Trablus'ta yetişen buyuk velîlerden. Babasının ismi Mustafa'dır. İsmi Muhammed, kunyesi Ebu'l-AhvÂl'dir. Aslen Mısır'ın Dimyat kasabasındandır. 1792 (H.1207) senesinde Trablusşam'da doğdu. Babasının terbiyesinde yetişen Muhammed Cisr, kucuk yaşta Kur'Ân-ı kerîmi ve yazı yazmayı oğrendi. Babası ile birlikte evliyÂnın buyuklerinden Şeyh Abdullah DebbÂ'nın sohbetlerinde bulundu. On sekiz yaşına gelince, ilim tahsîline devÂm etmek icin CÂmi-ul-Ezher'e gitti. Mısır'da iken babası vefÂt etti. Burada Şeyh Muhammed Ketbî ve Şeyh AhmedSavî'den icÂzet, diploma aldı. Sonra memleketine dondu. İnsanlara, Allahu teÂlÂya kavuşturan doğru yolu anlatmaya calıştı.

Muhammed Cisr, ilmiyle Âmil, zuhd, verÂ, takv sÂhibi bir zÂttı. Doğruyu soylemekten hic cekinmezdi. Vakitlerini, devamlı Allahu teÂlÂya ibÂdet veya talebe yetiştirmekle gecirirdi.

Hacı AbdulkÂdir Efendi anlatır: Babam Hacı Osman bir sene Suveyş yoluyla Hicaz'a gittiğinde, Şeyh Muhammed Cisr bir gece bizim evi teşrif etti ve bizde kaldı. Otururken bir ara Muhammed Cisr'de bir hal meydana geldi. Sıkıntılı bir durumdaydı. "Y Latîf! Y Hafîz! Y Allah! SelÂmet ver." diyordu. Bir muddet bu halde kaldı. Ben ise hicbir şey konuşmuyordum. Fakat Muhammed Cisr'in bu hÂli sebebiyle bende bir korku meydana geldi. Biraz sonra onceki normal hÂline dondu ve bana; "SelÂmetteler, selÂmetteler, kurtuldular, korkma." buyurdu. Onun bu sozlerinden acab babamın başına bir şey mi geldi diye endişe ettim ve; "Efendim! Acab babamın başına bir şey mi geldi?" diye sordum. Yine; "Korkma! SelÂmetteler, selÂmetteler, kurtuldular." buyurdu. Artık bir şey sormadım. Fakat yine de babam icin endişeliydim. Aradan bir muddet gectikten sonra babamdan mektup geldi. Mektubunda; "Falanca gece Kızıldeniz'de yolculuk ederken gemilerinin kayaya carptığını, gemilerinin parcalandığını ve eşyÂlarla birlikte battığını, kendisinin ve yolcuların kurtulup, bir kaya uzerine, cıktıklarını, Allahu teÂlÂnın lutfu ile oradan gecen bir gemiye bindiklerini, fakat ellerinde hicbir şey kalmadığını yazıyordu. O hÂdisenin gecenin gectiği tÂrih ile Muhammed Cisr'in bizde kaldığı gecenin tÂrihini karşılaştırdığımda, aynı zamÂna denk geldiğini gordum.

Muhammed Cisr bir ara İstanbul'a gitti. İstanbul'dayken Mekke Şerîfi Abdulmuttalib kendisini uzmuştu. O gece ruyasında Şerîf Abdulmuttalib Peygamber efendimizi Muhammed Cisr'in elinden tutmuş olarak gordu. Bu esnÂda Şerîf Abdulmuttalib onlara doğru yoneldi. Fakat Peygamber efendimiz mubÂrek yuzunu ondan cevirdi. Şerîf Abdulmuttalib; "Y Resûlallah! MubÂrek yuzunu benden nicin ceviriyorsunuz?" diye arz etti. Peygamber efendimiz, Muhammed Cisr'i işÃ‚ret ederek; "Bunu nicin uzuyorsun? Sen benim evlÂdım isen, bu da benim evlÂdımdır." buyurdu.Şerîf Abdulmuttalib korku ile ruyÂdan uyandı. Sabah olunca, hemen Muhammed Cisr'in yanına gitti ve ona gorduğu ruyÂyı anlattı. Ondan af diledi. Peygamber efendimizin mubÂrek soyundan olduğu kat'î belli olmamakla berÂber bu hÂdise Muhammed Cisr'in Peygamber efendimizin neslinden olduğuna delil gosterilir.

Şeyh Ahmed Abdulcelîl'in ayağından rahatsızlığı vardı ve bir hayli muzdaripti. Doktorlar hastalığın tedÂvîsinden Âciz kalmış, hatt bÂzı tabipler vucûda sirÂyet edip yayılmaması icin o ayağın kesilmesini teklif etmişlerdi. MuhammedCisr İstanbul'dan yeni donmuştu. Şeyh Ahmed Abdulcelîl'i sorduğunda, durumunu arz ettiler. O da ziyÂretine gitti. Ahmed Abdulcelîl yatağında hareketsiz halde yatıyordu.Elindeki asÂsı ile hasta ayağına vurdu. Bu sırada ayağındaki yara patlayıp, irin ve cerahat cıktı. Bundan kısa bir muddet sonra, ayağa kalkıp yurumeye başladı. Boylece Allahu teÂl ona Muhammed Cisr'in eliyle şif ihsÂn etti.

Muhammed Cisr, vefÂtı yaklaştığında defnedileceği yeri bildirdi. Bir gun talebelerinden birine; "Benim falanca yerde bir evim var." dedi. O talebe kendi kendine; "Acab hocam bununla ne demek istiyor." diye duşundu. Muhammed Cisr bir sure sonra vefÂt etti ve soylediği yere defnedilince, o talebe vefÂtından once hocasının soylediği sozun mÂnÂsını anladı. 1846 (H.1262) senesinde Filistin'de Led koyunde vefÂt etti ve buraya defnedildi. Kabri meşhur olup bereketlenmek icin ziyÂret edilir.

Muhammed Cisr hazretlerinin vefÂtından sonra, kardeşi Mustafa Efendi maddî bir sıkıntı icerisine duştu. Bir gun sabah uzuntulu ve kederli olarak evinden cıktı. Bir tarafa doğru gitmeye başladı. AkrabÂlarından birisi de onu tÂkib ediyordu. Fakat ona nereye gittiğini sormaya cesÂret edemedi. NihÂyet yolda hıristiyan bir ihtiyar ile karşılaştı. O hıristiyan hayatta iken Muhammed Cisr'i cok severdi. Mustafa Efendiyi gorunce, gulumseyerek yanına geldi ve buyuk bir hurmetle elini optu. "Efendim! Ben de sizin yanınıza geliyordum. Bu akşam ruyÂmda ağabeyiniz Muhammed Cisr'i gordum. Bana; "Kardeşim Mustafa'nın maddî sıkıntısı var. Ona bir mikdar para ver." dedi. Uykudan uyandım. Daha sonra tekrar yattım. RuyÂmda yine ağabeyinizi gordum. Tekrar aynı şeyleri soyledi. Şeyhin emrini yerine getirmek icin şimdi size geliyordum." dedi. Sonra cebinden bir kese cıkarıp Mustafa Efendiye verdi. Oradan ayrılan Mustafa Efendi keseyi actığında icinde yirmi beş altın olduğunu gordu. Sonra Mustafa Efendi, işin ic yuzunu, arkasından gelen akrabÂsına şoyle anlattı: "Ben iflÂs ettim. Dun gece kederli bir şekilde yattım. Sabah kalktığımda evden cıkıp yurumeye başladım. Fakat nereye gittiğimin farkında değildim. Gittiğim yone sanki zorla cekiliyordum. NihÂyet bu hıristiyan ile karşılaştım."

GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER

Beyrut'un o zamanki muftusu fazîletli Âlim Şeyh Abdulbasit Efendi şoyle anlattı: Ben henuz genctim. Beyrut'ta denize karşı bir dukkanım vardı. Bu sırada Muhammed Cisr gelip yanıma oturdu. İstirahat etmek icin bir yer gosterilmesini istedi. Kendisine bir yer hazırladım. Biraz uyuduktan sonra uyandı. Yuzunde celÂlli bir hal vardı. Sonra denize doğru baktı. Bana; "Ey Abdulbasit! Şu gemilere bak! Denizde şuradan şuraya kadar nasıl da dizilmişler." dedi. Halbuki denizde hic gemi gorunmuyordu. Buna rağmen denizde bir yeri işÃ‚ret ediyor; "Sen gemileri gormuyor musun?" diyordu. Ben susuyor ve kendi kendime; "Acab işÃ‚ret ettiği gemiler nerede?" diyordum. Sonra; "Fransız askeri, buraya gemileriyle geldikleri gibi giderler." buyurdu ve kalkıp gitti. Bu sozlerinden hicbir şey anlamamıştım. VefÂtından sonra Lubnan'da hıristiyanlar ile durzîler arasında bir anlaşmazlık cıktı. Bu hÂdiseyi Şam'da başka bir hÂdise tÂkib etti. İşte bu hÂdiseler sebebiyle Fransız askerleri gemileriyle Beyrut'a geldi. Fransız gemileri daha once Muhammed Cisr'in denizde eliyle işÃ‚ret ettiği yerde dizildiler. Sonra Fransızlar bir şey elde edemeden memleketimizden cıkıp gittiler. Şeyh Muhammed Cisr'in sozunun mÂnÂsını o zaman anladım. Bu karışıklıklar sebebiyle halk cok sıkıntı cekti.

ALLAH ADAMLARI, TERBİYE EDERLER

Kardeşi Mustafa Efendi şoyle anlatır: Bir gun ağabeyimle evde munÂkaşa ettik. Ona karşı edepsizlik yaptım. Bana; "Ey Mustafa! Edepli ol! Yoksa ehlullah, Allah adamları seni terbiye eder." dedi. Kızarak yine ona karşı edebimi takınmadım. Beni huzûrundan kovaladı. Gece yattığımda şoyle bir ruy gordum: Ağabeyim ile ben kırlık bir yerdeyiz. Fakat o benden uzak duruyordu. Yerden bir taş aldı ve; "Ey Mustafa! Bunu yakala!" diyerek bana doğru attı. Taş boğrume isÂbet etti. Korkarak uyandım. O gun, taşın değdiği yerde kucuk bir cıban cıktı. Gittikce buyudu. İci irin ve sarı su dolu olan cıban cok acı veriyordu. Ben durumu hanımımdan başkasına soylemiyordum. Fakat cıbanın durumu daha kotuye gidince, bÂzı dostlara gosterdim. Bunu gorunce ağabeyim Muhammed Cisr'e karşı olan edepsizliğim sebebiyle bu işin başıma geldiğini soyleyerek beni ayıpladılar. Beni ağabeyimin yanına goturup, benim nÂmıma af dilediler. Ağabeyim beni affetti. Kısa sure sonra rahatsızlığım gecti.

1) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.1, s.220
2) Mu'cem-ul-Muellifîn; c.12, s.25
3) El-A'lÂm; c.7, s.100
4) Nuzhet-ul-Fikr fî MenÂkıb-ı MevlÂn Muhammed Cisr
__________________