Anadolu'yu aydınlatan meşhûr velilerden. Eğridir'de doğdu ve 1494 (H.900) de orada vefat etti.

Babası, Pîrî Halîfe Sultandır. Seyyid olup nesebi yirmi ucuncu batında hazret-i Huseyin'e ulaşır. Babası Pîrî Halîfe Sultan, mĂ‚nevî bir işĂ‚ret uzerine genc yaştayken İran'ın Hoy şehrinden, hocası ŞeyhulislĂ‚m Berdeî hazretleriyle birlikte Anadolu'ya gocmuştur. Anadolu'ya gelince, buyuk bir murşid-i kĂ‚mil olan hocası ŞeyhulislĂ‚m Berdeî'nin kızıyla evlenmiş ve bu evlilikten Muhammed Celebi Sultan doğmuştur. (Bkz. Berdeî Sultan, Pîrî Halîfe Sultan)

Daha kucuk yaşta iken, babasının ziyĂ‚retine gelenler icerde iken, ıslahı mumkun olmayan kimselerin ayakkabılarını ters cevirir; iyi kimselerinkini ise duzgunce koyardı. Kucuk yaşında gunahkar ve sĂ‚lih insanı ayırır ve soylerdi. Melekleri gorur ve gorduğu şeyleri soylerdi. Babası carşıdan alınan corekten yedirince bu hali kırk gun kaybolur kırk gun sonra yine gorurdu. Nicin gorduklerini soyluyorsun? dediklerinde, bana; "Gorduklerini soyle sana zararı yoktur diyorlar." derdi. On yaşına kadar bu hali devĂ‚m etti.Sonra gizledi.

İlim ve feyz ocağında gozlerini acıp kucuk yaştan îtibĂ‚ren ilim ve edep oğrenmeye başladı. Allahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarını anlattı. Babasından ve babasının hocası ŞeyhulislĂ‚m Berdeî'den ilim oğrendi, onların bereketli sohbetlerinde ve derslerinde yetişti. Tasavvufta kemĂ‚le erdi. İcĂ‚zet aldı. ŞeyhulislĂ‚m Berdeî hazretlerinin vefĂ‚tından sonra dĂ‚mĂ‚dı ve Muhammed Celebi Sultan'ın babası Pîrî Halîfe, Muhammed Celebi Sultan'ın halîfesi olarak dergĂ‚hta senelerce halka rehberlik yapıp insanlara, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mınPeygamber efendimizden naklen bildirdiği ve asırlar boyunca kıymetli İslĂ‚m Ă‚limleri tarafından buyuk bir dikkatle nakledilegelen Ehl-i sunnet îtikĂ‚dını ve doğru din bilgilerini anlattı, oğretti. Bunlara uygun yaşamalarını sağladı. Omrunu bu mubĂ‚rek hizmetlerle gecirdi. VefĂ‚tından sonra ilim ve feyz menbaı olan dergĂ‚hda oğlu MuhammedCelebi Sultan, yolunu şaşırmış olanlara rehberlik vazîfesi yaptı. O da aynen babası gibi ilim ve feyz sactı, nice sĂ‚lih ve velî zĂ‚tlar yetiştirdi. Pekcok insanın saĂ‚dete kavuşmasına vesîle oldu.VefĂ‚tından sonra yerine torunu Şeyh BurhĂ‚neddîn hazretleri gecti.

Muhammed Celebi Sultan hazretlerinin pekcok kerĂ‚meti ve menkıbeleri olup bir kısmı şoyledir:

Daha yedi yaşındayken ruyĂ‚sında butun Ă‚lem bir deryĂ‚, buyuk bir deniz olmuş, doğudan batıya butun insanlar şaşkın bir vaziyettedir. Muhammed CelebiSultan deryĂ‚ uzerinde uzanıp kopru olur. Butun mahlûkat uzerinden gecer... Bu ruyĂ‚sını babasına anlattığında, babası; "Şeyhimiz Abdullatîf Kudsî hazretleri birazdan geliyor. Ona soralım." der. O gelince, oğlunu huzûruna cıkarıp ruyĂ‚sını anlattırdığında, Şeyh Abdullatîf Kudsî hazretleri, Muhammed Sultan Celebi'yi kasdederek; "Bu benim oğlum zamĂ‚nın kutbudur." dedi. Bu sozu soyleyip uc defĂ‚ sayha yaptı, haykırdı. Bu sayhası sırasında sarığı başından yere duştu. Muhammed Celebi Sultan, Abdullatîf Kudsî'nin huzûrundan ayrılınca, babasına; "Şeyh hazretlerinin kutb-ı zaman dediği nedir?" diye sordu. Babası; "Oğul! Şeyh hazretleri senin kutup olacağını mujdelediler." dedi.

Eğridir'in Kışlıcak koyu imĂ‚mı NĂ‚suh Fakîh şoyle anlatmıştır:

Babam anlattı: "Bir gece evimde yatıyordum. Kapı calındı. Cıkıp baktığımda, Muhammed Celebi Sultan hazretleri olduğunu gordum. Elinde ici dolu ve cıkınlanmış bir sofra ve bir de nacak vardı. Sofrayı bana verip; "Peşimden gel." buyurdu. Giderken onumuze bir deryĂ‚ (deniz) cıktı. Bana; "Yuru korkma!" dedi ve onumden deniz uzerinde yurudu. Ben de tĂ‚kib ettim. Deniz uzerinde yurumeye başladım. Tahtaya basar gibi su uzerinde yuruyordum. Kısa bir zaman sonra bir hisara vardık. İslĂ‚m ordusu hisarın etrĂ‚fını sarmış beklemekteydi. Muhammed Celebi Sultan elindeki nacakla hisarın kapısına vurunca, bir rĂ‚hip kapıyı actı. Onumuze duşup evine goturdu. Evine varınca bir dehlize girdik. Merdivenle aşağı indik. Orada bir mescid gorduk. Mescidde rahleler, Kur'Ă‚n-ı kerîmler vardı ve mumlar yanıyordu. Bizi oraya goturen rĂ‚hip, papaz kıyĂ‚fetini cıkarıp, musluman kıyĂ‚feti giydi ve yanımıza oturdu. Şeyh Muhammed Celebi Sultan bana taşıdığım sofrayı acmamı soyledi.Sofradaki yiyecekleri cıkardım. Yedikten sonra duĂ‚ ettiler. Sonra rĂ‚hibe; "Artık hisarı verin!" deyince, "Emir sizindir!" karşılığını verdi. Sonra oradan cıkıp gittik. Bir muddet sonra şafak soktu. Sabah namazının vakti girmişti. Benim abdestim yoktu.Bana bir yer tĂ‚rif edip; "Falan ağacın altında arı ve tatlı bir su vardır. Var orada abdest al." dedi. Gidip abdest aldım. Kendisi imĂ‚m oldu sabah namazını kıldık. Sonra tekrar yuruduk. Daha once uzerinden gectiğimiz denize geldik. Yine deniz uzerinden yuruyerek gectik. Henuz guneş doğmadan Mezar-ı Şerîf denilen yerdeki dergĂ‚ha ulaştık. Ben; "Sultanım bu garib haller, gezip gorduğumuz yerler nedir?" dedim. "Gittiğimiz hisar Kefe Hisarıdır. İslĂ‚m askerleri onu almaya varmışlardı. Bugun hisar kapısını acarlar." buyurdu. TĂ‚rih koydum. İşĂ‚ret ettiği gun o saatte Kefe Hisarı fethedildi."

Muhammed Celebi Sultan'ın meşhur hallerinden biri de, Hızır aleyhisselĂ‚mla cok goruşup, sohbet etmesidir. BĂ‚zan evinde otururken karşıda bulunan Eğridir Golune dikkatle bakar ve birini bekler gibi dururdu. Hızır aleyhisselĂ‚m gol uzerinden yuruyerek yanına gelirdi. Goruşup sohbet ederler, sonra yine geldiği gibi su uzerinden giderdi. Bu hĂ‚li cok gorulmuştur. Halîfelerinden Âlimi RabbĂ‚nî DĂ‚vûd Efendi; "Hızır aleyhisselĂ‚mla boyle goruştuklerine defĂ‚larca şĂ‚hid oldum." diye anlatmıştır.

Şeyh hazretlerinin ciftliğinde değirmeni olan bir ortağı vardı. Koyunde bu değirmeni calıştırarak gecimini temin ederdi. Koyun ileri gelenlerinden birinin de değirmeni vardı. Bu kimse sĂ‚dece benim değirmenim calışsın diye o kimsenin değirmeninin oluğuna taş bırakır calışmasına mĂ‚ni olurdu. Bu durumu Muhammed Celebi Sultan hazretlerine birkac defĂ‚ acıp zulme uğradığını soyledi. Adam da bu işinden bir turlu vaz gecmedi. Bir gun gene şikĂ‚yet etti. Muhammed Celebi Sultan hazretleri; "Ayruk (gayrı) etmesun." buyurdu ve başka soz soylemedi. ŞikĂ‚yette bulunan kimse bu sozden pek bir şey anlayamadı. HattĂ‚ talebelere şeyh hazretleri fazla bir şey soylemedi ve kĂ‚dıya (hĂ‚kime) gondermedi diye yakındı. Talebeler şeyh hazretleri sana ne buyurdu diye sordular. O da; "Ayruk etmesun." dediğini soyledi.Talebeler bu sozu duyunca; "Oyleyse soz tamam oldu. Artık kurtuldun. Var git sen artık işin sonunu gozle." diye teselli etti. O kimse değirmenine gidip baktığında, değirmenin suyunun taştığını ve dışarı aktığını gordu. Yine taş bırakıldı zannederek oluğu yokladı. Değirmenin calışmasına mĂ‚ni olan kimse yine bir taş bıraktırmak icin bir adam gondermiş, bu adam da taş bırakırken oluğa kendi duşup olmuştu. Bu hĂ‚diseye cok şaşıp koye dondu. Koye gidince de, değirmenin oluğuna taş bıraktıran kimsenin de Ă‚niden olduğunu oğrendi. ZĂ‚limin elinden kurtulduğu icinAllahu teĂ‚lĂ‚ya şukretti. Muhammed Celebi Sultan'a muhabbeti ve bağlılığı arttı.

Muhammed Celebi Sultan zamĂ‚nında Isparta'nın Barla kazĂ‚sından iki tuccar ticĂ‚ret icin Bursa'ya gitmişler. Bunlardan birinin eceli gelip paralarını kesesine koyarken vefĂ‚t etmiş. Hacı İvaz adındaki diğer arkadaşı onun boyle dunyĂ‚ sevgisi icinde olduğunu ibretle gorup ağlayarak o zaman Bursa'da bulunan evliyĂ‚nın meşhurlarından Şeyh TĂ‚ceddîn hazretlerinin huzûruna gitti. DunyĂ‚ malına ve dunyĂ‚ya duşkunluğunden dolayı gafletine tovbe edip, Şeyh TĂ‚ceddîn hazretlerinin dergĂ‚hında kalbini toparlamak icin halvete girdi. Şeyh TĂ‚ceddîn hazretleri onun bu hĂ‚line bakıp, talebelerine; "Hacı İvaz'a siz de yardım edin. Kelime-i tevhîd okurken ona da niyet edin. Onun cok oturmaya gucu yoktur. Kendisi bir tuccardır." dedi. O gece Hacı İvaz şoyle bir ruyĂ‚ gordu. Bir dere icinde kendini kanalizasyon pisliği, copler ve supruntuler arasında buldu. Pislikler dağ gibi yığılmış. Copler ve pislik arasında boğazına kadar gomulmuş, boğulmasına az kalmış! Bu haldeyken Şeyh TĂ‚ceddîn hazretleri bir dağ uzerinden kendisini seyretmektedir. Talebelerinin de pislikleri ve copleri kendi uzerinden alıp attıklarını gordu. Boyle perişan haldeyken Şeyh TĂ‚ceddîn hazretleri bulunduğu dağ uzerinden elini uzatıp Hacı İvaz'ın elinden tutarak dağ uzerine cekip kurtardı. Hacı İvaz sabahleyin uyanıp ruyĂ‚sını Şeyh TĂ‚ceddîn hazretlerine anlattı. Ona; "Uzerinde olan o pislik kalbindeki dunyĂ‚ sevgileridir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın inĂ‚yetiyle bunlar kalbinden gitti. Artık butun dunyĂ‚ senin olsa, ona hic sevgin olmasın. Asıl sevgi ve muhabbet, Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgisidir. Sevgi, muhabbet, Allahu teĂ‚lĂ‚ya ve Allah dostlarına olmalıdır. Allah adamları olan evliyĂ‚ ile birlikte bulunmaktan gĂ‚fil olma!" diye ona nasîhat etti. Sonra da memleketine donmesi icin musĂ‚de etti. Hacıİvaz ayrılıp giderken; "Sultanım! Bizim memlekette bir Allah adamı yoktur. Kiminle berĂ‚ber olayım!" dedi. Şeyh TĂ‚ceddîn hazretleri,Pîrî Halîfe Sultanın kıymetli oğulları Şeyh Muhammed Celebi Sultan ne oldu?" deyince,Hacıİvaz; "Efendim! Ona îtikĂ‚dım yoktur. İyi yunden elbise giyer. İyi cins atlara biner. Kılıc kuşanır. Onda oyle dervişlik gormedim." dedi. Şeyh TĂ‚ceddîn hazretleri, Hacı İvaz'ın bu sozleri karşısında; "Bre oyle deme şimdi o sultan kutb-ı Ă‚lemdir. İnkĂ‚r etme yoksa belĂ‚ya duşersin!" dedi. Hacı İvaz bu tavsiye uzerine memleketi Barla'ya varır varmaz hemen Eğridir'e gidip MezĂ‚r-ı Şerîf denilen yerdeMuhammedCelebiSultanın ziyĂ‚retine gitti. Oraya yaklaştığında Muhammed Celebi Sultan'ı Eğridir Golu kenarında oturur halde gordu. Hızır aleyhisselĂ‚mı bekliyormuş. Yanına yaklaşınca; "Bize îtikĂ‚dın ve inancın olmadı. Bu evlĂ‚mıdır?" dedi. Hacı İvaz ağlamaya başlayıp ayaklarına kapandı. Yaptıklarına pişman olup, tovbe etti.Sonra Muhammed Celebi Sultan hazretlerine talebe oldu. Tasavvufta yetişmek uzere sohbetlerini can kulağıyla dinleyip, emirlerini severek yerine getirdi. Bir muddet dergĂ‚hında kalıp, nefsini ıslah ile meşgûl oldu. Buyuk bir azim ile cĂ‚nu gonulden bu işe sarıldı. O mubĂ‚rek zĂ‚tın himmetiyle tasavvufta ilerleyip yuksek derecelere kavuştu. Kendisine halîfelik de verildi. Hacı İvaz'ın bir hizmetcisi vardı. Yanında kalıp tasavvufta yetişmek icin calıştı. Muhammed Celebi Sultanın himmetiyle o da velîlerden oldu. Bu hizmetci oyle hallere kavuşmuştu ki, bĂ‚zan yemek pişirir, uzun mesafelere kısa zamanda giderek yemek gotururdu. Bayram gunlerinde bir comlek yemek pişirir bu az yemeği dort yuz kişi yiyip doyardı. Bu kerĂ‚metleri o diyarda meşhurdu.

Bursa'da Şeker Hoca denilen bir kimse şoyle anlatmıştır: "Biz uc arkadaş, Şeyh Muhammed Celebi Sultan icin kutup diyorlar. Eğer gercekten boyle buyuk biri ise bir tecrube edelim dedik. ZiyĂ‚retine gittik. Birimiz; "Eğer kutupsa biz huzûruna varınca, once duĂ‚ etsin." dedi. Bir arkadaş; "Bursa'da Ulu CĂ‚mide ricĂ‚l-i gayb (Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevdiği ve gizli olan velî kulları) hangi safta namaz kılarlar bunu biz sormadan cevap versin." dedi. Bir diğerimiz de; "RicĂ‚l-i gayb Ulu CĂ‚miye hangi kapıdan girerler. Bunu da bize soylesin." dedi. NihĂ‚yet huzûruna vardık. Biz vardığımızda kapısının onunde duruyordu. Elini opup karşısında durduk. Once duĂ‚ etsin diye niyet eden arkadaşımızı gostererek; "EvvelĂ‚ şu mollanın niyeti uzereEl-FĂ‚tiha." dedi. Sonra; "RicĂ‚l-i gayb, Ulu CĂ‚miye doğu kapısından girerler ve ucuncu safta namaz kılarlar." dedi.

Onun zamĂ‚nında Osmanlı paşalarından Mesih Paşa, Hamid ilinin (Isparta'nın) beyiydi. Muhammed Celebi Sultanın ziyĂ‚retine gider, hurmet gosterirdi. Vezir olması icin duĂ‚ ve himmet etmesi icin yalvarıp yakarırdı. "Eğer vezir olursam, sizi ve talebelerinizi gazĂ‚ya gotururum." diye soz vermişti. Hayreddîn Halîfe adında bir halîfesi, talebesi vardı. Ona; "Var ruyĂ‚ya yatıp istihĂ‚re eyle. Bakalım Mesih Paşa vezir olur mu?" dedi. Hayreddîn Halîfe istihĂ‚reye yatıp gordu ki: Hocası Şeyh Muhammed Celebi Sultan bir kuşak getirdi. Onu Mesih Paşanın başına sarması icin kendisine verdi. Fakat Hayreddîn Halîfe onu bir turlu saramadı. Bunun uzerine şeyh hazretleri kendisi alıp sardı.Sabahleyin Hayreddîn Halîfe gorduğu ruyĂ‚yı anlatmak uzere huzûruna gitti. Huzûruna varınca daha anlatmadan; "Hayreddîn! MesihPaşa kuşağı sardı. İnşĂ‚allah vezir olur." dedi. Kısa bir muddet sonra Mesih Paşa vezir oldu. Rodos seferine cıktı. Fakat Muhammed Celebi Sultan hazretlerine verdiği sozu yerine getirmedi. Sefere cıkarken onlardan hic bahsetmedi. Bunun uzerine halîfesi Hayreddîn'e dedi ki: "O Mesih Paşa bizim sakalımıza guldu. MurĂ‚dı hĂ‚sıl olup, vezirliğe kavuştu. Bizi ihmĂ‚l edip, ismimizi bile anmadı. Yine istihĂ‚re eyle bakalım kal'ayı alıyor mu?" dedi. Hayreddîn Halîfe istihĂ‚re edip gordu ki: Rodos kalesini asker kuşatmış. Rodos'un kalesinin icinde Şeyh Muhammed Celebi Sultan oturmuş. Bir yanında dedesi ŞeyhulislĂ‚m Berdeî bir yanında da Bursa'daki Emir Sultan hazretleri bulunmakta. Hızır aleyhisselĂ‚m da oradaydı.Bunlar ona; "Oğul kerem eyle hisarı ver!" diyorlardı. Muhammed Celebi Sultan ise; "Bu sefer olmaz! Vezir bizi maskaralığa aldı." dedi. Hızır aleyhisselĂ‚ma; "Merdiveni komayın." dedi. Hızır aleyhisselĂ‚m Mesih Paşanın hisara kurduğu merdivene bir kamcı vurup parcaladı. Rodoslular ciftlerini surmek icin sahraya dağıldılar. Hayreddîn Halîfe bu istihĂ‚resinde gorduğu ruyĂ‚yı anlatmak uzere Muhammed Celebi Sultan'ın huzûruna gitti.Varır varmaz daha o anlatmadan; "KĂ‚firler kurtuldu gibi. Birkac gun daha yurusunler. Ahde muhĂ‚lefet, sozunde durmamak nasıl olur! Mesih Paşa da gorsun." dedi. Gercekten Mesih Paşa bu seferinde Rodos Kalesini fethedemedi. Kaleyi fethetmek icin kurulan merdiven kırıldı.

Muhammed Celebi Sultan bir defĂ‚sında KûnĂ‚n yakınında Gokse koyune gitmişti. Orada halka sohbet ve nasîhat etti. Orada bulundukları sırada talebeleri soz arasında; "Efendim! Bize bir halîfe bulup, reis yapsanız." dediler. Bunun uzerine halleriyle cevresinde sevilmeyen birisi olan AlĂ‚eddîn adındaki kimseyi kasdederek; "Size AlĂ‚eddîn'i reis edelim." dedi. Talebeler; "Efendim! O şahıs tarîkat ehline kĂ‚fir der. Tarîkat ehline cok karşıdır. Ondan başka ilim ehli bir kimse vardır. Âlim ve ilmiyle amel eden birisidir. Onu bize reis yapsanız." dediler. Talebelerine; "Allahu teĂ‚lĂ‚ inĂ‚yet eyleye!" diye cevap verir. Başka bir şey soylemez. O gece AlĂ‚eddîn ruyĂ‚sında kendini gayr-i muslim kıyĂ‚feti icinde, belinde de kĂ‚firlere mahsus bir kuşak olan zunnĂ‚r gorur. Bunları uzerinden cıkarıp atmak icin cok uğraşır, fakat bir turlu atamaz. Huzursuz bir halde uğraşırken karşısına Muhammed Celebi Sultan'ın babası Pîrî Halîfe Sultan cıkar. "Ey AlĂ‚eddîn! Senden bu elbiseyi oğlum Şeyh Muhammed'den başkasının cıkarmaya gucu yetmez." der. Bu sozleri işitince uyanır. Bu ruyĂ‚nın tesiriyle gece yarısı kalkıp Muhammed Celebi Sultan'ın evine koşar ağlayıp yalvararak kapıyı calar. Şeyh hazretleri kapıyı acıp iceri almalarını soyler. AlĂ‚eddîn huzûruna girer girmez daha o bir şey soylemeden; "Ey AlĂ‚eddîn! Ben sana babam gibi bir şĂ‚hidi her zaman nasıl bulayım!" der. AlĂ‚eddîn daha ruyĂ‚sını anlatmadan haber verdiğini gorerek şaşar. Bu kerĂ‚metini de gorunce artık tasavvuf ehline duşmanlık yapmaktan vazgecer. Buyuk bir muhabbetle Muhammed Celebi Sultan'ın hizmetine girer, talebesi olur.

Şeyh hazretleri tĂ‚rifi mumkun olmayacak derecede ihtiyac hĂ‚li uzere gecinirdi. Cok az yer ve yaptığı riyĂ‚zetlerini ev halkına aslĂ‚ duyurmaz, belli etmezdi. Yemek vakti gelince evinden dışarı cıkar, dergĂ‚ha giderdi. DergĂ‚hdakiler yemeği evde yedi zannederdi. DergĂ‚hda ve dışardan yiyecek getirseler eve giderdi. Evdekiler de dergĂ‚hda yedi zannederlerdi.

MĂ‚nevî Ă‚leme oyle dalmıştı ki, meleklerle cinler dediklerini yaparlardı. Hızır aleyhisselĂ‚mla da cok goruşurdu. Ne kadar altın ve akce lĂ‚zım olsa seccĂ‚desinin altında bulunurdu. Masraflara ve harcama işlerine bakan talebesi onun seccĂ‚desi altında altınlar gorur, emri uzere lĂ‚zım olduğu kadar alıp harcardı. Fakat altınlar hic eksilmez aynen dururdu.

Şeyh hazretleri Uluborlu'da Hacı Sinan adında birine misĂ‚fir olup, on beş gun kadar kalmıştı. Ayrılıp gideceğine yakın; "Hacı Sinan! Hastalık salgını gelmek uzere. Senin ev halkına bir şey olmaz. Ben buradan ayrıldıktan sonra Allahu teĂ‚lĂ‚nın emrini gorursun." dedi. O sırada Uluborlu'da tĂ‚ûn hastalığından epey hasta vardı. Muhammed Celebi Sultan'ı, sevenleri Ahurlu denilen yere kadar uğurlamışlardı. Uluborlu'ya donduklerinde, her taraftan feryad sesleri duyuluyordu. Kimi oğlum, kimi kızım, anam, babam, kardeşim... diye ağlıyordu. TĂ‚ûn hastalığından pekcok kimse olmuştu. Şeyh hazretlerini misĂ‚fir eden Hacı Sinan'ın evinden hic kimse tĂ‚ûndan olmedi. Korkunc salgından kurtuldular.

Acem diyĂ‚rında, İran taraflarında bir beldede TurĂ‚bî adında ilim ehli ve muderris bir kimseye ruyĂ‚sında Muhammed Celebi Sultan gosterilir ve senin şeyhin bu zĂ‚ttır denir. Bu ruyĂ‚ uzerinde muderrisliği ve medreseyi bırakıp kendisine ruyĂ‚sında gosterilen mubĂ‚rek zĂ‚tı bulup ona talebe olmak icin yollara duşer. Yemeden icmeden kesilir, sĂ‚de kuru ekmek gibi bĂ‚zı şeyler yer. KĂ‚be'ye varır orada arar. RuyĂ‚sında; "Senin murşidin Rum diyĂ‚rında (Anadolu'da) sen oraya git." diye işĂ‚ret olunur. Gunlerce yolculuk yaparak ulaştığı Mekke'den ayrılıp Medîne'ye doğru yola cıkar. Medîne'de bir muddet kalır. Orada da; "Rum diyarına git!" diye işĂ‚ret olunur. Oradan da ayrılıp yollara duşer. Kudus yakınlarında HalîlurrahmĂ‚n denilen beldeye ulaşır. Orada da Rum diyĂ‚rına gitmesi işĂ‚ret olunur. Senelerce bir diyardan bir diyara gezer durur. Kalbi yanık ve mahzun bir halde hep kendisine işĂ‚ret edilen zĂ‚tı arar. Bu hal uzere otuz sene dolaşır. NihĂ‚yet Anadolu'ya ulaşıpBurdur yakınlarında bir koye gelir. Bu sırada Muhammed Celebi Sultan da o koyde dĂ‚vetlidir. Artık aradığına kavuşmuş ve işĂ‚ret edilen murşidini bulmuş olmanın sevinciyle huzûruna gidip elini oper. HĂ‚lini anlatır ve talebeliğe kabûl edilir. Şeyh hazretleri Eğridir'e dergĂ‚hına donerken, o da peşlerinden gelir. DergĂ‚ha varınca talebeler hocalarını karşılarlar. Sonra da sofra hazırlayıp yemeğe otururlar. TurĂ‚bî de sofraya dĂ‚vet edilir. Muhammed Celebi Sultan ona iltifat edip kendi sofrasına alır. Fakat TurĂ‚bî yemeklerden yemez. Şeyh hazretleri nicin yemediğini sorunca; "Efendim! Sizi ru-

yĂ‚mda goreliden beri otuz senedir hayvĂ‚nî gıdĂ‚ yemedim. Bu perhizimi bozmamak icin yemiyorum." der. Bunun uzerine Şeyh hazretleri: "Şimdi kalbinde bu kadar zaman riyĂ‚zet cektim diye duşunursun. Nefsini put edinmişsin. Allahu teĂ‚lĂ‚ katında makbul olmaz." dedi. Bunun uzerine TurĂ‚bî tovbe istiğfĂ‚r edip, karnı doyuncaya kadar yemeklerden yedi. Gece vakti olunca, Muhammed CelebiSultan, seccĂ‚desini TurĂ‚bî'ye gonderdi. "Bu gece seccĂ‚demiz uzerinde otursun! Allahu teĂ‚lĂ‚nın kudretini gorsun." buyurdu. TurĂ‚bî o gece Şeyh hazretlerinin seccĂ‚desi uzerinde oturdu. Bir ara uyudu ve ruyĂ‚sında Peygamber efendimizi ve RicĂ‚l-i gayb denilen evliyĂ‚yı gordu. Pekcok kerĂ‚mete şĂ‚hid olup mĂ‚nevî ikramlara kavuştu.

Barla'dan HacıDede anlatır: "Bir gun MuhammedCelebi Sultana yalvarıp, bana hazret-i Hızır'ı goster." dedim. Bu konuşmamızdan sonra bir gun dağdan cıra kesip merkebime yukledim. HayrĂ‚t sĂ‚hibi merhum RustemPaşanın tĂ‚mir ettirdiği sarp bir yol vardı.Bu yoldan Barla'ya gidiyordum. Sarp bir yerden gecerken merkebim yukuyle birlikte yardan aşağıya uctu. Ben merkebimden umidi kestim. Yaşlı idim. Yurumeye de tĂ‚katim yoktu. Ne yapacağım diye duşunurken, karşıma atlı biri cıka geldi. Merkebimi duştuğu yardan tutup yukuyle birlikte cıkardı ve yola bıraktı. Beni de yukun arasına bindirdi.Merkebim hayret edilecek derecede kuvvetlendi ve hızlı yurudu. Bu hĂ‚diseden sonra bir gun yine Şeyh hazretlerinin ziyĂ‚retine gitmiştim. Bu sefer de; "Sultanım! Hazret-i Hızır'ı bana goster." dedim. Bana; "Merkebini kurtarıp, seni ona bindiren Hızır'dı. Ben sana onu gosterdim. Fakat sen tanımadın." dedi.Ben bu sozleri işitince hayret ve şaşkınlık icinde ağlamaya başladım ve ayaklarına kapandım. Sonra bir muddet daha berĂ‚ber oturduk. Bir de baktım ki birisi bize doğru geliyordu. Bu gelenin hazret-i Hızır olduğunu anladım. Hemen cıkıp karşıladım ve onun da ayaklarına kapanıp himmet istedim. Bana bakıp buyurdu ki: "Bizi istersen tuttuğun elden gĂ‚fil olma! Beni Şeyh Muhammed Celebi'de bulasın." deyip gozden kayboldu.

Yine Barlalı Hacı Dede anlatmıştır: "Merkebimin ucuruma duştuğu o sarp yola buyuk bir kaya yuvarlanıp yolu kapatmıştı.Gecmek mumkun değildi.Kayanın buyukluğu Ă‚detĂ‚ bir ev kadardı. Muhammed Celebi SultanBarla'ya bir duğune dĂ‚vetli olarak gelmişti. Huzûruna varıp yolu kapatan o kayadan bahsedip; "Sultanım, cemĂ‚ate emir buyursanız da o taşı hep birlikte yoldan kaldırsak." dedim. Bana; "Sen gidedur." dedi. Ben de yanıma halktan bĂ‚zılarını aldım. Kayanın yanına vardık. Kayanın yoldan atılabilmesi icin etrĂ‚fını kazmaya başladım. Bu sırada Şeyh hazretleri yalnız başına oraya geliverdi. Kocaman kayaya dayanıp dağdan tarafa bıraktı. Bana; "Gordun mu?" dedikten sonra, gozden kayboldu. Ben cok şaşkın bir halde oradan ayrılıp Barla'ya dondum. Baktım Şeyh hazretleri kalabalık bir cemĂ‚atle sohbet ediyordu. Halka; "Şeyh hazretleri buradan hic dışarı cıktı mı?" dedim. Sen goruşup gittikten sonra yerinden hic kalkmadı." dediler. O hayatta oldukca bu sırrı kimseye acmadım."

Emir Ali Celebi, Radmos koyunden bir dervişten naklen şoyle anlatmıştır: "Bir gece hocam Muhammed Celebi Sultan hacca gitmek uzere yola cıktı. Yanında Hızır aleyhisselĂ‚m da vardı. Hazret-i Hızır'ın onunde bir lamba asılıydı. Bana; "Bir balta al." dediler, aldım. Beni de yanlarına aldı ve virĂ‚ne bir yere gittik. VirĂ‚nede bir yeri kazmamı emrettiklerinde, kazdım. Bir altın hazînesi cıktı. Bana da verseler diye duşunurken hocam bana bir akik taşı verdi ve; "Derviş! Bunu İstanbul'da sat! Başka yerde satma." dedi.Sonra benden ayrılıp, hacca gittiler. Bu hĂ‚diseden sonra bir işim sebebiyle İstanbul'a gittim. İstanbul'dayken param kalmadı. Aklıma Şeyh hazretlerinin verdiği akik taşı geldi.Bunu beş-on akceye satabilsem diye duşundum. Bir yahûdînin dukkanına girip; "Satılık bir şeyim var." dedim. Beni yalnız bir koşeye cekip; "Ne satıyorsun? Cıkar goreyim." deyince, cıkarıp gosterdim. Akik taşını gorunce; "Ne vereyim?" diye sordu. Beş akce mi, on akce mi desem diye duşunmeye başladım. Bir turlu fiyat soyleyemedim. Hocamın himmetiyle; "Sen soyle." deyiverdim. Once elli bin akce verdi. Alay ediyor zannederek akik taşını geri istedim. Hemen yuz elli bine cıktı ve satmam icin ısrar etti. Ben de kabûl ettim. Beni evine goturup parayı keseler icinde verdi. Bu taşın cok kıymetli olduğunu soyleyip; "Şimdi ben bunu iki yuz elli bin akceye bile satmam." dedi. Muhammed Celebi Sultan'ın bu talebesi, aldığı paralarla koyunde bir hamam yaptırdı ve zengin oldu."

Muhammed Celebi Sultan'ın vefĂ‚tından sonra talebelerinden biri onu ruyĂ‚sında cok gorur, rûhĂ‚niyetiyle irtibĂ‚t kurardı.Bu talebesi bir defĂ‚sında uc meselede tereddude duşer. Bunlardan biri o sene Ramazanın başlangıcı ile ilgiliydi. Şehrin kĂ‚dısı Pazar gunu diyor, onlarsa Cumartesi olduğunu soyluyorlardı.İkinci mesele, cĂ‚milerinin kıblesinin doğru olup olmadığı husûsunda bir ihtilaf cıkmıştı. Bir husus da kendisine duşmanlık yapan huzursuz eden bir kimseye bedduĂ‚ etmesi istendiği halde o etmiyordu. Bu hususlarda tereddudu vardı. Bir gece ruyĂ‚sında kendisini hocası Muhammed Celebi Sultan'ın turbesinde gordu. Buraya nasıl geldim diye şaşarken hocası kabrinden cıkıp; "Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle biz getirdik." buyurdu. Bunun uzerine; "Efendim size birkac suĂ‚lim var." deyince, soruları sormadan suĂ‚linin birisi mescidin kıblesi meselesi değil mi? Kıblesi doğrudur. KĂ‚be'ye karşıdır. Şuphe etme." dedi. "Bir suĂ‚lim daha var." deyince; "Ramazanın başlangıcı değil mi? Cumartesi gunudur. KĂ‚dı ilim sĂ‚hibi fakat keşif sĂ‚hibi olmadığından kalp gozu acık değil." dedi. "Efendim o kĂ‚dı sizin tarîkatınızı seviyor, muhabbeti var." deyince; "Evet muhabbeti var. Fakat riyĂ‚ ve gosterişten gecip meydana gelmeye kĂ‚dir değildir." buyurdu. "Sultanım bir suĂ‚lim daha kaldı." deyince, daha o anlatmadan; "Evet o bize mensub olan şahıs değil mi? Bizim hatırımızı gozeterek ona bedduĂ‚ etmediğin icin memnun kaldık. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle onu bir terbiye edelim. Islah olmazsa hakkından geliriz." buyurdu.

BEKLEYEMEDİN Mİ?

Talebelerinden Hayreddîn Halîfe'nin oğlu Hacı Halîfe şoyle anlatmıştır: "Hacca gitmeye niyet etmiştim. Kutb-ı Ă‚lem Muhammed Celebi Sultan'dan musĂ‚de ve duĂ‚ almak icin huzûruna gittim. Mesciddeydi. Mescide girdiğimde mihrabda kıbleye doğru oturmuş kendi kendilerine şoyle diyorlardı: "Hey HacıHalîfe! Bir sene daha sabredemedin mi ki bizimle berĂ‚ber gidesin!" Sonra geldiğimi farkedip bana dondu ve; "Hacı Halîfe! Şimdi seni anıyordum. ŞeyhulislĂ‚m Berdeî Sultanın rûhĂ‚niyeti senin hacca gideceğini haber verdi ve; "Bizim Hayreddîn Halîfe'nin oğlu HacıHalîfe Mekke'ye gider. Ona himmet ve duĂ‚ eyle." buyurdu. Ondan bildim ki hacca gidersin." dedi. Beni hoş gorup uğurlarken de şoyle dedi: "HacıHalîfe! Kutbu gormek ister misin?" Ben de; "İsterim Sultanım. Bunun icin himmet buyurun." dedim. Bana; "Arafat'a vardığın zaman sağ tarafında falan yerde bir cadırda RicĂ‚l-i gaybı (Allahu teĂ‚lĂ‚nın gizlediği sevgili kulları) toplansalar gerektir. Baş tarafta yuzu ortulu oturan kutb-ı Ă‚lemdir. Onu ziyĂ‚ret edersin." buyurdu. Arafat'a vardığımda tĂ‚rif ettiği gibi bir cadır buldum. Cadıra girip Allah adamlarının ayaklarının bastığı topraklara yuzumu surdum. İcerisi buyuk zĂ‚tlarla doluydu. Baş tarafta yuzu ortulu biri oturuyordu.TĂ‚rife gore yuzu ortulu olan kutb-ı zamandı.Yanına yaklaşıp; "Seni yaratan Rabbimin aşkına! Sultanım lutfeyle, mubĂ‚rek yuzunuzden ortuyu kaldırıver de yuzunuzu goreyim. Ben size şeyhimin yuksek himmetiyle eriştim." diyerek hem ağladım hem yalvardım. Benim ağladığımı ve yalvardığımı gorunce yuzunden ortuyu kaldırdı. MubĂ‚rek yuzune baktım bir de gordum ki o zĂ‚t şeyhim Muhammed Celebi Sultanın kendisidir. Bu hĂ‚li gorur gormez bir nĂ‚ra attım. Aklım başımdan gitmiş. Bir muddet sonra kendime gelip toparlandım. Kalkıp etrafıma baktım orada kimse yok. Hacdan dondukten sonra hocamın huzûruna vardığımda; "HacıHalîfe! Kutbu gordun mu? Sakın ben hayattayken bu sırrı kimseye acma, soyleme." buyurdu.

DOLAŞIP NEYLERSİN?

Muhammed Celebi Sultan bir gun Eğridir Golunun kenarında otururken bir ulak gelip Afşar yolunu sordu. Şeyh ona; "Afşar, golun ote yakasındadır. Dolaşıp neylersin. Hemen gol uzerinden yuruyuver." dedi. Ulak boyle bir zĂ‚tın sozunu severek ve inanarak kabûl edip yurudu. Suyun uzerinde batmadan gidiyordu.Afşar halkı onun golun suyu uzerinde yuruyerek geldiğini gorerek; "Hızır mısın?" diye etrĂ‚fına toplandılar. Ulak; "Bende bir şey yoktur. Karşı yakada bir sultan var onun nefesine uğradım (kavuştum) ve su ustunden yuruyup geldim!" dedi. Bu hĂ‚diseye şĂ‚hid olan, ulağın sozlerini duyan Afşar halkı, Muhammed Celebi Sultan hazretlerinin buyuk bir velî olduğunu anlayıp muhabbetle sevdiler.

DUNYÂDA HAKKINI ALSIN

Muhammed Celebi Sultan hazretleri, bir defĂ‚sında Uluborlu'ya dĂ‚vet edilince, halkı irşĂ‚d, doğru yolu gostermek icin bu dĂ‚veti kabûl edip gider. Uzun sohbetler ve vĂ‚zlarla halka oğut verir ve vĂ‚zı son derece istifĂ‚deli olur. Donecekleri sırada birisi evine yemeğe dĂ‚vet eder. DĂ‚veti kabul edip o gece orada kalır.Ertesi gun vedĂ‚laşıp ayrılır. Bîlkoy denilen yere varınca atını durdurup bir talebesini yanına cağırır; "Git şu evinde kaldığımız kimsenin kapısını cal!Bir kap iste! Kabın ağzını ac o zaman Allahu teĂ‚lĂ‚nın kudretini goresin. Ev sĂ‚hibine de, şeyh harcadıklarına pişman olmasın. DunyĂ‚da hakkını alsın Ă‚hirete kalmasın dedi, diyesin." der. Talebesi emir uzere, kendilerini dĂ‚vet eden kimsenin evine varıp bir kap ister. Kabı eline alınca dĂ‚vet eden kimse dĂ‚vet icin ne kadar akce, para harcadıysa, o kadar akce kabın icine gaybden dokulur. Ev sĂ‚hibi cok şaşırır. Meğer şeyh hazretleri evinden ayrılınca, ona ziyĂ‚fet vermek icin harcadığı parayı hesaplayıp ziyĂ‚fet verdiğine pişman olmuş.

OMUZ VURUP KALDIRDIM

Muhammed Celebi Sultan hazretleri Uluborlu Ovasında bulunan Yassıviran koyune zaman zaman gidip halka vĂ‚z ve nasîhat ederdi. O koyden Bedevî Dede denilen bir zĂ‚t şoyle anlatmıştır: Koyumuzun bir değirmeni vardı. Bu değirmeni calıştıran akarsu ve icecek sularımız kesildi. Dağdaki menbaı kurudu, akmaz oldu. Halk icecek suya muhtac hĂ‚le geldi. Şeyh Sultan koyumuze gelmişti. Toplanıp susuz kaldığımızı, perişan hĂ‚limizi arzedip; "Sultanım siz kutb-i Ă‚lemsiniz. Resûlullah efendimizin hurmetine yaptığınız duĂ‚ makbuldur." dedik. Bunun uzerine başını eğip sessizce oturdu, murĂ‚kabeye daldı. O hĂ‚le geldi ki teri sakalı uzerine damla damla aktı. Bir muddet Ă‚detĂ‚ kendinden gecmiş bir halde kaldı. MĂ‚nĂ‚ Ă‚lemine dalıp gitti. Sonra başını kaldırdı. Gozleri iyice kızarmıştı. Merakla bekliyorduk. Bize bakıp; "Sizin suyunuz Ağras Suyu ile birmiş. Zelzele olunca bir taş sizin suyun onunu kapatmış. O taşa omuz vurup kaldırdım. Suyunuz yine sizden tarafa dondu. Varın gorun." dedi. Koy halkı gidip baktıklarında suyun yine dağdan aşağıya doğru cağlayarak akıp geldiğini gorduler. Boylece o zĂ‚tın himmetiyle susuzluktan ve sıkıntıdan kurtuldular.

SAKALINDAN BİR KIL ALAYIM

Uluborlu'dan Emir Halîfe anlatır: "Muhammed Celebi Sultanın vefĂ‚tından kırk sene sonra kabrinin bir tarafı cokmuştu. TĂ‚mir etmek icin kabrini acmamız îcĂ‚b etti. Kabrini acınca nûra gark olmuş bir halde yattığını gorduk. MubĂ‚rek yuzu hic solmamış, aynen hayattaki gibiydi. Yanımda sevenlerinden biri vardı. Bu kişi; "Benim bir oğlum var, bir seneden beri sıtma tutuyor, hastadır. Bu zĂ‚tın sakalından bir kıl alayım, şifĂ‚ olarak gotureyim." dedi. Biz şimdi durum başka, gĂ‚fil olma, alınca bir belĂ‚ya duşebilirsin." dedik. Fakat adam dinlemedi yanaşıp sakalından bir kılı tutarak cekti. Koparamadı. Şeyh hazretleri sanki canlanmış gibi başını obur tarafa cevirdi. O kişi yine aldırmayıp sakalından bir kıl koparmak icin tutup cekti. Bu sırada Şeyh hazretleri o kişiye oyle bir tokat vurdu ki, adam duşup oldu. Ben de korkumdan kacıp bir kenara cekildim ve şaşkın bir halde yığılıp kaldım. Sonra başkaları gelip Şeyh hazretlerinin kabrini kapattı. Bu hĂ‚disenin tesiriyle altı ay hasta yattım.

1) MenĂ‚kıb-ı BurhĂ‚neddîn Eğridirî (ŞerifzĂ‚de Muhammed Efendi, SuleymĂ‚niye KutuphĂ‚nesi, Hacı Mahmûd Kısmı, No: 4552)
2) Mecmûau't-TerĂ‚cîm; s.98
3) İstanbul TĂ‚rih Coğrafya Kataloğu; s.507
__________________