Eminim bir kısmınız İstanbul'a geldi veya orada yaşıyor. Ve yine eminim ki bir coğunuz Dikilitaşlar'ı duydu. İstanbul'un tam orta gobeğinde, eskiden "At Meydanı" veya "Hipodrom"; bugunlerde ise "Sultan Ahmet" meydanı dediğimiz yerlerde ucları sivri nesneler bulunurdu. Dikilitaş denilen bu eserler, nerelerden getirilmiş ve bu meydana neden dikilmişti.. bunu hic merak ettik mi?
Merak ediyor ve bilmiyorsanız buyurun seyahatimize. Yolculuğumuza Mısır'dan başlıyoruz.

18. Sulale kuruluyor: MO 1770-1570 yılları arasındayız. Eski Mısır buyuk bir tehlike yaşıyor. Ekonomide, askeriyede ciddî bir durgunluk var. Derken Kafkaslar'dan inen ve Mısırlılar'ın (Heka-Heswut), Yunanlılar'ın ise (Hyksos) ismini verdikleri Hurlar'ın bir kolu olan Hiksoslar Mısır'ı işgal ediyorlar. Mısır'a kuzey doğudan giren Hiksoslar deltaya tamamen hakim oluyorlar. Mısır'da Avaris şehrini kurup kendilerine merkez ediniyorlar. Askerî bakımdan bu başarıyı gosteren Hiksoslar kulturel manada Mısır'ı bir turlu etkileyemiyorlar. Ve Mısır icten ice teşkilatlanmaya başlıyor. Ozellikle Teb firavunları bu teşkilatlanmayı hızlandırıyorlar. Nitekim I. Ahmes 1570 senesinde Hiksoslar'ı yenilgiye uğratmayı başarıyor ve onları Mısır'dan kovuyor. I. Ahmes boylece Teb şehri prensi sıfatıyla 18. Sulaleyi kuruyor.

Altıncağ başlıyor: Bu devir Mısır tarihinin en gorkemli zamanıdır. İşte bu yuzdendir ki Mısır firavunları icraatlarını ilÂn etmek istemişler ve bunu da tahmin edeceğiniz uzere dikilitaşlarla dile getirmişlerdir. Yeni imparatorluk diye de isimlendirilen bu devrin, onde gelen isimlerinden biri de II. Thutmossis (1527-1503)'dir.

Thutmossis ve eşi Hat-Şeb-Sut zamanında imar faaliyetlerine ağırlık verilmiş Karnak Tapınağı'na bircok ilÂve yapılarak iki de sutun diktirilmiştir.

Fakat bizi asıl ilgilendiren firavun o değildir. Diktirdiği sutunlar bugun dunyanın dort bir yanına dağılmış olan firavun III. Thutmossis'dir.

III. Thutmossis (1502-1447): Yarım asırdan fazla Mısır Tahtı'nda kalan III. Thutmossis geniş capta fetih hareketlerinde bulunmuş, butun komşu devletlere ustunluğunu kabul ettirmiştir. Hatt Kıbrıs Kralı'nı bile itaatine almayı başarmış, ulkesini refaha kavuşturarak bir cihan devleti haline getirmiştir. Bundan sonra III. Thutmossis de kendi icin taş dikmek istemiştir. Hemen bu taşların yapımına başlanır. Dikilitaşlar uc kısımdan oluşmaktadır: Zirve, govde ve kaide. Zirve kısmı daima sivri yapılır ve madenle kaplı olurdu ki bu da onun yağmur ve ruzgÂra karşı aşınmasını engellerdi. Govde kırmızı granit taşından imÂl edilmişti. Kaidesi ise, buyuk bir blok hÂlinde dort koşe sağlam bir kaya parcasından imÂl ediliyordu. Evet artık dikilitaş hazırdı. Sıra uzerine yazılacak yazıya gelmişti.

Herşey konuşur; dikilitaşlar'da: (İstanbul'a getirileni inceleyecek olursak) Bu taşın uc kısmında III. Tutmossis'in Tanrı Amon-Ra'ya dua eder vaziyetteki tasviri kazınmıştır. Esas cephesinde ise (yani Alman ceşmesine bakan kısmı); III. Thutmossis'in buyukluğu, onun her iki tacın yani aşağı ve yukarı Mısır'ın hakimi olduğundan, Tanrı Ra gibi krallığının da baki kalacağı anlatılır. Kendisinin Tanrı Ra tarafından secildiğinden ve ebedî hayatı kazanmak amacıyla babası Ra'ya bu kırmızı granitten taşları diktiğinden bahseder. Bu yuzun tam arkasında ise "Kendisine ana Tanrıca Ma'at tarafından tac giydirildiği ve her iki ulkenin de sevgilisi olduğu, ulkenin sınırlarını yerin boynuzu (Naharina) yani Dicle ve Fırat nehirlerine kadar genişlettiği anlatılır. Kuzeybatı tarafında ise "Tanrı anası Neith'in kollarında kral olmak icin yetiştirildiğini, butun ulkeleri fethettiğini, uzun omurlu olduğunu anlatır. Son olarak bu yuzun arka tarafında bazı tekrarlarla birlikte Naharina'ya buyuk bir ordu ile gidip orada buyuk caplı bir zafer kazandığı yazılıdır. İşte İstanbul'daki dikilitaşın soyledikleri bunlar. Peki bu dikilitaşlar nicin İstanbul'a getirilmiştir?

Mısır'dan Konstantinapolis'e: Tarihin ilk cağlarında bugunku İtalya'nın Roma şehrinden taşarak, once Avrupa, sonra da Balkanlar'a, Anadolu'ya ve Orta Doğu ile Mısır'dan Kuzey Afrika'yı ele geciren bir devlet vardır. Roma İmparatorluğu ismini verdiğimiz bu devlet başkent Konstantinapolis'te hukumranlığının timsali bir alan oluşturma cabasındadır. Hakim olduğu toprakların her birinden getirilen abidelerle suslu bir alan. Bir bayram yeri, bir gosteri merkezi. Burası eski adıyla "Hipodrum" yeni adıyla Sultan Ahmet Meydanı'ndan başka bir yer değildir. İmparator Theodosios işte bu hukumranlığın nişanesi olarak hakim olduğu Mısır topraklarından ulkesinin başkenti Konstantinapolis icin getirteceği abideyi secmişti bile. Bu abide, uzerinde III. Thutmossis'in, hukumranlığının Tanrı Ra gibi olumsuz olacağını yazdığı meşhur dikilitaştan başkası değildir. Kırmızı granitten yapılmış dikilitaş gemiye yuklenmiş başkente doğru yola cıkmıştır. Ortalıkta ne III. Thutmossis'in hukumranlığı vardır, ne de tanrı Ra'nın olumsuzluğu. MO 390'larda İstanbul'a getirildiği tahmin edilen dikilitaş, 33 gun icinde gemiden karaya cıkarılarak Romalılar'ın unlu Hipodrom meydanına dikilmiştir. Bu dev abidenin nasıl dikildiğini merak ediyorsanız Romalılar'ın bunu da atlamadığını soylemek isterim. Zira Dikilitaşın Romalılarca yapılan mermer kaidesinin Alman Ceşmesi'ne bakan yuzunde bu taşı nasıl diktiklerini resimlerle anlatmışlardır.

Sanata dost Osmanlılar: Osmanlılar 1453 senesinde Konstantiniyye'yi aldılar ve İstanbul yaptılar. Halka dokunmayan bilakis koruyup kollayan Osmanlılar, aynı hassasiyeti Romalılar'ın bıraktığı tarihî eserlere de gosterdiler. İşte dikili taşlar bunun en onemli nişaneleri olarak bugun hÂl oylece durmaktadırlar. Osmanlı onları yok etmemiş, aksine korumuştur. Hatt Hipodrom Meydanı'nı Sultan Ahmet Camii'nin inşaatı esnasında doldurması gerektiğinde dikilitaşların etraflarına duvarlar orerek onları korumasını da bilmiştir. Yıkılma tehlikesi geciren Cemberlitaş'ın etrafına cemberler sardırmış ama asla yıktırmamıştır.

Sadece bu hÂdise bile, ecdadımızın farklı kulturlere ve bu kulturlerin meydana getirdiği eserlere karşı saygısını acıkca gostermektedir. Gunumuz dunyasında bile, milletler hÂl bu olgunluğa ulaşamamış; farklı kulturlere karşı yok edici, asimile edici yaklaşım ve anlayışları terk etmemiştir.

Milletimiz ise, tarih boyunca, hep o kendisine yakışan saygı, sevgi, ve hoşgoruye dayalı tavrını sergilemiş; birlikte yaşadığı insanların inanclarına, kulturlerine, ortaya koydukları sanat eserlerine karşı en ufak bir saygısızlık gostermemiştir. Bu anlayış, bugun bile butun insanlığın arzuladığı, hedef olarak ortaya koyduğu, fakat bir turlu gercekleştiremediği bir anlayıştır. Ayrıca bu durum, insanlığın ecdadımızın o geniş ufkuna, butun insanları, kulturleri kucaklayıcı anlayışına ne kadar muhtac olduğumuzun da en guzel bir delilidir.

(C)ALINTIDIR
__________________