MUSLUMANIN ALIŞ VERİŞ KULTURU, KAPİTALİZM'İN BEKLENTİLERİNE CEVAP OLMAMALIDIR:




Muslumanın alış veriş anlayışı, ihtiyaclarını karşılamaya yoneliktir. Zevk icin alışveriş yapmaz.

İhtiyaclarını karşılarken kendi kişiliğine ve beğenisine uygun secimde bulunabilir.

Bu iki durum hep karıştırılır ve itiraz konusu olur. Elbette Muslumanların da beğenisi ve tercihi olur ve ona gore kendisine lazım olan eşyayı satın alır.

Kapitalizm ise, insanları "tuketici" olarak gorur ve o insanların ihtiyaclarını sınırsız kabul eder. "Tuketicilerin ihtiyacları sınırsızdır" anlayışıyla piyasaya mal suren Kapitalizm, toplumun beğeni ve tercihlerine yon verir.

Bunu da "moda" denen bir akımla gercekleştirir. Moda; belirli bir zaman etkin olan toplumsal beğeni yada herhangi bir şeye gosterilen aşırı ilgi diye tanımlanabilir.

Kapitalizm, toplumdaki bireylerin ihtiyaclarını karşılarken lukse kacmalarını, pahalı mallara ilgi gostermelerini, zaman icinde ellerindekileri yenileriyle değiştirmelerini, yeni model, yeni tasarım, yeni teknolojiye rağbet etmelerini ister.

Bir de ihtiyacı olmayan eşyaları almaları gerektiğini soyler. Bu durumda pantolonun ve eteğin olsa da; yeni moda olanına yonelmen gerektiğini savunur. "Eteğin olabilir ama; bu yaz şu renk, şu model, şu tasarımlar moda" der.

Modaya uymayı da modern olmanın gereği gibi gosterir. "Gerici, geri kafalı, cahil" damgası yememek icin, pek cok kimse; dinine, inancına, duşuncesine, zevkine uymasa da modanın emrettiği şekle girer ve "al!" dediğini almak zorunda hisseder kendisini!

Bir coğrafyadaki insanların beğenisi butunuyle bu şekilde aynı olabilir mi?

Herkesin kendisine gore zevk ve anlayışı vardır. Nasıl olur da tum toplum bir beğenide birleşebilir. Oysa insanların harcama, estetik ve guzel anlayışları birbirinden farklıdır.

Ama artık bu noktada birey kendi beğenisinden vaz gecer, toplumsal beğeniyi onemser ve dikkate alır.

Bir şey alırken yanındakilere "bu nasıl?" diye sorar; "guzel, sana yakıştı" derlerse alır. "Sana yakışmadı" denirse asla o eşyayı almaz!

O kimse, bir ihtiyacını karşılarken, kendi zevkine gore karar vermiş olsa hemen alışverişi yapacak, zaman kaybetmeyecektir.

Ama moda kalıbına uygun yaşayan bir kimse artık, kendi zevk ve duygularıyla yaşamamaktadır. Kendisini başkalarına beğendirmeye şartlandırılmıştır.

Kapitalizm bu şartlandırmayı, moda putunu topluma empoze ve enjekte ederek sağlar.

Bu buyuk başarıyı da reklam ve tanıtımlarla gercekleştirir. Bu uğurda hicbir harcamadan, maddi ve manevi fedakÂrlıktan kacınılmaz.

Bu amaca hizmet edenlere de pastadan minik bir pay verilmesi, bu konudaki başarıyı hızlandırır. Aslan payını ise Kapitalist sermayedarlar kapar!

Sonucta "tuketici, tuketen" diye ifade edilen eşref-i mahlukÂt olan insan israfa yonelir ve devamlı harcar.. Bu harcamaların akarı da Kapitalizm'in havuzunda toplanır. O havuza ulaşıncaya kadar kısmen el değiştiren paralar, havuza varıncaya kadar defalarca elden ele dolaşır; netice de ihtiyac ve zevk uğruna yapılan son bir harcamayla yine gideceği yere ulaşır! Birey sil baştan, tekrar calışmaya koyulur; cunku alınacak cok şeyler vardır! Hatta kazanmadan harcamalı! Yeni moda urunler cıkmış; onları taksitle almalıdır!

Boylece Kapitalizm'in bir gerceğini daha keşfeder insan, kazanmadığın paraları harcamalısın.

"Nasılsa kazanacaksın" der, Kapitalizm..

Bu şartlandırmaya heveslenen tuketicilerini "peşin peşin al, taksit taksit ode!", "hemen al, sonra ode!" diyerek kandırır.

İhtiyacı olmadığı halde yeni model araba almasını teşvik eder. "Nasıl alacağım?" diye sıkıntıya duşurduğu tuketicisine hemen yardım elini uzatır(!) ve duşuk faizle kredi imkÂnı sağlar!

Bu ve benzer şekillerde Kapitalizm, israf duşkunluğunu korukleyerek, zevkleri ve modayı putlaştırarak modern koleler icad eder!

Musluman ise, marka bağımlısı değildir. Modayı da takip etmez. İhtiyacı olcusunde alışveriş yapar. O bilir ki, insan nefsi hicbir şeyden doymaz ve dahasını ister! İnsanın iki vadi dolusu altını olsa; ucuncusunu ister! İnsanın gozunu ancak toprak doyurur/doldurur.

Ama Musluman bu şekilde acgozlu olamaz, nefsine kolelik etmez; o, nefsini Allah'ın iradesine teslim eder. Moda ilahlarına değil..

İslam'ı Selef'ten oğrenir ve her konuda onları ornek alır. Peygamber ashabı, hurma bahcesinde namaz kılarken gozu hurmalıkların ihtişamına kaydı diye, o sulak ve verimli hurmalığı hemen infak ediyor! Ya biz?

Alış verişte ticaret tezgahında onumuze konan onca dunyalığı kucumsuyoruz ve hep dahasını ve en modernini bekliyoruz! Bu mu nefisten gecmek?

Nefsimiz hep "dahasını", "farklısını" istese de, imanımız bize ihtiyacımız olanla yetinme de baskın gelmelidir.

Kadınlar dunya malına karşı erkeklerden daha isteklidir. Cocuklar ise dunya malından en cok oyuncakları severler.

Hem erkek hem kadın, moda ve zevklerine esir olmamalıdır!

Kadın ve cocuktaki dunyalığa karşı ilgi ve sevgi belli olcuye kadar normal karşılanabilir; ama erkekte kadınlar icin meşru olan seviye aşırıdır!

Bir kimsenin takv seviyesini alış veriş ahlakından anlayabiliriz. Takv sahiplerinin gozleri dunya malını gorunce kendinden gecmez!

Bir şey alırken ihtiyacına odaklanır; alternatif secenekler arayışına girmez! Carşıya giderken ihtiyacı da bellidir, alacağı eşya da..

Bir kadının onune bir elbise getirsen belki beğenir; o elbiseden farklı on elbise getirsen gozu onlara kayar ve secmek icin zorlanır..

Kadın ve cocuk icin bu durumlar meşru bir seviyede normaldir. Ama evin reisi olan, kendisine idarecilik bahşedilen erkek, boyle olmamalı!

Bu ifademizden kadın icin, dunyalığa duşkunluğunu ve mal sevgisini meşru gorduğumuz anlaşılmamalı! Normal karşıladığımız seviye, saliha bir kadında fıtrattan gelen kontrol edilmesi guc olan mal sevgisidir.

Ashabın hanımlarının coğu bu duygularını kontrol etmişlerdir ama biz elimizdeki imkÂnları esas almalıyız.

Erkeklerin hanımlarını bazı mubah isteklerinden dolayı suclamalarını ve onları mahrum etmelerini doğru bulmuyorum.

Siz hanımınıza ashabın hanımlarının ahlak ve sîretini oğretin, onlar ne yapacaklarını, size sormalarına gerek kalmadan bilecekler ve yapacaklardır!

Bakın, dunya hayatını Rabbimiz nasıl ifade ediyor: "Dunya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise takv sahipleri icin daha hayırlıdır. HÂl akıllanmayacak mısınız?"
(En'Âm: 32)

Takv sahiplerinin dunya ve dunyalıklarla munasebetinde asıl onemli olan ahiret hesabı ve ahiret sevabıdır.

Hatta En'Âm:32'ye gore dunya hayatında oyun, oyalanma ve eğlenceye dalıp ahirete hazırlık yapmayanlar, aklını kullanmayanlardır.

Demek ki dunya hayatı, ahiret hayatına nispetle sanki bir oyun, eğlence ve oyalanma gibidir.

Aslında dunya, ahiret yolcusunun ebedi hayata giderken dunya denen mekanda dinlenmesinden ibarettir. Yaptıkları da gecici moladaki işlerdir.

İnsan, yolculuk esnasında mola verdiği yere ne kadar onem verir ve oraya tekrar donmeyecekse hangi işleri yapar?

Sadece gideceği yere faydası olacak işleri yapar değil mi? Orneğin yakıt ikmali gibi.. İhtiyacları karşılamak gibi.. Azık temin etmek gibi..

Musluman da dunyada aynen bir yolcu gibidir. Yol belli, yolcu belli ve istikamet bellidir...

Mola verilen yerlerde boşuna zaman gecirmek yerine hedefe sÂlimen varmak adına guzergÂha kilitlenmelidir.

Molada oyun, eğlenceye zaman ayırılmaz, gereksiz davranış ve işlerden kacınılır!

Konumuzu tekrar hatırlatırsak; konumuz, israftan sakınmak, dunya malına esir olmamak, dunya mallarının meşguliyetiyle Allah'ın zikrinden kopmamak ve kanaatkÂr olup ihtiyacla yetinmektir.

Ve sadece Muslumanların değil; herkesin hassas olduğu bir konu, Kapitalizm'e boğaz tokluğuna işcilik yapmamaktır!

Konumuzun amacı; her işcinin, calışanın, hizmetlinin emeğinin karşılığını tam alması ve emek israfını ve istismarını onleme amacına matuftur!

İş gucu ve emek gercek değerini bulursa; yatarak rant elde edenler, parayla para kazananlar, ekonomik gucleriyle fakirleri somurenler, aslan payından mahrum kalacak ve Kapitalizm'in bireyler ustundeki gucu kırılacak, piyasaya soz gecirme iktidarı bitecektir! Boylece piyasanın talebini arz değil; bireylerin tek tek ihtiyacları belirleyecektir..

Dunyayı bir mola yeri, istirahatgÂh olarak kabul ettiğimiz de gereksiz harcamalar yapılmaz, demiştik. Hatta mola suresi sınırlı olduğu icin boş ve gereksiz işlerden uzak durulur. Cunku yolcu icin zaman ve para onemli olduğu icin, bunlar ekonomik olarak kullanılmaya ozen gosterilir. Taşınması guc olan, gereksiz eşyalar satın alınıp, boşu boşuna yuk edilmez!

Hele de yolcular, moda veya farklı diye bircok eşyaya iltifat eder mi? Eşyaları kargoyla yada bir vasıtayla goturme imkÂnınız olmadığını hatırlatmak isteriz!

Orneğin; yolculuk esnasında dağ başında, colde yada ormandasınız bir arabaya ihtiyacınız var, markası şu olsun, modeli bu olsun der misiniz?

Hayır, demeyiz değil mi? Cunku bizim icin onemli olan o esnada bir vasıtadır, markası, modeli, rengi yada ozellikleri onemli değildir.

Bizi gotursun yeter diye duşunuruz.. Gercekten de oyledir. Amacımız bir vasıtadır; bu vasıta araba, otobus, tren, ucak olmuş fark etmez.

Gecmişte de at, eşek, kağnı, kervan, at arabası, fayton, sal, tekne, gemi gibi vasıtalarla gidilecek yere ulaşılırdı. O devirlerde kimse ucak istemezdi! Şimdi ise, adamın ucağı varsa 'helikopterim yok' diye ağlıyacak neredeyse!

İnsanın onunde nimet, ne kadar artarsa artsın, o kadar cok şukredip, kanaatkÂr olmalıdır. Ama tam tersine daha cok acgozlu olmaktadır.

Mesela; yolculuk yapıyorsun bir heybeye ihtiyac var; yol uzerinde buldun, heybenin şu desenlisini, antikasını, şu rengini arar mısın?

O esnada ne denir? Heybe heybedir, işimizi gorsun yeter..

Neden boyle deriz? O an kendimizi yolcu hissettiğimiz icin..

Ya şimdi neyiz?

Peygamberimiz bir Hadisinde: "Dunyada bir garip yada bir yolcu gibi ol ve bir de kendini kabir ehlinden say!" (Tirmizi) buyurmuştur.

Musluman dunyada gariptir; cunku dunyanın yerlisi değildir. Yolcudur; cunku ahirete gitmektedir. Kabir ehlidir; cunku mutlaka oraya girecektir!

Dunyanın koşturmacası, debdebesi, cazibesi, albenisi, bol ışıklı goruntuleri icindeyken bu uc noktanın şuurunda yaşayanlar muttakilerdir..

Bazı arkadaşlarımız, ‘insanın malla munasebeti’ konusu bu kadar onemli mi, diye duşunebilir..

Cevap olarak Peygamberimizin bir Hadis’ini zikretmekle yetinelim:

Ka’b bin Iyaz (ra)’dan rivÂyet edildiğine gore; Rasûlullah aleyhisselÂm'ı şoyle derken işitmiştir:

"Her ummetin bir fitnesi (imtihanı) vardır, benim ummetimin fitnesi ise maldır”
(İbn MÂce, Fiten 18)

Hayatın imtihan cihetiyle bir cok mucadele boyutu varken; mallarla imtihan olduğumuz gerceğini unutmayalım!

Rabbimiz bizim dunyadaki imtihanımızı şoyle anlatıyor:

"Mallarınız da evlatlarınız da sizin icin ancak bir imtihandır (fitnedir). Buyuk mukÂfat ise Allah katındadır."
(TeğÂbun: 15)




Kaynak Gostererek Site ve Forumlarda Yayınlayabilirsiniz.

Boylece; siz de, bu yaptığımız calışmamızın
sevaplarına ortak olabilirsiniz..

(Yusuf Semmak)

__________________