******
O'nu sizlere tanıtmaya nereden başlamam gerektiğini gercekten bilemiyorum. Ancak cok iyi bildiğim bir şey var ise, o da bana meslek hayatımın en guzel, en anlamlı roportajlarından birini yapma şansı vermiş olduğu… Prof. Dr. Faruk El-Baz'ın oylesine olağanustu bir bilimsel kariyeri var ki, bunu bazı başlıkları atlayarak ozetlemeye kalksam hem sizlere hem de ona haksızlık etmiş olacağım. Ancak, ben yine de -medya dunyasının o unlu cumlesi "yerimiz sınırlı"nın ardına sığınarak- caresizlik icinde ana başlıklardan hareket etmek zorundayım.
1 Ocak 1938'de Mısır'da Nil Deltası'ndaki bir koy olan Tûk el-Aklam'da dunyaya gelen El-Baz, colu yaşam alanı edinmiş kalabalık bir ailenin uyesiydi. Belki de bu nedenledir ki "col jeolojisi" alanında sonradan dunyanın en seckin uzmanlarından birine donuşecekti.
Bir ilÂhiyatcı olan babası tarafından surekli okuması ve araştırması icin teşvik edilen El-Baz, parlak bilimsel kariyerine ilk adımı 1958'de mezun olduğu Kahire-Ain Shams Universitesi'nde attı. Bu eğitim sureci Assiut Universitesi, Missouri Mineral ve Metalurji Yuksek Okulu, doktorasını yaptığı Missouri Universitesi ve ardından da Heidelberg Universitesi ile devam etti.
Bilimsel donanımını pratik uygulamalarda kullanmaya yatkın kişiliğiyle, başarılı bir kimyager ve jeolog olarak bilimsel ununun adım adım yayılmaya başladığı bu donemde uzman sıfatıyla Pan American petrol şirketinde calışmaya başladı ve Suveyş Kanalı'nda bulunan ilk petrol havzasının keşif calışmalarına katıldı.
1967 yılından itibaren Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA'ya kabul edilerek altı yıl sureyle Apollo Ay Programı'nda cok onemli gorevler ustlenen El-Baz, bu donemde "Ay'da İniş Bolgeleri Saptama Komitesi"nin genel sekreterliği, "Uzay Gozlemleri ve Fotografik Goruntuleme Merkezi"nin baş mufettişliği, "Apollo Astronotları Ucuş Eğitim Dairesi"nin başkanlığını yaptı. Bilim tarihine altın harflerle yazılan başarılara imza attığı bu gorev doneminde, butun Apollo astronotlarına bilimsel eğitimlerini -bir Musluman bilgin olarak- bizzat o verdi. Bu anlamda bakıldığında Ay'a hic ayak basmadı, ama Ay'a ayak basan 12 mustesna adamın ardında da -adet "Yıldız Savaşları" filmindeki jedi şovalyelerinin bilge hocası Yoda gibi- hep o vardı. Sozun burasında, Apollo 15 astronotlarından Alfred Merril Worden'in kayıtlara gecen şu unlu sozunu aktararak El Baz'ın bu operasyona katkılarını bizzat oğrencisinin ağzından ozetleyelim. Worden, Ay'dan donuşunun ardından gercekleştirdiği medya soyleşilerinden birinde aynen şoyle demişti: "Kral'ın bize verdiği eğitimden sonra, Ay'dayken kendimi daha once oraya gitmiş biri gibi hissettim."
Yazı dizimizin başlığında yer alan "Kral" ifadesi de işte buradan geliyor, Yani benim uydurmam ya da alanında başarılı olmuş bir dindaşımıza yonelik hamasî bir kayırmam değil. Yaptığım on araştırmalarda El-Baz'ın rahle-i tedrisatından gecen Apollo astronotlarının ona hayranlık duzeyinde bağlı olduklarını ve kendi aralarında "Kral" lÂkabını taktıklarını oğrendim. Bu yuzden ben de onu dizimizin başlığında aynı lÂkapla andım.
Apollo Ay Programı tamamlandıktan sonra odullere boğulan ve unlu Smithsonian Enstitusu tarafından Washington'da bir "Gezegenleri Araştırma Merkezi" kurmakla gorevlendirilen El-Baz, 1973-1975 yılları arasında Ruslarla Amerikalıların uzay alanında ilk kez işbirliği yaptıkları Apollo-Soyuz projesinde de aktif gorevler aldı.
1980'lerde National Geographic Society (Ulusal Coğrafya Derneği) icin col jeolojisi uzerine araştırmalar yuruten ve bu araştırmaları derneğin unlu "sarı" dergisinde de yayımlanan Hoca'nın, ikinci uzay cağı sayılan "uzay mekikleri" doneminde ise optik konusundaki uzmanlığını konuşturduğunu, bu aracların uzayda kaliteli goruntu kaydedebilmesi icin gerekli olan geniş acılı kameraları tasarladığını goruyoruz. O gunden bugune kadar da bir suru saygın bilimsel kurumda akademisyenlik, yonetim kurulu uyeliği, yoneticilik, oduller, oduller, oduller… En sonunda da Boston Universitesi bunyesinde bulunan "Uzaktan Algılama Merkezi"nde yoneticilik…
Duz bir metin halinde bile sayfalar dolduran bu uzun biyografiyi nereden ozetleyeceğimi, El-Baz'ın hangi kurumdaki yoneticiliğini, aldığı hangi buyuk odulu on plana cıkartacağımı gercekten şaşırmış durumdayım. En iyisi durumu şoyle ozetleyip, bir an once kestirmeden kurtulayım bu gorevden: Kelimenin tam anlamıyla "aşmış" bir bilginle karşı karşıyayız! Onun benzersiz bilimsel kariyerini tam anlamıyla oğrenmek istiyorsanız, lutfen beni bu dertten kurtarın ve hic uşenmeksizin Boston Universitesi'nin web sitesinde yayımlanan şu ayrıntılı CV'sine bir goz atın. Okuduklarınız karşısında gozleriniz kamaşacak!
http://www.bu.edu/remotesensing/Facu...az/FEBbio.html
Ayrıca bir hatırlatma daha: Okuyacağınız soyleşinin ardından El-Baz hakkında daha ayrıntılı bir inceleme yapma arzusu duyarsanız, ozellikle internet taramalarında adının yazılışını Turkce'de kullandığımız gibi değil, İngilizce versiyonuyla -yani "Farouk El-Baz" olarak- girmeye ozen gosterin. Bu sayede cok daha fazla belge ve bilgiye ulaşabilirsiniz.
Beş bolum halinde sunacağımız bu soyleşiyi, Temmuz ayının son gunleriyle Ağustos ayının ilk haftası arasında internet uzerinden yaptık. Ancak, Boston ile İstanbul arasındaki bu soru-cevap yazışmalarının dışında, mulÂkatımızın oncesi ve sonrasında Hoca ile bir cok kişisel yazışmamız da oldu. Ki ben kendi adıma bu parca parca yazışmalardan bile pek cok şey oğrenmiş bulunuyorum. Aynı kulturun iki mensubu olarak iletişim kurmamızı sağlayan ortak dil -ne yazık ki- İngilizceydi. Yani, ikimizin de ana dili olmayan ucuncu bir dil. Bu nedenle, onun cevap tarzına egemen olan Muslumanca sıcaklığı ve ictenliği cevirileri yaparken de aynen yansıtmaya calıştım. Oyle ki, adımın "Ali Murat" olarak telaffuzunu daha cok sevmeme karşın, onun bana kulturel bir yakınlık duyarak surekli "Ali" diye hitap edişini de metinde aynen muhafaza ettim. Bazen, vermek istediği mesajı pekiştirebilmek icin cumlelerine Turkceye ozgu kucuk kıvraklıklar eklediğim de oldu. Cunku, bugune kadar gerek Batılı uluslardan, gerekse kendi ulusumdan bazı "yabancılara" yuzlerce yazılı soru yoneltip onlardan son derece resmî ve "celik soğukluğunda" cevaplar almış biri olarak, karşılaştığım bu sıcak uslûbun hakkını vermezsem gercekten haksızlık etmiş olurdum. "Musluman kimlik" boyle birşey işte, bu kimliği lÂyıkıyla taşıyabilenler de Ay'a insan gonderen ekibin birer uyesi olsalar bile cevrelerine karşı -fıtrattan gelen- bir sıcaklığı yansıtmayı asla ihmÂl etmiyorlar. Darısı, insanlığa ve İslÂm'a El-Baz'ın yaptığı hizmetlerin milyonda biri kadar hizmetleri olmamasına karşın kibirinden yanına varılamayanların başına!
20'nci yuzyılda İslÂm dunyasının yetiştirdiği en değerli bilginlerden biriyle, belki de birincisiyle yapılmış olan bu tarihî değere sahip soyleşiyi, benim gercekleştirirken duyduğuma benzer bir heyecan ve ilgiyle okuyacağınıza inanıyorum…
* * * - Sayın Hocam, gazetem Yeni Şafak adına yaptığım bu başvuruyu kabul ettiğiniz icin oncelikle cok teşekkur ederim. Anlatacaklarınızın hem Turkiye Muslumanları, hem de bu soyleşiden bir bicimde haberdar olup onu kendi dillerine tercume ederek okuyacak olan başka ulkelerden Muslumanlar icin son derece yararlı olacağına inanıyorum.
İslÂm dunyasında "İslÂm" ve "pozitif bilimler" arası ilişkiler sozkonusu olduğunda sizin gibi kanlı canlı, tumuyle gercek ve hepimizi gururlandıran ornekler olduğu gibi ne yazık ki bir suru hurafe ve soylenti de ortalıkta dolaşıyor. Bunlardan en unlusu de Apollo 11 astronotu Neil Armstrong'un Ay'a gittiğinde orada bir "ezan sesi" duyduğu ve bir sure sonra da İslÂm dinini benimsediği yonundeki ceyrek yuzyıllık soylenti… Bildiğim kadarıyla Bay Armstrong da sozkonusu iddiaları birkac kez kibarca yalanlamıştı. Ama buna rağmen İslÂm ulkelerinde yaşayanların onemli bir bolumu bu soylentiye inanmakta ısrar ediyor.
(Hıristiyanların ve ateistlerin, bu gibi iddiaları ortaya atan Muslumanlarla nasıl alay ettiğini gormeniz icin iki ayrı internet adresi

http://www.answering-islam.org/Hoaxes/neil.html
http://www.islamiyetgercekleri.org/c...earmstrong.htm
İslÂm dunyasını yıllardır kucuk duşuren bu bıktırıcı iddianın arka planını bir kez de sizden oğrenmek isteriz. Armstrong ile kişisel bir dostluğunuz var mı? Kendisiyle ilgili olarak turetilen bu unlu soylenti ne denli gercektir?
- Neil Armstrong'u da diğer butun Apollo astronotlarını da cok yakından tanırım. Cunku hemen hemen hepsinin Ay yuzeyine iniş eğitimlerini ben verdim. Neil'in Ay'a inişinin uzerinden tam 35 yıl gecti, ancak bugun hem onunla hem de diğer bir cok astronotla kişisel dostluklarım hÂl devam ediyor. Cunku biz bir ekip olarak 20'nci yuzyılın en onemli bilimsel atılımını gercekleştirmenin mutluluğunu paylaştık.
Bu onemli soruyla, beni de yıllardır gercekten cok rahatsız eden cirkin bir soylentiye parmak bastın sevgili Ali… Sen ve gazeten aracılığıyla hem Turkiyeli kardeşlerime, hem de bu soyleşimizden haberdar olması muhtemel diğer ulkelerden Musluman okurlara altını cize cize duyurmak istiyorum ki NEIL ARMSTRONG AYDA ASLA "EZAN SESİ" SAYILABİLECEK NİTELİKTE GİZEMLİ BİR SES DUYMAMIŞ VE BİZİM BU GORUŞMEYİ GERCEKLEŞTİRDİĞİMİZ GUNE KADAR DA MUSLUMAN OLDUĞUNA DAİR HİCBİR ACIKLAMA YAPMAMIŞTIR. Ustelik, Musluman bir bilim insanı olarak, ben onun boyle bir karar almasına hic de gerek olmadığını duşunuyorum.
Boyle ici boş dedikodular butun duyarlı Muslumanlar gibi beni de derinden yaralamaktadır. Bu tip bir sığ yaklaşımı savunanlara gore, dunyaca unlu bir kişi İslÂm dinini benimsediğini acıklarsa o zaman İslÂm "iyi birşey" oluyor ve global anlamda da saygınlığını guclendiriyor. Oysa ben inanmış bir Musluman olarak bundan daha cirkin bir yaklaşım, İslÂm'a bundan daha buyuk bir hakaret duşunemiyorum.
Neil şu anda 74 yaşında ve Ohio'da ailesiyle munzevî bir hayat suruyor. O benden 8 yaş daha buyuktur. Eğer gunun birinde kendi rızasıyla İslÂm dinine gectiğini acıklasaydı, bundan hepimiz derin bir mutluluk duyardık elbette. Pekiyi, Musluman olmadığı zaman ne olacak, 1400 yıllık İslÂm anlamını ve onemini mi yitirecek? Muslumanların dinlerine inanmak ve guvenmek icin mutlaka "Batılı" bir kanıta mı ihtiyacı var? Boyle olduğunu duşunenler zaten bu dinin yanına hic uğramamalıdır. İlla da bu şekilde gosterişli bir kanıtın golgesine sığınmak isteyenlere, sadece boyle şeylerle huzura erenlere ben kanıtın en guzelini vereyim isterseniz. Evet, tekrar ediyorum, Neil Armstrong ya da herhangi bir Apollo astronotu henuz Musluman olmadı. Ama onların hepsini tek tek yetiştirip Ay'a guvenle gonderip geri getiren eğitimcileri olarak, ben Faruk El-Baz, annemden doğduğum gunden beri Muslumanım! Oldu mu? Acaba bu kanıt onlar icin yeterli mi?
- En yetkili ağızdan duyulan bu acıklamayla, sanırım sozkonusu hikÂye de lÂyık olduğu yere, yani kent efsaneleri tarihinin cop kutusuna gider artık. Pekiyi, boyle birşey yoksa bu soylenti nasıl doğdu? Ay'daki ezan sesi hikÂyesinin ya da Armstrong'un hayÂlî Muslumanlığının doğuşuyla ilgili olarak bildiğiniz ozel bir şey var mı?
- Ne yazık ki var. Aslında bu soylentinin doğmasının -dolaylı yoldan da olsa- sebebi, benim astronotlardan Ay'a gittiklerinde yapmalarını istediğim kucuk bir jesttir. Ama nereden bilebilirdim bu masum isteğimin boyle sacmasapan sonuclar doğuracağını…
- Hocam, doğrusu cok merak ettim. Ne rica ettiniz astronotlardan?
- Apollo 15'in uc astronotundan biri, oğrencim Alfred Merril Worden'dı. Uzay araştırmalarına meraklı okurlarınız hatırlayacaklardır, Apollo ucuşları hep uclu astronot gruplarıyla yapılmaktaydı. Bunlardan ikisi "Ay Modulu" (Lunar Module) dediğimiz aracla uydumuzun yuzeyine iner ve bilimsel araştırmalarını yapar, ucuncusu ise "Kumanda Modulu"yle (Command Module) Ay yorungesinde turlar atarak onları bekler, bu arada da dunya ile irtibatı sağlar. Bu ucuşta David Scott ve James Irwin yuzeye inecek olan ikiliydi, Worden ise kumanda modulunun pilotu…
Kumanda modulu "Endeavour" Ay yorungesine girip uydumuzun cevresinde turlamaya başladığında Worden 380 bin kilometre uzaktan Houston'a seslenip raporunu vermeye başladı. Bu arada aramızda da bazı dostane telsiz konuşmaları gecti. Bir ara bana "Buradan istediğin birşey var mı Kral" gibi şaka yollu bir cumle sarfetti. Ben de "Dunyamıza Arapca olarak bir selam gondermen yeterli" dedim. Kur'an'ın dilinin Ay yorungesinde bir kez olsun yankılanmasını istemiştim o anda. Worden yıllarca suren derslerimiz sırasında benden uc-beş cumle kadar Arapca kapmıştı. Bunun uzerine ricamı kırmayarak telsizden aynen şu sozleri soyledi: "Marhaba ahle el-ard, min Endeavour aleykum salam." Yani, "İyi gunler, Endeavour'dan hepinize selam olsun ey dunya insanları".
Bu sozler, o anda Houston'daki komuta ussundeki bizler tarafından olduğu gibi dunyanın dort bir koşesinde Apollo 15'in yolculuğunu takip etmekte olan binlerce amator telsizci tarafından da canlı olarak dinlenmekteydi ve coğu Arapca bilmeyen bu kişiler eliyle derhal kayıtlara gecirildi. Sanırım sonradan iyice bicim değiştire değiştire butun İslÂm Âlemine yayıldı ve bugunku hilkat garibesi soylentiye kadar ulaştık. Ancak, ezan sesi nerede, Worden'ın bana gonderdiği bir cumlelik o dostca selam nerede? Aralarında fonetik olarak hicbir ilişki yok. Kaldı ki bu efsane Apollo 11 icin turetilmiş, yani bu olayın yaşandığı Apollo 15 ucusundan tam 2 yıl onceki bir başka ucuş icin. Aralarında kronolojik bir bağlantı da yok.
Size şu kadarını soyleyeyim. Apollo ucuşları sırasında yer kontrol ile astronotlar arasında yapılan butun konuşmaları dinleyen sayılı kişilerden biriydim ben. Eğer oradan bir yerden ezan sesi gelseydi, bir Arap olarak bunu ilk anlayacaklardan biri herhalde ben olurdum. Ama boyle bir şey asla olmadı.
Bu konuda son olarak Musluman Turk gencliğine şu tavsiyede bulunmak istiyorum: İslÂm, yuce Kur'an'da bicimlenmiş ve en iyi ifadesini bulmuş olan ilÂhî mesajıyla, gunumuzde bir milyarın uzerinde insanın bağlı olduğu eşsiz bir dindir. Ve kendisini ifade edebilmek icin başka da hicbir kanıta ihtiyacı yoktur. Kur'an'ın bizatihi kendisi en buyuk kanıttır.
- Bana da bu sozler karşısında "Allah sizden razı olsun" demekten başka bir şey kalmıyor. Yirmi yıldır kafaları karıştıran can sıkıcı bir hurafeye boylelikle son noktayı koymuş oldunuz.
Şimdiki sorum da aslında yine onceki sorumla yakından bağlantılı… Siz, hem onunde butun dunyanın saygıyla eğildiği buyuk bir bilim adamı, hem de mensubu olduğu İslÂm inancını acıkca deklare etmekten hicbir zaman cekinmemiş kararlı bir Muslumansınız. Bu yonunuzle de "Musluman bir bilim adamının sergilemesi gereken duruşa" hayranlık uyandırıcı bir ornek oluşturduğunuzu duşunuyorum.
İslÂm dunyasının halkları arasında başka dinlerden batılı bilginleri, sinema sanatcılarını ya da muzisyenleri -onlar gercekten bu dini benimsemeden- Musluman olarak kabul etmek gibi garip bir tutku var. Daha once de internet soylentileri yoluyla Anthony Quinn'i, Jacques Yves Cousteau'yu ve Michael Jackson'u gercekdışı bir bicimde Musluman ilan etmişti bazı yayın organları... Sonra da İslÂm karşıtı uluslararası yayın organlarında Muslumanların bu tavrıyla ilgili alaycı ve aşağılayıcı makaleler yayınlandığını goruyoruz. Bu da bizleri fazlasıyla uzuyor.
Hocam, bir batılı bilginin ya da populer bir sanatcının kamuoyuna Musluman olduğunu acıklamasıyla İslÂm mı yucelir ya da kazanır, yoksa doğrudan o kişi mi? Bu gibi din değiştirmelerden İslÂm adına beklentiler cıkarmak dinimizi kucuk duşurmuyor mu?
- Benim bu soruya vereceğim cevap da yine bir onceki cevabımı tamamlayıcı nitelikte olacaktır. Unlu birilerinin İslÂm'ı kabul ettiği yonundeki haberleri beklemek suretiyle imÂn etmeye ya da kararsızlıklar icinde suruklenen bir imÂnı pekiştirmeye calışmak, kanımca hastalıklı bir ruh hÂlinin yansımasıdır. Unlu -ya da tamamen unsuz- bir kişinin İslÂm dinine gectiğini acıklaması ancak "kişisel bir zafer" olabilir, bu tur bir karar İslÂm'ın ihtişamına zerre kadar katkı sağlamaz. Boyle duşunen Muslumanlar bu hastalıklı bakış acısını en kısa zamanda uzerlerinden atmalı ve ozguvenlerini kazanmalıdırlar. Onlar evrenin en değerli mesajını almış insanlardır ve bunu asla unutmamalıdırlar. Bir gun bu dunyadan gocup gideceğiz ve bizleri yaratan Allah, dunya hayatında kimin Oscarlı bir sinema oyuncusu, kimin Ay'a inmiş astronot ya da kimin Grammy odullu pop yıldızı olduğuna bakmayacak, sadece "Sana gonderdiğim son mesajı ne kadar algıladın ey kulum" diye soracak. Sanırım, gonulden inananlar icin yeterince acık bir durum bu…
__________________