O bir Osmanlı askeriydi. Butun diğerleri gibi, duğune gidercesine koşardı cenk meydanına... Din icin, Devlet icin, bayrak icin kÂfirle vuruşmak, sonra da gazilik yahut şehitlik rutbesine erişmek, onun nazarında en ulvi gayelerdi.

Ama, Eğri Seferine katılma emrini alınca, sevinmek bir yana, bayağı huzursuzluğa kapıldı. İci icini yiyor, surekli olarak geride bırakacağı karısını duşunuyor, aklına hucum eden kotu duşuncelerini kovamıyordu.

Velhasıl, bu defa gule oynaya gidemiyecek, gozu ve gonlu arkada kalacaktı.

Cunku, karısı hamileydi. Zavallı kadıncağız, doğumdan sonra, tek başına bu cocuğa nasıl bakacaktı? Gerci komşular onlara gozukulak olur, hastalıklarında yardıma koşar, hatta maddi ihtiyaclarını giderirlerdi ama, gelin de bunu o endişeli baba namzedine anlatın.

Her mu'min gibi, cengÂverimizin de elleri semaya acıldı nihayet:
''Ya İlÂhi! Karımın karnındaki evlÂdımı sana emÂnet ettim.''
Artık huzura kavuşmuştu. Sağ salim donme ve cocuğunu kucaklayabilme umudunu iliklerine kadar sindirerek, tedarikini duzdu ve ''Allahaısmarladık!'' dedi.

Aradan aylar gecti...
Sefer tamamlanmış, ordu uzun yolları tekrar teperek İstanbul'a ulaşmıştı.

Gazi, serbest kalır kalmaz, Âdeta ucarcasına Kasımpaşa'daki mahallesine gitti. Hanımıyla hasret gidermek, şimdi doğmuş olması gereken yavrusunu koklamak, goğsune bastırmak istiyordu. Ama, şaşılacak şey... Evinin kapısı kilitliydi ve vurmalara, seslenmelere cevap veren yoktu.

Cok gecmeden de, komşulardan acı gerceği oğrendi. Hanımı vefat etmiş ve toprağa verilmişti bile...
İmanlı gazi, oylece kalakaldı. Dili dolanıyor, ağlamamak icin kendini zorluyordu. Dudaklarından ''Allah taksiratını affetsin!'' kelimeleri guclukle dokuldu. Sonra, birden toparlanıp başını kaldırdı:
''Ben, onun karnındakini Cenab-ı Hakk'a emanet etmiştim. Tez mezarını gosterin bana!...''

O arada, sağdan soldan gelenlerle, sokaktakilerin sayısı artmıştı. Hep birlikte, Kasımpaşa Tersanesi arkasındaki mezarlığa yuruduler ve merhumenin mezarına vardılar. Gazi, derhal eğilerek, kulağını toprağa dayadı. yanındakilerden birkacı da, gayrı ihtiyari aynı hareketi yaptılar.

Ne duymayı umuyorlardı acaba?...

İşte, inanılmaz bir olay: Mezarın icinden boğuk ağlama sesleri geliyordu. Aynı anda, bir suru el uzandı. Herkes avuc avuc toprak alıyor, yanına, arkasına atıyordu. Cukur gitgide derinleşti ve sonunda, hayretten faltaşı gibi acılan gozler, olan biteni gordu.
Minicik bir yavru bakmaktaydı kendilerine... Allah'ın hikmeti, mezar icinde rahimden cıkmış, anasının sağ memesine uzanmayı başarmış, onu emerek bu dakikaya kadar yaşamıştı.

Gazi, ciğerpÂresini bağrına basarken, bir yandan da Allah'a minnet ve şukranlarını sunuyordu.
Olayın uzerinden uzun yıllar gecti. Mahallelinin de eksik etmediği ilgileriyle buyuyen, serpilen cocuk, MeyyitzÂde (olu oğlu) lÂkabıyla anılmaktaydı.
MeyyitzÂde, iyi bir oğrenim gorup, devrinin değerli bilgilerinden biri oldu. Ve vÂde erişti, I. Ahmed doneminde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Onun annesinin yanına gomduler ve uzerine bir de turbe inşa ettiler.

__________________