EvliyĂ‚nın buyuklerinden. İsmi, Ali bin Mustafa Omerî'dir. Hazret-i Omer bin HattĂ‚b'ın soyundandır. Dımeşk (Şam)da doğdu. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. Babası Mustafa Omerî, zamĂ‚nının onde gelen evliyĂ‚sından idi. Ali Omerî 1904 (H.1322) senesi Trablusşam'da vefĂ‚t etti. VefĂ‚tını onceden haber verdi ve defnedileceği yeri gosterdi.Burası evinin yanında bir yer idi. Sonradan kabri uzerine buyuk bir kubbe yapıldı. Turbesi, ziyĂ‚ret mahallidir.
Ali Omerî, evliyĂ‚ bir zĂ‚t olan babasının himĂ‚ye ve terbiyesinde yetişti. Kendisinde kucuk yaşlarda buyukluk ve evliyĂ‚lık hĂ‚lleri gorulmeye başlandı. Henuz yirmi yaşlarında babasının emri uzerine Şam'ın sĂ‚hil şehirlerinden Lazkiye'ye gitti.
Kendisi anlatır: "Lazkiye şehrine vardım. CĂ‚mi-i Uveynî'ye giderek, orada ibĂ‚detle gunlerimi gecirmeye başladım. Yedi sene insanlardan uzak, gonlumu Rabbime vermiş bir halde nefsimin terbiyesiyle meşgûl oldum. Beni mĂ‚nevî hĂ‚ller kaplamaya başladı. Sonra dağlara ve collere duşup senelerce ilĂ‚hî aşk ile kendimden gecmiş olarak dolaştım. Aklım başıma, şuurum yerine gelince, Lazkiye'ye dondum. Ev bark edinip evlendim. Sonra Trablusşam'a yerleştim. Orada yaşamaya, insanları mĂ‚nevî yonden terbiye ederek, dunyĂ‚ ve Ă‚hiret seĂ‚detine kavuşmalarına calıştım."
Ali bin Omerî hazretleri, gosterdiği guzel hĂ‚ller ve kerĂ‚metler ile cok meşhur oldu. Herkesin sevgi, saygı ve îtimĂ‚dını kazandı. CĂ‚miu KerĂ‚mĂ‚t kitĂ‚bını yazan Yûsuf NebhĂ‚nî hazretleri onun hakkında;
"Bu zamanda hĂ‚rikulĂ‚de hĂ‚lleri bu kadar cok ve sayılamayacak derecede olan başka birini bilmiyorum." demektedir.
Bir zaman Lazkiye şehrine Ahmed Paşa mutasarrıf olarak tĂ‚yin oldu. Ahmed Paşa ile Ali Omerî hazretlerinin İstanbul'dan bir tanışmışlıkları vardı. Ali Omerî hazretleri onu ziyĂ‚ret icin geldi. Onun geldiğini işiten mutasarrıf, adamlarından birisine işĂ‚ret edip, Ali Omerî hazretlerini evine goturmesini ve misĂ‚fir etmesini soyledi. O oyle yaptı. Bir muddet sonra Ali Omerî hazretleri aslen Trablusşamlı birinin evine gitmişti. Ev sĂ‚hibi olan Muhammed Efendi, Ali Omerî hazretleriyle goruşmesi esnĂ‚sında mutasarrıfın kendi eliyle bir hediye gonderdiğini soyleyip hediyeyi gosterdi. Bu hediye kıymeti az bir şey olup, Ali Omerî hazretlerine îtibĂ‚r etmediğini gosteriyordu. Evine kabûl etmediği gibi ustelik değersiz bir şey de gondermişti. Ali Omerî hazretlerinin buna cok canı sıkıldı. Yuzunun rengi değişti. Kalbi mahzûn bir hĂ‚lde;
"Bana boyle mi yapılacaktı?" dedi. Bunu uc defĂ‚ tekrarladı. Sonra da;
"Ahmed Paşa azl oldu." buyurdu. O sırada azline hic bir sebep yoktu. Ali Omerî hazretleri Trablusşam'a dondu. Cok gecmemişti ki Ahmed Paşa'nın azl haberi geldi. Lazkiye vilĂ‚yetine yeni mutasarrıf tĂ‚yin edilmişti.
Ali Omerî hazretleri birgun sevdikleriyle birlikte bir bahcede sohbet ediyordu. Orada su dolu bir havuz vardı. Bu sırada elbiseleriyle birlikte su dolu derin havuza kendini atıverdi. Suda kayboldu. Herkes dehşete kapıldı. Kimsenin yapacak bir şeyi yoktu. CĂ‚resiz cıkmasını beklediler. Fakat bir turlu cıkmadı. Vakit hayli uzadı. Herkes başına bir şey geleceğinden korkmuştu. Kendisine seslenildi. Bu sırada bahcenin diğer bir tarafından seslendiği işitildi. O tarafa gidildiğinde Ali Omerî hazretlerinin kendilerine baktığı ve tebessum ettiği goruldu. Herkes bu hĂ‚le şaştı. Orada bulunanların ona karşı sevgileri daha da fazlalaşmıştı.
Ebû Ahmed BayrakdĂ‚r anlatır:
"Zaman zaman Ali Omerî hazretleri ve bir kısım sevdiklerimizle temiz hava almak icin bahcelere cıkardık. Birgun yine bir bahceye gelmiştik. Burası ile geldiğimiz şehir arası hayli uzak idi. Bizimle berĂ‚ber olacağını soyleyen bir kardeşimiz henuz gelmemişti. Bunun uzerine hocamıza icimizden biri gider onu cağırır. ZîrĂ‚ kıymetli biridir." dedik. O zaman Ali Omerî hazretleri;
"Kimse gitmesin. Ben ona buradan seslenir, cabuk gelmesini soylerim." dedi. Bu soze hepimiz hayret ettik. ZîrĂ‚ arada oldukca uzun bir mesĂ‚fe vardı. Sesin oraya ulaşması ise mumkun değildi. Ali Omerî hazretleri;
"Ey falan kişi, cabuk hazır ol seni beklemekteyiz!" buyurdu. Sonra da;
"İşte ben ona sizin icin seslendim. O da biraz sonra hazır olur." dedi. Az sonra beklediğimiz arkadaşımız geldi ve Ali Omerî hazretlerine;
"Nicin bana seslendiniz. HĂ‚lbuki beni beklemiyordunuz. Ben evimin kapısında iken işittim. Derhal elbiselerimi giyip dışarı cıktım. LĂ‚kin sizi bulamadım. Yola koyuldum. Yine size kavuşamadım." dedi. Biz onun sozlerine gulduk ve;
"Ali Omerî hazretleri sana buradan seslendi kardeşim." dedik. O da;
"Yemîn ederim ki, sesini kapının onunde işittim." dedi. Hakîkaten Şeyh Ali Omerî hazretlerinin bu kerĂ‚meti, ceddi hazret-i Omer'in kerĂ‚metine benzemişti. ZîrĂ‚ hazret-i Omer, İran'a gonderdiği ve orduya kumandan tĂ‚yin ettiği SĂ‚riye ordusu mağlup olmak uzere idi. Bu sırada hazret-i Omer, Medîne'de CumĂ‚ hutbesi okuyordu. Hutbe arasında;
"Dağa yaslan ey SĂ‚riye!" diye uc kere seslendi. Hazret-i SĂ‚riyebu sesi o kadar uzak mesĂ‚feden işitip ordusunu dağa cekti. Arkasını dağa verip zafere ulaştı. Hazret-i Omer'in bu hĂ‚diseyi gormesi ve sesini duyurması onun kerĂ‚meti idi.
Muhammed ŞucĂ‚n anlatır: "Lazkiye'de binbaşı olarak devlet hizmetinde calışıyordum. Emrimde askerî birlik vardı. Bir zaman Nasîriyye dağına bir vazife sebebiyle gitmemiz emredildi. Emrimde cesûr, gozunu budaktan esirgemeyen birisi vardı. O sırada hastalandı. Nusayrîlerle aramızda meydana gelebilecek bir harpte onun aramızda olması bizim icin son derece onemli idi. Bu sebeple geciktik. Ali Omerî hazretlerine gidip durumu arzedip bu kişinin emniyetimiz acısından onemini belirttim. Ne yapacağımızı sordum. Şeyh Omerî hazretleri anlattıklarım karşısında;
"Kalk o hasta askerin yanına gidelim!" buyurdu. BerĂ‚berce oraya gittik. Hakîkaten asker, ateşler icinde yanıyordu. Ali Omerî hazretleri ona rahatsızlık duyduğu yeri sordu. O mîdesini işĂ‚ret edip, acıyla kıvrandı. Omerî hazretleri besmele cekip eliyle orasını meshetti.Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle acı gecip hasta ayağa kalkıverdi. Bunun uzerine ona;
"Şimdi dilediğin yere gidebilirsin." buyurdu. Daha sonra verilen vazîfe yerine gittik. Bu, Şeyh Omerî hazretlerinin acık bir kerĂ‚meti idi.
Muhammed Bey anlatır: "Şeyh Ali Omerî hazretleri ile birlikte Lazkiye'den Trablusşam'a gidiyorduk. Bineklerimizle hayli yol katettik. Yolda karşımıza bir nehir cıktı. Nehrin obur tarafında bir ağac altında Nusayrî adı verilen dağ eşkıyĂ‚sından bir grup oturmuştu. Bundan cok korktum ve;
"Efendim bunlar yol kesicilerdir. Bizi oldururler." dedim. Bana donup;
"Korkma, onlar bize bir şey yapamazlar!" buyurdu. Sonra atından indi. Atın ayaklarından yakalayıp yukarı kaldırdı. Biraz taşıyıp nehre girdi. Bu hal ile nehri gecti. Bunu goren eşkıyĂ‚lar onu cin zannedip yerlerinden kactılar. Bu acĂ‚ib iş onun bir kerĂ‚meti idi. ZîrĂ‚ bir insanın yapabileceği bir iş değildi. Şeyh Omerî hazretleri tebessum ederek;
"Bak kacıyorlar." buyurdu.
Başka bir seferinde de yine Lazkiye'den gidiyorduk. Âniden dağ cihetinden kalabalık bir eşkıyĂ‚ grubu uzerimize hucûma kalktı. Onlarla baş etmemiz imkĂ‚nsız diye duşundum ve cok korktum. Benim bu hĂ‚limi farkeden Ali Omerî hazretleri;
"Korkma, bak onlara ne yapacağım!" buyurdu. Kılıcını sıyırdı. Atını onların tarafına surdu. Kılıcını savurmaya başladı. HĂ‚lbuki aralarında oldukca mesĂ‚fe vardı. Uzaktan savrulan kılıc her bir eşkıyĂ‚nın kellesini yere duşuruyordu. Cok gecmeden kalanları geri cekilip, kactılar. Bu kerĂ‚met onun en garip ve nĂ‚dir kerĂ‚metlerinden biri idi.
Yine Muhammed Bey anlatıyor: "Trablusşam'da ikĂ‚metim esnĂ‚sında bir zaman maddî sıkıntı icinde kaldım. Gidip hĂ‚limi Ali Omerî hazretlerine anlattım. Daha sonra onunla bir nehir kenarına gittik. Avucuyla nehirden su aldı. Bir de ne goreyim. Avucundaki su, altın olmuş. Bana donup;
"Al! Bizim bunlarla işimiz yok." buyurdu. Ben almak istemedim. Bunun uzerine onu suya attı."
Abdullah ed-Debbûsî anlatır: "Şeyh Ali Omerî hazretleriyle defĂ‚larca berĂ‚ber oldum. İci boş olan elini havaya uzatır, sonra parmaklarıyla bir şeyi yakalar gibi kapar, actığında elinde o an icin lĂ‚zım olan bir şeyin bulunduğunu gorurduk."
Ali Omerî hazretleri bir gun Lazkiye eşrĂ‚fından Mahmûd Ağa ile birlikte atlara binmiş olarak bir yere gitmek icin yola cıkmışlardı. Giderken karşılarına nehir cıktı. Atla birlikte orayı gecmek istediler. Bir ara su, Mahmûd Ağa'yı boyladı. Olumle burun buruna geldi. Şeyh Omerî hazretlerinin ise hic ıslanmamış olduğu goruldu. Sanki yer yuzunde yurumuştu. Mahmûd Ağa; "Donelim donelim!" diye seslenince, hep birlikte geri donduler.
Ali Omerî hazretleri bir gun talebeleriyle deniz kenarına gitmişlerdi. Talebelerin icinden birisi susadı. Fakat bu ihtiyĂ‚cını soyleyemedi. Şeyh Omerî hazretleri avucuyla denizden su alıp susayan talebesine uzatıp; "İc!" buyurdu. O talebe o sudan icti. Suyun tuzluluğundan eser kalmamış tatlı bir menba suyu oluvermişti. Bu, Şeyh Ali Omerî hazretlerinin acık bir kerĂ‚meti idi.
Lazkiye'de, Genc Ağa isminde îtibĂ‚r ve imkĂ‚n sĂ‚hibi birisi vardı. Şeyh Ali Omerî hazretlerine hurmet eder, duĂ‚sını almaya calışırdı. Bunun cok azgın bir atı olup, kimse uzerine binmeye cesĂ‚ret edemezdi. Hatta seyis bile korkusundan ata uzaktan yem ve su verirdi. Bir gun Şeyh Ali Omerî hazretleri buraya geldi ve;
"Bugun senin Ă‚sî, huysuz atına binmem îcab etti." buyurdu. Genc Ağa buna şaştı ve;
"Efendim burada dilediğiniz kadar binilecek at var. Onlardan birini seciniz. ZîrĂ‚ binmek istediğiniz bu huysuz hayvanın yanına bile yaklaşmak imkĂ‚nsız." dedi. Şeyh Ali Omerî hazretleri bu hayvana binmekte ısrĂ‚r etti. Bunun uzerine Genc Ağa seyise emredip huysuz hayvanı dışarı bırakmasını istedi. Seyis, denileni yaptı. Hayvan dışarı cıktı. Şeyh Ali Omerî hazretleri, hayvana yaklaşıp eliyle başına vurdu. Hayvanın aksiliği gecip uysallaştı ve başını eğdi. Daha sonra Ali Omerî hazretleri besmele ile ona bindi ve doğruca Şeyh Muhammed Mağribî CĂ‚mii tarafına gitti. Burası, merdivenlerle cıkılan yaklaşık yetmiş basamak idi. Şeyh hazretleri buraya geldi. Başka yoldan da cıkma imkĂ‚nı olmadığını anlayınca, uzerinde olduğu hĂ‚lde atı bu merdivenlere surdu. Cok gecmeden at basamak basamak tırmanmış ve tepesine cıkmıştı. Oradakiler buna hayretle baktılar. Ali Omerî hazretleri attan indi. Ata ve kendine hicbir şey olmamıştı. Ondan başka bu şekilde cıkan hic işitilmedi.
El-Hac İbrĂ‚him HaddĂ‚d anlatır: TicĂ‚ret icin Beyrut'a gitmiştim. Donuşte Trablusşam tarafına gidecek gemiye bindim. Vapurda Ali Omerî hazretleri de vardı. Uğurlayanları cok olduğu icin vedĂ‚ etmek uzere vapurdan indi. Uğurlayanlar icinde Beyrut'un eşrĂ‚fından kimseler de vardı. O anda icime bir takım duşunceler geldi ve ona îtirĂ‚z olarak;
"Onun bu hĂ‚li şohretten başka bir şey değil. HĂ‚lbuki bu hĂ‚l evliyĂ‚ hĂ‚li olamaz ve evliyĂ‚ tanınmak, bilinmek istemez, kendini gizlemeye calışır." diye icimden gecirdim. Bu duşuncelerim bir muddet devĂ‚m etti. Bu esnĂ‚da Ali Omerî hazretlerinin insanlarla goruşmeyi, vedĂ‚yı bırakıp, bana doğru yoneldiğini gordum. Yanıma geldiler ve;
"EvlĂ‚dım! Allahu teĂ‚lĂ‚ya tovbe et. Af dile yoksa seni edeplendirmemiz îcĂ‚b edecek!" buyurdu. Ben titremeye başladım, sonra; "Efendim tovbe ettim!" dedim ve ellerine sarılıp optum.
Ali Omerî hazretleri Beyrut'a geldiğinde, El-HĂ‚c İbrĂ‚him Tayyare'nin evinde misĂ‚fir kalırdı. Boyle bir zamanda Beyrut zenginlerinden hıristiyan birisinin tek oğlu hastalanmıştı. Doktorlar tedĂ‚vîden Ă‚ciz kaldılar. Muslumanlardan birisi o zengine hasta oğlunu bir de Beyrut'a gelmiş bulunan Ali Omerî hazretlerine gostermesini soyledi. Hıristiyan zengin buna sevinip derhĂ‚l El-Hac İbrĂ‚him Efendinin evine gitti. Ali Omerî hazretlerini gorup oğlunun hĂ‚lini bildirdi.Ali Omerî hazretleri yanına ev sĂ‚hibini alıp, hıristiyanın hasta oğlunu gormeye gittiler. Cocuk hakîkaten şiddetli bir hummaya tutulmuştu. Ali Omerî hazretleri ev sĂ‚hibine;
"Bu hastalıktan oğlunuz olmeyecek. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle şifĂ‚ya kavuşacaktır." buyurup, elini cocuğun goğsu uzerine koydu ve duĂ‚ etti. Sonra evden cıkıp carşı tarafına gittiler. Cocuk kısa bir muddet sonra sıhhatine kavuştu.
Bir gun Ali Omerî hazretleri sevdikleriyle kır gezintisine cıkmışlardı. Yolda bağlı bir maymun gorduler. Ali Omerî hazretleri yaklaşıp, asĂ‚sını ona doğru uzattı ve dokundu. Maymun derhal o asĂ‚yı eline alıp optu ve başına koydu. Herkes buna şaştı. Oradakilerden birisi herhalde bu maymun terbiye gormuş deyip, Ali Omerî hazretlerinin asĂ‚sını aldı aynen onun yaptığı gibi maymuna uzattı. Maymun o asĂ‚yı aldı lĂ‚kin opmedi ve alay eder bir şekilde tuttu ve gulmeye başladı. Sonra Ali Omerî hazretleri asĂ‚sını aldı ve tekrar maymuna uzattı. Maymun bunu alıp ilk aldığı gibi optu ve başına koydu. Bu onun kerĂ‚meti idi. Hayvanlar bile kendisine hurmet eder hĂ‚le gelmişlerdi.
Ali Omerî hazretlerinin Beyrut'u teşrîf ettiği bir zamanda Nablus şehri Ă‚limlerinden şeyh AbbĂ‚s Humaş da oraya gelmişti. AbbĂ‚s Humaş doktorların Ă‚ciz kaldıkları bir hastalığa yakalanmıştı. Pekcok ilĂ‚c kullanmış, lĂ‚kin fayda gormemişti. Gidip hĂ‚lini Şeyh Ali Omerî hazretlerine anlattı. Ali Omerî hazretleri onu gorunce;
"Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle şifĂ‚ bulacaksın!" buyurup odasına aldı, ağrıyan yerini acmasını soyledi. Şeyh AbbĂ‚s Humaş, ağrıyan yerini actığında, Ali Omerî hazretleri orasını eliyle mesh etti. Ağrıdan ve hastalıktan eser kalmamıştı. Sonradan AbbĂ‚s Humaş hastalığını soranlara;
"Allahu teĂ‚lĂ‚ Şeyh Ali Omerî hazretlerinin ilĂ‚cıyla bana şifĂ‚ verdi." derdi:
Şeyh Ali Omerî hazretleri Lazkiye'de iken, yanına şehrin eşrĂ‚fından bir kısım kimseler geldi. Gelenler icinde VĂ‚li NĂ‚şid Paşa da vardı. İclerinden biri Ali Omerî hazretlerine;
"Efendim, İstanbul'da iken Sultan ile olan goruşmenizden bize de bahseder misiniz? ZîrĂ‚ bu goruşmenizde Sultan size cok hediyeler vermek istemiş fakat siz bunları kabûl etmemişsiniz" dedi. Şeyh Ali Omerî hazretleri tebessum ederek; "Behram Ağa ile birlikte sultanın saray bahcesine alınmıştık. Sultan, sarayın balkonundan bize bakıyordu. Behram Ağa, Sultanın yanına gitti. Cok gecmeden geri dondu. Elinde buyuk bir para kesesi vardı. Bana;
"Efendim! Bu, Sultanın size hediyesidir." dedi. Ben de ona;
"Bizim boyle şeylere ihtiyĂ‚cımız olmaz." dedim. O bana almam husûsunda ısrĂ‚r etti. Ben de;
"Almamız uygun olmaz; fazla yorulma!" dedim. O zaman;
"Efendim! Bunu Sultana geri vermem uygun olmaz. Haydi birlikte gidelim, orada ozur beyĂ‚n edip alamayacağınızı kendiniz bildiriniz." dedi. BerĂ‚berce Sultana gittik. Behram Ağa munĂ‚sip bir şekilde durumu îzĂ‚h etti. O zaman Sultan, bu keseyi almamı soyledi. Ben yine almak istemedim ve;
"Sultanım bizim buna ihtiyĂ‚cımız olmaz." diye arz ettim. LĂ‚kin Sultan almam husûsunda ısrĂ‚r etti. Bunun uzerine şu keseyi cebimden cıkardım." dedi ve cebinden cıkarıp gosterdi. Bunu oradakilerin hepsi gordu. LĂ‚kin icinde az bir şey vardı. Kesenin ağzı da iple bağlı idi. Duğumu cozdu. Keseyi ağzından tutup yanındaki masaya vurmaya başladı ve şoyle dedi:
"Sultana; "Bu kese dedem hazret-i Omer bin HattĂ‚b'ın bereketiyle boş kalmaz." dedim. Ali Omerî hazretleri bu sozlerinin peşinden keseyi tekrar masaya vurdu. Bu esnĂ‚da kese para ile dolmaya başladı. TĂ‚ ki kese ağzına kadar doldu. Sonra kesenin ağzını zorlukla bağladı ve cebine koydu ve; "Sultan butun bunları gorunce ozrumu kabûl edip, hurmet etti." dedi.
O sırada oradakiler o mecliste bulunan bir nasrĂ‚niye;
"Sen, Ali Omerî hazretlerinin keseyi boş olarak cıkarıp dolu olarak cebine koyduğunu gordun mu?" dediler. O da;
"Evet, hakîkaten acĂ‚ib bir iş!" dedi. Sonra oraya Temîm'den biri geldi. Bir mikdĂ‚r mala ihtiyĂ‚cı olduğunu soyledi. Şeyh Ali Omerî hazretleri cebinden keseyi cıkardı ve ondan hayli para verdi. Bu hĂ‚li oradakilerin hepsi gorup ona daha cok bağlandılar.
Yine o anlatır: "Seneler sonra Kudus'e mahkeme reisi olarak naklim cıktı. O sırada Lazkiye şehri muftisinin bĂ‚zı davranışları beni cok uzmuştu. HĂ‚lbuki kendisine cok iyiliklerim dokunmuştu. Oradan vapurlaYafa'ya muteveccihen yola cıktım. Oradan Kudus'e hareket edecektim. Vapur Trablusşam'a uğradı ve burada akşama kadar kalacağını soylediler. Ben de vapurdan inip Şeyh Ali Omerî hazretlerini ziyĂ‚rete gittim. LĂ‚kin evinde bulamadım. Bahcelere doğru gittiğini ancak akşamleyin doneceğini soylediler. Uzuldum. Şehir halkından birisi beni evine goturup misĂ‚fir etti. Akşama kadar orada kalıp sonra araba ile iskeleye doğru yola koyuldum. Yolun yarısında iken iskele tarafından Ali Omerî hazretlerinin geldiğini gordum. Yanında sevdikleri olduğu hĂ‚lde at uzerinde idiler. Ben arabayı durdurup indim. O da atından indi. Koşup elini optum. Bir muddet oturduk. İlk sozu;
"Size uzuntu veren Lazkiye muftisini hesĂ‚ba cekeriz." oldu. Bu onun kerĂ‚meti idi. ZîrĂ‚ mufti ile aramızdaki işi kimse bilmiyordu. Onun başka kerĂ‚metlerine de şĂ‚hit olarak ve duĂ‚sını alarak huzûrundan ayrıldım.
1896 senesinde Şeyh Ali Omerî hazretleri Beyrut'a geldi. AbdulkĂ‚dir Efendi isminde şehrin eşrĂ‚fından birine misĂ‚fir oldu. O sırada hayatından umîd kesilmiş sedye icinde bir hasta huzûruna getirildi. Hasta hareket edemiyordu. Ali Omerî hazretleri;
"Hastayı sırt ustu yere bırakın!" buyurdu. Onu getirenler sedyeyi yere koydular. Ali Omerî hazretleri elini hastanın uzerinde gezdirdi ve bĂ‚zı şeyler okuyarak şifĂ‚ icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvardı. Sonra hastanın hareketsiz ellerinden tuttu ve;
"Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle kalk!" buyurdu. O esnĂ‚da hasta yerinden doğruldu. Hurmetle Şeyh Omerî hazretlerinin elini optu. Evine gitmek uzere oradan ayrıldı. Oradaki kimseler Ali Omerî hazretlerinin bu acık kerĂ‚metine şĂ‚hid oldular."
Yûsuf NebhĂ‚nî hazretleri anlatır:
"Ali Omerî hazretleri ummî bir zĂ‚t olup okuma-yazma oğrenmedi. Bununla birlikte ihtiyac hĂ‚linde istediğinde ceşitli dillerde konuşur ve yazardı. Onun FĂ‚risî dilde yazdığı bir şiirini İbrĂ‚him TayyĂ‚r isminde bir zĂ‚tın evindeki bir levhada gordum."
Şeyh Ali Omerî hazretleri doksan yaşlarından sonra vefĂ‚t etti. Guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi, yumuşak huylu ve tevĂ‚zuu cok idi. İnsanların sıkıntılarına goğus gererek yaşadı. ŞĂ‚zilî tarîkatına mensûb idi. Kendisine hediye olarak verilen şeyleri fakir, muhtac ve yetimlere vererek yaşadı.
EMRE İTÂAT
HaznedĂ‚r Mahmûd Ağa anlatır:
"Bir zaman Trablusşam emniyet Ă‚miri Binbaşı Osman Ağa idi. Ben o zaman devlet memuriyetinde değildim. Ali Omerî hazretlerini ziyĂ‚rete gittim. Bana;
"Seni yakında Osman Ağa'nın yerine tĂ‚yin edeceğiz." dedi. Ben de;
"Efendim!O kişi vefĂ‚t etmeden yerine gecmem mumkun değil." dedim. Bana;
"O vefĂ‚t edecek, sonra sen onun yerine gececeksin." buyurdu. Hakîkaten cok gecmeden Osman Ağa vefĂ‚t ediverdi. HĂ‚lbuki sıhhati yerinde idi. Ben de Osman Ağa'nın yerine gecip emniyet Ă‚miri oldum. Vazîfeye başladım. Ali Omerî hazretleri Ă‚deti uzere bĂ‚zı muhim şeyleri benim de yapmamı istedi. Bunlar oraya goc etmiş bĂ‚zı kimselerin bir takım ihtiyaclarının Ă‚cilen karşılanması idi. Emirlerini derhĂ‚l yerine getirdim. Fakat bu iş uzayınca bıktım ve onun emirlerini geri cevirmeye başladım. Cok gecmeden sebepsiz yere azledildim. Bunun ona itĂ‚at etmememin netîcesi olduğunu anladım."
HAYIRLISI OLSUN
Yûsuf NebhĂ‚nî hazretleri anlatır:
"Bir zaman Lazkiye şehrinde cezĂ‚ mahkemesi reisi idim. İstanbul'dan bir mektup geldi. Mektubu Ahmed Cevdet Paşa yazmıştı. Mektupta Şam'a mahkeme reisi olarak tĂ‚yin edildiğimi, birkac gune kadar imzĂ‚dan cıkacağını ve telgrafla tarafıma bildirileceğini yazıyor ve sevinmem gerektiğini haber veriyordu. Bunun uzerine Şeyh Ali Omerî hazretlerine durumu bildiren bir mektup yazdım. CezĂ‚ Mahkemesi reisi olarak Şam'a tĂ‚yin edilmekte olduğum haberini verdim. Bu işin hangisinin hakkımda hayırlı olduğunu sordum. ZîrĂ‚ Lazkiye'de rahattım. Cok gecmeden mektubuma cevap geldi. Ali Omerî hazretleri gonderdiği mektubunda;
"Sen, Şam'a tĂ‚yin edilmeyecek, yerinde kalacaksın. Uzulme!" diyordu. Daha sonra İstanbul'dan bir mektup aldım. Dostum Ahmed Paşa tĂ‚yinimin durduğunu, bir başkasının tĂ‚yininin yapıldığını bildiriyor ve hayırlısının olmasını yazıyordu. Şeyh Ali Omerî hazretlerinin bereketiyle olduğum yerde kaldım. Bu, onun kerĂ‚meti idi."
__________________
Ali bin Mustafa Omerî
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●52 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Ali bin Mustafa Omerî