ZANN
---------
"Zann" kelimesi Kitap'ta şu anlam cercevelerinde geciyor:
1) Telaş, endişe, korku, kızgınlık, ofke ve aşırı guven durumlarında duşunmeden yapılan zihni faaliyet (2/78, 3/154, 4/157, 6/116, 6/148, 7/66, 7/171, 10/24, 10/36, 10/60, 10/66, 11/27, 12/110, 17/52, 17/101, 18/35, 18/36, 22/15, 26/186, 28/38, 28/39, 33/10, 34/20, 37/87, 38/27, 40/37, 41/22, 41/23, 41/50, 45/24, 45/32, 48/6, 48/12, 49/12, 53/23, 53/28, 59/2, 72/7, 75/2, 84/14, 59/2, 72/7)
2) Doğrudan algılama yoluyla anlamak, sezmek, hissetmek (2/46, 2/230, 2/249, 9/118, 10/22, 12/42, 17/102, 18/53, 38/24, 41/48, 69/20, 72/12, 75/25, 75/28, 83/4)
Bunlardan başka zann kelimesinin bazı ayetlerdeki kullanışları dikkat cekiyor:
- İyi zann x kotu zann (24/12, 48/6)
- İblis’in zannı (34/20)
- Cinlerin zannetmesi (72/5, 72/12).
Cinlerin, insanların sahip olduğu duşunme kabiliyetlerinin coğuna sahip olmadıkları, fakat insanların sahip olmadığı bazı algılama kabiliyetlerine sahip oldukları anlaşılıyor. Bu konunun ayrıca araştırılması gerek.
Ayetlerde ilm ve zann kelimelerinin kontrast icinde gecmesi de dikkat cekiyor: (4/157, 6/148, 45/24/ 53/28)
Ayrıca hakk ve zann kelimeleri de şu ayetlerde bir araya geliyor: (3/154, 10/36, 53/28).
ZANN KELİMESİNİN GECTİĞİ BUTUN AYETLER
Zanne
10/24 “Dunya hayatı tıpkı gokten indirdiğimiz bir suya benzer; insanların ve hayvanların yediği arz bitkisi o su ile karıştı; nihayet arz ziynetini takınıp suslendiği ve halkı da onun [urununu devşirmeğe] kadir olduklarını zannettikleri bir sırada (= ve zanne ehluha ennehum kaadirune aleyha) emrimiz gece veya gunduz [vakti] birden ona geldi; o sanki dun hic şenlenmemiş gibi onu bicilmiş yaptık ...”
(dunya hayatı, su, zann, emr, gece, gunduz)
10/36 “Onların coğu bir zanndan başkasına tabi olmuyorlar (= ve ma yettebiu ekseruhum illa zanna); zann ise gercekden bir şey kazandırmaz (= innez zanne la yugniy minel hakki şey’a); muhakkak ki Allah onların yaptıklarını bilir (= innallahe ‘alimun bi ma yef’alun).”
(zann, tabi olmak, hakk, şey, kazandırmak)
12/42 “[Yusuf] o iki kişiden kurtulacağını sezdiği kimseye (= ve kale lillezi zanne ennehu naacin minhuma): ‘Beni efendinin yanında da an [sucsuz olduğumu hatırlat]’ dedi; fakat Şeytan o adama bunu unutturdu, boylece Yusuf birkac yıl daha zindanda kaldı.”
(Yusuf, zann, Şeytan, zindan)
21/87 “Zunnun’u [Yunus’u] da an; o [kavmine] kızıp gitmişti; Bizim kendisine guc yetiremeyeceğimizi [kacmakla kurtulacağını] zannetmişti (= fe zanne en len nakdira aleyhi); nihayet karanlıklar icinde [kalınca]: ‘Senden başka tanrı yoktur; Senin şanın yucedir, ben zalimlerden oldum,’ diye seslendi.”
(yunus, zann, kadr)
24/12 “Onu işittiğiniz zaman mu’min erkek ve kadınların nefsleriyle hayırlı bir zanda bulunup, ‘Bu apacık bir iftiradır,’ demeleri gerekmez miydi? (= lev la semi’tumuhu zannel mu’minine vel mu’minatu bi enfusihim hayra)”
(mu’minin, mu’minat, hayırlı bir zann, iftira)
38/24 “... Davud, kendisini denediğimiz hissetti de Rabbinden mağfiret diledi (= ve zanne davudu ennema fetennahu festağfere rabbehu), eğilerek secdeye kapandı ve tevbe edip [Bize] dondu.”
(Davud, denemek, zann, mağfiret, secde, tevbe)
75/28 “Ve [o olmek uzere olan insan] artık bunun ayrılık zamanı olduğunu hisseder (= ve zanne ennehul firak).”
(zann, ayrılık)
84/14 “O hic [Rabbine] donmeyeceğini zannetmişti (= innehu zanne en len yehur).”
(Rabbine donmek, zann)
Zanna
2/230 “... Allah’ın sınırları icinde duracaklarını hissettikleri takdirde [eski karı-kocanın] tekrar birbirlerine donmelerinde kendilerine bir gunah yoktur (= fe la cunaha aleyhima en yeteracea in zannaa en yukıyma hududullah).”
(zann, Allah’ın sınırları, gunah)
Zanentu
69/19-20 “Kitabı sağından verilen: Alın, kitabımı okuyun, der.”
“Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten (= inni zanentu enni mulakın hisabiye).”
(kitap, hesap, zann)
Zanentum
41/22 “Siz [gunah işlerken] kulaklarınızın, gozlerinizin ve derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz; yaptıklarınızdan coğunu Allah’ın bilmeyeceğini zannediyordunuz (= velakin zanentum ennallahe la ya’lemu kesiyren min ma ta’meluun).”
(kulaklar, gozler, deriler, şahitlik etmek, zann)
41/23 “İşte, Rabbinize karşı zannettiğiniz bu zannınız sizi helak etti; (= ve zalikum zannukum ullezi zanentum bi rabbikum erdaakum); boylece husrana uğrayanlardan oldunuz (= fe esbahtum minel hasiriyn).”
(Rabbiniz, zannettiniz, zannınız, helak olmak, husran)
48/12 “Herhalde siz zannettiniz ki (= bel zanentum), Peygamber ve mu’minler bir daha ailelerine donmeyecekler; bu [zann] sizin kalplerinizde suslendirildi; boyle zannettiniz, kotu bir zanda bulundunuz (= ve zanentum zannes sev’i) ve helak edilecek bir topluluk oldunuz (= ve kuntum kavmen buura).”
(zann, kalplerinde suslendirildi, zannettiniz, kotu zann, helak)
59/2 "Ehli Kitap'tan inkar edenleri ilk haşirde yurtlarından O cıkarmıştı; siz onların cıkacaklarını sanmamıştınız (= ma zanentum); onlar da kalelerinin kendilerini Allah'a karşı koruyacaklarını sanmışlardı (= ve zannu); Allah onlara ummadıkları yerden geldi, yureklerine korku saldı; oyle ki, evlerini kendi elleriyle ve mu'minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı; ey basiret sahipleri (= ulil ebsar) ibret alın."
(zann, basiret sahipleri)
72/7 “Onlar da sizin zannettiğiniz gibi Allah’ın kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişlerdi (= ve ennehum zannu kema zanentum en len yeb’asallahu ehada).”
(Allah, diriltmek, zann)
Zanenna
72/5 “[Cinlerden bir gurup:] ‘Biz insanların ve cinlerin Allah’a karşı yalan soylemeyeceklerini zannetmiştik (= ve enna zanenna en len tekulel insu vel cinnu ‘alallahi keziba).’”
(cinler, insanlar, yalan soylemek, zann)
75/12 “[Cinlerden bir gurup:] ‘Biz yeryuzunde Allah’ı aciz bırakamayacağımızı, kacmakla da O’nu aciz bırakamayacağımızı sezdik (= ve enna zanenna en len nu’cizallahi fil ardi ve len nu’cizehu hereba).’”
(cinler, yeryuzu, Allah’ı aciz bırakmak, zann)
Zannu
7/171 “Bir zaman da uzerlerine dağı bir golge gibi kaldırmıştık, ustlerine duşecek zannetmişlerdi (= ve zannu) ...”
(dağ, ustlerine duşmek, zann)
9/118 “Ve [seferden] geri bırakılan o uc kişinin de tevbesini kabul buyurdu; butun genişliğiyle beraber dunya başlarına dar gelmiş ve canları sıkıldıkca sıkılmış ve Allah’tan, yine kendisine sığınmaktan başka care olmadığını hissetmişlerdi (= ve zanne en la melcee minallahi illa ileyhi); Allah onların tevbesini kabul buyurdu ki tevbe etsinler, cunku Allah tevbeleri kabul eden, cok esirgeyendir.”
(uc kişi, tevbe, zann)
10/22 “Sizi karada ve denizde yuruten O’dur; gemide olduğunuzu [duşunun]; icinde bulunanları hoş bir ruzgarla alıp goturduğu ve [yolcuları] bununla sevindikleri sırada, birden şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden (= min kulli mekanin) gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını hissettikleri zaman (= ve zannu ennehum uhıyta bihim), dini yalnız Allah’a halis kılarak soyle yalvarmağa başlarlar: ‘Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan şukredenlerden olacağız.’”
(gemi, kasırga, dalgalar, zann)
12/110 “[Fakat] ne zaman ki o Elciler umutlarını kestiler ve kendilerinin yalancı cıkarıldıklarını [kendilerine vadedilen yardımın yapılmayacağını] zannettiler (= ve zannu ennehum kad kuzibu), işte o zaman onlara yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler kurtarıldı; azabımız mucrimler ulusundan asla geri cevrilmez.”
(Elciler, umut kesmek, yalancı cıkarılmak, zann)
18/53 “Mucrimler ateşi gorduler, artık icine duşeceklerini sezdiler, fakat ondan cıkış yeri bulamadılar (= ve rael mucrimunen nare fe zannu ennehum muvakıuuha ve lem yecidu anha masrifa)
(mucrimler, ateş, zann)
28/39 “O [Fir’avn] ve askerleri yeryuzunde haksız yere buyukluk tasladılar ve kendilerinin Bize dondurulmeyeceklerini zannettiler (= ve zannu ennehum ileyna la yurceun).”
(Fir’avn ve askerleri, haksız yere buyukluk taslamak, Allah’a donmeyeceklerini zannetmek)
41/48 “Onceden yalvardıkları onlardan sapıp gitmiş ve onlar kendileri icin kacış yeri olmadığını hissetmişlerdir (= ve dalle anhum ma kanu yed’une min kablu ve zannu ma lehum min mahıys).”
(onceden yalvardıkları, kacış yeri, zann)
59/2 "Ehli Kitap'tan inkar edenleri ilk haşirde yurtlarından O cıkarmıştı; siz onların cıkacaklarını sanmamıştınız (= ma zanentum); onlar da kalelerinin kendilerini Allah'a karşı koruyacaklarını sanmışlardı (= ve zannu); Allah onlara ummadıkları yerden geldi, yureklerine korku saldı; oyle ki, evlerini kendi elleriyle ve mu'minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı; ey basiret sahipleri (= ulil ebsar) ibret alın."
(Ehli kitap, zann, basiret sahipleri)
72/7 “Onlar da sizin zannettiğiniz gibi Allah’ın hic kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişlerdi (= ve ennehum zannu kema zanentum en len yeb’asallahu ehada).”
(Allah’ın kimseyi diriltmeyeceğini zannetmek)
Ezunnu
18/35 “Boylece nefsine zulmetmiş olarak bağına girdi; ‘Bunun yok olacağını hic zannetmem,’ dedi (= ve dehale cennetehu vehuve zalimun li nefsihi kale ma ezunnu en tebiyde hazihi ebeda).”
(Bağ sahibi, nefsine zulmetmek, zannetmek)
18/36 “Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum; şayet Rabbime dondurulsem bile [orada] bundan daha guzel bir sonuc bulurum (= ve ma ezunnu-s saate kaimeten).”
(Saat’in kaim olması, zann)
41/50 “Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra Biz ona bir rahmet tattırırsak: ‘Bu benimdir; Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum (= ve ma ezunnu-s saate kaimeten); Rabbime goturulmuş olsam bile O’nun yanında benim icin daha guzel şeyler vardır,’ der; Biz o nankorlere mutlaka yaptıklarını haber vereceğiz ve mutlaka onlara aşağılatıcı (= galiz) azaptan tattıracağız.”
(Saat’in kaim olması, zann)
Le ezunnuke
17/101 "Andolsun Biz Musa'ya dokuz apacık ayet vermiştik; İsrail oğullarına sor; Musa onlara gelmiş, Fir'avn ona: 'Ey Musa, ben seni buyulenmiş (= meshura) [biri] zannediyorum (= le ezunnuke)' demişti."
(zann, buyulenmiş)
17/102 "Musa dedi ki: Bu basiretleri (= besairu) ancak goklerin ve yerin Rabbinin indirdiğini bildin (= le kad 'alimte); ey Fir'avn, ben de seni mahvolmuş (= mesbura) [biri] zannediyorum (= le ezunnuke)."
(bilmek, mahvolmuş, zann)
Le ezunnuhu
28/38 “Fir’avn dedi ki: ‘Ey ileri gelenler, ben sizin icin benden başka bir tanrı bilmiyorum; ey Haman, haydi benim icin ateşte pişmiş tuğlalardan bir kule yap, belki Musa’nın tanrısına cıkarım, doğrusu ben onu yalancılardan [biri] sanıyorum (= ve inni le ezunnuhu minel kazibin).”
40/37 “[Yani] goklerin sebeplerine [erişeyim] de Musa’nın tanrısına cıkıp bakayım; doğrusu ben onu bir yalancı sanıyorum (= ve inni le ezunnuhu kaziba)’; boylece yaptığı kotu iş Fir’avn’a suslu gosterildi ve o, yoldan cıkarıldı; Fir’avn’ın planı (= keydu fir’avne) da boşa cıktı.”
(goklerin sebepleri, Musa’yı yalancı zannetmek, Fir’avn’ın planı, boşa cıkmak)
Tezunnu
75/25 “[O gun] kendisine bel kemiğini kıran [azabın] yapılacağını hisseder (= tezunnu en yuf’ale biha faakıratun).”
(azabın yapılacağını hissetmek, zann)
Tezunnune
17/52 “Sizi cağıracağı gun O’na hamdederek cağrısına uyarsınız ve [dunyada] pek az kaldığınızı zannedersiniz [hissedersiniz] (= ve tezunnune in lebistum illa kaliyla).”
(dunyada pek az kalmak, zann)
33/10 “Hani onlar ustunuzden ve altınızdan gelmişlerdi; gozler kaymış, yurekler hancerelere dayanmıştı; Allah hakkında turlu zanlarda bulunuyordunuz (= ve tezunnunne billahi-z zununa).”
(korku, Allah hakkında turlu zanlarda bulunmak)
Nezunnu
45/32 "Allah'ın vaadi gercektir, Saat'te de şuphe yoktur (= ves-saatu la raybe fihi), dendiği zaman: 'Saat nedir anlamıyoruz (= ma nedriy mes saatu), onu sadece bir zann sanıyoruz (= in nezunnu illa zanna),' demiştiniz değil mi?"
(Allah'ın vaadi, Saat, zann, idrak etmek)
Nezunnuke
7/66 “Kavminden ileri gelen inkarcılar [Hud’a] dediler ki: ‘Biz seni ahmaklık icinde (= fi sefahetin) goruyoruz ve doğrusu seni yalancılardan zannediyoruz (= ve inna le nezunnuke minel kazibiyn).”
(Hud kavmi ileri gelenleri, yalancı zannetmek)
26/186 “ ‘Sen [Şuayb] de bizim gibi bir beşersin; doğrusu biz seni yalancılardan zannediyoruz’ (= ve ma ente illa beşerun misluna ve in nezunnuke le minel kazibiyn).”
(Şuayb, beşer, yalancı zannetmek)
Nezunnukum
11/27 “[Nuh] kavminden ileri gelen inkarcılar dediler ki: ‘Biz seni de bizim gibi bir beşer goruyoruz; bizden basit goruşlu aşağı kişilerden başkasının da sana tabi olduğunu gormuyoruz; senin bize karşı bir ustunluğunu de gormuyoruz, aksine sizi yalancılar sanıyoruz (= bel nezunnukum kazibiyn).”
(Nuh kavmi, beşer, yalancı zannetmek)
Yezunnu
22/15 "Kim Allah'ın dunyada ve ahirette ona [Peygamber'e] yardım etmeyeceğini zannediyorsa (= men kane yezunnu) goğe bir sebeple uzansın (= fel yemdud bi sebebin), sonra [ayaklarını yerden] kessin de baksın, bu caresi (= keyduhu) ofkelendiğini (= ma yagiyz) giderebilecek mi?"
(gok, sebep, care, ofke)
83/4 “Onlar [tekrar diriltilip] bir araya getirileceklerini hissetmiyorlar mı? (= ela yezunnu ulaike ennehum meb’usun).”
(zann/hissetme, toplanma)
Yezunnune
2/46 “Onlar Rablerine kavuşacaklarını ve O’na doneceklerini hissederler (= ellezine yezunnune ennehum mulaku rabbihim ve ennehum ileyhi raciun).”
(zann/hissetme, Rablerine kavuşmak, Rablerine donmek)
2/78 “Onlardan [yahudilerden] ummi olanlar da vardır ki, Kitab’ı bilmezler, ancak kulaktan dolma (= illa emaniyye); onlar sadece zannederler (= ve in hum illa yezunnun)
(ummi, kitab, bilmek, zann)
2/249 “… Allah’a kavuşacaklarını hissedenler ise (= kalellezine yezunnune ennehum mulakullah); ‘Nice az bir topluluk, Allah’ın izniyle cok topluluğa galip gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir,’ dediler.”
(Allah’a kavuşacaklarını hissetmek, Allah’ın izni, sabretmek)
3/154 “… Allah’a dair haksız zann besliyorlar, cahiliye zannı icinde bulunuyorlardı (= yezunnune billahi gayrel hakki zannel cahiliyye) ve: ‘Bu emrden bize bir şey var mı?’ diyorlardı …”
(zannetmek, zann, cahiliye, emr)
45/24 “Dediler ki: ‘Hepsi bu dunya hayatımızdır, oluruz, yaşarız; bizi yok edecek olan zamandan/tabiattan başkası değildir (= vema yuhlekuna illed dehr)’; ama onların bu hususta bir bilgisi yoktur, onlar sadece zannediyorlar (= ve ma lehum bi zalike ilmin in huve illa yezunnun).”
(dunya hayatı, zaman/tabiat, bilgi, zannetmek)
Ez-zann
3/154 “… Allah’a dair haksız zann besliyorlar, cahiliye zannı icinde bulunuyorlardı (= yezunnune billahi gayrel hakki zannel cahiliyye) ve: ‘Bu emrden bize bir şey var mı?’ diyorlardı …”
(zannetmek, zann, cahiliye, emr)
4/157 “… onların bu hususta [İsa hakkında] bir bilgileri yoktur, sadece zanna tabi oluyorlar (= ma lehum bihi ‘ilmin illa itteba ez-zanne); onu yakinen oldurmediler (= ve ma kateluuhu yakıyna).”
(İsa, bilgi, zanna uymak, oldurmek, yakıyn)
6/116 “Yeryuzunde bulunan kimselerin coğunluğuna uysaydın seni Allah yolundan saptırırlardı (= yudilluke an sebilillah); onlar sadece zanna tabi oluyorlar (= in yettebiune illa ez-zanne) ve onlar sadece yalan uyduruyorlar (= ve in hum illa yahrusun).”
(coğunluğa uymak, Allah yolundan saptırmak, zanna tabi olmak, yalan uydurmak)
6/148 “[Allah’a] şirk koşanlar diyeceklerdir ki: ‘Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız şirk koşmazdık, hicbir şeyi de haram yapmazdık’; onlardan oncekiler de işte boyle yalanladılar (= kezalike kezzebellezine min kablihim) ve sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: yanınızda bir bilgi mi var, cıkarıp bize gosterseniz (= hel indekum min ilmin fe yuhricuhu lena)? Siz sadece zanna tabi oluyorsunuz (= in tettbiune illa ez-zanne) ve siz sadece yalan uyduruyorsunuz (= ve in entum illa tahrusun).”
(yalanlamak, bilgi, zanna tabi olmak, yalan uydurmak)
10/36 “Onların coğu bir zanndan başkasına tabi olmuyorlar (= ve ma yettebiu ekseruhum illa zanna); zann ise gercekden bir şey kazandırmaz (= innez zanne la yugniy minel hakki şey’a); muhakkak ki Allah onların yaptıklarını bilir (= innallahe ‘alimun bi ma yef’alun).”
(zann, tabi olmak, hakk, şey, kazandırmak)
10/60 “Allah’a karşı o yalanı iftira edenlerin kıyamet gunu hakkındaki zanları nedir (= ve ma zann ullezine yefterune alallahil kezibe)? Muhakkak ki Allah, insanlara karşı lutuf sahibidir, ama cokları şukretmiyorlar.”
(iftira, kıyamet gunu, zann)
10/66 “Dikkat et ki, goklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır; Allah’tan başkasına yalvaranlar (= yed’une min dunillah) [aslında koştukları] ortaklara tabi olmuyorlar, fakat onlar sadece zanna tabi oluyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar (= in yettebiune illa ez-zanne ve in hum illa yahrusun).”
(goklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, dua etmek, ortaklara tabi olmak, zanna tabi olmak, yalan uydurmak)
38/27 “Goğu, yeri ve ikisi arasındakileri batıl olarak [boşyere, gayesiz] yaratmadık; bu inkar edenlerin zannıdır (= zalike zannellezine keferu); ateşten vay hallerine o inkarcıların (= fe veylun lillezine keferu minen nar)!”
(gokte, yerde ve bunlar arasındakiler, yaratma, batıl, zann, ateş)
48/6 “Boylece, Allah hakkında kotu zanda bulunan (= zaaniyne billahi zannes sev’i) munafık erkeklere ve munafık kadınlara; muşrik [Allah’a ortak koşan] erkeklere ve muşrik kadınlara da [yaptıklarının karşılığı olarak] azabetsin; [muslumanlara layık gordukleri] kotulukler donup kendi uzerlerine gelsin; Allah onlara gazab etmiş, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır; orası da ne kotu bir yerdir! (= ve e’adde lehum cehenneme ve saet masiyra)”
(kotu zann, munafıklar, muşrikler, azab, kotulukler, lanetlemek, cehennem, kotu bir yer)
48/12 “Herhalde siz zannettiniz ki (= bel zanentum), Peygamber ve mu’minler bir daha ailelerine donmeyecekler; bu [zann] sizin kalplerinizde suslendirildi; boyle zannettiniz, kotu bir zanda bulundunuz (= ve zanentum zannes sev’i) ve helak edilecek bir topluluk oldunuz (= ve kuntum kavmen buura).”
(zann, kalplerinde suslendirildi, zannettiniz, kotu zann, helak)
49/12 “Ey iman edenler, zanndan cok sakının (= ectenibu kesiyren min ez-zann); cunku zannın bir kısmı gunahtır (= inne ba’de ez-zanni ismun); birbirinizin gizlilerini araştırmayın (= vela tecessesu); biriniz diğerini arkasından cekiştirmesin; biriniz olmuş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan iğrendiniz; o halde Allah’tan korkun, muhakkak ki Allah tevbeleri cok kabul eden, cok esirgeyendir.”
(zann, gunah, tecessus, arkasından cekiştirmek, olu eti yemek)
53/23 “Onlar [o putlar] sizin ve atalarınızın [tanrı] diye isimlendirdiğiniz [boş] isimlerden başka birşey değildir; Allah onlara hicbir guc indirmemiştir (= ma enzelallahu biha min sultanin); o [putlara tapanlar] sadece zanna ve nefslerinin hevasına tabi oluyorlar (= in yettebiune illa ez-zanne ve ma tehvel enfusu), oysa kendilerine Rablerinden yol gosterici gelmiştir.”
(isimlendirme, atalar, boş isimler, sultan, zann, nefs, heva, tabi olmak)
53/28 “Onların bu hususta bir bilgileri yoktur (= vema lehum bihi min ‘ilmin); sadece zanna tabi oluyorlar (= in yettebiune illa ez-zann); zann ise gercekden bir şey kazandırmaz (= ve innez-zanne la yuğni minel hakki şey’a)
(bilgi, zann, tabi olmak, gercek, şey, kazandırmak)
Zanna
10/36 “Onların coğu bir zanndan başkasına tabi olmuyorlar (= ve ma yettebiu ekseruhum illa zanna); zann ise gercekden bir şey kazandırmaz (= innez zanne la yugniy minel hakki şey’a); muhakkak ki Allah onların yaptıklarını bilir (= innallahe ‘alimun bi ma yef’alun).”
(zann, tabi olmak, hakk, şey, kazandırmak)
45/32 "Allah'ın vaadi gercektir, Saat'te de şuphe yoktur (= ves-saatu la raybe fihi), dendiği zaman: 'Saat nedir anlamıyoruz (= ma nedriy mes saatu), onu sadece bir zann sanıyoruz (= in nezunnu illa zanna),' demiştiniz değil mi?"
(Allah'ın vaadi, Saat, zann, idrak etmek)
Zannukum
37/87 “[İbrahim dedi:] Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir? (= fe ma zannukum bi rabbil alemiyn).”
(zann, alemlerin Rabbi)
41/23 “İşte, Rabbinize karşı zannettiğiniz bu zannınız sizi helak etti; (= ve zalikum zannukum ullezi zanentum bi rabbikum erdaakum); boylece husrana uğrayanlardan oldunuz (= fe esbahtum minel hasiriyn).”
(Rabbiniz, zannettiniz, zannınız, helak olmak, husran)
Zannehu
34/20 “Andolsun İblis, onlar hakkındaki zannını doğru cıkardı (= ve le kad saddaka aleyhim iblisu zannehu); iman edenlerden bir fırka haric [hepsi] ona tabi oldular (= fettebeuhu illa ferikan minel mu’minin).”
(iblis, zannını doğru cıkarmak, iman edenler, fırka, tabi olmak)
Ez-zannuna
33/10 “Hani onlar ustunuzden ve altınızdan gelmişlerdi; gozler kaymış, yurekler hancerelere dayanmıştı; Allah hakkında turlu zanlarda bulunuyordunuz (= ve tezunnunne billahi-z zununa).”
(korku, Allah hakkında turlu zanlarda bulunmak)
Ez-zanniyne
48/6 “Boylece, Allah hakkında kotu zanda bulunan (= zaaniyne billahi zannes sev’i) munafık erkeklere ve munafık kadınlara; muşrik [Allah’a ortak koşan] erkeklere ve muşrik kadınlara da [yaptıklarının karşılığı olarak] azabetsin; [muslumanlara layık gordukleri] kotulukler donup kendi uzerlerine gelsin; Allah onlara gazab etmiş, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır; orası da ne kotu bir yerdir! (= ve e’adde lehum cehenneme ve saet masiyra)”
(kotu zann, munafıklar, muşrikler, azab, kotulukler, lanetlemek, cehennem, kotu bir yer)
http://www.sakirkocabas.com/concept.html
__________________
Kur'an'a gore ZANN
Dini Sohbetler0 Mesaj
●55 Görüntüleme