Sunnetin bağlayıcılığı, ornek alınması ve kaynağının vahiy olup olmadığı konusunda bilgi verir misiniz?
Sunnet: Peygamberimiz (asv)'in yaptığı, konuştuğu, hal ve hareketlerinin tamamına sunnet diyoruz. Oyleyse hayatı boyunca yaptığı her şeye sunnet diyebiliriz.
Fıkıh kitapların da gecen sunnet kelimesi ise, daha cok “yaparsak sevabı var, yapmazsak gunahı yok” manasına geliyor. Mesela, yemeği sağ elle yemek, dişleri temizlemek, ayakta yemek yememek gibi.
Ancak sunnet kelimesini geniş anlamıyla aldığımız da Peygamberimiz (asv)'in yaptığı her şeyi icine alır. Bu durumda, Allah’ın istekleri ve yasakları da sunnetin icinde yer alır. Mesela, Peygamberimiz (asv) namaz kılmış mı? Evet; oyleyse namaz kılmak da bir sunnettir.
Şu halde sunneti bolumlere ayırmak gerekecektir.
Farz olanlar: Allah’ın mutlaka yapmamızı veya terk etmemizi istediği her şeydir. Allah’ın emir ve yasaklarını en iyi şekilde uygulayıp ornek olan Peygamberimiz (asv)'dir. Biz de ona uymak suretiyle en ust seviyede Peygamberimize uymuş oluruz. Namaz kılmak , oruc tutmak, zina etmemek, haram yememek gibi.
Vacip olanlar: Dinimizin vacipleri. Mesela gece namazını uc rekat olarak kılmak vaciptir.
Nafile olanlar: İbadetleri yaparken farz ve vaciplerin dışındaki yaptığımız şeylerdir. Mesela namaz kılarken Kur’an'dan bazı sureleri okumak farz, ama subhaneke duasını okumak nafiledir.
Adab olanlar: Bunlara da edeb diyoruz. Yemek yerken, yatarken, camiye, tuvalete girip cıkarken vb gunluk işlerimizi yaparken Peygamberimiz (asv)’e uyarsak o işi adabına uygun yapmış oluruz. Bunlara uymayan ise gunah işlemiş olmaz.
Demek ki sunneti farz, vacip, nafile ve adap diye ayırabiliriz. Sunnetin en yukseği ve en faziletlisi bu sıraya goredir.
Bunu bir insanın vucudu gibi duşunebiliriz. İnsanın yaşaması icin gerekli organları vardır. Beyin, kalp, kafa vs... İşte iman etmemiz gereken esaslar da ruhumuzun beyni, kalbi gibidir.
Vucudumuzun gozu, kulağı, eli, ayağı vs. duyu organları vardır. Farzlar da bunun gibidir. Ruhumuzun gozu, kulağı, eli, ayağıdır. Farzları yapmayan elsiz, ayaksız, gozsuz, kulaksız bir insan gibi eksiktir.
Vucudumuzda bir de parmak, kaş, sac gibi guzellikler ve susler vardır. Bunlar olmasa da yaşarız. Ama olduğu zaman daha mukemmel insan oluruz. Bunun gibi sunnetin nafile ve adab kısımları da ruhumuzun susu ve guzelliğidir. Yapsak cok sevabı var, yapmasak gunahı yok.
Ozetlersek, farz ve vacip kısımlar mutlaka yapılması gereken sunnetlerdir. Nafile ve adap kısımlar ise yaparsak cok sevabı var.
Haramların durumu ise vucudumuz icin aids, zehir ve ateş gibi oldurucu şeylere benzer. Bunlardan koruduğumuz gibi, ruhumuzu da oldurucu ve zehirleyici haramlardan korumamız gerekir.
Sunnet ve Hadislerin Bağlayıcılığı
Bu konuyu Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler, alimlerin goruşleri ve vahyi takriri doğrultusunda ele alarak işleyeceğiz.
a. Kur’an-ı Kerim: Hz. Peygamber (a.s.v)’a Kur’an-ı Kerim dışında (1) vahiy geldiğini gosteren ayetler vardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Kendi icinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kotuluklerden arındıran, size Kitab’ı ve Hikmet’i talim edip, bilmediklerinizi oğreten, (2) Allah’ın kendisine Kitab’ı ve Hikmet’i bildirdiği, (3) ifade edilen ayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.m.)’a Kitab ile beraber bir de Hikmet’in verildiği anlaşılıyor.
Atıf, ma’tufa hem benzerlik hem de muğayeretlik manasını taşımaktadır. Bu itibarla, Kitab’tan kasıt Kur’an-ı Kerim olduğuna gore Hikmet’in başka bir şey olması lazım. Bunun da sunnet olma ihtimali hepsinden once gelir.(4) Atıftan ma’tufa olan farklılığı bu benzerlik noktası ise ikisinin de Allah’ın bildirmesiyle olmasıdır ki, ikisinin de kaynağı vahiydir.(5)
2. “Hatırlayın ki, Allah size iki taifeden birinin sizin olduğunu vaat ediyordu. Siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz” (6) ayetinde belirtilen vaat, onceden Muslumanlara verilmiş ama ne olduğu ayette bildirilmemiştir. Bu da başka bir vahiyle haber verildiğinin delilidir.
3. “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir şey soylemişti. Fakat eşi bu sozu başkalarına haber verip, Allah da bunu Peygamber’e acıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirip, bir kısmından da vazgecmiştir. Peygamber bunu ona haber verince eşi, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi” dedi.”(7) ayeti acıkca Kur’an dışında vahiy olduğunun delilidir. Zira verilen sırrın ifşasına dair bir acıklama Kur'an da olmadığı halde Hz.Peygamber (asv) bunu bilmektedir. Oyleyse bunu kendi kendine bilemeyeceğine ve Allah’ın bildirdiği ifade edildiğine gore, Kur'an icine girmemiş bir vahyin varlığı acıkca ortaya cıkmaktadır.
b. Hadis-i şerifler:
1. Mikdad b. Ma’dikerib’in rivayetine gore Resulullah (a.s.v), şoyle buyurmuştur:
“...Bana Kitab ve onunla beraber onun gibisi verildi.”(8)
2. Kudsi Hadisler: (9) Bu tur hadislerde gecen, “Resulullah (a.s.v), Rabbinden rivayet ettiği hadiste şoyle buyurdu”, “Resulullah’ın (a.s.v), rivayet ettiği hadiste Allah Teala şoyle buyurdu” denilmesi ve hadislerin “Ey kullarım” diye başlaması Hz. Peygamber (asv)’e Kur’an dışında vahiy geldiğinin delillerindendir.
3. Cibril Hadisi:(10) diye bilinen meşhur hadise. Cebrail (a.s) beşer suretinde gelmiş ve bazı sualler sorarak cevap almış, Hz. Peygamber (a.s.m) de ashabına, bunun Cebrail (a.s) olduğunu ve dini oğretmek icin geldiğini bildirmiştir.
4. Hz. Peygamber’in (a.s.v), "şuphesiz Rabbim Allah, bana vahyetti," (11) "ben emrolundum, nehyolundum," (12) gibi ifadeleri ve Cebrail (a.s)’ın bazı şeyleri kendisine oğrettiğini bildirmesi de, (13) Kur’an dışında vahyin varlığına acık delillerindendir .(14)
Ayrıca bir Yahudi’nin sorularına cevap veren Hz. Peygamber (asv)’in “aslında bunları bilmiyordum. Ancak Allah onları bana bildirdi”(15) buyurması da konuyu destekleyen diğer bir husustur.
c. Alimlerin goruşleri:
Ashab-ı Kiram (r.a.) Peygamber Efendimiz (a.s.v)’ın uygulamalarından, izahlarından ve ifadelerinden Kur'an dışında vahiy aldığını biliyorlardı. Bunu bircok defalar ifade etmişlerdir. Alimler de Kur'an, hadis ve ashabın ifadeleri doğrultusunda sunnetin kaynağı hakkında fikir ve beyanda bulunmuştur, hepsi olmasa bile sunnetin kaynağının vahye dayandığını ifade etmişlerdir.
Aişe (r.anha) validemiz, Hz. Hatice (r.anha) hakkında vahiy geldiğini ifade eder ve O’na cennetten bir koşk verildiğinin bildirildiğini soyler.
Rivayetlerde gecen, Cibril, Kur’an’ı indirdiği gibi sunneti de indirdi.(16) Ayrıca komşuya iyi davranmayı, abdest almayı, namaz kılmayı, telbiyenin yuksek sesle yapılmasını, kutlu akik vadisinde namaz kılınmasını, namazların vakitlerini, ummet-i Muhammed’in (a.s.m) gireceği cennet kapısını, seyyidu’s-şuheda olan Hz. Hamza (r.a)’ın adının sema ehli tarafından levhalaştırılması (17) gibi bilgilerin Cibril (a.s) vasıtasıyla alması da Kur'an dışında vahiy olduğunu gosterir.
Tavus ise, bizzat vahiy yoluyla inmiş bulunan diyetlere dair bir yazılı metine sahip olduğunu ve zekat ve diyetle ilgili hukumlerin vahiyle geldiğini belirtir. (18)
EvzÂi, “Sana Resulullah’tan (a.s.v) bir hadis ulaştığında sakın ha başka bir şeyle hukmetme; Cunku Resulullah (a.s.v), Yuce Allah’tan bir tebliğciydi” diyerek, (19) sunnetin vahye istinad ettiğini ifade etmiştir.
Daha once de ifade ettiğimiz gibi, bu konuda onemli acıklamaları olanlardan biri de İmam Şafii’dir.(20) Konuyu ilmine guvendiği bir zata dayandırdığı ve kendisinin de kabul ettiği anlayışa gore Sunnet; ya vahiydir, ya vahyin beyanıdır, ya da Allah’ın kendisine tevdi etmiş olduğu bir durumdur. Bu da kendisine has kıldığı nubuvvete ve buna dayalı olarak ilham ettiği hikmete dayanır. Şu halde hangi durum esas alınırsa alınsın, Allah, insanların Rasullah (asv)’a itaatını emretmiş, sunnetin gereği ile amel etmelerini istemiştir. Sunnet’in Kur'an’ı acıklaması, ya Allah’tan gelen Risalet yoluyla, ya ilhamla ya da kendine verilmiş “emir” ile gercekleşir.
Aynı kanaatleri paylaşan İbn Hazm, Sunneti vahyi gayri metluv olarak ifade eder ve vahyi metluv olan Kur'an’a uymamız gerektiği gibi, ikinci vahiy olan sunnet’e de uymamızın esas olduğunu belirtir. Zira bağımlılığı ve Allah’tan olmaları bakımından ikisi de aynıdır .(21)
Gazali Hazretleri de sunnetin vahye istinad ettiğini ifade ile, vahyi ğayri metluv olduğunu belirtir .(22)
Sunnetin tamamı vahiy olarak kabul edilirse, Hz. Peygamberin (a.s.v) nasıl Kur'an’ı Kerim’i değiştiremiyorsa, sunneti de değiştiremeyeceği anlamı kendiliğinden ortaya cıkmaktadır .(23)
Kur'an gibi, sunnetin de tamamı vahye istinad ediyor, anlayışı icinde, onemli bir husus ortaya cıkmaktadır. Şayet, Hz. Peygamber (a.s.v), her hadise ve olayda, Kur'an ayeti gibi, sunnet vahyini bekliyorsa, bu durumda O’nun ictihatları, istişareleri nasıl değerlendirilecektir. Elbette vahyi beklediği zamanlar olmuş ama hayatın her safhasını boyle duşunmek ve değerlendirmede bulunmak bizi sıkıntıya sokacaktır.
İşte bu gibi durumlar bazı alimleri, sunnetin tamamının değil de bir kısmının vahye bir kısmının da ictihat ve istişare gibi durumlara dayandığı kanaatine sevk etmiştir.
Mesela İbn Kuteybe, sunnet’in kaynağını uce ayırarak şoyle der:
a) Cebrail’in Allah’tan getirdiği sunnet .(24)
b) Allah’ın Resulune (a.s.) bıraktığı; re’yini acıklamasını istediği sunnet .(25)
c) Resulullah’ın, bize Âdab icin kıldığı sunnet. Bunlar yapıldığında sevap alınıp, terkinde ise ceza olmayan sunnettir .(26)
Benzer goruşu benimseyen Hanefilerden Serahsi, Hz. Peygamber (a.s.v)’ın, re’y ve ictihat sonucu ulaştığı neticelerin, vahiy mesabesinde olduğunu belirtir:
Vahiy iki kısımdır:
1. Zahir vahiy. Bu da uce ayrılır.
a) Melek lisanıyla gelen, kulakla algılanan ve Allah’tan geldiği kesin bilinen vahiy. Bu kısım Kur'an vahyidir.
b) Kelamsız, melek tarafından yapılan işaretle Hz.Peygamber’e acıklanan vahiydir .(27)
c) İlhamdır. Bu da, Resulullah (a.s.)’ın kalbinin en ufak bir kuşkuya mahal kalmayacak şekilde ilahi te’yide mazhar olmasıdır. Onun kalbine bir nur doğar, meselenin hukmu acıkca belli olur.
2. Batınî vahiy: Buna “ma yuşbihu’l-vahy” diyen Serahsi, Resulullah’ın (a.s.v), re’y ve ictihadı sonucu ulaştığı hukumler olduğunu soyler. O’nun hata uzere bırakılmaması, devamlı vahyin kontrolunde olması gibi hususlar, bu kısımdan olan hukumleri de vahiy mesabesinde kılmaktadır. Ummetten diğerlerinin ictihadı ise, yanılma ihtimallerinin olması ve bu yanılmalarının vahiyle duzeltilme imkanı bulunmaması sebebiyle Hz. Peygamber (a.s.m)'in ictihadı mesabesinde değildir .(28)
Serahsi’nin bu acıklaması neticede Hz. Peygamber (a.s.v)’ın butun davranışlarının vahye dayandığı O’nun tashihinden gectiği anlamına gelmektedir. Zira, Hz. Peygamber (a.s.v)’ın davranışı veya sozu ya doğrudur, ya da yanlıştır. Hayatı boyunca duzeltilmişse tamam. Aynen kalmışsa onun doğru olduğu ortaya cıkar. Zira yanlışın Allah tarafından devam ettirilmesi mumkun değildir.
Şatıbi ise şoyle der:
Hadis ya saf Allah’tan gelen bir vahiydir, ya da Hz. Peygamber (a.s.) tarafından yapılmış bir ictihattır. Ancak bu durumda onun ictihadı Kitap ya da sunnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolunden gecmiştir. Hz. Peygamber’in ictihadında hata yapabileceği goruşu benimsense bile, o asla hatası uzerinde bırakılmaz, derhal tashih edilir. Sonunda mutlaka doğruya doner. Dolayısıyla ondan sadır olan hicbir şeyde hata ihtimali yoktur .(29)
Bu ifadelerden hareketle diyebilir ki, sunnetin tamamı vahiydir, diyenler pek de ifrat etmiş olmuyorlar. Zira, neticede sunnetin tamamı vahyin kontrolunden geciyor, ya ibka ediliyor ya da tashih ediliyordu. Yani vahyin kontrolune girmemiş bir uygulamanın varlığını kabul edemeyeceğimize gore netice olarak hepsinin vahye dayandığını rahatlıkla soyleyebiliriz. Ancak sunnetin tamamının vahye dayandığını soylerken bununla Rasulullah’ın devrinde tesbiti yapılan ve bize kadar sahih olarak gelen sunnetleri kastettiğimizi de belirtelim.
d. Vahyi takriridir
Sunnet’i tarif ederken bir kısmının da takriri sunnet dediğimiz, Hz. Peygamber (a.s.m) huzurunda yapılıp ta gorduğu veya duyduğu halde susması veya tasvip buyurmasıdır . (30) Yani Ashabı Kiram gerek onceki Cahiliye doneminden kalma bazı uygulamaları, gerekse kendi anlayış ifadeleri olarak yaptıkları konuşma, davranış gibi hususlardan birini Hz. Peygamber (asv), gorduğunde veya duyduğunda onları bazen duzeltiyor, bazen değiştiriyor, bazen da seslenmiyordu. Ashabı Kiram O’nun bu susmasını tasvip olarak değerlendiriyordu. Zira ummetin yaptığı bir hatayı aynen bırakması, Hz. Peygamber (a.s.v) adına uygun olmazdı. Bu sebeple O’nun susmaları bile o fiil veya sozun yanlış olmadığı anlamına geliyordu.
Ashab (r.a), Hz. Peygamber (a.s.v)’ın kontrolunde olduğu gibi, Resulullah (a.s.v) da İsmet sıfatının (31) bir gereği olarak, devamlı vahyin kontrolu altındaydı. Dolayısıyla O’nun hatasının duzeltilmeden bırakılmayacağı (32) ve bu uyarının da geciktirilmeden hemen yapılacağı (33) bilinmelidir. Bu ozelliğiyle Hz. Peygamber (a.s.v) butun insanlardan ve ictihada ehil olanlardan ayrılmaktadır. Daha peygamber olarak gorevlendirilmeden once bile bazı davranışlarından dolayı ikaz edildiği bilinmektedir .(34)
Bir defasında, Kureyş cocukları ile oyun oynarken izarını cıkarıp taş taşımak istemiş ancak bu durumdan şiddetle menedilmiştir. Yine zemzem kuyusunun tamiri icin amcası Ebu Talib’e yardım maksadıyla izarını cıkarıp uzerine taşı koymak istemiş, fakat baygınlık gecirmiştir. Kendine geldiğinde ise, uzerinde beyaz elbise olan birinin ortunmesini istediğini soylemiştir .(35)
Vucudunun gorulmesi uygun olmayan hususlar icin muhafaza edildiği gibi, o gunun toplumunda gorulen bazı nahoş uygulamalardan da korunmuştur. Kendi ifadesiyle, duğun gibi yerlerde yapılan oyun ve eğlencelere bakmak istemiş ancak onları duyamamış ve uyuya kalmış, ondan sonra da peygamberlikle vazifeleninceye kadar kotuluğe bulaşmamıştır .(36)
Henuz peygamber değilken ve ummetine ve insanlığa ornekliği kesin olarak belirtilmemişken boyle koruma altında olan bir zatın, butun yonleriyle ummetine ve insanlığa numune olduğu bir donemde muhafaza edilmemesi, hatalı ve eksik bir durum varsa duzeltilmemesi (37) duşunulebilir mi?
Nitekim Kur'an-ı Kerim’de bunun misallerini gormekteyiz.
Hz. Peygamber (a.s.v) vahyi muhafaza icin endişe etmiş, ancak Allah Teala, buna mahal olmadığını bildirerek endişesini gidermiştir .(38)
İnsanların hidayete gelmeleri, Allah’ın emrine uymaları hususunda O’nun vazifesinin yalnız tebliğ olduğu vahyin ancak Allah’ın dilemesiyle olacağı, sonucu Allah’ın dilemesine bağlı olduğu (39) gibi hususlarda uyarılmış; mağfiret dilediği amcası Ebu Talib hakkında, ikaz edilerek dua etmekten men edilmiştir . (40)
Diğer taraftan, Uhud savaşından sonra duşmanlarına lanette bulunmaktan (41) ve Hz. Hamza (r.a)’a yapılan muamelelerden sonra musle yapmak arzusundan (42) da vazgecirilmiştir.
Ayrıca, Bedir savaşında elde edilen esirlerle ilgili fidye karşılığı salıverilme fikrinden dolayı uyarılmış, (43) munafıklarla ilgili onları kazanma arzusuyla yaptığı uygulamadan men edilmiş (44) , esirlerin arzusu icin Allah’ın helal kıldığı şeyi kendine haram kılması sebebiyle de ikaz edilmiştir .(45)
Bu ve benzeri ayetler Hz. Peygamber (a.s.v)’ın yaptığı bazı tasarruflarının rızayı İlahi’ye muvafık olmadığı durumlarda tashih edildiğinin ack gostergeleridir. Allah Teala, O’nu, once muhayyer bırakıyor ve ictihat etmesini, ashabıyla istişare eylemesini istiyor. Sonucta Allah’ın rızasına uygun ise oylece kalıyor, değilse tashih ediliyordu. Nitekim, once muşrik cocuklarının babaları hukmunde olduğunu beyan edip, sonra cennetlik olduklarını soylemesi, ilk onceleri kelerin, meshe uğramış Yahudiler olduğunu soylemesi sonra bu goruşunden vahyin uyarısıyla vazgecmesi, kabir azabı hakkındaki goruşun Yahudi fitnesi olduğunu soyledikten sonra, vahyin uyarısıyla kabir azabının varlığını beyan edip, dualarında ondan Allah’a sığınması gibi hususlar , (46) Kur'an vahyi dışında da kendisinin uyarılıp tashih edildiğini gostermektedir.
İşte Resulullah (asv)’ın huzurunda yapılan veya haberdar olduğu bir fiil, hareket veya sozu yanlış olarak devam ettirmesi mumkun olmadığı ve bu tur takriri sunnetin ummet icin ornek olması kesin olduğu gibi, Allah’ın huzurunda Resulullah (a.s.v)’ın yaptığı davranış ve fiillerin de yanlış olarak devam etmesi soz konusu değildir ve butun hayatı boyunca ondan sudur eder herşey daha da evleviyetle bizim icin ornektir.
Şu halde, alim, habir, semi, basir, hakim olan Allah (c.c), Peygamber Efendimiz (asv)’den sadır olan her turlu soz, fiil ve davranışı ya tashih etmiştir, ya da aynen devam ettirmiştir. Bu dokunmayıp devam ettiği şeylere ister hanefi ulamasının dediği gibi batınî vahiy diyelim, (47) isterse takriri vahiy diyelim, neticede Hz. Peygamber (a.s.m)’in sunnetinin vahye dayandığını ifade edebiliriz.
Bundan hareketle, Hz. Peygamber (asv)’in icinde bulunduğu toplumun bazı orf ve adetlerini aynen devam ettirmesi Allah’ın kontrolunden gectiği ve bir nevi vahyi takriri olması sebebiyle, onlara sadece birer adet ve gelenek olarak bakmanın doğru olmayacağını duşunuyoruz. Zaten o uygulamaların temelden Hz. İbrahim (a.s) veya başka peygamberlere dayandığını onceden ifade etmiştik.
Şu halde Hz. Peygamber (asv)’in sergilediği davranış ve hareketler, aynıyla Cahiliye de bulunsa bile, yanlış olsaydı, mutlaka vahiy tarafından tashih edilecekti. Tashih edilmeyenler ise tasvip edilmiş demektir denilebilir.
Dipnotlar:
1- “O kendilğinden konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy ile dir.” Ayetinden kastedilenin yalnız Kur’an olduğu soyleniyorsa da, sunneti de ithtiva ettiğini belirten alimlerimiz vardır. Mesela, Elmalılı bu ayeti “O, yani Kur’an veya Onun nutku ancak bir vahiydir. Başka turlu soylenemez. Yalnızca vahyolunur.” Diye tefsir ederek Sunnetinde vahiy edildiğine işaret etmiştir. (Yazır, Hak Dini VII, 457); Krş. Kurtubî, Tefsir, XVII,84-85; Aydınlı, Abdullah, Sunnetin Kaynağı Hakkında, Din Oğretimi dergisi, Sayı37, Ank, 1992, s.48; Kırbaşoğlu, Sunnet, 236 vd.
2- Bakara, 48; Ali İmran, 164.
3- Nisa, 113; Cuma, 2.
4- Hikmet’ten kas’tın sunnet olduğunu soyleyenler icin bkz. Hasan el-Basrî, Katade, Yahya b. Kesir, (Suyuti, Miftahu’l-Cenne, s.23); İmam eş-Şafii, er RisÂle, 32,78,93.
5- Kur’an ve Sunnet’in vahiy olması, aralarındaki farkın ne olduğu sorusunu akla getirmiştir. Aralarında mahiyet farkı olmadığı bu ayetten anlaşılıyor. Ancak biri vahyi metluv, diğeri vahyi gayri metluvdur. Suyuti bu hususu şoyle ozetler: Allah’ın kelamı iki kısımdır. Allah Cibrile, “Peygamber’e Allah sana şunu şunu emrediyor, de.” Buyurur. Cibril’de muradı İlahiyi anlar ve Peygamber’e iletir. Bu aynen bir hukumdarın guvendiği birisini kendi namına elci olarak tebasına gondermesi ve elcinin de hukumdarın arzusunu kendi ifadesiyle iletmesi gibidir. Diğeri ise Allah Cibril’e “Peygamber’e git ve şu kitabı ona oku” buyurur. O da aynen harfi harfine ona okur. İşte Kur’an vahyi ikinci kısma, sunnet vahyi birinci kısma benzemektedir. Bu yuzden Sunnetin manasıyla rivayetinin de caiz olduğunu soyler. Suyuti, el-İtkÂn, I,45; Bkz, Subhi es-Salih, Hadis İlimleri, s.261-262; Karaman, Hadis Usulu, s.9-10.
6- Enfal, 7.
7- Tahrim, 3.
8- Hadisin başında, Kur’an’da bulduğumuzu alırız, onda olmayanı almayız diyecek bir takım insanların geleceğinin bildirilmesi, sonra da sunnetin verildiğinin belirtilmesi konumuz acısından onemlidir. Bkz. Ebu Davud, Sunne, 6.
9- Kudsi, ilahi veya rabbani, adıyla ifade edilen bu hadisler, Allah’a (c.c) nisbetle soylenmiştir. Hem lafzı hem de manasının Allah’a ait olduğu veya aynı diğer hadisler gibi manası Allah’tan, lafzı Peygamberimizden olduğu ancak ummetin dikkatini cekmek acısından boyle ifade edildiği gibi anlayışlar vardır. Bkz. El-Hadis, ve’l-Muhaddisun, s.18; Kavaidu’t-Tahdis, s.64 vd.
10- Bkz, Buhari, İman, 37; Muslim, İman, 1; Ebu Davut, Sunnet, 16; Tirmizi, İman,4.
11- Muslim, Cennet, 63-64; Bkz, Aydınlı, Sunnetin Kaynağı, s.50-51; Toksarı, Sunnet, s.98-99; Ebu Davud, Edeb, 48.
12- Muslim, İman, 32-36; Bkz, el-Munavî, Feyzu’l-Kadir, VI, 289-290.
13- Ornek icin bkz, Muslim, Cenaiz, 1; Tirmizi, İmam, 18; Cihad, 32.
14- Bazı araştırmacılar, vahy ifadesinin gectiği hadisleri, mana ile rivayet edildiğinden, genel olarak hadislerin vahyedildiğine delil teşkil etmeyeceğini iddia etse bile (Erul, Bunyamin, İslamiyat, C.1, s.1, s.55 vd.) bir başka makalesinde, Yuce Allah’ın Kur'an dışında, Hz. Peygamber’le iletişim icinde olmadığını soylememiz mumkun değildir. Diyerek, Rasulullah’ın tebliğ, talim, tezkiye ve beyan ile gorevlendirildiğini soyler. Ancak buna Hikmet demenin daha doğru olacağını soyler. (Erul, Bunyamin, İslamiyat, C.III, s.1., s.184.
15- Muslim, Hayız, 34.
16- Buhari, Nikah, 108.
17- Sırasıyla bkz, Suyuti, Miftah, 29; Musned, II, 85,160; Buhari, Edeb, 28; Muslim, 1,140; Ebu Davud, Menasik, 24,27; Tirmizi, Hac, 14; Ebu Davud, Salat, 2; Buhari, Bedu’l-Halk, 6; Ebu Davud, Sunnet, 9; Musned, I, 191; İbn Hişam, Sire, III, 101-102.
18- Suyuti, Miftah, 29.
19- Abdulğani Abdulhalik, Hucce, 337; Sunnet’in vahye dayandığı hususunda icma olduğu soylenir. Bk, a.e., s.338; Hasan b. Atıyye’nin de Sunnet’in Kur’an gibi vahye dayandığını soylediği rivayet edilir. Darimi, Mukaddime, 49.
20- Vahyi Metluv Kur'an, vahyi ğayri mevlut sunnet tir diyen Şafii hazretleri, Sunnetin Kur'an’ı Kerim’de gecen “hikmet” olduğunu soyler. (er-Risale, 3-4,10; el-Umm, V, 127,128.)
21- İbn Hazım, el-İhkam, 93; Krş. Kırbaşoğlu, Sunnet, s.260-261.
22- Gazali, Mustasfa, I, 83; Hattabi’nin de aynı kanaatte olduğu hk. bkz. Hattabi, Mealimu’s-Sunen, V, 10.
23- Cakan, İ.Lutfi, Hadislerde Gorulen İhtilaflar ve Cozum Yolları, İst, 1982, s.96.
24- Bir kadının teyzesiyle ve halasıyla aynı nikah altında bulunamayacağını ifade eden hadis bu kabildendir. Buhari, Nikah, 27; Muslim, Nikah, 37-38.
25- İpek elbise giymek haram olduğu halde, hastalığından dolayı Abdurrahman b. Avf’a (r.a) Hz. Peygamber’in musaade etmesini misal verir. Bkz, Buhari, Cihad, 91; Libas, 29; Muslim, Libas, 24-26.
26- İbn Kuteybe, Ebu Muh. Abdullah, Te’vilu Muhtelifi’l-Hadis, Beyrut, 1972, s.196 vd.
27- Ruhu’l-Kudus kalbime ufledi, gibi ifadeler bu kabilden vahiydir. İbn Mace, Ticaret, 2; Beyhaki, Sunen, VII, 76; Suyuti, Miftah, 30.
28- Serahsi, Şemsuddin, Usulu’s-Serahsi, Beyrut, 1973, II, 90-96.
29- Şatıbi, Muvafakat, IV, 19; Benzer goruşler icin bkz, Abdulgani, Hucce, s.334 vd.
30- Bkz, Aydınlı, Istılah, 148; Ayrıca bkz, Buhari, İ’tisam, 24.
31- Peygamberlerin sıfatlarından olan İsmet, Onların kufurden, Allah’ı bilmemekten, yalan soylemekten, hata etmekten, yanılgıya duşmekten, ihmalden, şeriatın tafsilatını bilmemekten uzak olduğu, bunlardan masum bulunduğu demektir. Hata uzere devam etmelerinin de mumkun olmadığı anlamındadır. Bkz, Gazali, Mustasfa, II, 212-214; SÂbûni, Maturidiyye AkÂidi, trc. Bekir Topaloğlu, Ank. 1979, s.212-212; Yazır, Hak Dini, IX, 6357; Abdulgani, Hucce, 108 vd.
32- Serahsi, Usul, II, 68.
33- Sabuni, Maturidiyye, 121; Abdulğani, Hucce, s.222; İbn Teymiyye’nin Peygamberlerin hata uzere bırakılmayacağı goruşu icin bkz. Abdulcelil İsa, İctihadu’r-Rasul, Mısır, ts. S.33.
34- Allah’u Teala’nın, O’nu (a.s.m) Cahiliye pisliklerinden muhafaza etmesi hk. bkz. İbn sa’d, Tabakat, I, 121; Ebu Nuaym, DelÂil, I, 129; Beyhakî, Delaîl, I, 313.
35- Ebu Nuaym, Delail, I, 147; Ayrıca bkz, Buhari, I, 96; Muslim, I, 268; Beyhaki, Delail, I, 313-314.
36- Bkz. Taberi, Tarih, II, 196; Ebu Nuaym, Delail, I, 143; Beyhaki, Delail, I, 315; Bir defasında O’nu (a.s.m) zorla bir eğlenceye goturmuşler, ancak O kaybolmuş, daha sonra ortaya cıkınca demiş ki; Beyaz ve uzun boylu bir adam bana; “Ey Muhammed! Sakın o puta el surme, geriye don” dedi. Krş. Musned, II, 68-69; Koksal, İslam Tarihi, II,117-121.
37- Geniş bilgi icin bkz. Serahsi, Usul, II, 91; Gazali, Mustasfa, II,214; Sabunî, Maturidiyye, s.121; Abdulğani, Hucce, 221-222; Abdulcelil İsa, İctihad, s.31-33; Cakan, İhtilaflar, s.96,113; Erdoğan, Sunnet, 192 vd.
38- Kıyamet, 16-17.
39- Sırasıyla bkz. Gaşiye, 21-22; Hud, 12; Kehf, 23; Kasas, 56; Yunus, 99; Şuara, 3.
40- Tevbe, 113.
41- Tirmizi, Tefsir, sure 3/12; Ali İmran, 128; Abdulcelil İsa, İctihad, s.95.
42- Hz. Hamza’nın Kulak burun gibi organları kesilmiş, ciğeri sokulmuştu. İbn Hişam, Sire, III, 101-103. Ayet icin bkz. Nahl, 126-127.
43- Enfal, 67-68. Bkz. Abdulğani, Hucce, 185.
44- Tevbe, 88, 84; Bkz. İbn Kesir, Tefsir, II, 378; Abdulcelil İsa, s.105.
45- Tahrim, 1-2.
46- Bkz. Abdulcelil İsa, İctihad, s.59-66.
47- Bkz, Serahsi, II, 90-91; Tehanevi, Muh.Ali b. Ali, Keşşafu İstilahati’l-Funun, İst, 1984, II, 1523.
sorularlaislamiyet.com
__________________
Sunnetin bağlayıcılığı, ornek alınması ve kaynağının vahiy olup olmadığı
Dini Sohbetler0 Mesaj
●36 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Sohbetler
- Sunnetin bağlayıcılığı, ornek alınması ve kaynağının vahiy olup olmadığı