Butun varlıkları Allah yarattı. Oyleyse Allah'ı kim yarattı?
--------------------------------------------------------------------------------
Zamanımızda saf zihinleri bulandırmak, korpe dimağları ifsat etmek icin ortaya atılan sorulardan biri de "Bu mahlûkatı Allah yarattı, peki ya Allah'ı -hÂşÃ‚- kim yarattı?" sorusudur.
Aynı soru muşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (asm.) sorulmuş ve bu soru uzerine Cebrail (as.), Allahu AzîmuşşÃ‚n'dan İhlÂs Sûresini cevap olarak getirmiştir. Bu sûre ile şirkin butun nevileri kokunden kesip atılıyor, tevhidin butun mertebeleri en guzel bir şekilde izah ve ispat ediliyordu. Resûl-i Ekrem (asm.) Efendimiz de bu soruyu soran kimselere yine İhlÂs Sûresi ile cevap verilmesini beyan buyurmuşlardır.(1)
Biz de Resûlulluh'a (asm.) ittiba ederek bu soruya İhlÂs Sûresi ile cevap vereceğiz. CenÂb-ı Hak İhlÂs suresinde kendisini kullarına şoylece bildirmektedir:
"De 'ki O Allah'dır, bir tektir. (O) Allah'tır, Samed'dir. Tevlid etmediği gibi, tevellud de etmemiştir. Hicbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."
Bu sûre Allah'ın varlığının, birliğinin, eşi ve dengi olmadığının en guzel, en cami, en guzel bir ifadesidir ve Kur'Ân-ı Kerîm'in tevhid noktasında bir ozeti gibidir. Bu konudaki diğer Âyet-i kerîmeler, bir bakıma bu sûrenin tefsiri hukmundedirler.
"De ki: O Allah'tır, Ehad'dir."
Âyet-i kerîmedeki Allah lÂfzı CenÂb-ı Hakk'ın zÂtına işaret etmekte, Ehad ise, O'nun birliğini ifade etmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir ki, Ehad ism-i şerifi "adet olarak" bir demek olmayıp, "yegÂne birdir", "tek birdir", "şeriksiz birdir", "kendinden başkası hep mahlûk olan bir" manasına gelir. YÂni O'ndan başka butun birler adet olarak birdirler, mahlûkturlar, mumkindirler.
CenÂb-ı Hakkın zÂtının bir olduğunu, kudsî mahiyetinin hicbir mahiyete benzemediğini, mekÂndan ve zamandan, cisimden ve cisme ait butun ozelliklerden munezzeh olduğunu ifade eder.
CenÂb-ı Hakk'ı "Ehad" olarak bilen bir insan O'nu kimin yarattığı gibi bir sorunun ne kadar sacma olduğunu hemen anlar. Boyle bir mu'mini hicbir vehim ve vesvese şupheye ve tereddude duşuremez.
"Allah Samed'dir."
YÂni, O hicbir şeye muhtac değildir, herşey O'na muhtactır. Butun istek ve arzulara cevap veren, butun ihtiyacları gideren yegÂne merci O'dur.
"Lem yelid"
Yani, Ehad ve Samed olan Allahu TeÂlÂ, evlÂd sahibi olmaktan, doğurmaktan ve bolunup - parcalanmaktan munezzehtir.
"Allahu TeÂlÂ, Ehad, Samed olduğu icin tecezzi etmez, O'ndan ne bir cuz, ne bir cevher, ne bir madde kopup ayrılmaz, cıkmaz ve O'nun cinsi, nev'i, benzeri olmaz, hicbir ihtiyacı eksiği, gediği bulunmaz. Ancak O'nun ilminde bulunan mumkinattan dilediği O'nun yaratmasıyla husule gelir. 'Ol' demesiyle olur."(2)
O Vahid-i Ehad bolunme ve parcalanmadan munezzeh olduğu icin, kendi zÂtından bir ilÂh sudur etmesi muhaldir. Mahlûkatını ilmi, iradesi, kudreti ile yaratır. Yarattığı mahlûkatın O'na denk yahut O'ndan guclu olması muhaldir.
"Ve lemyuled"
YÂni, bir başkasından doğmamıştır, sonradan olmamıştır; evveli yoktur, ezelîdir. O'nun olmadığı bir zaman tasavvur edilemez.
Bu ayet, Allahu TeÂl hakkında babalığı, analığı, başkasından doğmuş olmayı reddetmekle, başta Hıristiyanların "teslis" akidesi olmak uzere her turlu velediyet fikrini reddeder.
"Ve lemyekun lehu kufuven ehad."
YÂni, hicbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir. Merhum Elmalılı Hamdi Efendi, bu Âyetin tefsirinde şoyle buyurur:
"Ne evvelinde doğuran bir sabıkı, mafevki, ne de Âhirinde doğmuş, doğacak bir lÂhiki, matahtı olmadığı gibi, O'na kadr u şÃ‚nında beraber olacak hicbir vech ile hicbir denk, ne zÂtta, ne sıfatta hicbir musavi, hicbir mumasil; ne zıtlaşacak, ne birleşecek hicbir eş, ne arkadaş, ne rakip hicbir şerik u nazır olmamıştır ve olamaz. YÂni, ezelde olmamıştır. Ondan başka bir VÂcib-ul Vucûd daha yoktur, ezelde olmayınca sonradan lÂyezelde olması muhal bulunduğunu da ihtara hacet yoktur. Cunku sonradan olanda ne kadar kemÂl farzedilse mumkun, hadis, mahlûk olacağı icin O'na musavi, O'na beraber olamaz." (3)
Sûrenin onceki Âyetleri tevhidin butun mertebelerini ozet olarak ifade ettiği gibi, bu Âyet-i kerîme de CenÂb-ı Hakk'ın ZÂtında benzeri, fiillerinde ortağı ve sıfatında benzeri bulunmadığını beyan ile şirkin akla gelebilecek butun turlerini reddetmektedir.
İhlas suresinin kısa bir acıklamasını verdirten sonra soz konusu soru hakında şunları da ifade etmekte fayda goruyoruz:
Şu varlık aleminin yaratıcısı ancak ve ancak vucudu vÂcib, ezelî ve ebedî, zÂtında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan Allah'dır. Elbette, O ZÂt-ı Akdes hakkında boyle bir soru sorulamaz. Cunku kim yarattı sorusu ancak mahlûkat icin sorulabilir.
Allahu TeÂl Ehad'dir; birdir, zatında şeriki yoktur.
Allahu TeÂl Samed'dir. Butun mahlûkat yaratılmalarında, devam ve bekalarında, idare ve tedbirlerinde her an O'na muhtactır. Hicbir şeye muhtac olmayan O Ehad ve Samed hakkında boyle bir soru sormak O'nu tanımamanın, bilmemenin bir ifadesidir.
Allahu AzîmuşşÃ‚n doğmadan ve doğurulmadan munezzehtir. Ezelî ve ebedî olan ve kendisinden ustun bir varlık tasavvur edilmeyen O ZÂt-ı ZulcelÂl'in, bir başkasının tesiri ile, vucuda gelmesi nasıl tevehhum edilebilir?
Allahu TeÂlÂ'nın eşi, benzeri, dengi ve kufuvvu yoktur. Ne ulûhiyyetinde, ne rubûbiyetinde, ne mabudiyetinde, ne hallÂkiyetinde ve ne de hÂkimiyetinde O'na denk ve misil olacak hicbir varlık duşunulemez. Zerre kadar aklı olan bir insan boyle bir ZÂt hakkında bu celişkili sorunun sorulamayacağını bilir.
Evet, "CenÂb-ı Hakk'ı -hÂşÃ‚- kim yarattı?" sorusunda acık bir celişki vardır. Şoyle ki: Allahu TeÂl Hazretleri'nin vucudu zÂtidir. Ezelî ve ebedîdir. Eşi ve benzeri yoktur. Herşeyi yaratan ve herşeyin kendisine muhtac olduğu bir Zata yaratılma izafe edilirse celişki ortaya cıkar. Hakikatlerin zıddına donuşmesi gerekir.
"İnkılÂb-ı hakÂik, ittifaken muhaldir ve inkılÂb-ı hakÂik icinde muhal-ender muhal, bir zıddın kendi zıddına inkılÂbıdır. Ve bu inkılÂb-ı ezdad icinde bilbedahe bin derece muhal şudur ki: Zıt, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun."(4)
Soru bu hakikatin ışığında incelendiğinde şu tezatlar ortaya cıkar:
Allahu TeÂlÂ'nın -hÂşÃ‚- yaratıldığı vehmedilirse o halde, O ZÂt-ı Mukaddes'in hem ezelî, hem hadis (sonradan yaratılmış), hem HÂlık, hem mahlûk, hem sonsuz kadir, hem sonsuz Âciz, kısacası, hem ulûhiyetin sonsuz kemÂl sıfatlarına, hem de mahlûkiyetin sonsuz eksik sıfatlarına sahip olması lÂzım gelir.
Soru boyle sonsuz celişki ve zıtlıklar taşıdığı gibi, bircok imkansızlıkları da icine almaktadır. Bunlardan sadece birisi olan "Teselsulun muhaliyeti"ni nazara vermekle yetineceğiz.
Bir an icin O VÂcib-ul Vucud hakkında boyle bir soru sorulduğu farzedilse, o zaman bu soru o noktada kalmaz. YÂni CenÂb-ı Hakk'ı yarattığı vehmedilen o halikın da bir halikı, onun da halikı... sorulur. Boylece soru silsile haline sonsuza kadar gider. O hÂlde bu sorunun mahiyeti muhale, imkÂnsızlığa dayanır ve boyle bir soru sorulamaz.
Teselsulun muhal olduğuna dair bazı misaller takdim edelim:
On-onbeş vagonlu bir tren duşununuz. Bu vagonlardan herbirisini bir onceki vagon ceker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık "lokomotifi kim cekiyor?" diye bir soru sorulamaz. Zira, cekip fakat cekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.
Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı soylenecektir. Şeker fabrikasmdaki Âletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgÂhları gosterilecektir. Sonunda mes'ele bir zatın ilmine, iradesine ve kudretine dayanmazsa, tezgÂhın da tezgÂhı sorulacak ve teselsule gidilecektir.
Diğer taraftan bir elma, tabiri caiz ise, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağac ise kÂinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kÂinatın da yapılması sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kÂinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika gerekecek ve cıkmaza girilecektir.
Bir nefer emri onbaşıdan, o da yuzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır. "Ya padişah kimden emir alıyor?" şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da raiyyet derecesine iner ve emir aldığı zÂt padişah olur. Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki: "Padişah kimden emir alıyor?" diye bir soru sorulabilsin. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir hukumdar akla gelir.
Bu misÂllerden anlaşıldığı gibi, bu kÂinatın yaratılışının; zÂtı, esması ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî olan Allah'ın ilim, irade ve kudretine dayanması zaruridir.
"CenÂb-ı Hakk'ı -hÂşÃ‚- kim yarattı?" diye firavunÂne soru soranlar "teselsulun muhal oduğunu" bilmediklerini ve nefisleriyle bir demogoji yaptıklarını acığa vurmuş olurlar
.--------------------------
Dipnotlar:
(1) Hak Dini Kuran Dili, 9/6272; Fahruddin Er-RÂzi, Tefsir-i Kebir MefÂtihu'l-Gayb, Akcağ Yayınları: 23/554-555.; Suyûtî, LubÂbun-Nukûl, 11,199-211; Alusi, XXX, 27O-27I
(2) Elmalılı Hamdi Yazır H.D.K.D., Cilt 9, s. 6321
(3) Elmalılı Hamdi Yazır a.g.e., s. 6333
(4) Said Nursî, Sozler s. 65
Mehmet Kırkıncı
alıntıdır
__________________