guneşin battığı yere vardığı zaman, guneşi sanki kara bir balcığa batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki, "Ey zulkarneyn, onlara zulmetmekte veya iyi davranmakta serbestsin" (Onları cezalandırırsın veya iyi davranırsın)" O da dedi ki, "kim haksızlık ederse, muhakkak ona azap edeceğim. Sonra onlar Rablerine dondurulur. O da onlara gorulmedik bir azab verir. Ama her kim de iman edip iyi şeyler yaparsa buna da en guzel mİkafat vardır. Biz ona dunyada kolaylık gosterir, zor işlere koşmayız. Sonra Zulkarneyn yine bir yol tuttu. Nihayet guneşin doğduğu yere varınca, orada guneşin, guneşe karşı hic bir siperleri olmayan bir kavmin uzerine doğduğunu gordu, işte Zulkarneyn´in kudret ve saltanatı boyleydi. Ve biz onun yanında bulunan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.. Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların onunde, hemen hic soz anlamayan bir kavim buldu". Dediler ki, "Ey Zulkarneyn, Ye´cuc ve Me´cuc bu yerde fesat cıkarıyorlar. Sana bir "harc" verirsek, bizimle onlar arasında bir sed yapar mısın?" Dedi ki, "Rabbimin bana verdiği şey sizin bana vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana guc verin, ben de sizinle onlar arasında bir sed yapayım. Bana demir kutleleri getirin" Nihayet, dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit, "Ateş yakıp korukleyin" dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince "Bana erimiş bakır getirin dokeyim" dedi.. (Ve ekledi): "Artık, Ye´cuc ve Me´cuc, bunu asla aşamazlar. Bu rabbimin bir lutfudur, Ne zaman Rabbimin emri (kıyamet cağı) gelir, o sed yıkılır ve onları salıverir. Rabbimin vaadi de haktır ve bu olacaktır (Kehf Suresi, 83-96)

Tefsirlerde Zulkarneyn ile ilgili cok rivayetler var. Onun Buyuk İskender olduğunu soyleyenler ekseriyette. Ancak cok kuvvetli bazı kaynaklarda Zulkarneyn´in "musluman" yani Tek Tanrı´ya inanan bir insan olduğu belirtilir. Oysa Buyuk İskender cok tanrılı, hatta Tanrı Kral inancında olan biriydi.. Aslında tarih, bize Zulkarneyn diye birinden hic soz etmiyor. Buyuk İskender´in Zulkarneyn diye bilinmesinin tek sebebi, onun iki boynuzlu miğfer giymesidir. Cunku Zulkarneyn bir isim değil, bir sıfattır. Yani iki boynuzlu demektir. Vikingler de iki boynuzlu miğfer takarlardı.. Dolayısıyla Zulkarneyn tarihi bir şahsiyet olmaktan cok, Hızır As. gibi hukmi bir şahsiyettir. Bir tur uzay gezginidir.. Nitekim, Zulkarneyn kıssası, Kur´an-ı Kerim´de, Hızır Aleyhisselam´dan hemen sonra anlatılmya başlanır. Hızır icin bilinen rivayetler, onun zamanın tersinden gelen ve olayların geleceğini ve gecmişini bilen bir ´temessul´ kabiliyeti olan bir şahsiyet olduğunu gosteriyor.. O zamanın akış istikametinin tersine hareket eden bir kutlu kişidir. Melek değildir, insan da değildir. Ama insan suretine burunebilen ve insanların dar zamanlarında karşılarına cıkıp yol gosteren ilahi bir erdir Nitekim, Hz. Musa, kendi nefsinde "Acaba Allah´ın kudret ve hikmetini benden daha iyi anlayan kullar var mı?" diye duşununce Cenab-ı Hak, ona Hızır Aleyhisselam´ı ornek gosterdi. Bunun uzerine Musa, "Ben onu tanımak istiyorum" dedi. Sonunda Cenab-ı Hak, ikisi arasında bir randevu gercekleştirdi ve birlikte cok ilginc bir yolculuk yaptılar.. İşte Kur´an-ı Kerim, Zulkarneyn, kıssasını, bu soyut yolculuktan hemen sonra anlatmaya başlar.. Boylece Zulkarneyn´in de saklı bir kul olduğu fikrini pekiştirir..

Zulkarneyn´in yolculuklarına gelince. şimdi şu yuvarlak kuremiz İzerinde guneşin battığı yeri duşunun. Var mı oyle bir yer? Guneş nerde batıyor veya nerde doğuyor? Bunlar son derece izafi şeylerdir. Eğer doğu Japonya ise, Japonya´nın doğusu Amerika´dır. Oysa Amerika aynı zamanda Japonya´nın batısındadır.. Doğu ve batı kavramı izafi şeyler olduğu icin, insanlar İngiltere´deki Greenwich´i sıfır noktası saymışlar doğusuna doğu, batısına batı demişler. Demek ki mutlak olarak doğu ve batı yoktur. Nitekim Kur´an-ı Kerim, iki doğudan ve iki batıdan da soz eder. Demek ki, burada doğu ve batıyı uzaysal kavramlar olarak anlamak zorundayız. (Burada hemen şu notu da duşelim. Uzaylılarla ilgili tasvirlerin coğunda da, kralların başında boynuzlu miğferler bulunur) Oyleyse, Zulkarneyn´in macerası bizim bildiğimiz, tarihsel bir macera değil. Eğer oyle bir şey olsaydı, bu maceranın Tevrat ve İncil´de de bulunması gerekirdi. Hatta destanlarda da... Cunku insanlığın yaşadığı muşterek hatıraların tumu, hem semavi kitaplarda var, hem de destanlarda.. Amerika yerlilerinin destanlarında ve efsanelerinde İki Boynuzlu Tanrılar´dan soz edilir ve bunlar genellikle goklerle ilgili tasvir edilmişlerdir.. Mamaafih, tarihte, hem batıyı hem doğuyu butunuyle hakimiyeti altına almış bir kraldan hic soz edilmez. Buyuk iskender´in hakimiyet sahası, Yunanistan´dan Cin Seddi´ne kadardır. Yani eğer karalar esas alınarak duşunulse bile ne tam doğuya ulaşmıştır, ne de tam batıya.

Oyleyse bu doğu ve batı kavramını başka turlu anlamak zorundayız. Belki de bu doğu ve batı, insanlığın icinde hapsedildiği boyutun alt ve ust noktalarıdır. Bu da Guneş Sistemi´nin Samanyolu Galaksisi icindeki alt ve ust eşikleridir. Ayet metninde "Fe-etbea sebeba" denir. Etbaa tabi oldu, uydu, hukmune gore hareket etti, anlamına gelir. Sebep ise bir şeyin olması icin gerekli vasıtadır. Dolayısıyla bunu boyutları gecme, boyutlar arası geciş yapma olarak da algılanabilir. Cunku Zulkarneyn, bildiğimiz bir insandan cok, Hızır gibi hukmi bir şahsiyettir.. Bizim ustumuzdeki boyutta Hızır´ı sayılabilir. Onun ustundeki boyutta ise Allah tarafından goğe cekilmiş Hz. İsa´yı gosterir. Hızır bize en yakın boyuttadır. Hz. İsa ise ucuncu boyutta. Hızır, sık sık bizim boyutumuza gecer ama Hz. İsa bir tek sefer boyutumuza girecek ve yeryuzunde hukumran olacaktır. Bu inanc hem Hıristiyanlar´da vardır, hem de muslumanlarda. Nitekim Hadis´te de

İsa´nın yeniden dunyaya donup İslamiyet uzerine hukumran olacağı haber verilir.. Butun bu izahlardan sonra pekala diyebiliriz ki, Zulkarneyn´in seyahat alanı insan merkezli evrendir. Yani Guneş sistemi icinde.. Ancak bu sistem icinde bile birbirine gecmiş sayısız boyutlar olduğunu bilim adamları kabil ederler..

Mesela burnumuzun dibinde bize dikey bir boyut vardır ama biz onu hissetmeyiz, iki boyut arasında milyarlarca ışık yılı mesafe olduğu halde, boyut dikey olarak aşıldığında saniyelik zamanlarla izah edilebilecek yakınlıktadırlar.. Zulkarneyn de Hızır gibi "super bilgin" lerdendir. Şoyle bir temsil ile anlatalım. Big Bang gercekleştiğinde zaman iki yonlu akmaya başladı. Sıfırın artı ve eksi yonune doğru... Birisi "Ol" yonudur, biri de "÷l yonudur. Aslında Allah katında her şey olup bitmiştir. O yuzden de Allah, "kıyamet koptu" buyurur. Allaha gore kıyamet koptu. Ama zaman boyutuna hapsedilmiş bizler icin, henuz o zamana ulaşmış değiliz. Bir noktadan başlayan bir dairenin iki yonu vardır. Bir noktadan cıkan iki cizgi birbirinin uzerine katlanarak aynı noktaya ulaştıklarında daire tamamlanır ve iş bitmiş olur, işte Hızır ve Zulkarneyn, bizim istikametimizin tersinden gelen olumsuz varlıklardır.. Karn kelimesi uzerinde de biraz duracak olursak belki meseleye biraz daha ışık tutarız. Karn, boynuz demektir. Ama aynı zamanda cağ ve donem anlamı da vardır. Zulkarneyn iki boynuzla anlamına geldiği gibi "iki zamanlı" anlamına da gelir, iki zamanlı insan icin elbette iki doğu ve iki batı vardır. Cunku her zamanın bir başlangıc ve bitiş noktası vardır. Dolayısıyla iki zamanlı olanın iki doğusu ve iki batısı mevcuttur. Zulkarneyn, iki boyutlu zamanın başlangıc noktasıyla bitiş noktasını gordu. Yani insanlığın macerasını. Yecuc ve Mecuc ise, bu boyutlar arası gelgitte varlığını tesbit ettiği iki topluluk. Bunlarcn yerle ilintili olmaları ise yer yuzunde icra edecekleri operasyonlarla ilgilidir. Cunku Yecuc ve Mecuc ile ilgili rivayetler, bu iki kavmin, insanlığın urettiği butun uygarlığı ve kulturu yerle bir edecekleri yolundadır..

Yecuc ve Mecuc´in ortaya cıkış donemleri tıpkı Zulkarneyn, kıssasında izah edildiği gibi kıyamet oncesidir. iyi ve kotu iki grubun dunya uzerinde cereyan edecek mucadeleler neticesinde insanlığa ait butun eserler yerle bir olacak. Bilim kurgu filmlerinde de gorulduğu gibi zaman ilerisinden gelen uzaylılar hep iki gruptur. Bir grup insanlığın geleceğini kurtarmaya calışırken, diğer grup, bu fesadcı ve azgın insanları yok etmeye yoneliktir. Ayette gecen "Ve iza cae va´du Rabbi cealehu dekkae ve kane va´du Rabbike hakka" ibaresi, Zulkarneyn eliyle bir boyuta hapsedilmiş olan bu topluluğun, zamanı geldiğinde bu boyuttan kurtularak yeryuzune saldıracaklarını ve bunun da gercekleşmesi mukadder bir olay olduğunu gostermektedir. Kur´an´a gore uzay yedi tabaka olarak dizayn edilmiştir. Bu hem yedi kat goğu ifade eder, hem de her katta yedi uzayın varlığını haber verir. Nitekim ayette gok, "tabakan an tabak (yani kat kat icinde) olarak yaratılmıştır. İstelik Kur´an´a gore yedi kat uzayın ilk katı yıldızlıdır. Demek ki, yıldızların serpildiği alan sadece birinci kat goktur. Bu ise sonsuzluk fikrini verecek kadar geniştir. Ancak bu uzaklık tek istikametli zaman icindir. Cift zamanlı varlıklar icin bir boyuttan diğer boyuta sıcramak an meselesidir. Nitekim UFO diye nitelediğimiz cisimler de aniden gozden kayboluveriyorlar. İstelik radarlar bile tesbit edemiyor. Cunku bizim radarlarımız da tek yonlu zamana gore yapılmışlardır. Dolayısıyla, ancak bilinen zaman istikametinde akan cisim ve onların sinyallerini alabilirler. Oysa UFO´ların kullandığı teknik boyuttan boyuta gecebilecek imkanı veriyor. Dolayısıyla gozumuzun onunde oldukları halde bir anda sırra kadem basarlar.. İlerde Tarık Suresi´ni anlatırken, goreceğiz ki, Cenab-ı Hak, bir anda gorulup ve aynı suratte kaybolan yıldızlardan soz ediyor. Halbuki bilinen hic bir yıldız bir anda gorunup kaybolmaz. Keza ayetlerde gecen ´yol´ tabiri de yol olmaktan cok bir "rota"yı ifade ediyor. Nitekim "iki dağın ucu denk olunca, bana eritilmiş maden getirin dokeyim buyurdu. Bu tam tamına bu varlıkların eksi ve artı iki zaman kutbu arasında orulen bir boyut cizgisiyle hapsedilmeleridir. Ve Ahir Zaman yaklaşınca bu zaman boyutu cozulecek ve bizim uzayımız icinde bulunan bu yaratıklar dunyamıza gelmeye başlayacaklardır. Nitekim UFO´ların gorunmesi de son 50 yıllık bir hadisedir..

Paralel Evrenler

Maddi evrenden bildiğimiz pozitif beyaz evren katlarından sayısız paralel evren olur. Bunun tersine bir de antimadde ya da negatif soyut evrenler olduğuna gore bunların da negatif paralel evrenleri olmalıdır. Paralel negatif ve pozitif, madde antimadde evrenleri kara delikler birbirine bağlar. (Tunel denen dorduncu mekan boyutu). Eğer kara delikler olmasaydc sonsuza kadar bu evrenlerden haberimiz olmayacaktı. "Alemlerin Rabbi (Butun evrenlerin terbiyecisi) bu hakikati anlatır. Boylece Allah, var olan butun evrenlerin kendi kudreti altında olduğunu hatırlatır. Keza, ayette gecen "Allah iki doğunun da iki batının da Rabbidir ifadesi bu negatif ve pozitif paralel evrenlerin hatırlatılmasına yoneliktir. Beyaz evrendeki doğu, siyah evrendeki batı olmaktadır. Bu paralel evrenleri biz ust uste konmuş iki levha şeklinde algılarız. Bu iki evreni bağlayan tunel ise ucuncu boyuttur. Gercekte ise bizim evrenimiz uc mekan koordinatlarından kuruludur ve tunel bu mekanların dorduncusudur. Surungenlerin gozleri iki yanda olduğundan derinlik duygusunu algılamazlar. Her şeyi sinema perdesi gibi ust uste yapışık gorurler. Gelişkin canlılar derinliği gorurler. Fakat onlar da zamanı algılayamazlar. Yalnızca insan zihni, dort boyutu (en, boy, derinlik, zaman) birden kavrar. Bizim mekan olarak kavradığımız en, boy ve derinliktir. Surungenler derinliği algılayamadıkları gibi biz de dorduncu mekan olan Tunel´i algılayamıyoruz. Oysa ruyaların mekanı burasıdır.

Bu tunel mekan, bizim bir ust boyuta gecmemizi sağladığı gibi, ust boyutta yaşayan varlıkların da bizim evremize gecmesini sağlar. Ve zaman surecini ortadan kaldırır. (Bilindiği gibi ruyalarda bizim bildiğimiz zaman mefhumu yoktur. Aynı anda sayısız mekanda ve sayısız olayı yaşayabiliriz.) Dolayısıyla, tek yonlu zaman şeridiyle ancak milyar milyar ışık yılı bir surede kat edebileceğimiz bir yolu, tunelller vasıtasıyla bir anda gecmemiz mumkundur. Hz. Peygamber´in Mirac´ta kullandığı yol ´tuneller" gecididir. Nitekim her tunelin girişinde, ondan geciş ruhsatı olup olmadığı sorulmuştur ve Cebrail´e "Men maak (Yanındaki kimdir?)" denmiştir. Cunku normal olarak maddi bir beden tunellerden gecerken yok olabilir. Ancak onun sırrını bilenler o tİnellerden rahat gecebilirler. insanın maddi bedeniyle ahirete intikal edeceğinin sırrı da burada gizlidir.. Demek ki, bizim cok uzakta sandığımız varlıklar burnumuzun dibinden gecen paralel bir evrende yaşıyor olabilirler ve "yıldız gecidi" (yani paralel evrenleri birbirine bağlayan gecit) vasıtasıyla bir anda bizim evrenimizde gorulebilirler. Ve aynı suratle yeniden kendi evrenlerine gecebilirler. Mekan´da kimin yaşadığına zaman belirtilince hukum verilir. Paralel evrenler gereği, bizim evrenimizin yaşı 20 milyar yıl ise, sıfır noktasının otesinde de eksi 20 yıl yaşında bir evren mevcuttur. Ve iki evren arasındaki zaman dilimi 40 milyar yıldır. Halbuki ikisi de aynı uzayda aynı yerdedirler. Fakat araya "zaman duvarı" girmiştir.

Yani iki evren arasındaki mesafe kırk milyar yıl olduğu halde, tunel bağlantısıyla bir saniyenin de altına inebilir. Bir defter sayfasını duşunelim. Bir yuzunun tam ortasına bir nokta koyalım ve bu noktadan bir cizgi cekelim. Sonra bu cizgiyi obur yuzundeki merkez nokta ile birleştirelim. Gececek zaman 40 milyar yıldır. Ama aynı noktaya bir toplu iğne ile hemen geciveririz. İşte evrenler arası bu kadar uzak ve bu kadar yakındır.. Geleceği temsil eden evremiz ile gecmişi temsil eden oteki evren iki aynı şey olup başka zamanlarda yaşamaktadırlar. Hızır gibi bu evrenler arasında seyahat edebilen Zulkarneyn´in bir seddin arkasına hapsettiği Yecuc ve Mecuc´u gelecekte, gomuldukleri gecmişten cıkarak direkt zamanımıza gececek ve kıyamete doğru dunya sahnesinde boy gosterecek yaratıklardır. O halde Zulkarneyn´in orduğu set bir ´Zaman -Mekan Seddi´dir. Gecmişteki evren gibi onlar da karşımıza cıkacaktır. Ancak onların gorunmesi, iki evrenin karşılaşmasından daha once olacaktır. Cunku iki evrenin karşılaşması, bu evrenin yok olması demektir ki o da kıyamettir.. Hatırlarsanız bir bilim kurgu dizisi vardı "Galaktika adında, orada Saylonlular vardı... Gerci abartılı şeyler vardı ama tasvirler hic de yabana atılacak cinsten değildi. Hic bir şey olmasa bile.. İnsan zihninin bu mesele ile bu kadar meşgul olması, onların var edilmesine yetecektir.

"Gokte olandan emin mi oldunuz?

Şimdi, Kur´an-ı Kerim´in, etrafında en cok tartışılmış iki ayetini ele alacağız. Mulk Suresi´nin 16. Ve 17. ayetleri olan bu ayetlerde şoyle denilir:

"Gokte olanın, size ansızın saldırıp sizi yere gocuruvermesinden guvende misiniz? O an bir de bakarsınız, yer temelinden sarsılıvermiş..

"Gokte olanın İzerinize dumansız ateşlerle saldırmamasına karşı kendinizi nasıl guvencede hissedersiniz? İşte o an tehdit nasıl olurmuş, korku neymiş anlarsınız..

Bu iki ayette gecen "men fi´s-semai hem Allah´a dair inancla ilgili tartışmalara sebep olmuş, hem de "gokteki" nden maksadın ne olduğu tartışma konusu olmuş.. İzerinde ittifak edilen bir husus varsa bu "men" ile tarif edilen varlık veya varlıkların Melek kapsamına girmediğidir.. Oyleyse bu "men" edatıyla işaret edilen bu, (veya bunlar) kim? Bazı mufessirler, "men" in Allah´a baktığını ileri surmuşler ve "Allah goktedir" demişler. Bu yaklaşım ise "Allah´ın mekansızlığı" ilkesine ters duşuyor.. Cenab-ı Hak, kendi Zatıyla ilgili "Onun kursusu (tahtı) gokleri ve yeri icine alır.." (Bakara 255) beyanatında bulunur. oyleyse onu "Gokteki" diye tanımlamak yanlıutır. Cunku goğun tamamı onun etki alanı icerisindedir. İstelik "Onun benzeri hic bir şey yoktur.." (Şura, 11) ayeti ışığında O´nu gokte tasavvur etmek ve "Gokte olan" ifadesinden ´Allah´ı anlamak yanlıştır, hatadır.. Oyleyse bu "gokteki" veya "goktekiler" kim? Melek değil, Allah da değil.. Cin ise bir yer yaratığıdır. şeytan, yaradılış formasyonu itibarıyla ´melek´ sınıfına girer. Demek ki, bu iki ayette gecen ve "men fi´s-semai" diye nitelendiren varlıklar başka tur bir varlıktır.

Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde, "men" ifadesinden Allah´ın anlaşılabileceğini kabul ettirmek icin uc sayfalık bir yorum yapar. Tabii neticede o da bilinenlerden ve zamanının sahip olduğu bilgilerden hareketle tefsir yapmıştır. Bu tefsirin yapıldığı donem icin UFO´lardan soz etmek mumkun değildi. Cunku boyle bir bilgi yoktu ve henuz onlar, Zulkarneyn´in orduğu boyut hapsinde idiler.. Fakat bunların tarihin hic bir doneminde kullanılmadıklarını soylemek zor. Yok edilmiş kavimlerin, yok ediliş bicimleri incelendiğinde atom bombası da dahil, ışınlanmaya kadar değişik yontemlerin kullanıldığı gorulur. Mesela Leyke Halkı, yok edilmiştir. Yani ertesi gun şehre gelenler tamamen bom boş bir şehir buldular. ustelik bir tek cenaze de meydanda yoktu. Tamen ortadan kaldırılmışlar ve Gelibolu´da kaybolan ingiliz Boluğu gibi yok olup gitmişlerdi.. Keza Lut kavminin cezalandırıldığı gece, şehri sabaha karşı terk eden Lut Aleyhisselam ve beraberindekilere verilen en sıkı talimat, patlama anında donup arkaya bakmamalarıydı! Hatta bazc rivayetlerde donİp geriye bakan birinin ´kor olup, taş kesildiği´ belirtilir.. Bu ve benzeri tasvirler ve rivayetler bize bir atom bombasını anlatır. Elbette ki Cenab-ı Hak, kudret sahibidir. Ama O, bu "sebepler dunyası" nda kudretini vasctalarla izhar eder. Pekala melekler gibi, yukarıdaki ayetlerde "men" işaretiyle tarif edilen melek dışı varlıkları da bu amacla kullanmış olabilir ve bu O´nun kudretine halel getirmez.. Sonuc olarak, goktekilerin -siz buna uzaylı deyin- insanlara yonelik bir saldırıları soz konusudur ve bu cok şiddetli olacaktır. Nitekim aynı surenin 20. ayetinde Cenab-ı Hak, "Rahmanın nezdindeki bu ordulara karşı hangi ordularla karşı koyacaksınız?" diye soruyor. Rahman´ın ordularının vasıfları ise 19. ayette anlatılır. "Onlar, uzerlerinde ucan kuşlara bakmıyorlar mı? Onları gokte tutan, boşlukta ucmalarını sağlayan Rahman´dır." deniliyor.

Şimdi 16 - 20 ayetlerini birlikte yorumlayalım.

"Uzaydakilerin ansızın size saldırıp sizi yere gecirmelerine karşı nasıl guvende olabilirsiniz? Onlar bunu yapmaya muktedirdir. O zaman goreceksiniz ki altınızdaki yer sarsıntılar geciriyor."

"Hem siz uzaylıların size dumansız ateşlerle (hasib) -bugunun verileriyle lazer- saldırmayacaklarından emin misiniz? Hayır hayır emin olmayın. Bunu yapacaklar. Ve siz o zaman korkutulmak nasıl olurmuş, dehşet neymiş anlayacaksınız. Hatırlayın daha once de bizim uyarılarımızı, peygamberlerimizin getirdiği bilgileri kale almayan topluluklar oldu. Onları nasıl cezalandırıp yok ettiğimizi gormuyor musunuz? Bunu yapabileceğimiz konusunda bir şupheniz mi var? Şupheniz olmasın. İzerinizde ucuşup duranlara (kuş, ucak, helikopter, fuze ve UFO) bakmıyor musunuz? Onları o boşlukta tutan Rahman´dan başkası değildir. O, her şeyi gorendir. Hem onlara karşı kendinizi ne ile savunacaksınız? Şu elinizdeki ordularla mı? Rahmanın kudretli ordularına karşı kendinizi bu ordularla mı savunacaksınız? Yazık! Gerceği gormemekte ısrar edenler, aldatıcı bir gurur icindedirler.." Nicin gizliyorlar?

Evet aldatıcı bir gurur icinde, kimimiz UFO´ları binek olarak kullanan yaratıklara aldırmazlıktan geliyoruz, kimimiz inanmıyoruz, kimimiz işi carpıtıyoruz. Nitekim Cenab-ı Hak,

"Biz sizleri bir kuşluk vakti, oyunla oynaşla meşgulken ve gaflet icinde yakalayıveririz. Siz buna karşı tedbir almak zorunda olduğunuz halde, durup durup aynı soruyu soruyorsunuz; Hadi soyleyin bu iş ne zaman olacak! Ey Muhammed, de ki, onun ne zaman olacağının bilgisi Allah´ın katındadır. Ben sadece bir uyarıcıyım, buyuruyor."

Bugun de butun ilgililer elde ettikleri bilgileri toplumlardan gizliyorlar. Ozellikle Amerika´nın elinde UFO´ların varlığını isbat edecek kadar bilgi ve belge mevcut. Bunların buyuk bir kısmı zaman zaman basına da intikal etti. Ama hic bir resmi ağız cıkıp bu konuda bir şey soylemiyor. Bu da ilahi bir hukum. Cunku insanlık bunu hakkedecek ve tedbir almadığı icin ansızın yakalanıverecek. Bu kaderinden kacamıyor insan. Eğer itiraf edilse ki uzaylılar var ve bunlar insanlarla iletişim kurup insanlığı hatalarından vaz gecirmeye calışıyorlar, belki ciddi bir tedbir alınır. Ama mukadder olan olacak. O yuzden de boş bir gurura kapılıp hadiseyi gormezlikten gelmek bize bir şey kazandırmayacak..

Tarık Suresi

"Ve´s-Semai ve´t-Tarıki" Sure bu yeminle başlar "semaya ve Tarık´a andolsun." demektir. Cenab-ı Hak, bir şeyin hakikatine, onemine dikkat cekmek istiyorsa onun ismine yemin etmiştir.. "Fela uksimu bi-mevakii´n-nucumi" (yıldızların mevkiine, yerine and olsun). Burada Cenab-ı Hak, yıldızların yerine and icerek bu meseleye dikkat cekiyor ki, olmuş yıldızların uzay icinde oluşturdukları derin anaforları hatırlatır. Yıldızların, evrenin genişlemesindeki onemi bugun cok iyi bilinmektedir. Bilindiği gibi her yıldızın belli bir omru vardcr. Yakıtı bittikten sonra soğur ve ışığını kaybeder. Kutlesi kuculur ve yoğunlaşır. Hacmine gore super bir ağcırlık kazanır ve uzayı buker. Tıpkı dort ucundan tutulmuş bir carşafın ortasına konan cok ağır bir bilyanın carşafı dibe doğru huni benzeri bukmesi gibi. Olu yıldızlar da aynen oyle uzayı bukerler. Boylece o eğime yakalanan butun cisimler, yıldızlar gezegenler bu huniye yuvarlanarak o olu yıldızla yeniden birleşirler. Bu katılım olu yıldızın genişlemesine ve hacim olarak yeniden buyumesine yol acar ve sonra an bir sıcrayışla patlar ve sayısız yeni yıldızların doğmasına neden olur..

Cenab-ı Hakk´ın bu hadiseye yemin etmesi elbette bunun kainattaki ehemmiyetine dikkat cekmek icindir.. Tarık Suresi´nin başında da buna benzer bir yeminle "uzay" ve "tarık" dikkat ceker. Satır aralarında ´sema´ kelimesiyle iligili bilgiler verdik. Burada Tarık kelimesi uzerinde oncelikle duracağız .. Tark, ´tark´ kokunden ism-i faildir. Tark carpmak, şiddetle vurmak anlamınadır. "Gece gelip kapıyı calan" anlamı da var. Keza, ´yol´ anlamına gelen ´tarik´ de bu kelimeden gelir. Bu isim, gelip gecen yolcuların ayaklarını yere vurmalarından kinaye olarak yol icin isim olmuştur. Ama daha sonra "gece gelen", "geceleyin gorunen" anlamına ozel anlam kazanmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır, Tarık kelimesine "Geceleyin gelip kapı calan ve gonul hoplatan ziyaretci" şeklinde yorum getirir. Ve sonra şu ilginc cumleyi aktarır: "Geceleyin ortaya cıkıp, goze gonule carpan her şey hatta hayali goruntulere dahi tarık denmiştir"

İkinci ve ucuncu ayette "Vema edrake ma´t-Tarık" (Tarık´ın ne olduğunu nerden bileceksin?) "En-Necmu´s-Sakıb" (O karanlığı yarıp gelen Yıldız´dır) buyurulur. Burada uzerinde ozellikle durulması gereken kelime Sakıb kelimesidir. Elmalılı Hamdi Yazır, Necmu´s-Sakıb´ın izahını yaparken şoyle der:"Necmu´s-Sakıb, delik anlamına "sakb" kokunden "delen yıldız" demek olup, ışığının kuvvetinden dolayı karanlığı deliyor gibi gorunen her parlak yıldıza denir. Nitekim aynı mana ile şihablara (meteorlara) ve kayan yıldızlara da "sakıb" denilmiştir. Bir de kuş yukarı yukseldi anlamına "sakaba´t-Tayru" olduğu gibi sakb, alcalan yukselen yıldız olarak da anlaşılmıştır. Bazı mufessirler o yuzden "necmu´s-Sakıb"ı yuksek yıldız diye de yorumlarlar. Şu halde ´En-Necmİ´s-Sakıb´ cn başındaki ´lam´ (kelimeyi belirli yapan on ek) tur ifade eden ´lam´ olmak uzere, gece gorunen herhangi bir yıldız veya parlak cisim bu tarife girer.." Şimdi bu ifadeleri dikkatle inceleyelim. "Delen yıldız" tabiriyle dikkat cekilen şey, eğer gercekten yıldız olsaydı, bunun butun yıldızlar icin gecerli olması gerekirdi. Cunku netice olarak butun yıldızlar bir şekilde karanlığı delip bize ulaşıyorlar. Fakat bu kelimenin meteor ve kayan yıldızları da anlamca icine aldığını duşunecek olursak, bu ayetin, atmosferin icindeki bir delmeden soz ettiğini anlarız. Nitekim UFO´lar, daha cok gece gorunurler.

Sonra hem ´Necm´ kelimesi, hem de ´sakıb´ kelimesi ´artikil almış belirli kelimelerdir. Demek ki bu başlı başına bir turden haber veriyor. Bu tur yıldızlar geceleyin ortaya cıkıp gonul hoplatan ve korkutan yıldızlardır. Korkutmalarının sebebi tanınmadık, bilinmedik olmalarıdır. Oysa ayet onların ´tanınır, bilinir´ şeyler olduğunu hatırlatıyor. Nitekim biz, "geceleyin ortaya cıkıp yıldızları andırırcasına bir gorunup bir kaybolan ve aniden ortaya cıkıp aniden gozden kaybolan butun bu yıldızımsı ucuculara UFO diyoruz. Şimdi ayeti bir kere daha tercume edelim: "Semaya ve ansızın gok yuzunde belirerek yureğinizi hoplatan yıldızımsı ucuculara andolsun.." Peki Cenab-ı Hak nicin boyle bir yemin yapıyor?

1- Bu şeylerin mahiyetine dikkat cekip onu anlamamıza teşvik icin..

2- Bu iki ayetin hemen ardından gelen "in kullu nefsin lemma aleyha hafiz" sırrına delil teşkil etmesi icin.. Peki bu ne demek? "Biz hic bir şuurlu nefis yaratmadık ki onun uzerinde bir gozetleyici, bir koruyucu bulunmasın" gerceğine dikkat cekmek icin. Ayet bize, o yıldızımsı şeyleri başı boş ve idaresiz sanmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Ve diyor ki "O gorduğunuz ve geceleyin ansızın ortaya cıkıp yureğinizi hoplatan yıldızımsı ucucular boş değil. Onları da idare eden kullarımız var. Onların da uzerinde gozetleyiciler var.."

Her bir ust boyut bir alt boyut uzerinde gozetleyici ve koruyucudur. Nasıl ki, biz elimizin altındaki eşyayı ve hayvanları gozetler ve onları korumaya calışırız. Bizden ust varlıklar olan melekler ve uzayın sair yaratıkları da bir alt boyut olan bizleri gozetir ve korurlar.. Burada zikredilen koruyucular, bizim muhafaza melekleri dediğimiz koruyuculardan daha farklıdırlar. Yine başka bir ayette "uzerinizde muhakka gozculer ve yaptıklarınızı bilen yazıcılar vardır" (İnfitar, 1012) buyurulur. Burada bahsi gecen koruyucular ve yazıcıların melek olduğu butun tefsirlerde zikredilmektedir. Ancak yine de ayet metninde ´melek´ kelimesi gecmez..Tabii ki her şeyin uzerinde gercek gozetleyici ve koruyucu yalnız Cenab-ı haktır.

Buraya kadar yazdıklarımızı ozetleyecek olursak;

Basitliğine ve kucukluğune rağmen bu kadar şenlendirilmiş ve her zerresi canlılarla donatılmış yer yuzune bedel, kasırlar ve burclarla bezenmiş uzayın boş olduğunu varsaymak mumkun değildir. Her gezegenin her yıldızın kendi tabiatına uygun sekeneler mevcuttur. Goklerde de bilincli bir hayatın varlığı kacınılmazdır. Kur´an-ı Kerim´in bildirdiği turlerin belli başlıları melekler, şeytanlar, cinler, ruhaniler, dabbeler ve insanlardır.. Yaradılış formasyonu itibarıyla melekler ve şeytanlar birbirine benzerler. Ruhaniler ve cinler birbirine benzerler. Dabbeler ve insanlar da birbirine benzerler ve yakın formasyonlardır. Bunlardan melek inisiyatifsiz mutlak hayır varlıklar, şeytanlar inisiyatifsiz mutlak şer varlıklar, cinler, dabbeler ve insanlar inisiyatif sahibi, hem şerre hem hayra kabiliyeti olan varlıklardır. Bunlardan cin, insan nesli oncesinde yer yuzunun halifesi idi. Onun hilafeti, insan nesli´nin bu kureye atanmasıyla sona erdi.. İnsan nesli de istikametini bozunca kıyamet kopacaktır.. Ancak bu noktaya gelmeden once, kainattaki hadiselerin yaratılmasında ve tanziminde kullanılan yaratıklar buna mudahale edeceklerdir. Ancak, tercih yapma hakkı bulunan insanın surekli kotuyu ve bozgunculuğu secerek, kendi evrenini kirletmesi ve uzayı da bozmaya başlaması nedeniyle, uzerine gokten belalar ve ordular gonderileceği Kur´an da ayan beyan anlatılmaktadır. Buraya kadar anlattıklarımızla, insan zihnini yeni yeni gorulmeye başlayan ve giderek de gelişleri sıklaşan, kullandıkları araclarına kısaca UFO dediğimiz yaratıklara (uzaylılara) dair bir egzersiz yaptık. Daha sağlıklı ve konunun uzmanları tarafından yapılacak bir inceleme ile cok daha geniş malzeme ve bilgi bulunacağı muhakkak olan Kur´an-ı Kerim´den, onlara dair bir demet sunmaya calıştık.
__________________