)Sevgiyi ispat etmenin yolu; mutlaka bir kurumdan veya kuruluştan kimlik belgesi almaktan gecmez.
İlla ki, alnımızın ortasında bir yafta ile dolaşmamız da gerekmez.
Yaptığımız her işten nemalanabilmek adına, ondeki insanların peşi sıra dolaşıp, surekli olarak; “ağam efendim”, “paşam efendim”, “tamam efendim”, “emredersiniz efendim” nakaratları soylemeye de gerek yoktur.
Amire gore mi hareket edeceğiz, kanuna gore mi?
Gelecekte ulaşmak istediğimiz makam ve memuriyetler, hayatımızın yonunu belirlememizdeki yegÂne unsurlar mıdır? Oralara gelebilme isteği her turlu değer yargılarının daha mı ustundedir?
Duşuncelerimizi, “o ne der, bu ne der?” korkuları icinde mi ifade etmeliyiz?
Butun guzel sozler; ya bir partinin, ya bir derneğin, ya bir kurumun, ya bir vÂkıfın, ya da bir şahısın sloganı haline gelivermiştir. Bu guzel sozleri kullananlar; mutlaka o partinin, o kurumun, o vÂkıfın, o derneğin, o şahısın kadrolu birer elemanı mı sayılmalıdırlar?
Kurduğu cumlelerin icindeki kelimelerin anlamlarına bakarak mı insanların vatan ve millet sevgisinin derecesini olceceğiz? Yoksa bu memleket icin calışıp, toplumun menfaatlerini kendi menfaatlerinin daha onunde gorerek icraat yapanların performansı mı belirleyecek sevgimizin derecesini? Kimin sesi fazla cıkarsa o mu haklı olacak, yoksa “kederde ve kıvancta” aynı duyguları paylaşmak mı belirleyici bir faktor olacak?
Benim buraya yazdığım cumleler bile bir yeri mi adres gosteriyor yoksa?
Ataturk, laiklik, cumhuriyet, sosyal adalet, devrim, okul, oğretmen, katsayı, imam hatip, asker, Cankaya, irtica, demokrasi, adalet, kalkınma, buyume, duşuk enflasyon, refah, huzur, zenginlik, milliyetcilik, ulku, sosyal adalet, vatan ve millet sevgisi, Turkiye, Turk, vatandaş, dil, ırk, kimlik, başortusu, din, Kuran, imam, cami, olum, ozgurluk, tutsaklık, Avrupa Birliği, ABD, İsrail, Davos, cuval, asker, memur, para, maaş, fakirlik, zenginlik ve dahi sayısız ifadelerle meramını anlatanların, bu kelimelerin hangisini daha ağırlıklı olarak kullandıklarının tespitini yaparak mı belirleyeceğiz vatan ve millet sevgisini?
Yoksa birileri; birtakım sozcuklerin, başkasının ağzından cıktığında “bomba”; kendi ağızlarından cıktığında “zeytin dalı” anlamına geldiğini mi duşunmektedirler?
Ben “Ataturk” dersem takiyeci, sen dersen ilerici, Cumhuriyetci vatanın ve milletin yegÂne bekcisi mi oluvereceksin?
“Ataturk’un Partisi” tanımlaması, “Dinin Partisi” tanımlamasından daha ilerici bir tanımlama mıdır?
Sen Kuran’dan, peceden, carşaftan bahsedersen “irticacı”, “kara yobaz”; ben dersem, en ateşli; “ozgurluk”, “demokrasi”,insan hakkı savunucusu” mu oluvereceğim?
Derdinin dermanını sokaklarda ararken senin elindeki bayrak; vatan, millet, cumhuriyet sevgisinin bir sembolu olacak, ben alıp elime cıksam sokağa hic bir anlam taşımayacak…
Secim meydanlarında, hukumeti protesto mitinglerinde ya da herhangi bir protesto amaclı toplantıda; Şanlı Turk Bayrağımız ve Ataturk posterlerinin taşınmasının yasaklanması bu değerlerin suiistimalini onleyecek en kestirme yol olarak goruyorum.
Bayrağımızı ve Ataturk’umuzun posterini alıp, hukumete karşı yurumenin, onu “vatana ihanetle” suclamanın, ya da tersi yapılarak, muhalefetin bir tutumuna karşılık, aynı şekilde hukumet yanlılarının ya da bir başka partinin bayrak ve Ataturk posterleriyle ya da milletin ortak değeri olan bir başka değeri sembol yaparak yurumelerinin, bu ulkeye yapılacak en buyuk kotulukler olduğunu duşunmekteyim.
Bayrak ve Ataturk gibi değerler, Turkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayan insanları birleştirici, butunleştirici ortak değerlerdir. Bir birini acımasızca eleştiren, zaman zaman ellerinde bayrak ve Ataturk posterleri olduğu halde diğerini kolaylıkla “vatan hainliği” ile suclayanlar, ellerinde taşıdıkları değerleri suiistimal ederek kendi ideolojilerinin iktidara gelmesini sağlamak icin o değerleri kullanmış olmuyorlar mı?
Hangi grubun elinde daha cok bayrak var ise onlar mı “bu ulkeyi daha cok sevenler” olarak secilecekler? Son zamanlardaki guc gosterileri bu soruların sorulmasına zemin hazırlayan hadiseler değil midir?
Dune kadar devletin, “sakıncalı” olarak adlandırdığı, kimine surgunu, kimine yasağı reva gorduğu, sağdan ve soldan bircok insanın itibarının iadesini, bugune kadar gırtlağın patlayıncaya kadar savunduğun halde; dun savunduklarının, bugun sevmediğin bir yonetim tarafından gercekleştirilmesine neden burun kıvırıyorsun?
İnsanların, belli donemlerde, belli partilere yonelmesinin, tarihsel, sosyal, ekonomik ve kulturel sebeplerini bir tarafa bırakıp, son 5–6 yıldır illaki bir duşman guruh icat etme calışmaları, Turkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletine hangi katkıları sağlayacaktır?
Gercekten de vatan ve millete zarar verecek bir yonetim şekli goruyor ve boyle duşunuyorsan, o yonetimi işbaşına getirenleri ikna etmeden yapılan butun calışmaların, kimi hedef aldığının farkında mısın acaba?
Son on gundur dunyada Davos Fırtınaları esmektedir. Dune kadar “dik duruş sergilemeyen bir Turkiye”nin varlığından bahsedenler şimdi; “iyi bir cıkış oldu ama….” diyerek eski tavırlarını surdurmekte ısrar etme gayreti icindedirler. HÂlbuki “iyi oldu ama…” diyenler tabanlarının hic de boyle duşunmediğini de bilmektedirler. Buna rağmen, kurdukları cumlelerin hemen arkasına kocamana bir “ama” sozcuğu ekleyenlerin, bu tutumlarının, şahsi ihtiraslarından ote ne anlam taşıdığını da bilmeleri gerekir. “Ama” sozcuğunun, aslında, “Turkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı’nı bir yana bırakıp, Perez’in savunulması” anlamına geldiğini nasıl goz ardı ederler? En azından, oy istedikleri milletin nazarında boyle anlamlar cıkacağını ve kazanmakta oldukları oyların yeniden geriye doneceğini nasıl duşunemezler, hayretle izlenmesi gereken hususlardır bunlar.
“Turkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı” tanımlamasını yapanların bile, belli bir kalıbın icerisine sokulmasını anlamanın kolay bir tarafı olmasa gerektir.
Başkalarını, bir takım uygulamalarından dolayı “oy avcılığı yapmakla” suclayanların, yıllarca devletin bekası icin tehlike olarak gordukleri konuları son gunlerde peşi sıra gundeme getirmekte, “acılımlara” konu etmekte, uygulamakta, secim propagandalarına alet etmektedirler. Başkalarının ağzından cıkınca, bu sozlerin;“kapatma davalarına konu” olması icin var gucleriyle gayret gosterenler, soz konusu kendileri olunca hırsla ve şevkle bu konuları kullanmakta hicbir sakınca gormemektedirler.
HÂlbuki milletin; yapılan bu hareketlerin samimiyetle ilgisi bulunmadığını, ihtiyacların karşılanması amacına matuf hareketler olmadığını, acılımları nasıl değerlendirdiklerini, cıkıp koy kahvelerinde ve sokaklarda dolaşarak oğrenebilecekleri halde, oturdukları yerden projeler ureterek secim kazanmaya calışıyorlar.
Rakiplerine yaptıkları bel altı vuruşlarını; onların, vatan ve millet sevgisinin derecesini belirleme calışmalarını bıraksalar; “bunlar şoyle şoyle yaptılar ama biz gelince boyle boyle yapacağız. Onların yaptıkları iyiliklere devam edecek, yapamadıklarını ya da eksik yaptıklarını biz yapacağız” diyerek hazırlansalar, inanın kısa surede bulundukları konumdan kademe ilerlemesi yapıp, iktidar koltuğuna sıcrama yapacaklardır.
Vatan ve millet sevgisinin kimsenin tekelinde olmadığını anlamadan, bu değerleri başkasının uzerinde baskı unsuru olarak kullanma alışkanlığını terk etmeden, ulkeye hizmet etmek icin gelinecek yerlere gelinmesi cok zor, hatta imkÂnsız gorunmektedir.
Cunku “bu vatanı en cok seven, gorevini en iyi yapandır.” Bunun takdirini de elbette Turk Milleti yapmaktadır Not:Alıntıdır. [http://www.haber7.com/haber/20090209...-kimlerdir.php ] (Degerli yorumlarınız
)
__________________