BuhÂrÂ'da yetişen en buyuk velîlerden. İnsanları Hakk'a dÂvet eden, onlara doğru yolu gosterip hakîkî saÂdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen buyuk Âlim ve velîlerin on altıncısı. İsmi Muhammed bin Muhammed BuhÂrî, lakabı AlÂeddîn'dir. Doğum yılı belli değildir. 1400 (H.802) senesinde BuhÂrÂ'nın CağanyÂn nÂhiyesinde vefÂt etti.
AlÂeddîn-i AttÂr'ın babası, BuhÂrÂ'nın zengin eşrÂfından idi. Uc oğlu vardı. Bunlardan buyuk oğullarının isimleri; ŞehÂbeddîn ve HÂce MubÂrek'tir. AlÂeddîn en kucukleri idi. Babası vefÂt edince, oğullarına cok fazla mal kaldı. Fakat AlÂeddîn hic mîrÂs kabûl etmeyip, ŞÃ‚h-ı Nakşibend Muhammed BehÂeddîn-i BuhÂrî'ye talebe olmayı tercih etti. Huzûrlarına varıp hÂlini arz etti ve talebeliğe kabûl buyrulmasını istirhÂm eyledi. BehÂeddîn BuhÂrî hazretleri AlÂeddîn'e nazar ettikten sonra;
"EvlÂdım bizim yolumuzda ceşitli mihnet ve sıkıntılar vardır. DunyÂyı ve nefsini terketmek vardır. Sen bunları yapabilecek misin?" buyurunca, AlÂeddîn derhal;
"Yaparım efendim!" diye cevap verdi.
"Oyleyse bugun bir kufe elma alıp, kardeşlerinin mahallesinde sat!" buyurdu. AlÂeddîn, soylu ve tanınmış bir Âileye mensûb olmasına rağmen, kibirlenmeyerek, kardeşlerinin mahallesinde, hic kimsenin sozune aldırış etmeden, bağıra bağıra elma sattı. Ertesi gun ŞÃ‚h-ı Nakşibend'in huzûruna gelerek;
"Emirlerinizi yerine getirmeye calıştım efendim." dedi. BehÂeddîn-i BuhÂrî;
"Bugun de kardeşlerinin dukkanı onunde satacaksın." buyurdu. AlÂeddîn; "Peki efendim!" diyerek, ağabeylerinin dukkanı onunde bağıra cağıra elma satmaya başladı.
Ağabeyleri yanına gelip; "Bizi elÂleme rezil etme, para lÂzım ise, istediğin kadar verelim, mîrÂsından daha fazlasını al, fakat bu işi bırak." dediler. AlÂeddîn hic dinlemeyip elma satmaya devÂm etti. Ağabeyleri;
"MÂdem satacaksın, bizim dukkanın onunde satma, git başka yerde sat!" diye ısrÂr ettiler. O yine dinlemedi. Bunun uzerine kendisine pekcok hakÂret ederek, dovduler. Ne var ki, AlÂeddîn-i AttÂr hicbir şeye aldırış etmedi. Verilen emre gore hareket etmeye devÂm etti. Ertesi gun ŞÃ‚h-ı Nakşibend hazretleri;
"Artık bu iş tamamdır." diyerek elma satışı işini bıraktırdı ve onu talebeliğe kabul buyurdu.
AlÂeddîn-i AttÂr hazretleri anlatır: "ŞÃ‚h-ı Nakşibend hazretleri beni kabûl edince, onu o kadar sevdim ve sohbetlerinden ayrılamıyacak hÂle geldim. Bu hÂlde iken, birgun bana donup;
"Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?" buyurdu.
"İkrÂm sÂhibi zÂtınız, Âciz hizmetcisine iltifÂt etmelisiniz, hizmetciniz de sizi sevmelidir." diyerek cevap verdim. Bunun uzerine;
"Bir muddet bekle, işi anlarsın." buyurdu. Bir muddet sonra, kalbimde onlara karşı muhabbetten eser kalmadı. O zaman; "Gordun mu, sevgi benden midir. Senden midir?" buyurdu. Beyt:
Eğer mÂşûktan olmazsa muhabbet Âşıka,
Âşığın uğraşması mÂşûka kavuşturamaz aslÂ.
AlÂeddîn-i AttÂr talebeliğe kabûl edilince, canla başla calışmaya, hizmet etmeye başladı. Gece-gunduz hic boşa vakit gecirmeyip, hocasının verdiği dersleri ve vazîfeleri en kısa zamanda yapmak gayretiyle calıştı. Talebe arkadaşlarının arasında parmakla gosterilenlerden oldu. DunyÂya meylederim korkusuyla, yatacak bir doşek ve uzerine ortecek bir yorgan bile almazdı. Butun dikkatini, derslerine ve hocasının hizmetine verdi. Hocası BehÂeddîn-i BuhÂrî de onun kemÂlini, olgunluğunu, derecesinin cok yuksek olduğunu bildiği icin, birgun hanımına;
"Ey hÂtun! Kızımız bulûğa erişince bana haber ver." buyurdu. Bir muddet sonra kızının bulûğ cağına geldiğini oğrenince, AlÂeddîn-i AttÂr'ın odasına gitti. Bu sırada AlÂeddîn-i AttÂr, eski bir hasır uzerinde kitap mutÂlaa ediyor, okuyordu. Odasında, başının altına koymak icin bir de tuğlası vardı. Başka bir şeyi yoktu. BehÂeddîn-i BuhÂrî'yi karşısında gorunce, hemen ayağa kalktı. BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretleri buyurdu ki:
"Eğer kabûl edersen, evimde yeni bulûğa gelmiş bir kızım var. Seninle evlendireyim." AlÂeddîn-i AttÂr, edeble durumunu arzetti:
"Hakkımda buyuk bir lutuf ve saÂdet buyurdunuz. Fakat goruyorsunuz ki, yanımda dunyÂlık olarak hicbir şeyim yoktur." BehÂeddîn-i BuhÂrî ise;
"Benim kızım sana muyesser ve mukadderdir. Rızkınızın da, Allahu teÂlÂnın gayb hazînesinden gonderileceği bildirilmektedir. Bunun icin hic uzulme!" buyurdu.
BehÂeddîn-i BuhÂrî, talebeleriyle birlikte AlÂeddîn'e bir ev yapmak icin calışmaya başladılar. O sıcak yaz gunlerinde bir muddet calışırlar, oğle vaktinin sıcağında dinlenirlerdi. Herkes golgede istirahat ederken, AlÂeddîn-i AttÂr hazretleri guneş altında dinlenirdi. Diğer talebeler guneşin AlÂeddîn hazretlerine golge yaptığını hayretle gorurlerdi. AlÂeddîn-i AttÂr hazretleri o hÂlde iken Allahu teÂlÂnın yarattıkları hakkında tefekkur eder ve Cehennem'in şiddetli sıcağı yanında, guneşin sıcaklığının hissedilmeyeceğini duşunurdu. Bir Ân dahi Allahu teÂlÂyı unutmaz, kalbinde O'nun muhabbetinden başka bir şey bulundurmazdı. Oyle ki, butun hucreleri cenÂb-ı Hakk'ı zikreder; "Allah! Allah!" derdi.
Ev tamamlanınca, duğunleri yapıldı. Boylece iffet ve ismet sÂhibi, temiz ve edebli bir kızla evlenmiş oldu. Bu hanımından; HÂce Hasan, HÂce ŞehÂbeddîn, HÂceMubÂrek, HÂce AlÂeddîn isimlerinde oğulları dunyÂya geldi.
BehÂeddîn-i BuhÂrî, AlÂeddîn'i sohbetlerinde yanına oturtur, sık sık ona donerek teveccuh eder ve onun evliyÂlık derecelerinde yukselmelerini sağlardı. Bu durumu birgun talebeleri sorunca, onlara;
"Onu, kurt kapmasın diye yanımda oturtuyorum. Cunku nefs, dÂim pusudadır. Her Ân onun hÂli ile ilgilenmemin sebebi, onu makamların en yukseğine cıkarmak icindir. Ben onu gorunce, Allahu teÂlÂyı ve O'nun beytini (Beytullah'ı) hatırlarım. Kerîmin hÂnesinde bulunan, keremine mazhÂr olur, kavuşur." buyurdu.
BehÂeddîn-i BuhÂrî hayatta iken, butun talebelerinin yetiştirilmesini AlÂeddîn-i AttÂr'a bırakıp; "AlÂeddîn, bizim yukumuzu hafifletti." buyurdu. Sohbetinin bereketi ve guzel terbiyesi sebebiyle, cok kimseyi, kemÂl derecelerine cıkardı.
AlÂeddîn-i AttÂr, evliyÂlık makamlarında ve mÂrifette, Allahu teÂlÂnın zÂtına ve sıfatlarına Âit bilgilerde o kadar yukseldi ki: "AlÂiyye" ismi ile Silsilet-uz-Zeheb'e (en buyuk Âlimler ve velîler silsilesine) yeni bir şekil verdi. Talebelerin maksadlarına daha cabuk kavuşabilme yolunu keşfedip, o yol ile hedefe varılmasını sağladı. Buyuk Âlimler;
"Tasavvuf yollarının en yakını "AlÂiyye yoludur". Bu yolun esÂsı ŞÃ‚h-ı Nakşibend BehÂeddîn-i BuhÂrî'den, elde edilmesi ise AlÂuddîn-i AttÂr'dandır." buyurdular.
BuhÂrÂ'da bir takım Âlimler arasında, Allahu teÂlÂnın gorulup gorulemeyeceğinden konuşulmuştu. Bir kısmı Allahu teÂlÂnın gorulebileceğine mumkundur derken diğer bir kısmı mumkun değildir diye ısrar ediyordu. Hepsi de AlÂeddîn-i AttÂr hazretlerine tam inanan kimselerdi. Bir kısmı gelip, ona meseleyi acıp, siz hakemsiniz, bize doğru yolu gosteriniz dediler. HÂce AlÂeddîn onlara;
"Uc gun devamlı bize gelip, tam bir ihlÂs ve temiz bir duşunce ile sukût uzere meclisimizde oturun. Ondan sonra hukum verelim." buyurdu. Onlar da, uc gun, devamlı HÂce AlÂeddîn'in sohbetine gelip, sukût uzere oturdular. Ucuncu gunun sonunda, onlarda bir hÂl ve kendini kaybetme hÂsıl olup, dayanamadılar. Yere duşup yuvarlanmağa başladılar. Kendilerine gelince, kalkıp tam bir tevazû ile;
"Ru'yetin hak olduğuna inandık." deyip, bir daha HÂce AlÂeddîn'in hizmet ve huzûrlarından ayrılmadılar.
AlÂeddîn-i AttÂr anlatır: "Dervişlerden biri, birgun bana, kalbin nasıl olduğunu sordu.
"Nasıl olduğunu bilmiyorum." dedim. O;
"Ben kalbi, uc gunluk ay gibi goruyorum." dedi. Bunu ustÂdım ve efendim ŞÃ‚h-ı Nakşibend hazretlerine anlattım.
"Bu, onun kalbine goredir." buyurdu. Ayakta duruyorduk. Ayağını ayağımın uzerine koydu. Birden kendimden gectim. Butun mevcûdÂtı, Arş-ı a'lÂyı kalbimde bir arada gordum. Kendime gelince;
"Gorduklerini anlat." buyurdu. Anlattım. Bunun uzerine;
"Gonul budur. O dervişin sandığı gibi değil. Allahu teÂlÂya, kalbin yakın olduğu kadar hicbir şey yakın değildir. Mahlûkların en ustunu, en şereflisi kalbdir. Kalb, bilinmiyen sırlarla dolu bir Âlemdir, her şeyi kendinde bulundurur. Gorulduğu gibi kalb, her şeyden geniş bir latîfedir. Boyle olunca, onu bir kimse nasıl anlayabilir. Bunun icin hadîs-i kudsîde Allahu teÂlÂ; "Yere ve goğe sığmam, mu'min kulumun kalbine sığarım." buyurdu. Bu, derin sırlardandır." buyurdu.
"BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretleri, omrunun son gunlerinde bana kabrini kazmamı emir buyurdu. Gidip, emredildiği gibi kabri kazdıktan sonra huzûruna geldim. YÂsîn-i şerîf okumamı istediler. Diğer talebelerle birlikte okumaya başladık. Kendisi de bizimle birlikte okuyordu. Yarısına gelince, nûrlar gozukmeye başladı. Kelime-i tevhîdi soyleyerek son nefeslerini verdiler.
Bundan sonra AlÂeddîn-i AttÂr hazretleri zamÂnında kÂmil velîlerin baş tÂcı oldu. Halktan olsun, ilim ehlinden olsun irşÃ‚d işinde pekcok kimseye doğru yolu gostermede kaynak durumuna geldi. Halkı Hakk'a goturen delillerin en onde gideni idi. Ustunluğunden yer gok onun aşkını anlatmaya başladı. Yaşadığı asırda İslÂmiyeti butun guzelliği ile kÂinÂta gosterdi.
AlÂeddîn-i AttÂr hazretlerinin sohbetlerinde ve ceşitli suÂller karşısında buyurdukları kalbe şif olan sozlerinden bÂzıları şu şekildedir.
Tasavvuf yoluna giren ve bu yolda ilerlemek isteyen sÂlikin, talebenin durumu ve yapacağı işler hakkında:
"Bu yola taklîd ederek girenin, birgun hakîkate kavuşacağına kefîl olurum. Hocam BehÂeddîn-i BuhÂrî, bana kendilerini taklid etmemi emr ettiler. Onları taklîd ettiğim ve hÂlen etmekte olduğum her şeyde, onun eser ve netîcesini goruyorum."
"Nefsi terbiye etmekten maksad, bedenî bağlılıklardan gecip, rûhlar ve hakîkatler Âlemine yonelmektir. Kul, kendi istek ve arzularından vaz gecip, Hakkın yoluna mÂni olan bağlılıkları terketmelidir. Bunun cÂresi şoyledir: "Kendisini dunyÂya bağlayan şeylerin hangisinden istediği Ân vazgecebiliyorsa, bunun maksada mÂni olmadığını anlamalıdır. Hangisini terkedemiyorsa ve gonlunu ona bağlı tutuyorsa, onun Hak yoluna mÂni olduğunu anlamalı ve o bağlılığın kesilmesine calışmalıdır. Bizim hocamız ŞÃ‚h-ı Nakşibend, o kadar ihtiyatlı idi ki, yeni bir elbise giyse; "Bu elbise falan kimsenindir." diyerek, onu emÂnet gibi giyerlerdi."
"Şuna inanmalı ki: Hakîkî gÂyeye, ancak murşidin, yol gostericinin, rehberin sevgisi, rızÂsı ile erebilir. Bu sebeple, murşidin rızÂsını, sevgisini taleb etmek, muride talebeye duşen başlıca gorevdir."
"Muride, butun işlerini murşidine bırakmak duşer. Din işlerini, duny işlerini, her ceşit işini murşidinin tercihine, tedbirine vererek, murşidi yanında kendisinin asl bir tercihi, secmesi kalmaya.
Kabir ziyÂreti hakkında:
"Bir Âlimi ve evliyÂyı ziyÂret etmekten maksad, Allahu teÂlÂya yonelmektir. O buyuklerin rûh-ı şerîflerini tam bir yonelme ile ziyÂret, cenÂb-ı Hakk'ın rızÂsına kavuşmaya vesîledir. Nitekim gorunuşte halka tevÂzu, hakîkatte Hakk'a tevÂzudur. Cunku insanlara Allahu teÂlÂnın rızÂsı icin tevÂzu gostermek makbûldur, kıymetlidir."
"SÂlih zÂtların kabirlerine yakın bulunmanın, iyi yonden cok tesiri vardır. Ancak onların rûhÂniyetlerine yonelmek, kabirlerine yakın olmaktan daha iyidir. ZîrÂ, iyi tesirin yakınlık, uzaklık ile bir bağlantısı yoktur. Her yer aynıdır. Nitekim, bu mÂnÂda Resûlullah efendimiz; "Her nerede bulunursanız, bana salevÂt okuyunuz." buyurdu.
Allah adamları ile sohbet hakkında:
"Allahu teÂlÂnın velî kulları ile sohbet etmek obur Âlemin işlerini yurutmeye yarayan aklı artırır."
"Allahu teÂlÂnın velî kullarını hergun, iki gunde bir kere gormek bırakılmaması gereken sunnettir. Ama edeple, saygı ile."
Gonulde Allahu teÂlÂnın sevgisini bulundurmak hakkında:
"Bir kimse susup duruyorsa, onun bu hÂli, şu uc şeyden boş olmamalıdır. 1. Gonule kotu duyguların girmesini onlemek, 2. Allahu teÂlÂyı sessiz sessiz zikretmeyi, anmayı sağlamak, 3. Kalb hallerini gozetmek.
"Gonule Allahu teÂlÂnın duşuncesinden başkasını koymamaya calışmak zordur. O gonule gelen şeyleri tamÂmen atıp uzaklaşmak ise, mumkun değildir. Yirmi sene gonlume bir şey koymamaya calıştım. Sonra yine geldi. Geldi ama, gonlumde yer bulamadı."
"Amellerin en guzeli, gonulden gecenleri araştırmaktır. İyi mi geliyor, kotu mu geliyor bilmektir."
Seyyîd Şerîf CurcÂnî, Muhammed PÂrisÂ, YÂkûb-i Cerhî gibi Âlimler ve velîler, AlÂeddîn-i AttÂr hazretlerinin talebesidir. Bunlardan başka pekcok kimseler, onun vÂsıtasıyla hidÂyete kavuştu, başkalarını yetiştirecek irşÃ‚d makamlarına yukseldi.
VefÂtlarından evvel, talebelerinden biri şoyle bir ruy gordu:
"Buyuk bir otağ kurulmuş. Otağda Peygamber efendimiz de bulunuyordu. AlÂeddîn-i AttÂr hazretleri ile hocası BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretleri de otağın yanında duruyor ve iceri girip Peygamber efendimizi gormek istiyorlardı. Bir ara BehÂuddîn-i BuhÂrî iceri girdi ve bir muddet sonra sevinc ile cıkarak buyurdu ki:
"Bize, kabrimizin 100 fersah mesÂfesine defnedilecek her muslumana şefÂat etmemiz ihsÂn edildi. AlÂeddîn-i AttÂr'a da 40 fersah mesÂfedekilere şefÂat ihsÂn edildi. Bizi sevenlere ve ihlÂs ile bağlılık gosterenlere de, bir fersah mesÂfede olanlar ihsÂn edildi." (Bir fersah, altı kilometredir.)
AlÂeddîn-i AttÂr hazretleri vefÂtına yakın talebelerine vasiyet ederek buyurdu ki:
"Birbirinize sığının! Her işte yolunuz, dînî olculere bağlılık olsun! Olculeri yerine getirmek azminden donmeyiniz! Sohbet muhim sunnettir. Bu sunnete riÂyet edin, umûmî ve husûsi şekilde ona devÂm ediniz! Eğer bu yolda sebÂt ve istikÂmet gosterirseniz, bir Ânda buyuk derecelere kavuşursunuz. HÂlinizin dÂim yukselişte olması lÂzımdır."
1400 (H.802) senesinde, bel ağrısıyla başlayan bir hastalığa yakalandı. 2 Receb Perşembe gunu yatağa yattı.
Talebelerinden Şeyh Safiyyuddîn anlattı:
"Hocam, hayatlarının sonunda ve yakınlarının huzûrunda bu fakîr hakkında buyurdu ki:
"Yirmi yıldan fazla bir zamandırSafiyyuddîn ile aramızda, Allahu teÂlÂnın rızÂsı icin olan bir dostluk vardır. Elbette bu dostluk bozulmaz." Ben orada olmadığım bir gunde; "Ondan rÂzıyım. Allahu teÂlÂnın Resûlunun, EshÂb-ı kirÂmından rÂzı oldukları gibi." buyurmuşlar."
AlÂeddîn-i AttÂr, yine vefÂtına yakın buyurdu ki:
"Allahu teÂlÂnın inÂyeti ve HÂce BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretlerinin himmeti ile, musÂade edilseydi, bir nazarda butun insanları vilÂyet mertebesine kavuştururdum. En once Allahu teÂlÂnın ezelî inÂyetini gormek ve bundan umitli olmak lÂzımdır. Bundan bir Ân gafil kalmamalıdır. DÂim muhtÂc olduğunu duşunmelidir. Allahu teÂlÂnın kucuk bir gadabını cok buyuk gormeli, titremeli ve cok korkmalıdır."
Son hastalıklarında, BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretlerinin rûhÂniyeti ile hayli sohbet etti. Buyurdu ki:
"Dostlar ve azîzler hep gitti. Bazıları da arkalarından gitmek uzeredir. Elbette o Âlem, bu Âlemden ustundur." Bundan sonra bir ara bahcedeki yeşilliğe gozleri takıldı. Yakınlarından biri;
"Ne guzel sebzelik." deyince;
"Toprak da guzeldir. Bu Âleme hic meylimiz olmamıştır. Dostların gelip bizi bulamayınca, gonulleri kırık donmelerinden başka kederimiz yoktur." buyurdu. Receb ayının yirmisine rastlayan Carşamba gecesi, son nefesinde "LÂ İlÂhe illallah Muhammedun Resûlullah" diyerek vefÂt etti. VefÂt ettiği gece, sevenlerinden biri onu ruyÂsında gordu. Buyurmuş ki:
"Allahu teÂlanın bize verdiği nîmetler ve ihsÂnlar, yazı ile, soz ile anlatılamaz. Bunlardan en kucuğu şudur ki: Kabrimin kırk fersah uzaklığına defnedilmiş olanların, benim şefÂatim ile affolunacağı, magfiret buyurulacağı bildirildi."
SOKUP GOTUREMEDİ!
BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretleri, birgun talebeleri ile kıra cıkmıştı. Yolda bir nehrin uzerinden geciyorlardı. Nehir yeni yağan yağmurlarla taşıp kabardığından bircok ağacı kokunden sokup goturuyordu. BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretleri;
"AlÂeddîn atla!" buyurdu. AlÂeddîn-i AttÂr hazretleri, kendini hemen nehrin azgın sularına attı. Sular AlÂeddîn'i derhÂl yuttu. Diğer talebeler şaşkınlık ve korku icinde idi. Ancak hocalarına da bu işin esrarını soramıyorlardı. BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretleri, talebeleriyle yoluna devÂm ederek kırlarda bir muddet gezdi. Akşam uzeri geri donerken, koprunun yanına gelince, talebelerine;
"Biz kac kişiydik, bir eksiğimiz var mı?" diye sordu. Talebeler de;
"Bir kişi eksiğimiz var. O da sabahleyin buradan gecerken nehre atlamıştı." dediler. BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretleri ellerini nehre uzatarak;
"AlÂeddîn gel!" buyurdu. AlÂeddîn-i AttÂr nehirden cıktı. Elbiseleri hic ıslanmamıştı.BehÂeddîn-i BuhÂrî, talebelerine buyurdu ki:
"Goruyorsunuz, nehir, kokleri sağlam olmayan butun ağacları sokup goturuyor. Fakat AlÂeddîn'in koku sağlam olduğundan sokup goturemedi."
__________________
AlÂeddîn-i AttÂr
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●56 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- AlÂeddîn-i AttÂr