On ikinci yuzyılda Endulus, Mısır ve Filistin taraflarında yaşamış olan buyuk velîlerden. İsmi Muhammed bin Ahmed bin İbrĂ‚him'dir. Hazret-i Hasan'ın soyundan olup, Kureşî ve HĂ‚şimî nisbeleriyle bilinir. Ebû Abdullah kunyesiyle meşhûr olmuştur. 1150 (H.544) senesinde Endulus'te doğdu. 1202 (H.599) senesinde Kudus'te vefĂ‚t etti. Kabri orada olup ziyĂ‚ret yeridir.
Endulus'te dunyĂ‚ya gelen Ebû Abdullah el-Kureşî, kucuk yaşından îtibĂ‚ren ilim tahsîline başladı. Memleketinin Ă‚limlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti ve velîlerin sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. Hem zĂ‚hirî hem de mĂ‚nevî ilimlerde yukseldi. Fıkıh, tefsîr, hadîs gibi ilimlerde yuksek Ă‚lim, tasavvuf yolunda ise, ustun bir velî oldu.
Buyuk velî Ebû Yezid el-Kurtubî'den feyz aldı ve uzun muddet hizmet ve sohbetinde bulundu. Hocası Ebû Yezîd el-Kurtubî'den tasavvuf yoluna girişini sordu. O da buyurdu ki: "Beni bu yola sevk eden şu hĂ‚disedir: "TicĂ‚retle meşgûl oluyordum ve benim ıtır ve koku sattığım bir attar dukkanım vardı. Bu dukkĂ‚nda kıymetli ve pahalı şeyler satıyordum. Giydiğim elbiselerim de kıymetliydi. Bir gun sabah namazını kılmak icin cĂ‚miye girmiştim. Namazı bitirir bitirmez buyuk bir halka hĂ‚linde insanların toplanmaya başladıklarını ve bir şeyler okuyup anlattıklarını gordum. Bir kenara cekilip dinlemeye başladım. Topluluktan biri bir kitaptan sĂ‚lihlerin hal ve menkıbelerini okuyordu.
Kendi kendime yanımdaki kimsenin işitebileceği kadar hafif bir sesle; "SubhĂ‚nallah, bu kitaba şu hikĂ‚yeleri de almışlar. Hayret edilecek şey doğrusu." dedim. Yanımda bulunan bir kimse; "Ya bu kitapta neler anlatılmasını beklerdin?" dedi. Ben; "Bu anlatılan şeyler yalan veya cok abartılmış sozlere benziyor. Adam bir sene muddetle su icmiyor, fakat yaşıyor." dedim. O kimse; "Bu anlatılanları inkĂ‚r etme. Cunku ben buradaki insanlar arasında sĂ‚lih ve velî kimseler goruyorum." dedi. Bu sırada halkada oturan zayıf, elbisesi yıpranmış bir kimse başını kaldırıp bana baktı ve; "SĂ‚lih kimseler hakkında boyle konuşmaktan sıkılmıyor musun" dedi. Ben; "Nerede o senin dediğin sĂ‚lih kimseler?" dedim.
Bu konuşmalardan sonra oradan ayrılıp şaşkın bir hĂ‚lde dukkanıma geldim. Oğleye yakın, dukkanda her zaman olduğu gibi oturuyor, alış-verişe devĂ‚m ediyordum. Bakınca cĂ‚mide gorduğum o kimsenin dukkanın onunden gectiğini gordum. Beni gormeden gecti. Az sonra geri donup geldi. Beni arıyordu. SelĂ‚m verdi, selĂ‚mına cevap verdim. Bana; "Senin ismin nedir?" diye sordu. Ben de; "AbdurrahmĂ‚n'dır." dedim. "Beni tanıyor musun?" diye sordu; "Evet tanıyorum. Sen cĂ‚mide konuştuğum kimsesin." dedim. Bana; "SĂ‚lih kişiler hakkında hĂ‚lĂ‚ aynı duşunce ve inanışa sĂ‚hip misin? Yoksa tovbe ettin mi?" dedi. Ben ona; "Benim inanışımda tovbe edilecek bir yer yoktur." dedim. O kimse dukkanın masasına dayandı ve bana;
"Ey Ebû Yezîd! SĂ‚lih kimseler hakkında ne diyorsun?" dedi. Ona; "Nerede senin dediğin sĂ‚lih kimseler?" dedim. O da; "Carşıda yuruyorlar. Eğer onlardan birisi, şoyle şoyle soylese" derken dukkanın boşluğundaki taşa işĂ‚ret etti. Onun işĂ‚reti ile dukkan sarsılmaya başladı. Dukkanın depo kısmının duvarında iki yarık meydana geldi. Hayretle o yarıklara bakıp; "İnsanların boyle yapabilmek gucu var mıdır?" dedim. O kimse; "Bu gorduklerin,Allahu teĂ‚lĂ‚nın sĂ‚lih ve velî kullarına verdiği kerĂ‚metler yanında nedir ki." dedi. "Bundan daha buyuk hĂ‚ller de mi var?" dedim. O kimse; "Eğer o kimseler senin bu dukkanın tamĂ‚men sarsılmasını dileseler, bu dukkanın icinde cam ve kap cinsi bir şey kalmazdı." dedi. O kimsenin bu sozleri karşısında hayret ve şaşkınlık icinde bakıp kaldım. Sonra yanımdan ayrılıp gitti.
Olanlar karşısında korku ve dehşete duştum. Kendi kendime; "Benim gibi bir adamın omru o sĂ‚lih kimselerin bir işĂ‚retiyle yıkılabilecek olan bu dukkanı beklemekle geciyor. Halbuki sĂ‚lih kimseleri her zaman bulmam mumkun değildir." dedim. Ertesi gun cĂ‚miye gidip o zĂ‚tın ders halkasına dĂ‚hil oldum. Sonra dinlemeye başladım. Dinlediğim şeyler benim hĂ‚limde buyuk değişikliklere yol actı. Dukkana gidecek hĂ‚lim kalmadı. Sonunda gidip anahtarları dayıma verdim. Dukkanın sĂ‚hibi dayım oldu. Dayım bana; "Nereye gidiyorsun?" diye sorunca; "İnşĂ‚allahu teĂ‚lĂ‚ geleceğim." deyip ayrıldım. Dayım asıl maksadımı bilmiyordu. Bundan sonra dukkana donmedim. Boylece dunyĂ‚ işlerini terk edip tasavvuf yoluna yoneldim. Kısa bir muddet icinde yuksek hĂ‚l ve derecelere kavuştum."
Ebû Abdullah el-Kureşî bir muddet sonra Mısır'a gidip Ă‚lim ve velî zĂ‚tların sohbetlerinde ve ilim meclislerinde bulundu. İnsanlara İslĂ‚m dîninin emir ve yasaklarını anlatıp, onların kurtuluşu icin calışmaya başladı. Mısır'da bulunduğu sırada pekcok kimse onun ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. KĂ‚dıl-KudĂ‚t İmĂ‚duddîn bines-Sukkerî, AllĂ‚me ŞihĂ‚buddîn Ebu'l-Hasan, Ebu'z-ZĂ‚hir Muhammed el-EnsĂ‚rî, Ebu'l-AbbĂ‚s Ahmed bin Ali el-EnsĂ‚rî el-KastalĂ‚nî ve daha bircok Ă‚lim ve velî ondan ders aldılar.
İnsanlara İslĂ‚m dîninin emir ve yasaklarını anlatarak onların dunyĂ‚ ve Ă‚hirette saĂ‚dete kavuşmalarına vesîle olan Ebû Abdullah el-Kureşî, bircok Ă‚lim ve velî yetiştirdi. Guzel ahlĂ‚kı, guler yuz ve hoş sohbetleriyle insanların gonullerini fethetti. Herkes onun yuksek bir velî olduğunu kabûl edip, uzaktan yakından gelerek sohbetlerinden istifĂ‚de ettiler. İlim ehline son derece saygılı olan Ebû Abdullah el-Kureşî halk arasında hikmetli sozleriyle onların kalplerine şifĂ‚ akıttı. İnsanlar onun hikmetli sozleriyle ilim ve ihlĂ‚s sĂ‚hibi oldular.
Sohbetlerinde Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî kullarına karşı edepli olmayı ve kusur etmemeyi tavsiye etti. Bir defĂ‚sında buyurdu ki:
EvliyĂ‚ya dil uzatan, onlara karşı edep dışı harekette bulunan ve onları inkĂ‚r eden kimse, en kotu hĂ‚l uzere olur.
Talebeye tovbeden sonra ilk emredilen, kotu arkadaşları terk etmesi, maksaddan uzaklaştıracak şeylerden uzak durmasıdır.
VerĂ‚ yĂ‚ni şuphelilerden kacmak, amellerin, ibĂ‚detlerin esĂ‚sı, temelidir.
Bir işin başı, sonuna delildir, alĂ‚mettir.
DunyĂ‚ mezbelelik gibidir. Hic bir kıymeti yoktur. Bunun icindir ki, sĂ‚dık mumin, dunyĂ‚nın ne sevgisi, ne buğzu ile uğraşmaz.
Dostlarının, arkadaşlarının hukûkunu gozetmeyen, onlarla sohbetin, berĂ‚ber olmanın bereketine kavuşamaz.
Omru uzadığında iyi amelinin artması, ihtiyĂ‚cı coğaldığında comertliğinin artması, ilmi arttıkca tevĂ‚zûunun artması, evliyĂ‚nın alĂ‚metlerindendir.
Kul, ibĂ‚detlerinde doğru olursa, ummadığı yerden yardımlara kavuşur.
MĂ‚siyetin, gunĂ‚h işlemenin sebebi gaflettir. YĂ‚ni Allahu teĂ‚lĂ‚yı unutmaktır.
Rehberi olmayan yolunu şaşırır.
İhtiyĂ‚cın olmadıkca, kimseden bir şey isteme.
Her makĂ‚mın kendine mahsus bir ilmi, her hĂ‚lin riĂ‚yet edilmesi gereken bir edebi vardır.
Kalben hocasını beğenmeyen, hocasından gelen hic bir feyze kavuşamaz.
Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî kullarını hakîr gormek, kotu işleri yapmaya bir vesîledir.
"Her kim Allahu teĂ‚lĂ‚nın Ă‚rif bir kulunu veya bir velîsini uzerse, onun kalbi muhurlenir. Onları uzmeye devĂ‚m eden, îtikĂ‚dı bozulmadıkca olmez."
Allahu teĂ‚lĂ‚ya kulluk vazîfelerini ihmĂ‚l etmemek ve O'na tevekkul etmek husûsunda da buyurdu ki:
"Allahu teĂ‚lĂ‚ya kullukta edepten ayrılma! O'na karşı haddini aşma! Seni isterse kendisine ulaştırır."
"Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşturan doğru yoldan ayrılmayınız. Cunku O'na bu yoldan başka bir yolla kavuşulamaz."
Fıkıh Ă‚limi Ebû TĂ‚hir şoyle anlatır: "Bir gun Kudus'te bir medresenin onunden gectim. Fıkıh Ă‚limleri medresenin kapısında, uzerlerinde suslu elbiseler olduğu hĂ‚lde toplanmışlardı. Oradan gecip Ebû Abdullah el-Kureşî hazretlerinin yanına dondum. Geceyi orada gecirdim. Ertesi gun Ebû Abdullah Kureşî bana; "O medreseye git. Orada hoca ol!" dedi. Bu, buyuk ve olması imkĂ‚nsız bir işti. Oraya gidince, kapıcıların beni iceri almayacaklarını zannettim. Fakat hicbiri, iceri girmeme mĂ‚ni olmadı. İceri girdim. Muderrisin bir yere oturduğunu ve etrĂ‚fında bircok zĂ‚tın dĂ‚ire hĂ‚linde ders halkası teşkil ettiklerini gordum. Ben de onların arasına katılmak istedim. Beni hakîr gorerek yer acmadılar. Bunun uzerine arkalarına oturdum. Sonra medreseye bir zĂ‚t geldi. Muderris onu gorunce, yuzunun rengi değişti ve ona doğru giderek karşıladı. Oradakiler de peşi sıra gittiler. Ben, orada birisine gelenin kim olduğunu sordum. Ondan, munĂ‚kaşa ve munĂ‚zarası cok kuvvetli biri olduğunu, o gelince kimsenin ona cevap yetiştiremediğini, herkesin ondan korkup cekindiğini oğrendim. O kişi baş koşeye oturup konuşmaya başlayınca, bende birşeyler olduğunu hissettim ve sorularına cevap vermeye başladım. Neticede, soyleyecek bir şeyi kalmadı. Oradakiler ve muderris, benim boyle ona hic zorlanmadan cevap vermeme cok şaşırdılar. Sırf bu yuzden hurmet ve saygı gostermeye başladılar. MunĂ‚zara eden o zĂ‚t, muderrise donerek benim kim olduğumu sordu. Muderris bilmediğini soyleyince; "Medreseler bu gibiler icin inşĂ‚ edilmiştir." dedi. Muderris buna cok sevindi ve yanıma gelerek benim kim olduğumu sordu. Ben de soyleyince; "Sizi bu medreseye hoca kabûl ettik." dedi. Ben, Ebû Abdullah el-Kureşî'nin yanına gitmek uzere kalkınca, hepsi kalkarak bana; "Bizim Ă‚detimiz medresemize hoca kabul ettiğimiz kişiyi, evine kadar uğurlarız." dediler. Medreseden cıkınca, buyuk bir kalabalık arkamdan yurumeye başladı. Gelmemelerini soyleyince geri donduler. Ebû Abdullah Kureşî'nin huzûruna varınca; "Ey TĂ‚hir! Niye onların gelmelerine mĂ‚ni oldun? Âdetlerini yerine getirselerdi." buyurunca; "Efendim, zĂ‚tı Ă‚linizin hatırını duşunerek onlara mĂ‚ni oldum." dedim. Bu olanlar onun kerĂ‚metiydi. Ebû Abdullah Kureşî'nin vefĂ‚tına kadar o medresede hocalık yaptım."
Hanımı şoyle anlatır: "Bir gun onun yanından cıkmıştım. Odada yalnız idi. Sonra bulunduğu odadan bĂ‚zı sesler işittim. Birisiyle konuşuyordu. Konuşmaları bitinceye kadar bekledim. Sonra odaya girerek kiminle konuştuğunu sorduğumda; "O Hızır aleyhisselĂ‚m idi. Bana uzak bir yerden meyve getirmiş. Onu yememi istedi ve şifĂ‚ olacağını soyledi. Ben de, bu hĂ‚limle daha iyi olduğumu belirterek ona teşekkur ettim ve o meyveye ihtiyĂ‚cım olmadığını soyledim." buyurdu."
Ebû Abdullah Kureşî oturduğu şehrin vĂ‚lisi ile bir yerde yemek yerken, vĂ‚li yemekten elini cekti. Ebû Abdullah; "Eğer elinizi cekmeniz, benim şu yaralı elim sebebi ile ise mesele yok." buyurdu ve eli gumuş gibi parlayan bir el oldu. Onda hic bir hastalık kalmadı.
Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri duĂ‚sı makbul bir zĂ‚t idi. Mısır'da bulunduğu sırada buyuk bir kıtlık olmuştu. RuyĂ‚sında ona; "Bu hususta sizin hicbirinizin duĂ‚sı kabûl olmaz." denildi. Bunun uzerine Mısır'dan ayrılıp Kudus'e gitti. Filistin'deki HalîlurrahmĂ‚n denilen yerdeki İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın makamını ziyĂ‚ret etti. ZiyĂ‚ret sırasında İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mı yanında uyuya kaldı. RuyĂ‚sında İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚m tarafından karşılandı. Ebû Abdullah el-Kureşî, İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚ma; "Ey Halîlullah! Mısır'da buyuk bir kıtlık var. DuĂ‚ buyurunuz." diye arz etti. Hazret-i İbrĂ‚him de kıtlığın kalkması icin duĂ‚ etti. Ebû Abdullah el-Kureşî daha sonra uyanıp Kudus'e dondu. Cok gecmeden kıtlığın kalktığı haberini oğrendi.
Ebû Abdullah bin Es'ad, Ebû AbdullahKureşî'nin şoyle anlattığını nakletti: Bana hocam Ebu'r-Rebî bir gun şoyle dedi: "Sana bitmek tukenmek bilmeyen bir hazîne oğreteyim mi?" Ben de; "Evet." deyince, Ebu'r-Rebî bana; "Şu duĂ‚yı devamlı oku." dedi.
Okumamı istediği duĂ‚ şoyle idi: "YĂ‚ Allah, yĂ‚ VĂ‚hid, yĂ‚ Mûcid, yĂ‚ CevĂ‚d, yĂ‚ BĂ‚sit, yĂ‚ Kerîm, yĂ‚ VehhĂ‚b, yĂ‚ Ze't-Tavl, yĂ‚ Ganî, yĂ‚ Mugnî, yĂ‚ FettĂ‚h, yĂ‚ RazzĂ‚k, yĂ‚ Alîm, yĂ‚ Hayy, yĂ‚ Kayyûm, yĂ‚ RahmĂ‚n, yĂ‚ Rahîm, yĂ‚ BedîassemĂ‚vĂ‚ti vel-ard, yĂ‚ Ze'l-celĂ‚li vel ikrĂ‚m... YĂ‚ HannĂ‚n, yĂ‚ MennĂ‚n infehnî minke bi nafhat-i hayrin tugnînî bihĂ‚ ammen sivĂ‚k... in testeftihu fekad cĂ‚ekumu'l-feth... İnnĂ‚ fetehnĂ‚leke fethan mubînĂ‚... Nasrun minellahi ve fethun karîb... Allahumme yĂ‚ Ganî, yĂ‚ Hamîd, yĂ‚ Mubdî, yĂ‚ Muîd, yĂ‚ Vedûd, yĂ‚ ze'l-arşil-Mecîd, yĂ‚ Fe'Ă‚len limĂ‚ yurîd, ikfinî bihelĂ‚like an harĂ‚mike ve agninî bi fadlike ammen sivĂ‚ke ihfaznî bimĂ‚ hafizte bihizzikr... Vensurnî bimĂ‚ nasarte bihirrusul... İnneke alĂ‚ kullî şey'in kadîr..." Sonra bana şoyle dedi."Her kim bu duĂ‚yı namazlardan ozellikle CumĂ‚ namazından sonra okursa, Allahu teĂ‚lĂ‚ onu her turlu kotulukten muhĂ‚faza eder. Duşmanlarına karşı muzaffer kılar, ona ummadığı yerlerden rızıklar verir, gecimini kolaylaştırır. Borcu dağlar kadar buyuk ve kabarık olsa dahi, Allahu teĂ‚lĂ‚nın lutfu keremi ve inĂ‚yeti ile oder."
Kendisi şoyle anlatır: "Bir gun Abdullah el-MuĂ‚virî'ye gittim. Bana; "Ey şerîf! Başın darda kaldığı zaman, yapacak olduğun bir duĂ‚ oğreteyim mi?" diye sordu. Ben de; "Evet." dedim. Bunun uzerine şu duĂ‚yı oğretti: "YĂ‚ VĂ‚hid, yĂ‚ Ehad, yĂ‚ VĂ‚cid, yĂ‚ CevĂ‚d, İnfehnĂ‚ minke bi nefhati hayrin inneke alĂ‚ kulli şey'in kadîr..." Abdullah el-MuĂ‚virî bu duĂ‚yı bana oğretmek icin okuduktan sonra başım hic darda kalmadı, rızkım coğaldı."
Ebû Abdullah el-Kureşî hac icin Mekke-i mukerremeye gitmişti. MinĂ‚'da bulunduğu sırada cok susamıştı. Fakat su bulamadı. Su alacak parası da yoktu. Bir kuyunun yanına gitti. Kuyunun başında bĂ‚zı insanlar vardı. Su kabını uzatarak, biraz su vermelerini istedi. Onlar ona ezĂ‚ edip, su kabını uzak bir yere fırlattılar. Kırık bir kalp ve uzgun olarak kabını almak icin oraya gittiğinde ici tatlı su dolu bir havuz gordu. Kanıncaya kadar o sudan icti ve kabını doldurdu. Başka yerde olan arkadaşlarına haber verdi. Onlar da gelip o havuzdan ictiler. Sonra başından gecen hĂ‚diseyi onlara anlattı. Daha sonra, onceden gittiği kuyunun yanına hep berĂ‚ber gittiler. Orada sudan hic bir eser yoktu. O zaman bunun Allahu teĂ‚lĂ‚nın bir imtihanı olduğunu anladı.
Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri cok comert ve hayır sĂ‚hibi idi. Carşıdan kendi evinin ihtiyĂ‚cı icin un satın alır, eve getirirken de ihtiyac sĂ‚hibi kimselere verirdi. Fakat eve geldiğinde un kesesinden hic eksilme olmadığı gorulurdu. Bir gun yine carşıdan un satın alıp geliyordu. Yolda muhtac birine rastladı. Bu kimse kendisinden un isteyince, her zamanki gibi verdi. Yolda giderken; "Eve vardığımda un isterlerse ne diyeceğim?" diye duşunerek gidiyordu. Elinde bir şeyin var olduğunu hissetti. Avucuna baktığında fakire verdiği unun değeri kadar para vardı. Tekrar carşıya donup o parayla un aldı ve evine goturdu.
Bir kişinin, gece devamlı ağlayan bir cocuğu vardı. Annesi ile babası, Abdullah Kureşî hazretlerinin huzûruna gelerek dort yıldır durmadan ağlayan cocuklarının durumunu anlattılar. Bunun uzerine Abdullah Kureşî, cocuğun annesi ve babası ile evlerine gidip, cocuğa; "Ey Yûsuf! Bu gece ağlama." dedi. Cocuk o gunden sonra hic ağlamadı.
Ebû Abdullah Kureşî hazretlerinin, vefĂ‚tına yakın gozleri gormez oldu. Hanımının yanına girince cuzzam hastalığından kurtulduğu gibi, gozleri de acılıyordu. Bir gun gozleri acılmış, vucûdu cuzzam hastalığından kurtulmuş bir hĂ‚lde, gumuş gibi bembeyaz bir tenle dostlarının yanına girdi. Onlar Abdullah Kureşî'nin bu hĂ‚line cok şaşırdılar. Sonra; "Bu hĂ‚l ne?" diye sormaktan kendilerini alamadılar. Bunun uzerine Abdullah Kureşî; "Allahu teĂ‚lĂ‚ bana once Ă‚fiyet, sonra da, beni imtihĂ‚n icin, hastalık elbisesini giydirdi. Şimdi ise gorduğunuz gibi, yine Ă‚fiyet elbisesini giymiş bulunuyorum." diye îzĂ‚h etti.
Omrunu İslĂ‚m dîninin emir ve yasaklarını oğrenmek ve oğretmekle geciren Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri 1202 (H.599) senesinde Kudus'te vefĂ‚t etti. Orada defnedildi. Eski Kudus'de olan kabri hĂ‚len sevenleri tarafından ziyĂ‚ret edilmektedir. Burada yapılan duĂ‚ların kabûl olduğu cok tecrube edilmiştir.
Ebû Abdullah el-Kureşî'nin sohbetleri ve hĂ‚llerini talebeleri Fusûl adlı eserde toplamışlardır.
İHTİYAC KADAR
Kendisi şoyle anlatır: "Bir arkadaşımla berĂ‚ber gemiyle bir yere gidiyorduk. Arkadaşım cok susadı. Su alacak paramız yoktu. Yalnız bende, kadifeden bir ihram vardı. Onu verip, su satın almak istedik. Gemidekilerden hic kimse su satmadı. Arkadaşıma ihrĂ‚mı verip; "Bunu geminin kaptanına gotur." dedim. Arkadaşım gitti ve uzuntulu bir hĂ‚lde geri geldi. Kaptanın kendisini yanından kovduğunu ve elindeki su testisini fırlattığını soyledi. O zaman; "Allahu teĂ‚lĂ‚ bizlerin yardımcısıdır." dedim. Su kabını alıp, denize daldırıp cıkardım ve arkadaşıma verdim. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle deniz suyu tatlı bir su olmuştu. Arkadaşım kanıncaya kadar icti. Sonra ben ictim. Sonra yanımızda suyu olmayan bir başkası da icti. İkinci sefer daldırdığımda, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ihsĂ‚nıyla su kabı, un ve et ile dolu cıktı. Unu ve eti pişirerek yedik. Ucuncu defĂ‚ kabı denize daldırdığımda, bildiğimiz tuzlu deniz suyu cıktı. Anladım ki, bizim ihtiyĂ‚cımız tamam olmuştu."
BENİ EBÛ ABDULLAH KUREŞÎ İLE EVLENDİR
Ebû Abdullah el-Kureşî'yi sevenlerden bir kişi bir gun evinden işine giderken, hanımına bir arzusu olup olmadığını sordu. Hanımı; "Kızına sor." dedi. O zĂ‚t kızına donerek; "Ne arzu ediyorsan soyle." deyince, kızı; "Benim isteğime senin gucun yetmez." dedi. Bunun uzerine o zĂ‚t kızına; "Allah'ın izniyle dediğini yapmaya calışırım, istersen bin altın olsa bile." deyince, kızı; "O hĂ‚lde beni Ebû Abdullah Kureşî ile evlendir." dedi. O zĂ‚t buna cok şaşırdı. Cunku, Ebû Abdullah Kureşî cuzzamlı olduğu icin, dış gorunuşune gore hic bir kadın onunla evlenmeye rĂ‚zı olmazdı. Bunun uzerine, kızına soz verdiği icin Ebû Abdullah Kureşî'nin yanına gitti ve durumu ona anlattı. Ebû Abdullah Kureşî o zĂ‚ta; "KĂ‚dıyı cağır." dedi. Adam kĂ‚dıyı cağırdı. KĂ‚dı geldi ve kızla nikĂ‚hlarını kıydı. Kızı, Ebû Abdullah Kureşî'nin yanına girmesi icin hazırladılar. Butun hazırlıklar bitince, herkes evden ayrıldı. Ebû Abdullah Kureşî ile kız evde yalnız kaldıklarında, Ebû Abdullah Kureşî hamama girdi. Hamamdan cıktığı zaman, uzun boylu ve yakışıklı bir sûret almıştı. Uzerinde guzel bir elbise vardı. Değişik bir hĂ‚lde goren kız onu tanıyamadı. Kendine yakın olmamasını soyledi. Ebû Abdullah el-Kureşî; "Benden cekinme, ben yabancı değilim. NikĂ‚hlın Ebû Abdullah el-Kureşî'yim." deyince, kız; "Sen Kureşî değilsin." dedi. Bunun uzerine Ebû Abdullah el-Kureşî;
"Allah adına yemin ederim ki, ben Kureşî'yim." deyince, kız inandı ve;"Bu ne hĂ‚ldir?" diye sordu. Ebû Abdullah Kureşî, "Bundan sonra, seninle olduğum zaman boyle kalacağım. Ama başkaları ile berĂ‚ber olunca, obur şeklimle, yĂ‚ni cuzzamlı olacağım. Fakat bu durumu, ben olunceye kadar kimseye soyleme." dedi. Bunun uzerine gelin hanım;"Kimseye soylemeyeceğime soz veriyorum. İstersen benim yanımda dururken de cuzzamlı olarak kalabilirsin." dedi. Ebû Abdullah Kureşî, onun kendisiyle dış gorunuşu icin değil de, ilmi ve takvĂ‚sı icin evlendiğini anlayarak; "Allahu teĂ‚lĂ‚ sana bolca hayırlar ihsĂ‚n etsin." diye duĂ‚ etti. Hanımı bu durumu, Ebû Abdullah Kureşî hazretleri olunceye kadar kimseye anlatmadı.
ELLİ ALTINIM VAR
Annesinden kendisine bir ev mîrĂ‚s kalmıştı. Bu evi elli altına sattı. Altınları bir keseye koyup beline bağladı ve hacca gitmek uzere yola cıktı. Yolda eşkıyĂ‚ yolunu kesip; "Neyin var?" dedi. "Elli altınım var." buyurdu. EşkıyĂ‚; "Altınları ver!" deyince; cıkarıp verdi. EşkıyĂ‚ altınları eline alıp bir muddet duşunceye daldı. Sonra geri verip, devesini cokturdu ve; "Buyurunuz efendim, deveme bininiz!" dedi. Ebû Abdullah hayret edip; "Sana ne oldu?" buyurdu. O kimse; "Siz, bu altınların bulunduğunu inkĂ‚r etmeyip doğruyu soylediğiniz icin kalbimde size karşı muhabbet hĂ‚sıl oldu. Ben şimdiye kadar yaptıklarıma pişman olup tovbe ettim. Sizinle berĂ‚ber gelmek istiyorum." dedi. BerĂ‚berce hacca gittiler. O kimse, hazret-i Ebû Abdullah ile olan bu berĂ‚berliği ve sohbetinde bir muddet bulunmasıyla Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî kullarından oldu.
__________________
Ebu Abdullah El-Kureşî
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●49 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Ebu Abdullah El-Kureşî