HİC
Abdurreşid Şahin





ADI ‘LÂŞEY’Dİ, yani ‘hic’. Hayata gelişini kendisi belirlemediği gibi, adını da kendisi belirlememişti. Zaten insan neyi tam olarak belirleyebilirdi ki? Onune cıkan iki yoldan birini secerdi belki ama yolda nelerle karşılaşacağını, ruhunda, ic Âleminde neler yaşayacağını nasıl bilebilirdi ki?

Daha cocuk denecek yaşlarda iken babasına sorardı, adım neden LÂşey diye. Babası zamanın birinde şeyhini dinlerken şeyhi doğrudan doğruya ona donmuş ve “anladın mı ey oğul, ya lÂşe olursun ya da lÂşey olup her şeyi bulursun” demiş. Babası bu sozun kendisini cok etkilediğini ve doğan ilk cocuğuna LÂşey adını koymaya karar verdiğini soyler oğluna. Ve sozune devam ederek şoyle izah eder gelişmeleri:

‘LÂşey’ bir makamdır, tarikatın da otesinde bir makam. Yolculuğun belki de en son durağı. Kendimi o yolculuğa layık gormediğim icin kendi adımı değiştiremedim ama yine de o isim ile alakam olsun diye cocuğuma ‘LÂşey’ adını koymak istedim. ‘Ebu LÂşey’ olmayı sectim yani.

Cocuk, ‘LÂşey’ adının bu şekilde konmasıyla birlikte kaderinin de cizildiğini anlar gibiydi. Onun hayat yolculuğunu şeyhin dilinden dokulen bir kelime belirleyecekti belki de. Hic olup her şeye ulaşmak; O’nu bulmak, O’nunla olmak, O’nda yok olmak. İşte hayatının gayesi buydu artık.

Daha cocuktu ama buyuk bir hedefe kilitlemişti kendini ya da kader onu boyle bir yolculuğa sevk etmişti.

LÂşey makamını bilmek aynı zamanda lÂşenin de anlamını bilmeyi gerektiriyor olmalıydı ki zaman zaman ona LÂşey yerine lÂşe diyenler de oluyordu. Bir gun babasına dert yandı yine, bu kez lÂşenin ne olduğunu sordu ona. Babası doğrudan cevap verdi. ‘LÂşe pislik demek oğlum, olu hayvanın kokmuş cesedine derler. Sen kafana takma bunu, ‘demek Allah bana ne olup ne olmamam gerektiğini hatırlatıyor’ diye duşun. Onlar sana lÂşe dediklerinde ne olmaman gerektiğini hatırlarsın, adını andıklarında da ne olman gerektiğini. Yol bazen engellerle doludur. Engellerin ne olduğunu bilmen yolun kolaylaşmasını sağlar. lÂşeyi bil ki LÂşey’e daha kolay varabilesin.’

Babasının dedikleri aklına yatmıştı ve artık kafasına takmıyordu soylenenleri. Kendi kendine ‘LÂşey olup her şeyin sahibini bulmazsan lÂşe olup cehenneme yem olursun’ diye hatırlatırdı sık sık.

Yine bir gun yolculuktan sordu babasına. Miracı sordu. Babası ‘asıl yolculuk kalbin Rabbine olan yolculuğudur oğul. Kalbini masivaya kabir yapıp, onu kendinde bulmandır. Biz tarikat ehliyiz ve bizim meşrebimizde bu yolculuk dort kelimeyle ifade edilir. Terk-i dunya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk. Ama hakikat ve şeriat ehli bunu başka turlu soyler”

“Ne soylerler baba?”

Mesela “Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şukr-u mutlak, ey aziz” derler.

“Ne fark var aralarında?

“Zahirde bir fark yok. Bir paranın iki yuzu gibidir bunlar. Biri velayet diğeri nubuvvet yolunu resmeder. Birinde aşk vardır. Aşk o yolun bineğidir. Diğerinde acz, fakr, şefkat ve tefekkur.

Cocuk babasına bu yolculuğa ne zaman cıkacağını sorar. Babası ‘daha zamanı var’ diye geciştirir. Cocuksa ısrar eder. Yolculuk icin hazır olduğunu soyler. Baba ise henuz hazır değildir. Cocuğundan uzaklaşmaya gonlu razı olmaz. Fakat cocuk da ısrarından vazgecmez. Yemeden icmeden kesilir. Babasını her goruşte zaman gelmedi mi hala dercesine gozune dokundurur bakışlarını. Artık babası da kacıramaz ondan bakışlarını. Ve yapamayacağı bir şey olduğunu soyleyerek caydırmak ister onu. Daha erken diye duşunur.

Bir gun yine cocuğun sual eden gozleriyle karşılaşınca kabul etmekten başka care bulamaz. Ona tarikatın hakikatini oğretmesi ve yolculuğunda murşitlik yapması icin cok guvendiği bir şeyhe gonderir. Ve ona: “bundan sonra senin baban ve velin o. O ne derse onu yapacaksın, sakın ona karşı gelmeyesin. O seni gideceğin yere kadar goturur. Eğer goturemezse, goturecek birini bulur. Şimdi soz ver bana, ne olursa olsun, onun sozunden cıkmayacaksın, tamam mı?”der.

Cocuk, evet manasında başını sallar ve babasının elini oper. Babası cocuğu bir kervana katarak, şeyhin bulunduğu şehre yollar. Şeyhe ulaşan cocuk, babasının mektubunu ve selamını ona iletir. Şeyh daha gorur gormez kalbi ısınır kucuk dervişe. Ondaki azmi, gayreti ve edebi gozlerinden okur. Emanete ehil biri olduğunu anlar. Bir muddet dergÂhta nefsini terbiye edecek işlerle meşgul eder. Onun hic bir şeyden yılmayan halini gorunce karar verir, onu uzun bir yolculuğa gondermeye.

İlk imtihanı dunya ile olacaktır. Bağdat’a gonderir onu. Kendi muritlerinden olan zengin bir tuccara emanet eder. Ona ticaret yapmasını ve gerekirse evlenip hayat kurmasını onerir. “Ne zaman seni cağırırsam her şeyi bırakıp, hic bir şey yapmadan derhal bana geleceksin” der.

Genc derviş bu sozden imtihan icin gonderildiğini anlar ve memnun olur. Bağdat’a ulaşan genc kısa bir zamanda kendisinin de anlayamayacağı bir şekilde zengin olur. Bir muddet sonra şehirde bir dilbere aşık olur. Aşkı oylesine kalbinde yer eder ki başka bir şey yapamaz olur. Dilber tuccarın kızıdır. Sonunda dayanamaz tuccardan kızını ister. Tuccar tum varlığını kızına vermek ve bir muddet yanında karın tokluğuna calışmak şartıyla kabul eder. Derviş pek duşunmeye gerek duymadan tuccarın teklifini kabul eder, zira aşkından başka bir şey duşunemez olmuştur. Malını tuccara teslim eder ve yanında yok bahasına calışır.

Tuccar, dervişin bu fedakÂrlığı karşısında sozunde durur. Ve nikahlar kızıyla genc dervişi. Ustelik mirasına da ortak eder.

Daha henuz kız eve yeni gelmiştir ki dervişin kapısını biri calar. Derviş, hanımının pecesini henuz acmamıştır bile. Kapıyı acar, karşısında bir ulak, elinde de bir mektup. Mektubun kimden olduğunu hemen anlar. İcinde de ne yazıldığını tahmin eder. Bir an tereddut eder, o geceyi orda gecirip oyle gitmek ister. Fakat bunun da sınavın bir parcası olduğunu hisseder. Asıl hedefine ulaşmada ayağına takılacak bir engelin olmasını istemez. Nefsi bir hayli zorlar onu. Belki saatlerce bir şey yapmadan bekler oylece. Kalbi kuralı bozmaya yanaşmaz. Hic bir şey soylemeden dışarı cıkar. Serin ruzgÂrla taşınan toprak kokusunu ciğerlerine ceker. Son bir kez evine ve bahcesine bakar. Toprak nice guzellikler yetiştirmiştir. Ve uzerinde nice binalar bicilmiştir (dikilmiştir). Hepsi sonunda yine ona donerler. Bizler ondan geldik ve ona doneceğiz der ve yola koyulur.

Kapalı zarfı şeyhe ulaştırır. Şeyh emrin derhal yerine getirildiğini anlar ve takdir eder onu. İlk sınavı başarıyla gecmiştir. Bir muddet yanında tutar onu, sonra tekrar yola koyulmasını soyler.

Cok uzak bir ulkenin ucra bir şehrine gonderir onu. Halkın irşadıyla vazifelendirir. Derviş yola koyulur ve uzun bir seferden sonra menzile ulaşır. Cok kısa bir surede herkesin gonlunde taht kurar. Nice muritlere ulaşır. Etrafında nice insanlar pervane olur. Cok tanınan, ilmi Âleme yayılan bir allame olur. Fakirlerin dostu, yetimlerin koruyucusu, ilim meclislerinin gulu olur. Sonunda buyuk bir medrese inşa eder. Boylece oraya dunyanın dort bir yanından ihlÂslı ve zeki talebeleri celbetmeyi hedefler. Tam medresesin inşaatı bitmiştir. Herkes medresenin acılış duasını yapması icin onu bekler. Yuzlerce Âlim ve binlerce talebe hayranlık icinde onu seyreder. Derken bir ulak belirir yanı başında ve eline bir zarf tutuşturur. Derviş mektubun kimden geldiğini bilir.

Daha yolun henuz başındadır ve yapacak cok şeyi vardır. Ustelik yaptığı iş de ahiret işidir ve Allahın rızası gozetilmektedir. Zihninde bu ve benzeri duşuncelerle gelgitler yaşarken bir an sozunu hatırlar ve bunun da bir sınav olduğunu fark eder. Kararını verir ve derhal yola koyulur.

Ucuncu yolculuk ise yalnız başına cekileceği bir mağaradır. Şeyhi onu riyazet icin yollar. Uzun bir riyazet, tezekkur ve tefekkurden sonra, dervişin gonlu acılır. Gorulmedik haller yaşar. Adeta gayb perdesi acılmıştır ona. Daha once hic tanımadığı Âlemlerde dolaşır. Yaşayan ve ahirete gocmuş velilerle tanışır. Peygamberlere talebe olur. Onların ilminden feyiz alır.

Yakaza halinde Rasulullahla (a.s) goruşur. Ondan ders alır. Her an Allah’la olmanın hazzına varır. Hic ayrılmak istemez oradan. Bir omur boyu hatta sonsuza dek orada kalmak ister. Geceleri namaz kılar, gunduzleri Âlemi tefekkure dalar. Âlemde bir o vardır, bir de onunla mevcudat vasıtasıyla konuşan Rabbi. Derken tekrar bir ulak gelir ve yine donuş vardır. Bu sefer uzun sure duşunur. Hayatının en zor kararıyla yuzleşir. Fakat yapacak bir şey yoktur. Verdiği sozu tutmalıdır. Zira soz namustur. Namus gitti mi her şey gider.

Hemen yola koyulur. Şeyh onun simasını gorduğunde gozlerinde kendisini fersah fersah gectiğini anlar. Artık ona ihtiyacı yoktur. Son bir vazife daha verir ona. Derki “bu şehirde buyukce bir evde bir kadın yaşar. Git o kadını ziyaret et. Ondan alacaklarını al ve geri don. Gece yarısı yola koyulur derviş. Eve vardığında kapının acık olduğunu gorur. Acık kapıdan iceri dalar.

Ev saray gibi cok buyuktur. Onlarca odası vardır. Ve odalardan kahkahalar, eğlence sesleri yayılmaktadır. Kızlı erkekli gruplar icki icip meşk etmektedir. Kapının acık olmasından anlar ki acık kapılardan gitmesi gerekir. Doğruca yukarıya cıkar. En ust katta sadece bir kapı acıktır ve o kapıdan iceri girer. İcerde uzeri ziynetlerle dolu orta yaşlı bir kadınla karsılaşır. Anlaşılan malikÂnenin sahibidir o kadın. Gelenin kim olduğundan haberdardır ve buyur eder yanına. Yakınında bir sedire oturtur. “Demek sensin hakikat yolcusu. Ya da son kurban”

Bir muddet karşılıklı bakışırlar. Kadın iceriye gider ve elinde kadehle geri doner. Kadehi ona uzatır ve icini şarapla doldurmaya kalkışır. Derviş şarabı tutar. Ve masaya koyar. Kadın “yolun sonuna geldin, kadehi doldur ic ve nihayete eriş. Madem hic bir şeysin hic bir itikada sahip olmamalısın. Hic bir şey olanın hic bir itikadı olmaz. Tum inanclardan sıyrılmadıkca Ona tam olarak ulaşamazsın. Her şeyden sıyrıl ki Onu her şeyi ile bulasın.”

Genc derviş maksadının emre karşı gelmek olmadığını sadece emrin doğru yoldan gelip gelmediğini anlamaya calıştığını soyler. Cebinden kucuk bir bıcak cıkarıp parmağını keser, oluk gibi akan kanı kadehe doldurur. Ve kadına uzatır. Kadın tiksintiyle dervişe bakar. “Bunu icmemi mi istiyorsun yani?” diye sorar. Ve kadehi iter.

Derviş “sen benden ahiretimi ve dinimi terk etmemi istiyorsun. Bense senden dunyandan kucuk bir lezzeti terk etmeni. Sen dunyanın kucucuk lezzetini terk etmeye yanaşmazken benim dinimi terk etmemi nasıl beklersin?” der ve şarabı ici kan dolu kadehin ustune ekler. Kadehi alır, tam ağzına goturecektir ki kadın elini tutar.

“Asıl mesele terki terk etmektir. Terki terk etmedikce yol tamam olmaz. Bazılarının kalbi buzdan bir kadeh gibidir. O kadehe yoğunlaşır ve kadehin azametine hayran olur. Cunku kadeh de sudan gelmiştir. Kadehin icine suyu doldurdu mu butun deryayı yuttum zanneder. İcindeki suyu da buz yapar. Tum varlığıyla su olduğunu zanneder. Dili ‘Rabbim cubbemin icindedir’ dedirtir. Ama bazı kalpler de vardır ki, resullerin ve kÂmil insanların kalbi gibi, onlar kadehe bakmaz, deryaya nazar ederler. Deryanın sonsuzluğu karşısında kadehin kucukluğunu fark ederler. Kadehin de Ondan olduğunu bilip, fırlatırlar onu deryanın icine. Derya da yok olur, derya olurlar.” der ve kadın dervişin elindeki kadehi ağzına goturur ve icer. İcindekini bitirir bitirmez, yere yığılır. ‘Allah’ der ve canını teslim eder.

Genc Derviş, hemen şeyhinin dergÂhına doğru yol alır, dergÂha vardığında bir huzun havası hisseder. Koşarak şeyhin kapısına varır. Kapı acıktır. Ve şeyh cansız bedeniyle yatağında yatmaktadır. Gozleri acıktır hala. Sanki hic olmemiş gibidir. Zaten oyle değil midir ki? Allah’ın dostları olumle gercek hayata başlarlar.

Şeyhin yanında bir zarf gozlerine ilişir. Zarfı acar ve okumaya başlar.

“Ey oğul! Ben gorevimi tamamladım. Gozum arkada kalmayacak inşallah. Sen gercek murşidi buldun. Tarikatın sonuna ulaştın. Fakat sanma ki yolun sonundasın. Tarikat yolun başıdır. Şeriat asıl olandır. Zira hakiki şeriat tarikatın da marifetin de hakikatin de ta kendisidir. Resulullah (s.a) yolun en zirvesinde, ondan otesi olmayan yerdeyken gerisin geri ummetin yanına dondu. Onun kalbindeki şefkat, aşkına galip oldu. Aslında yolun sonu yoktur oğul. Sonu olan yol, yol değildir zaten. O’nun sonu olmadığı gibi O’na giden yolların da sonu olmaz. Onda kaybolan yoldan da kaybolur. Her yer O’na yol olur. Her yolda da O’nu bulur. LÂşey olan her şeyde O’nu bulur. O’ndan olur, O’nunla olur. Vesselam”

Şeyh-i LÂŞEY




__________________