Hic kimseyi boyle beklemedi Medine. Yalnız insanların değil, bulutların, tepelerin, bahcelerin de gozleri yollarda. Gunlerdir şehirde sadece O konuşuluyor. İsmi fısıldandığında hışırdıyor ağaclar, kuyuların suyu yukseliyor, cocuklar el ele tutuşup koşmaya başlıyorlar. Tarihin O'nun şehre gelişiyle başlayacağını hisseden ruhlar, başlamamış bir zamanın kıyısında nefeslerini tutmuş, ayın doğmasını bekliyorlar. Fakat bir sakini var ki bu beldenin, her sabah uc dort mil yuruyor karşılayabilmek icin O'nu. Medine'nin ilk Muslumanlarından Ebû Eyyûb el- EnsÂrî, Akabe Biatı'nda sarıldığı aydınlık ellerle ışıyacak yeni bir gunun peşinde tepelere tırmanıyor. İlk goremese de, mujdeyi o duyuyor herkesten once: "Muhammed'in kafilesi geliyor!" Kabilesine koşuyor hemen. Başta reisi olduğu Neccaroğulları olmak uzere butun şehri ayağa kaldırıyor. Kadın, erkek, cocuk, ağac, ruzgÂr, bulut eksiksiz katılıyorlar karşılamaya. Defler coşuyor. Beklenen ay doğuyor veda tepelerinden. Cocuklar en guzel cığlıklarını o an atıyorlar. Kadınlar en masum gozyaşlarını o an dokuyorlar. Erkekler O'nu hanelerine davet edebilmek icin yarışıyorlar. Devesinin etrafını sarıp ellerini uzatıyorlar o an. Hz. Peygamber, "Ne guzeldir Muhammed'e komşuluk" diye ilahiler soyleyen cocuklara donup, "Seviyor musunuz beni?" diye soruyor. Cocuklar bir ağızdan, " Seviyoruz y Resûlallah!" diye bağrışıyorlar. Hz. Peygamber bunun uzerine,"Allah kalbimi biliyor ki, ben de sizleri seviyorum!"diyor onlara. Oyle bir muhabbet cemberi oluşuyor ki, Allah'ın elcisi bu sevgi kuşatmasını yarmak istemiyor. Peygamberlik gelmeden once nasıl paylaştırdıysa Haceru'l- Esved'i taşıma onurunu kabilelere, guneşi paylaştıracak butun pencerelere elinden gelse. Tercihi bir huzun golgesi olarak duşmesin diye hicbir haneye, devesi Kusva'yı serbest bırakıyor. Nereye cokerse orada inecek. Kusva yuruyor, merak icinde herkes. Kusva ağır adımlarla yaklaşıyor şehre. Hangi evin yanından gecse bir vaveyla kopuyor, hangi yola girse kutsal bir neşe. Ve cokuyor Kusva kalpleri titreterek. Ve bir an durup, kalkıyor tekrar coktuğu yerden. Gaipten bir ses duymuş gibi birkac adım daha atıyor. Ebu Eyyûb el- EnsÂrî'nin hanesinden yana koyarak tercihini, cokuyor Kusva yeniden.
Ne kutlu bir konuk bu! Ne unutulmaz bir misafirlik! Ebu Eyyûb'un sesi titriyor sevincten: " Ya Resûlallah! Buyurunuz. Burası benim evim. Bu da kapımdır!" Ve Zeyd b. HÂrise'yle beraber, coşkuyla taşıyorlar eşyasını Peygamber'in. Yedi ay surecek bir muhabbet yolculuğu başlıyor. Alt katı tercih ediyor kutlu misafir, ziyaretcileri rahatsızlık vermesin diye ev sahibine. Fakat ici rahat etmiyor MihmandÂr-ı Nebî'nin; Resûlullah alt katında yaşarken evin, rahat edebilir mi ustte? İşte su testisine takıldı ayağı, işte yere dokuldu sular. Ya sızarsa alt kata, ya damlarsa uzerine Nebînin. Hayır bu boyle olmayacak. Ust katta oturmalı Peygamber. Sahih-i Muslim şoyle not duşuyor burada tarihe: "Resûli Ekrem hemen eşyasının yukarıya taşınmasını emretti. Eşya hemen taşındı, zaten bu eşya azdı." Eşya azdı fakat muhabbet her yemekte coğalıyordu. Ebû Eyyûb ve eşinin en buyuk hazzı sahanından yemek yemekti Son Peygamber'in. Bir gun yemeğe dokunmadığını gorunce o nurdan misafirin, "Ya Resûlallah, siz yemek yedikten sonra aynı kaptan yemek, bizim icin en buyuk şereftir. Fakat bugunku yemekten yemediğinize dikkat ettim,"dedi uzuntuyle Ebu Eyyûb. Resûlullah, " Yiyemedim. Yemekte soğan gordum cunku. Ben hoşlanmasam da sizin yemenizde bir beis yoktur,"dedi. Burada tekrar not duşuyor tarihe Sahih-i Muslim. Ta ki Ebu Eyyûb'un butun zamanları kuşatacak şu cumlesi unutulmasın: "Ya Resûlallah! Biz de hoşlanmayız, sizin hoşlanmadığınız şeyden!"
Ebû Eyyûb'un hoşlandığı şeylerin başında cihat geliyor Allah yolunda. Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke'nin Fethi, Huneyn,Tebuk... Nerede yukselirse sancak-ı şerîf, o orada. Zira, " Bir kimse gaza ve cihadın faziletlerini, faydalarını ve sevaplarını bilip de gazaya ozenmeden olup giderse, şuphesiz o kimse, munafıklıktan bir pay alarak vefat etmiş olur, Allah katında, yuz derecelik bir makam vardır ki, onlar ancak Allah yolunda savaşan muminler icin hazırlanmıştır,"diyor Nebî. Hem "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın,"(Bakara,195) Âyeti, ona gore cihadı işaret ediyor. En buyuk tehlike bir insan icin savaşa gitmek değil, geri kalmak Allah yolunda cihattan. Ebû Eyyûb'u her savaşta en on safta gorenler, " Neden kendini gazalara adadın?" diye soruyorlar da, Mihmandar-ı Nebî, " Ben Kur'Ân-ı Kerîm'de ‘Her halinizde gaza ve muharebeden geri kalmayınız!' ilÂhî fermanını okuduktan sonra benim icin gazayı terk etmek imkÂnı kalmamıştır,"diye fısıldıyor kulaklarına. Sefere mi cıkılacak fecirde, ilk once onun gozleri acılıyor. Nobet mi beklemek gerekiyor peygamberin cadırı onunde, Ebu Eyyûb el- EnsÂrî en onde. Bırak golgesinin duşmesini bir kılıcın Efendisi'nin ustune, bir kuş tuyunun durmasına bile gonlu dayanmıyor Sakalı Şerîf'te. Safa ile Merve arasında kendi elleriyle alıyor kuş tuyunu peygamberinin yuzunden. " Ya Eb Eyyûb artık sana şimdiden sonra bir kotuluk isabet etmez," duasına mazhar oluyor. Ve dua oyle bir zırh giydiriyor ki Ebu Eyyûb'a, dipdiri cıkıyor her devirde her savaştan. Peygamberin vefatından sonra asmıyor kılıcını duvara. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Omer zamanı yeni meydanları işaret ediyor, Mihmandar-ı Nebî, Suriye, Filistin, Mısır ve Kıbrıs'ta.
Bir heybetli savaşcı değil sadece. Bir vahiy kÂtibi o, Âyetleri bir araya getiren. Bir hafız, baştan sona ezberleyen Kur'Ân'ı. Bir vekil, Hz.Ali Irak'a gittiğinde yerine gecen. Bir rÂvi, tek bir hadis icin Medine'den Mısır'a yolculuk yapan. Bir fakîh, fetvasına ummetce guvenilen. Bir imam, Hz. Osman muhasara altındayken Mescid-i Nebevî'de namaz kıldıran. Bir Âhiret kardeşi, Mus'ab b. Umeyr'le Medine ruhunu gozeten. Bir baba, oğluna hiddetlenen, savaşta işkenceyle oldurduğu icin duşmanı. Bir uyarıcı, akşam namazını mustehap vaktinde kılmayanlara. Ve bir bilge, Resûlullah'ın kabrine başını dayamış ağlayan: Devir Emeviler'in. Mervan b. Hakem Medine valisi. Ebu Eyyûb, bir ses duyuyor arkasından: "Ne yaptığını biliyor musun!" Tanıyor Ebu Eyyub, liyakatsiz Mervan'ın soğuk sesi bu. Sunnete aykırı hareket ettiğini ima ediyor. Vakti geldi. Mihmandar-ı Nebî kelimelerin ustune basa basa cevaplıyor Mervan'ı: "Ben bu mezar taşına değil, Resûlullah'a geldim. O'nun, ‘ Din işlerini ehliyetli kimseler ustlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa gecince ne kadar ağlasanız yeridir,' dediğini duymuştum."
Duymuşsa Nebî'den akan sular durmuştur. Her ne varsa varlıkta O'nun işaretiyle almıştır gercek yerini."Konstantiniyye mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne guzel komutandır ve onu fetheden ordu ne guzel ordudur,"demişse Hz. Peygamber, mutlaka fetholunacaktır İstanbul. Yaşı sekseni aşsa bile Ebu Eyyûb el- EnsÂrî, asla ihtiyarlamayacaktır. At binip kılıc kuşanacak, Resulullah'ın kabrinde dualar edip soluğu İstanbul surlarında alacaktır. İstanbul, Allah'ın guzel şehri. İstanbul, gulumsuyor Medine'ye yuzyıllardır. İstanbul, Musluman oluyor ruyalarında. Muslumanlar ilk İstanbul kuşatmasında şehri alamamışlar ne gam. Fethin kapısı calınıyor Alemdar-ı Nebî'yle. Savaşmanın değil, savaşmamanın tehlikeli olduğunu butun zamanlara ilan eden koca mucahid, bin kılıctan kurtulup hayatta kalırken, hastalanarak teslim ediyor ruhunu gazada. Alemdar'ın alemini bırakarak dunyaya, dÂr-ı Âhiret'e goc ediyor. Ve oyle bir vasiyet bırakıyor ki geriye, dirisiyle titrettiği yetmemiş gibi olusuyle de korkutuyor duşmanı. " Oldukten sonra beni surlara en yakın yere gomun!" cumlesi bir kÂbus gibi duşuyor Bizans İmparatorunun uykusuna. Bir boluk asker Sultan'ı defnettikten sonra, uykuları kacıyor İmparator'un. Bir ruyaydı halbuki o, kÂbus değil, yedi yuz seksen dort yıl sonra tabir edilecek Sultan Fatih'le. Bir uc kalesi artık onun mezarı, bir işaret Akşemseddin'e.
__________________
Ebû Eyyûb el- EnsÂri: " Ben Bu Mezar Taşına Değil Resûlullah'a Geldim!"
Dini Bilgiler0 Mesaj
●16 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Ebû Eyyûb el- EnsÂri: " Ben Bu Mezar Taşına Değil Resûlullah'a Geldim!"