Bir padişahın yanında calışan bir yardımcısı vardı.Adının ne onemi var: Ali, Veli ya da Ahmet!O her işe koşardı, ne denirse sorgusuz sualsiz yapardı. Padişahına sonuna kadar sadık bir adamdı. Severdi işini, gorevini ve insanları.Yoksul bir hayat surerdi. Bulduğuyla yetinirdi. Kanaat ehliydi. Şukrederdi haline. Nasıl şukretmesin ki? Toplumda ondan cok daha zor durumda olanlar bir hayli coktu. Onun hic olmazsa bir işi, az da olsa bir geliri vardı. Ac acık değildi.
Kendisinden yukseklere baktığında, hali iyi olanları gorduğunde doğrusu başı donuyordu, cok aşağılarda bulunuyordu onlardan. Yok gibi yaşıyordu neredeyse. Orada takılıp kalamazdı.
Ya otekiler, ya otekiler?
Bir de kendinden aşağıdakilere, bir dilim ekmeğe muhtac yoksullara goz gezdirdiğinde, gorduğu şey tek kelimeyle berbattı, kanını donduruyordu adamın hemen.
Acımak kelimesi bir anlam ifade etmiyordu onların yaşantısını tanımlamak icin.
Onlara gore krallar gibi yaşıyordular. Her oğun sofra kuruluyordu viran olmayası hanede. Yedikleri onlerinde, yemedikleri artlarındaydı.
Oyleyse iyiydiler iyi, şukretmeliydiler gece, gunduz. İnsan nimete nankorluk etmemeliydi, yoksa alınırdı elinden. Şukur ehli kişilerin rızkına kefil Allah’tı, ustelik nimetin artmasına sebepti şukur. Sabırla butunleştiğinde bu guzel huy, insanı dunya ve ahiret guzelliklerine kavuşturuyordu.
Hayat bir sabır sınavıydı baştan sona.
Ne yokluğa yerinmeli, ne de varlığa cok sevinmeliydi insan.
Allah’tan gelene razı olmalıydı.
Narı da, nuru da hoştu O’nun.
İşin sonu onemliydi asıl.
Bekleyip gormeliydiler.
Acelede hayır yoktu.
Hem insan kendisi icin neyin iyi, neyin kotu olduğunu bilemezdi. Kişinin coğu zaman kendisi hayır sandığı şeyde bir şer, şer sandığı şey de bir hayır ve guzellik bulunabilir.
Kısmetine razı olmak gerekti. Fakat daima iyiye, guzele, doğruya, başarıya, gelişmeye, daha iyi bir duruma gelmek icin calışıp cabalamayı, elinden geleni yapmayı, şartları ve imkanları zorlamayı, yerinde saymamayı, helal daire icinde yukseklere cıkmayı ihmal etmemelidir insan.
Denilmiştir ki; yerinde durup kalmak, hareketsizlik, tembellik olum demektir. Yerinde durmak zorunda kalsa bile, dinamik bir asker gibi koşar adım saymalı, yoksa donup kalacaktır orada kanı, sonra da olecektir durduk yerde, kış gunu zemheri ayazında metrelerce karın arasında dikilip kalmışcasına.
O boyle derin duşunceler icinde hayatı yorumlarken, iyiye yorarken her şeyi, cocukların sesi yukseldi bir yandan, peşinden hanımı seslendi. Gerceğin hic de onun duşlediği gibi olmadığını anlatmak ister gibiydi. Biraz da ofke ve caresizlik doluydu kelimeleri, bir ateşli ok gibi cıkıyordu ağzından her birisi:
-Behey mubarek adam, ne duruyorsun? Haydi, kalk yiyecek bul. Padişahın mutfağına git. Yiyecek bir şeyler getir hemen. Bak cocuklar uyandılar. Gozleri bir lokma ekmek, bir parca yiyecek yolundadır!
Ne diyebilirdi ki adam. Uykudan uyandırmıştı en tatlı yerinde gecenin karısı. Sırası mıydı şimdi, diyemezdi. Haklıydı kadın. Akşam da bir şey yemeden yatmıştı cocuklar. Hemen kalkmalıydı yerinden. Sabrın da bir sınırı vardı, zorlamamalıydı. Aclıktan kotu ne vardı dunyada. Karnı aclıktan guruldayan kişiye hangi guzel tesir eder ki? İyi ki velinimeti padişahı vardı. Orada kaynıyordu kazan. Kahvaltıdan artanları toplasa doyardı herkes. Hem israf olmamış olurdu. Yiyiniz, iciniz, israf etmeyiniz, deniyordu kutsal kitap Kur’an’da. Şimdi gider cozerdi aclık sorununu.
Umitle ayağa kalktı. Birden bir şimşek caktı beyninde. Akıla gelmeyecek şey gelmişti onune.
Eyvah, dedi icinden.
Nasıl soyleyecekti eşine bunu?
Padişahın oruclu olduğunu, mutfakta aş kaynamadığını bugun…
Soylemeliydi.
Uzuntu ve endişe icinde hanımına dondu yuzunu.
Bu cevaba sevinmesini beklemiyordu zaten.
Eveleyip gevelemedi ağzında kelimeleri. Bir cırpıda, cok luzumsuz ve rahatsızlık veren bir yabancı nesneyi atar gibi dudaklarının arasından, donuk bir gulumseme vardı utanctan kızarmış yuzunde, fısıltıyla konuştu:
-Hanım, bugun mutfak soğuktur. Mutfakta yemek pişmez. Cunku padişah orucludur bugun.
Kadın, padişahın en yakınında calışan, fakat yoksulluktan kurtulmalarını sağlayamayan kocasına kızdı. Onun da yapacağı bir şey yoktu ki.
Padişah cimriydi. Calışanlarına rahat edecekleri kadarını bırak, karınlarını doyuracak miktarda olun maaş vermiyordu, sanki altın dolusu hazinesinin dibi delinecek ve akıp gidecekti yerin derinliklerindeki ateşler arasına, eriyecekti boylece hepsi .
Halkı duşunmek, onların ne yaptığına, nasıl yaşadıklarına kafa yormak, bir şeyler yapmak aklının işi değildi. O doysun, rahat etsin de, halk aclıktan olse de ne gam! Sayıları coktu nasıl olsa, birkacı eksilse kim farkına varırdı. Eceli geldi, oldu, denirdi peşleri sıra. Sonrasını kim hatırlayacak. Eski tas, eski hamam, aynı tellaklarla yaşamaya devam! Cavuş’un karısı ve cocuklarından kime neydi? Mezarlıklar ne insanları alıyordu icine asırlardır…
Huzunlendi kadın, gozleri yaşardı, başını onune eğdi caresiz. Gonlu yaralıydı yokluktan. Ne dese, ne kadar sızlansa boşunaydı. Kendi kendine konuştu:
-Padişah bu oructan ne bekler ki? Nafile oruc tutup da ne olacak ki? Onun iftar etmesi, yemek yemesi benim cocuklarım icin bayramdır.
Adam da duydu karısının sozlerini, bir olunun ağzından belli belirsiz cıkan son kelimeler gibi boşlukta yitiveren cumleleri. Sabretmese cıldırabilirdi bir anda.
Kadın boynu bukuk ve mahzun bekler koşede, cocuklar ac donup durur odada.
Duşuncelere daldı kendi halinde.
Belki, bir umit, ihtimal, ya tutmadıysa efendim orucunu bugun, diye cıktı dışarıya.
İcinden gecenleri kendisine sakladı yine.
Fazla oruc tutmayıp da iyilik yapan kimse, parasını bir yıl saklayıp da, on iki oruc tutandan daha iyidir.
Bir yoksula bir oğun yemek veren kişi oruc tutabilir. Boyle yapmadıktan sonra aclık eziyeti cekmeye ne gerek var? Oruc tutarak yiyeceğini kendinden kısıyorsun, yine kendin yiyorsun!
Yalnız başına bir koşeye cekilip gunlerce oruc tutarak ac kalan cahil kişilerin gorduğu hayaller, onlara inkar ile dini birbirine karıştırır.
Su da, ayna da parlaktır. Fakat bunlardaki parlaklığı iyi ayırt etmek lazımdır.
__________________
Cimri Padişah
Dini Bilgiler0 Mesaj
●29 Görüntüleme