[B]EvliyĂ‚nın buyuklerinden. İnsanları Hakk'a dĂ‚vet eden, onlara doğru yolu gosterip, hakîkî saĂ‚dete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen buyuk Ă‚lim ve velîlerin beşincisidir. SultĂ‚n-ul-Ârifîn lakabıyla meşhûrdur. Kunyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı ÎsĂ‚'dır. 776 (H.160) veya 803 (H.188)de İran'da Hazar Denizi kenarında BistĂ‚m'da doğdu.
Daha annesinin karnında iken kerĂ‚metleri gorulmeye başladı. Annesi ona hĂ‚mile iken şupheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu.
Cocukken bir gun cĂ‚mi avlusunda oynuyordu. Oradan gecmekte olan Şakîk-i Belhî kendisini gorup;
-Bu cocuk buyuyunce zamĂ‚nının en buyuk velîsi olacak, buyurdu.
Yine bir gun hadîs Ă‚limlerinden bir zĂ‚t onu gorunce cok hoşuna gitti. ZekĂ‚ ve anlayışını olcmek icin sordu:
-Guzel cocuk, namaz kılmasını guzelce biliyor musun?
Bayezid-i Bistami de ona;
-Evet Allah dilerse becerebiliyorum, cevĂ‚bını verince;
-Nasıl? diye sordu.
Bayezid-i Bistami de;
-Buyur yĂ‚ Rabbî! Emrini yerine getirmek uzere tekbir alıyor, Kur'Ă‚n-ı kerîmi tĂ‚ne tĂ‚ne okuyor, tĂ‚zim ile rukûya varıyor, tevĂ‚zu ile secde ediyor, vedĂ‚laşarak selĂ‚m veriyorum, deyince, o zĂ‚t hayran kalarak;
-Ey sevgili ve zekî cocuk! Sende bu fazîlet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına nicin izin veriyorsun?" diye sordu.
Bayezid-i Bistami de;
-Onlar beni değil, Allahu teĂ‚lĂ‚nın beni suslediği o guzelliği meshediyorlar. Bana Ă‚id olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl engel olabilirim? cevĂ‚bını verdi.
Anne duası
Kucuk yaşta iken annesi, kendisini mektebe gonderdi. BĂ‚yezîd hazretleri, buyuk bir dikkatle derse devĂ‚m ediyordu. Bir gun Kur'Ă‚n-ı kerîm okumak icin gittiği mektepte, okuduğu bir Ă‚yet-i kerîmenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile erkenden eve dondu. Annesi merak edip nicin erken donduğunu suĂ‚l edince, şoyle cevap verdi:
-Bir ayet-i kerîme gordum. Allahu teĂ‚lĂ‚ o Ă‚yet-i kerîmede kendisine ve sana hizmet ve itĂ‚at etmemi emrediyor. Ya benim icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ et, sana hizmet ve itĂ‚at etmem kolay olsun, veyahut da beni serbest bırak, hep Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det ile meşgûl olayım." dedi.
Annesi;
-Seni Allahu teÂlÂya emÂnet ettim. Kendini O'na ver, dedi.
Bundan sonra BĂ‚yezîd, kendini Allahu teĂ‚lĂ‚ya verdi, emirlerinin hic birisini yapmakta gevşeklik gostermedi; ama annesinin hizmetini de ihmĂ‚l etmedi. Annesinin kucuk bir arzusunu, buyuk bir emir kabûl edip, her durumda yerine getirmeye calışırdı. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚nın emri de boyle idi. Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremedi. Bu husûsu buyuk pişmanlık icinde şoyle anlatır:
-HayĂ‚tımda yalnız iki defĂ‚ annemin arzusunu yerine getiremedim. Her defĂ‚sında mutlaka bana zararı dokundu. Birincide duştum burnum ezildi. İkincisinde ayağım kaydı duştum, omuzumdaki su testisi kırıldı.
Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bayezid-i Bistami hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan ceşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gordu. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. NihĂ‚yet annesi uyandı ve:
-Su, su! diye mırıldandı.
BĂ‚yezîd elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hĂ‚li goren annesi;
- Yavrum, testiyi nicin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun? dedi.
Bayezid-i Bistami;
-Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek icin testi elimde bekliyorum, dedi.
Bunun uzerine annesi;
-YĂ‚ Rabbî! Ben oğlumdan rĂ‚zıyım. Sen de rĂ‚zı ol! diye cĂ‚n u gonulden duĂ‚ etti.
Belki de annesinin bu duĂ‚sı sebebiyle, Allahu teĂ‚lĂ‚ ona evliyĂ‚lığın cok yuksek mertebelerine kavuşmayı ihsĂ‚n etti.
Genclik yıllarında yaptığı bĂ‚zı ibĂ‚detlerden zevk alamıyordu. Bu durumu zaman zaman annesine anlatırdı ve yetişmesinde, terbiye edilmesinde bir kusur bulunup bulunmadığını sorardı ve;
-Anneciğim; beni emzirdiğin zaman, benim yuzumden haramdan bir şey aldın mı? İcimde beni Rabbimden alıkoyan bir şey hissediyorum. Fakat neden olduğunu bilmiyorum, derdi.
Annesi uzun bir muddet duşundukten sonra;
-EvlĂ‚dım tek şey hatırlıyorum. Sen daha kucuktun. Komşulara oturmaya gitmiştim. Kucağımda iken ağlamaya başladın. Bir turlu susturamadım. Seni susturmak icin ocağın ustunde pişmekte olan tarhanaya komşudan izin almaksızın parmağımı batırıp ağzına koydum, dedi.
Bunun uzerine annesinden, o komşuya gidip helallik dilemesini istedi. Annesi helallik diledikten sonra yaptığı ibĂ‚detlerden zevk almaya başladı.
Uveysî olup, İmĂ‚m-ı CĂ‚fer-i SĂ‚dık'ın vefĂ‚tından kırk yıl sonra doğduğu hĂ‚lde İmĂ‚m-ı Ali RızĂ‚'nın sohbetinden ve bunun bereketiyle İmĂ‚m-ı CĂ‚fer-i SĂ‚dık'ın rûhĂ‚niyetinden istifĂ‚de etti. BĂ‚yezîd, İmĂ‚m-ı CĂ‚fer-i SĂ‚dık'ın rûhĂ‚niyetinden feyz almakla meşhûr oldu. Otuz sene Şam civĂ‚rında bulunup, yuz on uc Ă‚limden ilim oğrenmiştir. Aşk-ı ilĂ‚hîde o kadar ileri ve ibĂ‚dette o derece yuksekte idi ki, namaz kılarken Allah korkusundan goğus kemikleri gıcırdar, yanında bulunanlar bunu işitirlerdi. Son derece Ă‚lim, fĂ‚dıl ve edîb idi. Şiirleri meşhûrdur.
BĂ‚yezîd, ilim tahsîl ettiği ustĂ‚dlarından birine olan hurmet ve muhabbetinden dolayı, onun kabrinin yanına defnedilmeyi ve kabrinin, hocasının kabrinden daha derin yapılmasını, kendi vucûdunun, hocasının vucûdundan aşağıda olmasını vasiyyet etti. Hocalarının en buyuğu, Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşmak yolunda cok yuksek derecelere kavuşmasına vesîle olan, İmĂ‚m-ı CĂ‚fer-i SĂ‚dık hazretleridir. Feyz ve mĂ‚rifeti, İmĂ‚m-ı CĂ‚fer-i SĂ‚dık'ın mubĂ‚rek rûhĂ‚niyetinden aldı.
Bayezid-i Bistami hocalarından birinin huzûrunda bulunuyordu. Hocası; "Şu rafdaki kitabı getir." dedi. BĂ‚yezîd; "Hangi rafdaki kitabı istiyorsunuz efendim?" dedi. Hocası; "Bunca zamandır buraya gelip gidiyorsun. DershĂ‚nede oturduğun yerin ustundeki rafı diyorum." deyince, Bayezid-i Bistami; "Efendim, mubĂ‚rek sohbetinizi dinlemekteki dikkat ve edebe riĂ‚yetten dolayı, şu Ă‚na kadar başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim." diye cevap verdi. Hocası bu soz karşısında "MĂ‚dem ki durum boyledir. Senin işin tamamdır. Şimdi artık Bistam'a donebilirsin ve bizden oğrendiklerini başkalarına oğretebilirsin." buyurdu.
Bir gun kendisine; "Murşidin, yol gostericin kimdir?" diye sordular. O da; "Bir kadın." dedi. "Bu nasıl olur?" dediler. CevĂ‚bında şoyle buyurdu: "Bir gun Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgisi ile, kendimden gecmiş olarak yolda yuruyordum. Bir kadın gordum. Elinde bulunan bir cuval unu, taşımam icin bana ricĂ‚da bulundu. Gucum yetmez diye duşundum. Orada kafes icinde bulunan bir arslana işĂ‚ret ettim. Kafes acılıp, arslan geldi. Un cuvalını yukledim. Fakat acıktan kerĂ‚met gostermiş olduğum icin de cok korktum ve mahcûb oldum. Kadının beni tanıyıp tanımadığını oğrenmek icin; "Pazara varınca kimi gordum diyeceksin?" dedim. Kadın; "ZĂ‚lim BĂ‚yezîd'i gordum diyeceğim." dedi. Ben hayretle; "Neden?" diye sordum. Kadın şoyle cevap verdi: "Allahu teĂ‚lĂ‚, bu arslanı yuk taşımak icin yaratmadığı hĂ‚lde, sen nicin yuk yukledin? Bu zulum değil de nedir? Bunu, insanlar sana kerĂ‚met sĂ‚hibi desinler diye yapmış isen cok fenĂ‚." dedi. Bunun uzerine cok ağlayıp istigfĂ‚r ettim. Bundan sonra benden fevkalĂ‚de bir hĂ‚l meydana gelse, "LĂ‚ ilĂ‚he illallah Muhammedun resûlullah, Nûh Neciyullah, İbrĂ‚him Halîlullah, MûsĂ‚ Kelîmullah, ÎsĂ‚ Rûhullah" yazısını veya bir nûr goruyorum. Boylece, benden meydana gelen hĂ‚llerin doğru olduklarının, Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından tasdik olunduğunu anlıyorum."
Bayezid-i Bistami, Allahu teĂ‚lĂ‚nın aşkı ile oyle bir hĂ‚lde idi ki, O'ndan başka hicbir şeyi hatırlamazdı. Yirmi yıl yanında bulunan ve hic ayrılmayan talebesine her cağırdığında; "Yavrum ismin nedir?" diye sorardı. Bir defĂ‚sında, o talebe dedi ki; "Efendim. Yirmi yıldır hic ayrılmadan, hizmetinizde bulunmakla şerefleniyorum. LĂ‚kin her defĂ‚sında ismimi sormanızın hikmetini anlıyamadım." BĂ‚yezîd-i Bistamî; "EvlĂ‚dım, kusura bakma. Her defĂ‚sında ismini soruyorum. Allahu teĂ‚lĂ‚nın muhabbeti kalbime gelince, beni oyle bir hĂ‚l kaplıyor ki, O'ndan başka her şeyi unutuyorum. Senin ismini de hatırımda tutmaya calışıyorum, fakat boyle hĂ‚l olunca unutuyorum. Sen hic uzulme." buyurup talebesinin gonlunu aldı.
Bir gun yakınları kendisine; "Efendim, filan yerde buyuk bir zĂ‚t var. Fazîlet ve kerĂ‚met sĂ‚hibi bir velîdir." dediler ve daha başka sozlerle o zĂ‚tı cok medh ettiler. Bunun uzerine Bayezid-i Bistami; "Madem oyledir. O halde o buyuk zĂ‚tı ziyĂ‚rete gitmemiz lĂ‚zım oldu." buyurdular. Talebelerinden bĂ‚zıları ile birlikte onun bulunduğu yere geldiler. Bayezid-i Bistami bildirilen zĂ‚tın, mescide gitmekte olduğunu ve kıbleye karşı tukurduğunu gordu. Goruşmekten vazgecip derhal geri dondu. Sonra o kimse hakkında şoyle buyurdu: "Dînin hukumlerini yerine getirmekte, sunnet-i seniyyeye uymakta ve edebe riĂ‚yette zayıf birisine, nasıl olur da kerĂ‚met sĂ‚hibi denilir. Boyle bir kimsenin, Allahu teĂ‚lĂ‚nın evliyĂ‚sından olması mumkun değildir." buyurdu.
Bayezid-i Bistami'ye; "Bu yuksek makamlara nasıl kavuştunuz?" diye sordular. CevĂ‚bında şoyle anlattı: "Bir gece herkesin uyuduğu bir sırada, BistĂ‚m'dan cıktım. Ay her tarafı aydınlatıyordu. Giderken Ă‚niden karşımda cok heybetli bir makam gordum. On sekiz bin Ă‚lem onun heybeti yanında bir zerre gibi kalıyordu. Aklım başımdan gitti. Beni fevkalĂ‚de bir hĂ‚l kapladı. O halde iken; "YĂ‚ Rabbî! Bu kadar buyuk, bu kadar guzel bir dergĂ‚h acabĂ‚ nicin boyle boş?" dedim. Hemen; "Bu dergĂ‚hın boşluğu, kimse gelmediği icin değil, belki gelenlerin lĂ‚yık olmadığı ve uygunsuzluğu sebebiyle gelenleri bizim kabûl etmeyişimizdendir." diyen bir ses duydum. Bir an, herkesin bu huzûra kavuşması icin şefĂ‚atci olayım diye kalbime geldi. Fakat, bu şefĂ‚at makĂ‚mının SultĂ‚n-ul-EnbiyĂ‚ Muhammed MustafĂ‚ efendimize mahsus olduğunu hatırlayıp, benim oyle duşunmemin, bu şefĂ‚at makĂ‚mına karşı edebe riĂ‚yetsizlik olacağını anlayıp, o duşuncemden vazgectim. Bir ses duydum ki; "Ey BĂ‚yezîd, SultĂ‚n-ul-EnbiyĂ‚'ya olan muhabbetin ve edebe riĂ‚yetin sebebiyle, biz de senin edeb ve mertebeni yukseltiyoruz. KıyĂ‚mete kadar, SultĂ‚n-ul-Ârifîn, diye anılırsın buyuruyordu."
SultĂ‚n-ul-Ârifîn Bayezid-i Bistami'yi bir gece uyku bastırıp, sabah namazına uyanamadı. Namazını kazĂ‚ edip o kadar ağlayıp inledi ki, bir ses işitti. "Ey BĂ‚yezîd, bu gunĂ‚hını affeyledim. Bu pişmanlık ve ağlamana da, ayrıca yetmiş bin namaz sevĂ‚bı ihsĂ‚n eyledim." diyordu. Aradan birkac ay gectikten sonra onu, yine uyku bastırdı. Şeytan gelip, BĂ‚yezîd'i BistĂ‚mî'nin mubĂ‚rek ayağından tutarak uyandırdı ve; "Kalk namazın gecmek uzeredir." dedi. Bayezid-i Bistami, Şeytan'a; "Ey mel'ûn! Sen hic boyle yapmazdın. Herkesin namazının gecmesini, kazĂ‚ya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın?" buyurunca, Şeytan şu cevĂ‚bı verdi: "Birkac ay once sabah namazını kacırdığında, pişmanlığın ve uzuntun sebebiyle cok ağlayıp inlediğin icin ayrıca yetmiş bin namaz sevĂ‚bı almıştın. Bu gun, onu duşunerek, sĂ‚dece vaktin namazının sevĂ‚bına kavuşasın da, yetmiş bin namaz sevĂ‚bına kavuşmayasın diye seni uyandırdım." dedi.
ZamĂ‚nında binlerce velî vardı. Hepsi de ibĂ‚det, riyĂ‚zet, keşif ve kerĂ‚met sĂ‚hibi idi. Fakat asrın kutupluğu, ummî bir demircinin uzerinde idi. O bu işin sır ve hikmetine karşı hayretler icindeydi. Coluk cocuğunun nafakası icin geceli gunduzlu ors başından ayrılmayan demirciyi gormek istedi. Bir gun dukkĂ‚nına gitti. SelĂ‚m verdi. Onu gorunce, cocuklar gibi sevindi. Ellerine sarıldı, uzun uzun optu ve ondan duĂ‚ ricĂ‚ etti. Henuz keşif Ă‚lemine girmemiş olduğu icin kendi makĂ‚mından habersizdi. Ondan duĂ‚ isteyince dedi ki: "Ben senin ellerinden opeyim de, sen bana duĂ‚ et! Sizin duĂ‚nıza muhtac olan benim!" O ise şoyle cevap verdi: "Benim sana duĂ‚ etmemle, icimdeki dert hafiflemez ki!" Bunun uzerine o da; "Derdin nedir? Soyle bir cĂ‚re arayalım?" dedi. "AcabĂ‚ kıyĂ‚met gununde, bunca insanın hĂ‚li ne olur? Bunu duşunmekten, buna yanmaktan başka derdim yok." dedikten sonra hungur hungur ağlamaya başladı. Bayezid-i Bistami'yi de ağlattı. O vakit icinden; "Bunlar nefsim, nefsim diyenlerden değil, ummetim ummetim diyenlerdendir." diyen bir ses duydu. Hemen icindeki hayret silindi. Kutupluk makĂ‚mının bu demirciye nicin verildiğini sezdi. Anladı ki, boyleleri, sevgili Peygamber efendimizin kalbine her an bağlıdır. Onun hakîkatine mazhardır. Demirciye dedi ki: "İnsanların azap cekmesinden sana ne?" Demirci de; "Bana mı ne? Benim fıtratımın mayası, şefkat suyuyla yoğurulmuştur. Cehennem ehlinin butun azĂ‚bını bana yukleseler de, onları bağışlasalar, ben saĂ‚dete ererim ve derdimden kurtulurum." dedi.
O, namazda okunmak icin, farz mikdarından fazla sûre ve Ă‚yet bilmiyordu. Bilmediklerini Bayezid-i Bistami oğretti. O da, kırk yıldır elde edemediği mĂ‚nevî derecelere yukseldi. İci feyz-i ilĂ‚hî ile doldu. O vakit iyice anladı ki, kutupluk sırrı başka bir şey imiş."
Bayezid-i Bistami hazretleri, kabristanda cok dolaşırdı. Bir gece gezerken, gece bekcisi elindeki sopayla vurdu. BĂ‚yezîd; "LĂ‚ havle velĂ‚ kuvvete illĂ‚ billĂ‚hil aliyyil azîm." dedi. Bekci birkac kere daha vurunca sopa kırıldı. BĂ‚yezîd hazretleri eve donunce talebelerine sopanın fiatını sordu. O kadar parayı bir keseye koyarak, bir mikdar da tatlı ile berĂ‚ber bir talebesiyle, o bekciye gonderdi. Bir de mektup yazarak bekciye vermesini soyledi. Mektup şoyle idi: "Muhterem Bekci efendi, belki beni hırsız sanarak dovdun. Kabahat bendedir. Gece kabristanda gezmeseydim, dovmezdin. Sopanızın kırılmasına da sebeb oldum. Gonderdiğim parayla kendine bir sopa al! Sopanın kırılma uzuntusunun kalbinden gitmesi icin de, yolladığım tatlıyı ye! Allahu teĂ‚lĂ‚nın selĂ‚mı uzerine olsun." Genc bekci mektubu okuyunca, gelip ozur dileyerek tovbe etti. Onunla birlikte birkac bekci daha hak yola girdi.
Bir sene hacca gitmek uzere yola cıktı. Bir devesi vardı. Azığını ve eşyĂ‚sını o deveye yuklemişti. Birisi kendisine; "Bu kadar uzun yol icin, bu kadar yuk bu deveye fazla gelmez mi?" dedi. Bayezid-i Bistami; "Acaba yuku taşıyan deve midir? Dikkat et bakalım, devenin sırtında yuk var mı?" dedi. O kimse dikkatle baktığında gordu ki, yuk devenin sırtından bir karış yukarıda durmaktadır. O kimse hayretini gizleyemeyip; "SubhĂ‚nallah!Ne kadar acĂ‚ib bir iş." deyince, Bayezid-i Bistami; "HĂ‚limi sizden gizlesem, bana dil uzatıyorsunuz. HĂ‚limi size acık acık gostersem hayret ediyorsunuz, tĂ‚kat getiremiyorsunuz. Ben size ne yapayım bilemiyorum?" buyurdu ve yoluna devĂ‚m etti. ZiyĂ‚retleri esnĂ‚sında kendisine, annesinin hizmetine gitmesi bildirildi. BistĂ‚m'a giden bir kĂ‚file ile hemen yola cıktı. BistĂ‚m'a geldiği duyulunca butun halk yollara dokulup, kendisini karşıladılar. Seher vakti evlerine geldi. Annesi abdest almış şoyle duĂ‚ ediyordu:
"YĂ‚ Rabbî! Benim garib oğlumu her kotulukten muhĂ‚faza buyur. Buyukleri kendisinden hoşnûd eyle. Oğluma guzel hĂ‚ller ve iyilikler ihsĂ‚n buyur..." Bunun uzerine Sultan-ul-Ârifîn kapıyı calıp izin istedi. Annesinin "Kim o?" suĂ‚line, Bayezid-i Bistami; "Senin garîb oğlun." cevĂ‚bını verdi. Annesi koşup kapıyı actı ve; "Senden ayrılık hasretiyle ağlaya ağlaya saclarıma ak duştu, belim bukuldu." dedi.
Bayezid-i Bistami bir sene hac donuşunde Hemedan'a uğrayıp, oradan bir mikdĂ‚r tohum satın aldılar. BistĂ‚m'a gelip, Hemedan'dan aldığı tohum torbasını acınca, icinde bir kac karınca bulunduğunu gordu. Bunları yuvalarından ayırmanın munĂ‚sib olmıyacağını duşunup, tekrar Hemedan'a gitti. Tohumu aldığı yere bırakıp, ondan sonra BistĂ‚m'a dondu.
Bayezid-i Bistami bir gece, talebelerinden bir kısmı ile bir yere misĂ‚fir oldular. Ev sĂ‚hibi, evin aydınlanması icin bir kandil yaktı. Bayezid-i Bistami yanında bulunanlara; "Bu kandilde bir gariblik goruyorum. Yanıyor ama ışık vermiyor. Hikmeti nedir?" diye sordu. Ev sĂ‚hibi; "Efendim. Biz bu kandili bir gece yakmak icin komşumuzdan emĂ‚net almıştık. Bu akşam ikinci gece yakıyoruz." deyince, BĂ‚yezîd, kandili sondurdu ve hemen kandili sĂ‚hibine goturup teslim edin. Arzu ederseniz, bir gece daha yakmak icin izin isteyin." buyurdu. Ev sĂ‚hibi kandili alıp komşusuna goturdu. Olanları anlattı ve tekrar izin alıp geri getirdi. Eve gelince kandili yaktılar ve oda aydınlandı. Bayezid-i Bistami buyurdu ki: "İşte şimdi ışığını goruyorum."
Bayezid-i Bistami bir gun yanlışlıkla bir karıncayı oldurdu. Haberi olunca, cok pişman olup uzuldu. Olu karıncayı avucuna alıp, şefkat, merhamet ve huzun ve kırık kalbi ile karıncaya ufurunce, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile karınca canlanıp yurumeye başladı.
Bir gun yolda yururken, bir gencin kendisini takib etmekte olduğunu farkedip dondu ve gence; "Nicin beni tĂ‚kip ediyorsun, istediğin nedir?" dedi. Genc, edeple; "Efendim, sizin gibi olmak, yolunuzda bulunmak istiyorum. Lutuf elinizi uzatıp himmet buyurun da ben de kazanayım." dedi. CevĂ‚bında; "Benim yaptıklarımı yapmadıkca, benim derimin icine girsen istifĂ‚de edemezsin. Bu, Allahu teĂ‚lĂ‚nın bir lutfudur." buyurdu.
Bistami ve Rahip
Bayezid-i Bistami kırk beş kere hacca gitmişti. Bir gun Arafat Tepesinde oturuyordu. Nefsi ona; "BĂ‚yezîd! Senin bir benzerin var mıdır? Kırk beş defĂ‚ haccettin ve binlerce defĂ‚ hatmetme bahtiyarlığına eriştin." diye fısıldadı. Bu ses onu uzdu. DerhĂ‚l toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa;
-Kim benim kırk beş defĂ‚ yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır? diye sordu.
Bir adam başını kaldırıp;
-Ben alırım, dedi ve ekmeği uzattı.
Bayezid-i Bistami aldığı ekmeği orada bulunan bir kopeğin onune attı. Sonra işini bitirip, yol hazırlığı yaparak, Rum diyĂ‚rına doğru yola cıktı. Gunlerce gittikten sonra bir rĂ‚hip ile karşılaştı. RĂ‚hib, Bayezid-i Bistami'nin elini tutup, evine misĂ‚fir goturdu. Evinde ona bir oda verdi. Bayezid-i Bistami kendisine ayrılan bu odada ibĂ‚dete başladı ve kalbini Allahu teĂ‚lĂ‚ya cevirdi. RĂ‚hip her gun onun yiyeceğini sabah akşam getirip onune koyardı. Bu hal bir ay devĂ‚m etti. Bayezid-i Bistami daha sonra nefsine donerek;
-Ey nefis! Seni kırmak istiyorum, fakat Sen o kadar kotusun ki kırılmıyorsun, dediği sırada rĂ‚hip iceri girdi ve;
-İsmin nedir?" diye sordu.
O da;
-BĂ‚yezîd! cevĂ‚bını verdi.
RÂhip;
-Ne guzel adamsın. Keşke Mesîh'in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sozler Bayezid-i Bistami'ye ağır geldi ve evi terketmek isterken rĂ‚hip;
-Bizim burada kırk gunu tamamla, oyle git. Cunku bizim buyuk bir bayramımız var, onu gormeni cok arzu ediyorum. Aynı zamanda cok değerli bir vĂ‚izimiz, sĂ‚dece bu gunlerde bir defĂ‚ konuşur. Onu dinlemeni istiyorum,deyince, bu teklifi kabûl ederek, kırk gun kalmaya rĂ‚zı oldu.
Kırkıncı gun geldiğinde rĂ‚hib odaya girerek;
-Buyurun dışarı cıkalım, bayram gunumuz geldi, dedi.
Bayezid-i Bistami dışarı cıkmak icin hazırlandı. Fakat rĂ‚hib ona;
-Siz bu kıyĂ‚fetle nasıl bin kadar rĂ‚hibin arasına gireceksiniz? Bu yuzden uzerindeki elbiseyi cıkarıp, şu rĂ‚hip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as! dedi.
Bu teklif ona cok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek rĂ‚hibin getirdiği giysileri giydi. RĂ‚hiplerin arasına katıldı. Hic kimsenin dikkatini cekmedi. Biraz ilerledikten sonra rĂ‚hiplerin en buyuğu geldi. Fakat konuşmuyordu. Nicin konuşmadığı sorulduğunda;
-Nasıl konuşabilirim, aranızda bir Muhammedî var! diye cevap verdi.
Halk ve rÂhipler galeyÂna gelerek;
-Onu goster parcalayalım." diye bağrıştılar.
BaşrĂ‚hip;
- Hayır, yemin ederim ki soylemem, ancak ona dokunmayacağınıza soz verirseniz, onu size tanıtabilirim, dedi.
Bunun uzerine rĂ‚hipler ve halk, Muhammedî olan zĂ‚ta dokunmayacaklarına dĂ‚ir yemin ettiler.
BaşrĂ‚hip;
-Allah icin ey Muhammedî! Ayağa kalk ve kendini goster, diye seslenince, Bayezid-i Bistami ayağa kalktı.
Baş rĂ‚hip;
-Adın ne? diye sordu.
-BĂ‚yezîd! cevĂ‚bını verdi.
-Tahsil gordun mu? diye sorunca;
-Rabbim oğrettiği kadar bir şeyler biliyorum, dedi.
Bunun uzerine rÂhip;
-O hĂ‚lde bana şu hususları cevaplandır: İkincisi olmayan biri, ucuncusu olmayan ikiyi, dorduncusu olmayan ucu, beşincisi olmayan dordu, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri, on ucuncusu olmayan on ikiyi soyle bunlar nelerdir?
Bayezid-i Bistami baş rĂ‚hibe;
-Beni iyi dinle! İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan Allahu teĂ‚lĂ‚dır. Ucuncusu olmayan iki, gece ve gunduzdur. Dorduncusu olmayan uc, uc talĂ‚ktır (boşamadır). Beşincisi olmayan dort; Tevrat, Zebûr, İncîl ve Kur'Ă‚n-ı kerîmdir. Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır. Yedincisi olmayan altı goklerin ve yerin yaratıldığı altı gundur. Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat goktur. Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyĂ‚met gunu Arş'ı taşıyacak sekiz melektir. Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hĂ‚milelik muddetidir. On birincisi olmayan on, MûsĂ‚ aleyhisselĂ‚mın ŞuĂ‚yb peygambere on yıl cobanlık etmesidir. On ikincisi olmayan on bir, Yûsuf peygamberin on bir kardeşidir. On ucuncusu olmayan on iki, on iki aydır." dedi.
RÂhip tebessum ederek;
-Doğru soyledin. Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhĂ‚faza olundu ve kim hava ile helĂ‚k edildi? bunlardan haber ver,dedi.
Bayezid-i Bistami;
- ÎsĂ‚ peygamber havadan yaratıldı, havada muhĂ‚faza edildi. Âd kavmi hava ile helĂ‚k edildi, diye cevap verdi.
RÂhip;
- Doğru soyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helĂ‚k oldu?" diye sordu.
O da;
-İblîs ateşten yaratıldı. İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚m ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helĂ‚k oldu, dedi.
RÂhip tekrÂr;
-Taştan kim yaratıldı, taş icinde kim korundu ve taş ile kim helĂ‚k oldu? dedi.
Bayezid-i Bistami;
-SĂ‚lih peygamberin devesi taştan yaratıldı. EshĂ‚b-ı Kehf taş icinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile helĂ‚k edildi, cevĂ‚bını verdi.
RÂhip;
- Doğru soyledin. Âlimler, Cennet'te dort nehir vardır, biri baldan, biri sutten, biri sudan, biri de şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dort nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar. Bunun dunyĂ‚da bir orneği var mıdır? diye sordu.
-Evet vardır. İnsanın başından dort nehir akar. Kulak yağı acıdır. Goz yağı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tad taşır. Ağızdan gelen su tatlıdır, cevĂ‚bını verdi.
RÂhip yine;
-Doğru soyledin. Cennet ehli yer icer fakat abdest bozmaz, su dokmez. Bunun dunyĂ‚da bir benzeri var mıdır? diye sorunca;
Evet vardır. Ana rahmindeki cenin yer icer fakat dışkısı yoktur, cevĂ‚bını verdi.
RÂhip;
- Doğru soyledin. Cennet'te TûbĂ‚ ağacı vardır. Cennet'te hic bir saray, hic bir koşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dunyĂ‚da bir orneği var mıdır?" diye sordu.
-Evet vardır. Guneş sabahleyin doğunca boyle değil midir? cevĂ‚bını verdi.
RÂhip;
-Doğru soyledin. Şimdi şunları cevaplandır: Bir ağac vardır, on iki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş cicek yer almakta, bunlardan ikisi guneşe, ucu karanlığa bakmaktadır. Bu ağac nedir?" deyince:
-Ağac bir yılı temsil eder. On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, gunleri, her yapraktaki beş cicek de, beş vakit namazı temsil eder, cevĂ‚bını verdi.
Son olarak rĂ‚hip şoyle sordu:
-Bana şu kimseden haber ver. Hacca gitmiş, tavĂ‚f yapmış ve o makĂ‚mlarda bulunmuştur. Fakat onun ne rûhu vardır ne de hac kendisine vĂ‚cibdir?"
Bayezid-i Bistami;
-Nûh peygamberin gemisidir." dedikten sonra, rĂ‚hibe; "Ey rĂ‚hip! Bircok sorular sordun. Biz onları cevaplandırmaya calıştık. MusĂ‚de ederseniz benim de sorularım var. Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım. O da şudur:
Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının uzerinde ne yazılıdır?
RĂ‚hip sustu ve cevap vermekten kacındı. Diğer rĂ‚hipler bu duruma bozuldular ve;
-Ey buyuğumuz mağlup mu oluyorsun? dediler.
O da;
-Hayır mağlûb olmak istemiyorum, deyince;
-Peki oyleyse nicin cevap vermiyorsun, dediklerinde;
-ŞĂ‚yet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız? dedi.
Bunun uzerine hepsi birden soz verdiler.
RÂhip;
-Dinleyin, şimdi cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının uzerinde yazılı olan ibĂ‚re; LĂ‚ İlĂ‚he İllallah Muhammedun Resûlullahdır." deyip musluman oldu. Diğer rĂ‚hipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehĂ‚deti getirip musluman oldular. Bayezid-i Bistami de onların yanında bir sure kalıp İslĂ‚miyeti oğretti. Boylece onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı.
Bayezid-i Bistami'ye bir kimse gelip: "Efendim, ben Taberistan'da idim. Bir zĂ‚tın cenĂ‚ze namazını kılıyorduk. Siz de orada idiniz, cenĂ‚ze namazından sonra Hızır aleyhisselĂ‚mın elinden tuttunuz. Sonra sizin havada uctuğunuzu gordum." dedi. SultĂ‚n-ul-Ârifîn ona; "Doğru soyluyorsun." buyurdu.
Bayezid-i Bistami'ye bir gun bir kimse gelip; "Efendim! Ben otuz senedir, gunduzleri oruc tutup, geceleri namaz kılıyorum. Ama, kendimde hic bir ilerleme goremiyorum. Halbuki îtikĂ‚dım da duzgundur." dedi. SultĂ‚n-ul-Ârifîn; "Sen bu hĂ‚lde uc yuz sene daha devĂ‚m etsen bir şeye kavuşamazsın. Cunku nefs engelin var." buyurdu. O kimse; "Efendim! Bunun bir cĂ‚resi yok mu?" diye sordu. Bayezid-i Bistami: "Var ama sen kabûl etmezsin." buyurdu. O kimse ısrĂ‚r edip; "Aman efendim, lutfen bildiriniz ve beni talebeliğe kabûl ediniz. Ne emrederseniz yaparım." dedi. SultĂ‚n-ul-Ârifîn buyurdu ki:
"Oyle ise şimdi evine git. Bu kıymetli elbiseleri cıkarıp, Ă‚dî ve eski bir elbise giy. Boynuna bir torba asıp icine ceviz doldur. Seni en iyi tanıyanların bulundukları sokağa git. Cocukları başına topla, (Bana bir tokat vurana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz veriyorum) de." O kimse bunları duyunca; "SubhĂ‚nallah, LĂ‚ ilĂ‚he illallah. Ben bunları yapamayacağım. Bana başka bir şey emretseniz." dedi. Bayezid-i Bistami; "Senin ilĂ‚cın ancak budur ve biz de baştan; "Sen bunları kabûl etmezsin!" diye soylemiştik. Yolumuzun esĂ‚sı nefsi terbiye etmektir." buyurdu.
Bayezid-i Bistami'nin mecûsî olan bir komşusu ve sut emme cağında bir de cocuğu vardı. Bu mecûsî sefere cıktı. Evlerini aydınlatacak bir şeyi bulunmadığı icin cocuk ağlıyordu. SultĂ‚n-ul-Ârifîn her gun bir cıra alıp, komşusunun evine goturdu. Mecûsî seferden donunce durumu haber alıp, kendisinde değişiklikler hissetti. BĂ‚yezîd'e karşı kalbinde bir sevgi hĂ‚sıl olduğu halde; "O zĂ‚tın aydınlığı varken bizim karanlıkta bulunmamız hic uygun değildir." dedi ve hemen Bayezid-i Bistami'nin huzûruna gidip musluman oldu.
Bir gun sohbetinde bulunanlara; "Kalkınız, Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî kullarından birini karşılamaya cıkalım." buyurup, kalktılar. Yola cıktıklarında, İbrĂ‚him bin Şeybe-i Hirevî ile karşılaştılar. Hazret-i BĂ‚yezîd ona; "Hatırıma, seni karşılamak ve Allah katında sana şefĂ‚at etmek geldi." buyurdu. O da, "Efendim siz butun mahlûkĂ‚ta şefĂ‚at etseniz yine fazla sayılmaz." dedi.
Bayezid-i Bistami bir gun talebeleriyle giderken delilerin bulunduğu bir tımarhĂ‚nenin onunden geciyorlardı. Talebelerinden birisi, orada delilerin tedĂ‚vileri icin bir şeyler yapmaya calışan baştabibe yaklaşıp; "Gunah hastalığı ile hasta olanlar icin bir ilĂ‚cınız var mıdır?" diye sordu. Baştabib cevap veremeyip susunca, ayağı zincirle bağlı delilerden biri, BĂ‚yezîd'in teveccuhu ile şoyle dedi: "O derdin ilĂ‚cı şoyledir: Tovbe kokunu istigfĂ‚r yaprağıyla karıştırıp, kalp havanına koyarak, tevhîd tokmağıyla iyice dovmeli. Sonra insaf eleğinden eleyip, gozyaşıyle hamur etmeli. Daha sonra Aşkullah ateşinde pişirip, muhabbet-i Muhammediyye balından katarak, gece gunduz kanĂ‚at kaşığıyla yemelidir."
Bayezid-i Bistami bir gun yolda giderken yanından gecen bir kopeği gordu. Kopeğe değip necĂ‚set bulaşmasın diye eteklerini topladı. O anda kopek dile gelip, şoyle dedi:"Benden sana bulaşacak kir, uc defĂ‚ yıkamakla temiz olur. Ama senin nefsindeki kibir kiri yedi deryĂ‚da yıkansa temiz olmaz." Bunun uzerine Bayezid-i Bistami, kopeğe; "Senin dışın pis, benim ise icim. Gel berĂ‚ber olalım da belki birbirimize faydamız olur." dedi. Kopek de; "Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın. ZîrĂ‚ halk beni horlar, sana tĂ‚zim eder. Beni goren taşlar, seni goren ise iltifĂ‚ta başlar ve "Ârifler sultanına selĂ‚m olsun!" der. Benim yarına yiyecek bir kemiğim bile yok, ama senin bir ambar buğdayın var." cevĂ‚bını verdi. Bayezid-i Bistami bu cevaptan kederlendi, bir kopeğin yol arkadaşı olmaya bile lĂ‚yık değilim, diye uzuldu.
Ebû TurĂ‚b Nahşebî'nin bir talebesi vardı. Allahu teĂ‚lĂ‚ya olan muhabbetinin cokluğundan, hergun yuzlerce defa kendinden gecip bayılırdı. Bir gun hocası, kendisine; "Sen BĂ‚yezîd-i gorsen daha cok derecelere kavuşurdun." dedi ve o talebe ile beraber BĂ‚yezîd'in yanına geldiler. Bayezid-i Bistami ile o talebe goz goze geldikleri anda talebe duşup vefĂ‚t etti. Bunun uzerine Ebû TurĂ‚b Nahşebî dedi ki: "YĂ‚ BĂ‚yezîd, bu talebe oyle idi ki, Allahu teĂ‚lĂ‚nın aşkı ile kendisinde bĂ‚zı hĂ‚ller olur, kendisinden gecerdi. Fakat sizi bir defĂ‚ gormekle duşup can verdi. Bu nasıl oluyor?" BĂ‚yezîd buyurdu ki: "O kişinin hĂ‚li doğru idi. Onceden, onun muşĂ‚hedesi, kalp gozu ile gormez kendi makĂ‚mı kadar idi. Beni gorduğu anda, muşĂ‚hedesi benim makĂ‚mım kadar oldu. LĂ‚kin o kimse buna tĂ‚kat getiremeyip, can verdi."
Bir gece, bĂ‚zı kimseler hazret-i BĂ‚yezîd'in nasıl ibĂ‚det yaptığını, neler soylediğini işitmek icin penceresinin altında dinlemeye başladılar. Seher vakti olduğunda butun kalbiyle "Allah" dedi. Sonra duşup bayıldı. Bayılmasının sebebi sorulduğunda; "Sen kim oluyorsun? Senin haddine mi duştu ki ismimi ağzına alıyorsun? şeklinde bir nidĂ‚ gelir diye cok korktum da onun icin bayılmışım." buyurdu.
Bayezid-i Bistami namaz kılmak icin mescide gelince kapıda bir mikdĂ‚r durur ve ağlardı. Sebebini soranlara; "CĂ‚miyi, vucûdumla kirletmekten korkuyorum. Tovbe edip Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarıyorum, ondan sonra giriyorum." dedi.
Bayezid-i Bistami'ye; "Nefsine verdiğin en hafif cezĂ‚ nedir?" diye sordular. CevĂ‚bında; "Bir defĂ‚sında nefsim, bir itĂ‚atsizlikte bulundu. Buna cezĂ‚ olarak bir yıl boyunca hic su icmedim." buyurdu.
Bir gun bĂ‚zı kimseler, BĂ‚yezîd'in huzûruna gelip, yağmur yağması icin duĂ‚ etmesini taleb etmişlerdi. BĂ‚yezîd mubĂ‚rek başını eğip, bir mikdar duĂ‚ ettikten sonra; "Gidiniz, damlarınızın oluklarını kontrol ediniz." buyurdu. Ondan sonra 24 saat durmadan yağmur yağdı.
Bir defĂ‚sında BĂ‚yezîd hazretlerinin kalbine şoyle ilhĂ‚m olundu: "Ey BĂ‚yezîd! Hazînelerim, başkaları tarafından yapılan ibĂ‚detlerle ve guzel hizmetlerle doludur. Sen bize oyle bir şeyle gel ki, o bizde olmasın." BĂ‚yezîd; "YĂ‚ Rabbî! Hazînende bulunmayan şey nedir?" dedi. Kalbime ilhĂ‚m olundu ki: "Âcizlik, zavallılık, cĂ‚resizlik, zillet ve ihtiyac."
Bayezid-i Bistami bir defĂ‚sında şoyle anlattı: Bizim rûhumuzu, semĂ‚lara goturduler. Cennet'i, Cehennem'i gosterdiler. Hicbir şeye bakmadım. Hep Allahu teĂ‚lĂ‚yı duşunuyordum. Nice makĂ‚mlardan gecirdiler. NihĂ‚yet ezeliyyet ağacını gordum. Sonra; "YĂ‚ Rabbî! Sana gelebilmem icin beni benliğimden kurtar." diye yalvardım. Bana bildirildi ki:"Ey BĂ‚yezîd! Benliğinden kurtulup bana yaklaşman, Sevgili Peygamberime tĂ‚bi olmana bağlıdır. O'nun ayağının tozunu, gozune surme yap. O'nun bildirdiği hukumlere uymaya devĂ‚m et. (Tasavvuf ehli arasında bu menkıbeye BĂ‚yezîd'in mîrĂ‚cı denir.)
"Bulunduğunuz şu derecelere nasıl kavuştunuz?" diye kendisine sordular. CevĂ‚bında buyurdu ki: "Her yerde Allahu teĂ‚lĂ‚nın gorduğunu ve bildiğini duşunup, edebe riĂ‚yet etmekle." buyurdu.
Bir gun hazret-i BĂ‚yezîd'e; "Peygamberler hakkında ne buyurursunuz?" diye sordular. CevĂ‚bında buyurdu ki: "Biz onlar hakkında bir şey soyleyemeyiz ve onları anlayamayız. Hallerini anlamaktan Ă‚ciziz. Onlar, bizim anlıyabildiğimizden cok daha yuksekdirler. Diğer insanlar, buyuk velîleri ne kadar anlıyabilirse, velîler de peygamberleri ancak o kadar tanıyabilirler."
Bayezid-i Bistami, yanında bulunanlara; "Allahu teĂ‚lĂ‚, kendilerinden rĂ‚zı olduğu kimseleri Cennet'ine koyuyor değil mi?" diye sordu. Onlar; "Evet efendim, oyledir." diye cevap verdiler. Bunun uzerine; "Bir kimse, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuştuktan sonra, bir anlık duyduğu zevk ve saĂ‚det, Cennet'teki bin koşkten daha fazladır." buyurdular.
Bayezid-i Bistami bir defĂ‚sında bir imĂ‚mın arkasında namaz kıldı. Namazdan sonra, o imĂ‚m, BĂ‚yezîd'e; "Siz bir yerde calışıp para kazanmıyorsunuz. Başkalarından da bir şey istemiyorsunuz. O halde siz, nafakanızı nereden temin ediyorsunuz?" dedi. Hazret-i BĂ‚yezîd bunu duyunca; "Ben hemen namazımı iĂ‚de edeyim. ZîrĂ‚ rızıkları kimin verdiğini bilmeyen birinin arkasında namaz kılmışım, bu ise cĂ‚iz değildir." buyurdu.
Bayezid-i Bistami bir gun, talebeleri ile birlikte, gĂ‚yet dar bir sokaktan geciyorlardı. Hazret-i BĂ‚yezîd, karşıdan bir kopeğin gelmekte olduğunu gordu ve geri cekilip kopeğe yol verdi. Talebelerinden birinin hatırına şoyle geldi: "İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim ustĂ‚dımız, SultĂ‚n-ul-Ârifîndir. Hem de etrĂ‚fındakiler onun, her biri cok kıymetli sĂ‚dık talebeleridir. Butun bunlara rağmen, ustĂ‚dımız bu kopeğe yol vermesinin hikmeti acabĂ‚ nedir?" Bunun uzerine BĂ‚yezîd buyurdu ki: "Şu kopek, hĂ‚l lisĂ‚nı ile bana dedi ki; "Sana SultĂ‚n-ul Ârifîn olmak hil'atini ve bana da kopeklik postunu giydirdiler. Bunun tersi de olabilirdi." Bunun uzerine ben ona yol verdim."
Bir gece ıssız bir su kenarında hırkasını uzerine ortup uyumuştu. İhtilĂ‚m oldu. Hemen kalkıp gusletmek istedi. Hava cok soğuk olduğu icin, nefsi guneş doğduktan, hava ısındıktan sonra gusletmesini istiyerek gevşek davrandı. Nefsinin ona yaptığını gorunce hemen kalkıp, buzu kırdı ve nefsine cezĂ‚ olarak, hırka ile berĂ‚ber gusletti. Gusulden sonra da, hırkasını cıkarmadı. Hırka buz bağlamıştı. Sonra; "Ey Nefsim! Tenbelliğinin cezĂ‚sı işte budur." dedi.
Bayezid-i Bistami, buyurdu ki: "On iki sene nefsimin ıslahı icin calıştım. Nefsimi riyĂ‚zet, nefsin arzularını yapmamak koruğunde, mucĂ‚hede, nefsin istemediği şeyleri yapmak ateşiyle kızdırdım. Nefsi, yerme, kotuleme orsunde, kınama, ayıplama cekici ile dovdum. Boyle uğraşa uğraşa kendi benliğimden bir ayna yapıp beş sene kendimin aynası oldum. Yapabildiğim ibĂ‚det ve tĂ‚atlarla bu aynayı cilĂ‚layıp parlattım. Bir sene ibret nazarı ile bu aynaya baktım. Netîcede bu aynada gordum ki, belimde, gurur, riyĂ‚, ibĂ‚dete guvenip amelini beğenmek gibi kalp hastalıklarından meydana gelen bir zunnĂ‚r bulunuyor. Bu zunnĂ‚rı kesip atabilmek icin beş sene daha uğraştım. Yeniden hakîki musluman oldum.
Omrum boyunca, Allahu teĂ‚lĂ‚ya lĂ‚yıkıyla ibĂ‚det edebilmeyi, namazımı lĂ‚yıkıyla kılabilmeyi arzu ettim. Bu arzu ile, belki guzel namaz kılarım diye sabaha kadar namaz kıldım. Fakat kıldığım butun namazları O'na lĂ‚yık olarak bulmuyordum. NihĂ‚yet, Allahu teĂ‚lĂ‚ya şoyle yalvardım: "YĂ‚ Rabbî! Sana lĂ‚yık şekilde tam ve kusursuz olarak hic namaz kılamadım. Kıldığım butun namazlar hep BĂ‚yezîd'e yakışır şekilde oldu. Beni ve ibĂ‚detlerimi kusurlarımla birlikte kabûl eyle."
Bir zaman; "Artık ben, zamĂ‚nın en buyuk evliyĂ‚sıyım." duşuncesi kalbime geldi. Hemen buna pişman olup gonlum huzunle doldu. Şaşkınlık icerisinde Horasan yolunu tuttum. Bir muddet gittikten sonra; "Allahu teĂ‚lĂ‚ beni, kendime getirecek birini bana gonderinceye kadar buradan ayrılmayacağım." diye niyet ettim ve orada uc gun bekledim. Dorduncu gun dişi bir devenin uzerinde bir gozu gormeyen biri geldi. "Nereden geliyorsun?" dedim. "Sen niyet ettiğin zaman uc bin fersah uzakta idim. Oradan geliyorum. Kalbini koru. "ZamĂ‚nın en buyuğu benim." gibi duşunceleri hatırına getirme!" dedi ve kayboldu.
Uzun seneler nefsimi terbiye etmekle uğraşıp cile cektikten sonra, bir gece, Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvardım. "Şu testi ve aba sende oldukca, sana ruhsat yoktur." diye ilhĂ‚m olundu. Bunun uzerine yanımda bulunan testi ve abayı terk ettim. Bundan sonra bana; "Ey BĂ‚yezîd, nefsin hevĂ‚ ve hevesi icin tuzaktaki tĂ‚ne misĂ‚li olan dunyĂ‚ mallarına gonul bağlayıp, sonra da Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşmak icin yol istiyen kimselere; "BĂ‚yezîd, nefsin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapmak sûretiyle kırk yıl uğraştığı hĂ‚lde, yanında bulunan kırık bir testiyi ve eski bir abayı terk etmedikce izin alamadı. Siz, bu hĂ‚linizle size izin verileceğini mi zannediyorsunuz.AslĂ‚ izin alamazsınız." diye bildirildi.
Bayezid-i Bistami vefĂ‚t ederken, kendisini sevenlerden Ebû Mûsa ismindeki zĂ‚t yanında bulunamamıştı. Fakat o gece ruyĂ‚da; "Arşı, başı uzerine alıp taşıyordu". Bu ruyĂ‚ya cok hayret edip, hikmetini anlıyamadı ve bunu Bayezid-i Bistami'ye sormak icin yola duştu. Yolda, Bayezid-i Bistami'nin vefĂ‚t ettiğini haber aldı. BistĂ‚m'a geldiğinde cenĂ‚ze merĂ‚simi icin, hesabı mumkun olmayan fevkalĂ‚de bir kalabalık gordu. Tabutunu taşımakla şereflenmek icin yanaşmaya calıştı. Fakat yanaşıp da tabutu taşımak mumkun olmuyordu. Diyor ki, "Gorduğum ruyĂ‚yı unutmuş vaziyette, hazret-i BĂ‚yezîd'in tabutunu taşımakla şereflenmek istiyordum. Bu mumkun olmayınca tabutu taşıyanlar arasından meşakkatle, sıkıntı ile gecip tabutun altına girdim ve başımı tabuta dayayıp oylece gidiyordum. Birden tabutun icinden bana şoyle hitĂ‚b ettiğini duydum: "Ey Ebû MûsĂ‚! İşte şu bulunduğun hal akşamki gorduğun ruyĂ‚nın tĂ‚biridir."
Bayezid-i Bistami devamlı; "Allah!.. Allah!.." derdi. VefĂ‚tı Ă‚nında da yine; "Allah!.. Allah!.." diyordu. Bir ara şoyle duĂ‚ etti: "YĂ‚ Rabbî! Senin icin yaptığım butun ibĂ‚det, tĂ‚at ve zikirleri hep gaflet ile yaptım. Şimdi can veriyorum. Gaflet hĂ‚li devĂ‚m ediyor. Allah'ım! Bana huzûr ve zikir hĂ‚lini ihsĂ‚n eyle." Bundan sonra, zikir ve huzûr hĂ‚li icinde rûhunu teslim etti. VefĂ‚tı 875 (H.261) senesinde Mayıs ayına rastlar. Kabri, BistĂ‚m şehrindedir.
SultĂ‚n-ul-Ârifîn Bayezid-i Bistami vefĂ‚t ettikten sonra, buyuklerden biri kendisini ruyĂ‚da gorup; "Allahu teĂ‚lĂ‚ sana ne muĂ‚mele eyledi." diye sordu. Buyurdu ki: "Beni toprağa koydukları zaman bir ses duydum ki; "Ey BĂ‚yezîd! Bizim icin ne getirdin?" diyordu. "YĂ‚ Rabbî! Sana lĂ‚yık hic bir iyi amel yapamadım. Huzûruna lĂ‚yık hicbir şey getiremedim, ama şirk de getirmedim." dedim.
Hazret-i BĂ‚yezîd, vefĂ‚t ettikten sonra, buyuk zĂ‚tlardan birisi kendisini ruyĂ‚da gorup sordu. "Munker ve Nekir sana nasıl muĂ‚mele eyledi?" CevĂ‚bında; "O iki mubĂ‚rek melek gelip; "Rabbin kimdir?" diye sorunca, onlara dedim ki: "Bunu sormakla sizin maksadınız hĂ‚sıl olmaz. Siz bana O'nu soracağınıza, beni O'na sorun. Eğer O, beni, kulu olarak kabûl ederse ne Ă‚lĂ‚. MĂ‚zallah O, beni kulu olarak kabûl etmezse, ben, yuz defĂ‚; "O, benim Rabbimdir." desem ne faydası olur?" buyurdu.
Bayezid-i Bistami vefĂ‚t ettikten sonra, onun sĂ‚dık talebelerinden olan bir hanımefendi şoyle anlattı: KĂ‚be-i muazzamayı tavĂ‚f etikten sonra bir saat kadar tefekkur ettim. Bu sırada uykum geldi ve birazcık uyudum. RuyĂ‚mda beni goğe cıkardılar. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ve lutfu ile, Arş-ı Ă‚lĂ‚nın altını gordum. Cok guzel kokusu vardı. Nurdan yazılmış bir yazı gordum -Bayezîd Veliyyullah- yazılı idi ve yazının eni ve boyu da gorunmuyordu.
Velîler tĂ‚ifesinin efendisi Cuneyd-i BağdĂ‚dî buyuruyor ki: "Velîler arasında Bayezid-i Bistami'nin yeri, melekler arasında CebrĂ‚il'in yeri gibidir."
Bayezid-i Bistami hazretlerinin tasavvufta derecesi cok yuksek idi. Tasavvuf ilminde sekr, ilĂ‚hî aşk ile kendinden gecme hĂ‚li denilen bir hĂ‚lin kendisini kapladığı bir an, icinde bulunduğu durumu, muşĂ‚hede ettikleri şeyleri anlatmak icin "SubhĂ‚nî" demiştir. Bu sozu bĂ‚zı kimseler anlayamamış, BĂ‚yezîd hazretlerinin şĂ‚nına uygun olmayan sozler sarfetmişlerdir. Halbuki bu sozu buyuk Ă‚lim İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri, birinci cild 43'uncu mektubunda şoyle acıklamaktadır: "HallĂ‚c-ı Mensûr'un "Enelhak" ve Bayezid-i Bistami'nin "SubhĂ‚nî" sozunu tevhîd-i şuhûdî bilmemiz lĂ‚zımdır. Bu sûretle dîne uygun olurlar. Bu buyukler o hĂ‚l icinde, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka, hicbir şey goremeyince, bu sozleri soylemiş, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka bir şey yoktur demek istemişlerdir. "SubhĂ‚nî" sozu, Hak teĂ‚lĂ‚yı tenzihtir. Kendini tenzih değildir. Cunku kendi varlığını bilmemektedir. Birşeye hukum veremez."
Talebelerine sık sık şoyle nasîhat ederdi: "Musluman kardeşinize saygılı olmanızdan daha kolay ne vardır? Onlara hurmet etmek, haklarını korumak ne guzel haslettir! Musluman kardeşlerimize kin beslemek, onlara karşı saygısız olmak ne zararlı şeydir! Bu yol hic kimseye fazîlet kapısını acmamış, hic kimseyi başarıya ulaştırmamıştır..."
Bayezid-i Bistami hazretleri buyuruyor ki:
"Dilini, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru. Nefsini hesĂ‚ba cek. İlme yapış ve edebi muhĂ‚faza et. Hak ve hukûka riĂ‚yet et. İbĂ‚detten ayrılma. Guzel ahlĂ‚klı, merhamet sĂ‚hibi ve yumuşak ol. Allahu teĂ‚lĂ‚yı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma.
"Otuz sene mucĂ‚hede eyledim, nefsimin istediklerini yapmadım. İlimden ve ilme uymakdan daha zor bir şey bulamadım."
"Gozlerini harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını gormekten koru."
"Bir gece karanlığında odamda otururken ayaklarımı uzatmıştım. Hemen bir ses duydum. Sultanla oturan edebini gozetmelidir diyordu. Hemen toparlandım."
"Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendileri sebebiyle nefsimi cezĂ‚landırdığı butun şeyler uzerinde duşundum. Onların en şiddetlisi olarak gafleti buldum. Allahu teĂ‚lĂ‚dan bir an gĂ‚fil olmak (bir an O'nu unutmak) Cehennem ateşinden daha şiddetlidir."
"Ey Allah'ım! Ey kusurlardan uzak olan sonsuz kudret sĂ‚hibi Rabbim. Sen ne dilersen yaparsın. Benim vucûdumu oyle buyult, oyle buyult ki, Cehennem'i ağzına kadar doldursun. Boylece başka kullarına yer kalmasın. Onların yerine ben yanayım." Hazret-i Ebû Bekir de boyle duĂ‚ ederlerdi.
"Siz havada ucan birisini gorduğunuz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerĂ‚met sĂ‚hibi birisi olduğuna hukum vermeyin. HatĂ‚ edebilirsiniz. O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerĂ‚met sĂ‚hibi olduğunu anlamak icin, İslĂ‚miyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendimizin ahlĂ‚kı ile ahlĂ‚klanması ve sunnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslĂ‚m Ă‚limlerine olan muhabbet ve bağ-
lılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerĂ‚met sĂ‚hibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse icin fazîlet ve kerĂ‚met sĂ‚hibidir, demek mumkun olmaz."
"YĂ‚ Rabbî! Sana kavuşmak nasıl mumkun olur?" diye duĂ‚ ettim. Bir nidĂ‚ geldi, "Nefsini uc talakla boşa" diyordu."
"Bu kadar zahmet ve meşakkatlere, sıkıntılara katlanarak aradığımı, annemin rızĂ‚sını almakta buldum. Cok basit gibi gelen anne rızĂ‚sını almanın, butun işlerin evvelinde lĂ‚zım olduğunu anladım."
"Gunahlara bir defĂ‚, tĂ‚atlere ise bin defĂ‚ tovbe etmek lĂ‚zımdır. YĂ‚ni yaptığı ibĂ‚det ve tĂ‚atlere bakıp kendini beğenmek, o ibĂ‚deti hic yapmamak gunahından bin kat daha fenĂ‚dır."
"İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun, gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, Cehennem ateşi yapmaz. YĂ‚ Rabbî! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lutuf ve keremin ile bu duĂ‚yı kabûl eyle."
"Butun Ă‚lemin yerine beni Cehennem'de yaksalar ve ben de sabretsem, Allahu teĂ‚lĂ‚ya muhabbeti dĂ‚vĂ‚ edinmiş birisi olarak yine bir şey yapmış olmam. Allahu teĂ‚lĂ‚ da benim ve butun Ă‚lemin gunahını affetse, rahmetinden ve ihsĂ‚nından bir şey eksilmiş olmaz."
"Bir kimsenin, Allahu teĂ‚lĂ‚ya olan muhabbetinin hakîkî olup olmadığının alĂ‚meti; kendisinde deniz misĂ‚li comertlik, guneş misĂ‚li şefkat ve toprak misĂ‚li tevĂ‚zu gibi uc hasletin bulunmasıdır."
"Allahu teĂ‚lĂ‚nın nîmetleri, her an herkese gelmektedir. O halde her zaman O'na şukretmek lĂ‚zımdır."
"Bizim sozlerimiz Kitap ve sunnettendir. Bu iki kaynaktan gucunu ve mĂ‚nĂ‚sını almayan bir sozde değer yoktur."
"Ârifin alĂ‚meti nedir?" diye sorulduğunda; "Allahu teĂ‚lĂ‚yı anmakta gevşeklik gostermemektir." buyurdu.
AYAKKABININ CAMURU
Bayezid-i Bistami yağmurlu bir havada CumĂ‚ namazına gitmek icin evinden cıktı. Sağnak hĂ‚lde yağan yağmur, yolu camur hĂ‚line getirmişti. Yağmur bitinceye kadar bir evin ihĂ‚ta duvarına dayandı. Camurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına surerek temizledi. Yağmur yavaşlayınca cĂ‚miye doğru yurudu. Bu sırada aklına bir mecûsînin duvarını kirlettiği geldi ve uzulerek; "Onunla helĂ‚lleşmeden nasıl CumĂ‚ namazı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allahu teĂ‚lĂ‚nın huzûrunda durursun?" diye duşundu ve geri donup o mecûsînin kapısını caldı. Kapıyı acan mecûsî; "Buyrun bir arzunuz mu var?" diye sorunca; "Sizden ozur dilemeye geldim." dedi. Mecûsî hayretle; "Ne ozru?" diye sordu. O da; "Biraz once duvarınızı elimde olmadan camurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değil. Yağmurun şiddeti bu inceliği unutturdu." deyince, Mecûsî hayretle; "Peki ama ne zararı var? ZĂ‚ten duvarlarımız camur icinde. Sizin ayağınızdan oraya surulen camur bir cirkinlik veya kabalık meydana getirmez." dedi. Bayezid-i Bistami; "Doğru ama, bu bir haktır ve sĂ‚hibinin rızĂ‚sını almak lĂ‚zımdır." dedi. Mecûsî; "Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dîniniz mi oğretti?" diye sorunca; "Evet dînimiz ve bu dînin peygamberi olan Muhammed aleyhisselĂ‚m oğretti." dedi. Mecûsî; "O hĂ‚lde biz nicin bu dîne girmiyoruz?" diyerek kelime-i şehĂ‚det getirip musluman oldu.
KURTLARIN VAZÎFESİ
Bir gun Yûsuf-i BahirĂ‚nî isminde bir zĂ‚t kendi kendine; "Bayezid-i Bistami'nin yanına gideyim. Eğer, acıktan bir kerĂ‚met gosterirse velî olduğunu kabûl edeyim. Boylece onu imtihĂ‚n etmiş olayım." diye duşundu. Bu duşunce ile, Bayezid-i Bistami'nin bulunduğu yere geldi. Bayezid-i Bistami onu gorunce buyurdu ki; "Biz kerĂ‚metlerimizi, talebelerimizden Ebû Saîd RĂ‚î'ye havĂ‚le ettik. Sen ona git." Bu kimse gidip, Ebû Saîd RĂ‚î'yi sahrada buldu. Kendisi namaz kılıyor, koyunlarına da, kurtlar bekcilik ediyordu. Namaz bitince, gelen kimse kendisinden tĂ‚ze uzum istedi. Oralarda uzum bulunmazdı ve zamĂ‚nı da değildi. Ebû Saîd RĂ‚î, asĂ‚sını ikiye bolup, bir parcasını gelen kimsenin tarafına, diğer kısmını da kendi tarafına dikti. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile, hemen o parcalar asma oldu ve tĂ‚ze uzum verdi. Fakat, Ebû Saîd tarafında bulunan uzumler beyaz, gelen kimsenin tarafında bulunan uzumler siyah idi. O kimse, uzumlerin renklerinin farklı olmasının sebebini sordu. Ebû Saîd RĂ‚î; "Ben, Allahu teĂ‚lĂ‚dan, yakîn yolu ile istedim. Sen ise imtihan yolu ile istedin. Dolayısıyle, renkleri de niyetlerimize uygun olarak meydana geldi." buyurdu ve o kimseye bir kilim hediye edip, kaybetmemesini tenbih etti. O kimse kilimi alıp, hacca gitti. Fakat, kilimi, Arafat'da kaybetti. Cok aradı ise de bulamadı. Hac donuşunde, BistĂ‚m'a, BĂ‚yezîd hazretlerinin yanına uğradı. Baktı ki kaybettiği kilim, Bayezid-i Bistami'nin onunde duruyor. Bu hĂ‚diselere şĂ‚hid olduktan sonra, boyle yuce bir zĂ‚ttan, kerĂ‚met istediğine cok pişmĂ‚n oldu. Tovbe ve istigfĂ‚r edip, Bayezid-i Bistami'nin talebeleri arasına katıldı.
ON ŞEY
Bayezid-i Bistami buyurdu ki:
"Şu on şey beden uzerine farzdır:
1) Farzları noksansız yerine getirmek, 2) Haram kılınan şeylerden kacınmak, 3) Allah icin mutevĂ‚zî olmak, 4) Musluman kardeşlerine eziyet etmekten sakınmak, 5) İyi ve kotu herkes icin hayır isteyen olmak, 6) Allahu teĂ‚lĂ‚nın mağfiretini arzulamak, 7) Her işte ve her hĂ‚lukĂ‚rda Allah rızĂ‚sını gozetmek, 8) Ofkeyi, gurur ve taşkınlığı, zulum ve haksızlığı, uzucu olcude mucĂ‚deleyi terketmek, 9) Kendi kendine nasîhatcı olmak, nefsi terbiyeye calışmak, 10) Olume bilerek hazırlanmak."
Şu on şey bedeni korur:
1) Gozleri haramdan ve luzumsuz şeylerden korumak, 2) Dili zikre alıştırmak ve bunu îtiyĂ‚d hĂ‚line getirmek, 3) Nefis muhĂ‚sebesi yapmak, gunluk hayĂ‚tı bu olcu icinde surdurmek, 4) İlim oğrenmek ve oğrenilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak, 5) Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhĂ‚faza etmek, 6) Bedeni, dunyĂ‚nın faydasız işlerinden kurtarıp, dunyĂ‚ ve Ă‚hiret icin faydalı işlerde kullanmak, 7) İnsanlarla haşır-neşir olmamak, kalbi geliştirmek, duşunceyi berraklaştırmak, zekĂ‚yı işletmek icin uzlete cekilmek, 8) Nefis ile kıyasıya mucĂ‚dele etmek, 9) Cokca ibĂ‚det etmek, 10) Peygamber efendimizin sunnetine uymak.
Şu on şey bedenin şerefidir:
1) TevĂ‚zu icinde yumuşak huyluluk, 2) HayĂ‚ ve edep, 3) İlim, 4) Haram ve şupheli şeylerden kacınmak, gonul rahatlığı icerisinde ibĂ‚detleri hatĂ‚sız yapmaya calışmak, dunyĂ‚ şatafatına değer vermemek, 5) Her işte, atılan her adımda Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkmak, 6) Guzel ahlĂ‚k, 7) Başa gelen belĂ‚ ve musîbetleri yuklenmek, sabrı dayanak yapmak, 8) Halk ile iyi gecinme yollarını, idĂ‚re etmek cĂ‚relerini bilip yurutmek, 9) Ofkeye mĂ‚ni olmak, 10) Dilenmeyi terketmek.
Şu on şey insanın maddî ve mĂ‚nevî yapısını tahrib eder:
1) Dînine onem vermeyen kimseyle arkadaşlık etmek, 2) Hayırlı ve yararlı kişilerden ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak, 3) Nefsin isteklerine boyun eğip onun peşine takılmak, 4) İslĂ‚miyetten uzaklaşmak, 5) Dinden olmayan şeyleri din adına uydurup dîne sokan kimselerle oturup kalkmak, 6) DunyĂ‚ ve Ă‚hiret icin yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tur şeyleri arzulamak, 7) Halkı kotu zan altında tutmak, 8) Ustunluk taslamak, 9) DunyĂ‚lıktan yana uzuntuye kapılmak, 10) Âhireti duşunmemek.
On şey insan varlığını oldurur:
1) Terbiye azlığı, 2) CehĂ‚let cokluğu, 3) Halktan nîmet beklemek, 4) Şehvet azgınlığı, nefis kudurganlığı, 5) Baş olma sevdası, 6) DunyĂ‚ya luzumundan fazla meyletmek, 7) Allahu teĂ‚lĂ‚ katında nefis ile dostluk kurmak, 8) Cok yemek, 9) Cok uyumak, 10) Kalabalığa uymak.
On şey insanı aşağılık yapar:
1) Ofke ve hiddet, 2) Kin ve nefret, 3) Buyuklenme, 4) Zulum ve haksızlık, 5) İnat yollu mucĂ‚dele, 6) Cimrilik, 7) Başkasına ezĂ‚ ve cefĂ‚ etmek, 8) Mumin kardeşine saygısızlık, 9) Kotu huy ve fenĂ‚ ahlĂ‚k, 10) İnsaf olculerini aşmak.
NASÎHATLERİN OZU
Bayezid-i Bistami'nin yakınlarından biri seyĂ‚hate cıkarken, huzûra gelip; "Bana tavsiyede bulunur musunuz?" dedi. O da; "Uc şey ile sana tavsiyede bulunurum: Yolculukta kotu huylunun biri sana arkadaşlık ederse
Bayezid-i Bistami
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●51 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Bayezid-i Bistami