Sa'duddîn'in babası, ticÂret icin kervanlarla uzak memleketlere giderdi. Babası, kucuk yaştaki Sa'duddîn'i, ceşitli ulkeleri gorup, bilgi edinmesi icin yanında gotururdu. Oğlunun iyi yetişmesi icin hicbir fedÂkÂrlıktan cekinmezdi. Sa'duddîn, babasının verdiği din terbiyesi ile buyutuluyor, etrÂfına ornek olacak şekilde yetiştiriliyordu. Bir defÂsında, on iki yaşında babası ile ticÂret icin sefere cıkmıştı.Bir kervansarayda konakladılar. Sa'duddîn, kervansarayın kapısında otururken, oraya bir grup tuccar gelip, konuşmağa başladılar. Aralarındaki hesÂbı gorebilmeleri icin, birbirlerine uzun muddet bağırıp cağırdılar ve cekişmeğe başladılar. Tuccarların bu hÂlini seyreden Sa'duddîn, ağlamaya başladı. Tuccarlar, cocuğun sebepsiz yere ağlamasına hayret edip nicin ağladığını sordular. Bunun uzerine Sa'duddîn; "Sizin yuzunuzden ağlıyorum. Sabahtan beri buradayım, duny hırsı yuzunden kavga edip duruyorsunuz. Bir Ân icin olsun, Allahu teÂlÂnın ismini anıp O'ndan bahsetmediniz. O'nun emir ve yasaklarından hic konuşmadınız. Size acıdığım icin ağlıyor, Cehennem'e duşmemeniz icin de du ediyorum." dedi.Tuccarlar, cocuğun bu hÂline hayran oldular ve hepsi yaptıklarına tovbe edip, helÂlleşerek işlerini bitirdiler.
Bu hÂdiseyi işiten Sa'duddîn'in babası, oğlunun ileride buyuklerden olacağını anlayıp, her fedÂkÂrlığa katlanarak okutmağa başladı.Sa'duddîn, ustun zekÂsı ile kısa zamanda; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi naklî ilimleri ve zamÂnın fen bilgilerini oğrendi. Bu ilimlerde derin Âlim oldu ve kitaplar yazdı. Bu arada nefsini terbiye etmek icin uğraşıyor, bir murşide yol gostericiye talebe olmak ihtiyÂcını hissediyordu. NihÂyet NizÂm-ı HÂmûş hazretlerinin huzûruna gitti.Kendisini talebeliğe kabûl etmesi icin yalvardı. Talebeliğe kabûl olununca, cok sevinerek, şukur secdesine kapananSa'duddîn-i KaşgÂrî, hocasının her emrini hemen yapar, hizmetiyle şereflenmeye can atardı. Bu gayreti ile, kısa zamanda NizÂm-ıHÂmûş'un en onde gelen talebesi oldu. Hocasının sohbetleriyle olgunlaşıp yetişti ve halîfesi, vekîli olmakla şereflendi.
Sa'duddîn-i KaşgÂrî anlattı: "Hocam NizÂm hazretlerinin sohbetiyle yıllarca şereflendikten sonra birgun, bende hacca gitme arzusu haddi aştı. Hocama durumu anlattım ve izin istedim. Bana; "Bu sene hacca giden kÂfilelerin icine ısrÂrla baktığım hÂlde seni goremiyorum." buyurdu. Bu soz uzerine "Peki" dedim. Fakat uzulduğumu anlayınca da; "Uzulme! İnşÃ‚allah, bir gun elbet gitmek nasîb olacak. Sen, yine de gorduğun ruyÂları Şeyh Zeynuddîn'e gidip anlat, o sana gereken cevÂbı verir." diye de emrettiler. Ben yine, "Başustune efendim." diyerek Zeynuddîn Efendiye gittim. Zeynuddîn HÂfî, Horasan'da meşhûr olan bir hoca idi, pekcok talebesi vardı. Zeynuddîn hazretlerine durumumu ve gorduğum ruyÂları anlatarak, hacca gitmek arzumu bildirdim. Zeynuddîn Efendi; "Sa'duddîn! Buraya kadar yorulup gelmişsin. Artık burada bizim yanımızda kal ve bizim talebemiz ol." dedi. Ben de, "Efendim! Benim hocam var ve hayattadır. Bir kimsenin ustÂdı var iken başka birine bağlanması uygun mudur?" dedim. Bu suÂlime de; "İstihÂre ediniz." cevÂbını verdi. Ben; "Kendime guvenim olmadığı icin, yapacağım istihÂreye de îtimad edemem." dedim. Zeynuddîn Efendi ısrÂr ile; "Sen istihÂre et, biz de eder neticeye varırız." dedi. O gece istihÂre namazı kıldım ve cenÂb-ı Hakk'a du ederek uyudum. RuyÂmda,Silsile-i aliyye isimli Âlim ve evliyÂnın pekcoğu Hirat'a ziyÂrete gelmişler. Zeynuddîn Efendi de oradaydı. O velîlerin, Zeynuddîn Efendiye karşı hÂlleri soğuktu.Kendi aralarında konuşuyorlar, ona hic iltifÂt etmiyorlardı. Gece uyandığımda anladım ki, bir kimsenin ustÂdı var iken başkasına bağlanması uygun değildir. Sabah olunca, Zeynuddîn Efendiye gittim. Daha ben konuşmaya başlamadan; "Yol birdir. Butun yollar aynı noktaya cıkar. Sen yine eski yoluna devÂm et. Eğer bir muşkilin olursa, bizden yardım isteyebilirsin. Sana yardıma hazırız." dedi.Meğer o da gece ruyÂsında, gÂyet buyuk ve heybetli bir ağacın dalını kesmeye calışmış, fakat bir turlu başaramamış. Bu ruyÂsına dayanarak, sabahleyin ben daha konuşmaya başlamadan boyle soylemiş. Boylece hem o sene hacca gidemedim, hem de hocamın kıymetini ve buyukluğunu, her sozunun hikmetli olduğunu yakînen anladım. DerhÂl hocamın huzûruna donerek, hizmetine dort elle sıkıca sarıldım. Uzun bir zaman gecti. Hocam bir gun bana; "Sa'duddîn! Senin hacca gitmenin zamÂnı geldi. Orada bize de du et. Resûlullah efendimize bizim icin de şefÂat dileğinde bulunup hurmetimizi arz et. Yolculuk esnÂsında, bir başkasına Allahu teÂlÂnın kahrı senin vÂsıtanla tecellî ederse, sakın bu gucu kullanayım deme!" buyurdu. Ben de; "Başustune efendim!" diyerek, hazırlığımı yaptım ve yola koyuldum. Hacdan sonra geriye donuş yolculuğumda, hocamın haber verdiği hÂl, bende zuhûr etmeye başladı. Yanıma yaklaşan birini gorsem, gozlerimden cıkan bir şua ile o kimse Ânında kendinden gecer, bayılırdı. Eğer yanıma gelse helÂk olabilirdi. Bu hÂl bende meydana cıkınca, insanlardan kacmaya başladım. Yanıma gelmeye calışanlara uzaktan işÃ‚ret ederek, yanıma gelmemelerini tenbih ederdim. Bu hÂl benden gidinceye kadar, bir yere gizlenip, hic dışarıya cıkmadım. Boylece hocamın kerÂmetleriyle, insanlara zararlı olacak bir hÂlimden kurtulmuş oldum."
Sa'duddîn-i KaşgÂrî anlattı: "MurÂkabeyi, kendi ic Âlemime donup kontrol etmeyi kediden oğrendim. Bir gun bir kedinin, deliğin başında kılını dahî kıpırdatmadan beklediğini gordum. Geriden tÂkib etmeye başladım. Kedi, deliğin ağzında, fÂrenin cıkmasını saatlerce hareketsiz bekledi.Bu sırada kendi kendine; "Ey kendisine dahî bir faydası olmayan Sa'duddîn! Bir kedi, maksadına kavuşmak icin bu kadar dikkatli olursa, sen kalbini temizleyip, Rabbinin emirlerini yapmak ve yasaklarından kacmakta nicin dikkatli olmazsın. Yazıklar olsun sana ey nefsim!" demekten kendimi alamadım. O gunden sonra, bir Ân bile Rabbimi hatırımdan cıkarmadım."
Sa'duddîn-i KaşgÂrî'nin ileri gelen talebelerinden MevlÂn AlÂeddîn anlattı: "Hasta idim. Hocam ziyÂretime gelmişti. Yatağımın kenarına oturup, sesli olarak uzerime Kur'Ân-ı kerîm okudu. Sonra sessizce başını onune eğerek murÂkabe etmeye başladı. O sırada odamın tahtadan yapılmış tavanındaki bir delikten bir miktar toprak, hocamın başına sacıldı. Toprağın bir fÂre tarafından atıldığı belliydi. Hocam, bu hÂle once bir şey demedi. Bu hÂl uc def tekrar edince, Sa'duddîn-i KaşgÂrî başını yukarı kaldırarak; "Ey edebsiz fÂre!" deyip dışarı cıktılar. Bu durum beni oldukca uzdu. "Bu fÂre, Allahu teÂlÂnın evliyÂsı olan bu mubÂrek zÂtı incitti. Dur bakayım bunun sonu neye varacak? Bu fÂreye gazab-ı ilÂhî gelecek ama nasıl?" diye duşunmeye başladım. Biraz sonra o deliğin kenarında bir kedi gorundu ve beklemeye başladı. Yine aşağıya toprak dokmeye gelen fÂreyi bir anda yakalayıp oldurdu. Yine beklemeye devÂm etti. Biraz sonra bir fÂre daha geldi. Onu da oldurdu. Bu şekilde o gun akşama kadar tam on sekiz fÂreyi oldurup yedi."
Pîr Ali anlattı: "Hanımım uc aylık hÂmile idi. Haberim yokken cocuğu duşurmek icin bÂzı cÂrelere başvurmuş. Fakat başvurduğu cÂreler tam tersine netice verince, sancılar icinde kıvranmaya başlamış. Eve vardığımda, vaziyeti hic ic acıcı değildi. Başına, yakın akrab ve komşular gelmiş ağlıyorlar, mÂneviyÂtını daha cok bozuyorlardı. Benim de yapacağım bir tedbir yoktu. Hemen mubÂrek hocamın huzûruna gittim. Yanında bir takım yuksek rutbeli kimseler vardı. Hicbir şey soylemeden, bir kenarda beklemeye başladım. Bir muddet sonra o kimseler yanından ayrılıp gitti. Yalnız kaldığımızda, ben daha bir şey konuşmadan, hocam; "Hanımınıza gidip deyiniz ki; "Bu işi daha once yine yapmak istemiştin. O zaman seni affetmiştik. Şimdi de affediyoruz. Eğer bir daha yapmak istersen, senin icin kurtuluş yoktur." Hocamın kurtuluş mujdesini duyunca ferahladım. MusÂade alarak eve koştum. Evde durum bir Ânda iyiye donmuş, hanımım iyileşmişti. Hanıma durumu anlattım. Dedi ki: "Hocamız doğru buyurmuş. Daha once yine boyle bir iş yapmış ve olumden kurtulmuştum. Demek ki hocamızın himmeti bereketiyle kurtulmuşum. Şimdi de bir Ânda iyileştiğimi hissettim. Hocamızın buyukluğu karşısında yaptığım bu işten dolayı utanıyorum. Artık boyle bir iş yapmaktan cenÂb-ı Hakka sığınırım." dedi.
Sa'duddîn-i KaşgÂrî'nin talebelerinden AlÂeddîn anlattı: "Bir gun memleketimde bulunan anne ve babamdan mektup geldi. Beni evlendirmek icin bir kız bulduklarını, acele gelmem îcÂbettiğini yazıyorlardı. Fakat boyle bir dÂveti annem-babam yaptığı icin uzuldum. Bir ara hocam beni uzgun gorunce sebebini sordu. Durumu anlatınca; "MÂdem ki annen ve baban cağırıyor, hemen gidiniz." buyurdu. Hocama ved ederek memleketime gittim. Soyledikleri kızla evlendim. Annem ve babam beni senelerce bırakmadılar. Hocamdan ayrı kalmanın uzuntusu cok fazlaydı. Buna rağmen her gun hocamı hatırlar, gozlerimi yumup onu duşunurdum. Bu yonden hic gaflete duşmuyordum. Memlekette, ne hikmetse hukumet memuru bizi sık sık rahatsız ediyor, daha doğrusu zulm ediyordu. Zulumde aşırı gittiği bir gun; "İmdÂd y mubÂrek hocam! Allahu teÂlÂnın izniyle himmetinizi istirhÂm ediyorum!" diye hocamdan yardım istedim. O gece ruyÂmda hocamı gordum. Elinde bir yay ile ok vardı. Bir ara karşıdan o zÂlim memurun geldiğini gorduk. Hocam hemen elindeki oku yaya yerleştirip memura fırlattı. Ok, o zÂlimin goğsune saplandı. Uyandığımda artık bu zÂlimden kurtulacağımı anladım. O gunden sonra memur bize gelmez oldu. Araştırdığımda, Ânî olarak felc gecirdiğini ve artık yerinden kımıldayamaz hÂle geldiğini oğrendim. Her zaman olduğu gibi, şimdi de hocamın yuzlerce kilometre uzaktaki bir himmeti ile kurtuldum."
Talebesi AlÂeddîn anlatır: "Sa'duddîn hazretlerine yeni talebe olmuştum. Arabî, mantık, kelam, fıkıh gibi derslere ara verip, tasavvuf uzerinde calışmamı emrettiler. "Başustune" deyip kendimi tasavvufa verdim. Fakat o sıralarda hadîs ilmi uzerinde bir hocadan ders alıyordum. Kendi kendime; "Hadîs ilmini okumak herhÂlde hocamın bu emri dışındadır, bunu oğrenebilirim." diye icimden gecti. Kitabı bitirmeye karar verdim. Bu kararımdan sonra, kitabı okutan hocanın yanına gitmek uzere evimden cıktım. Kapıdan cıkar cıkmaz, sanki ayaklarıma kalın zincirlerle buyuk bir ağırlık bağlamışlar gibi adım atamadım. Ayaklarımı kaldırmak icin sarfettiğim gayretlerden ter icinde kaldım. Ayaklarımı surukleye surukleye yurumeye başladım. Yolda bir kopru vardı. Oraya yaklaşırken şiddetli bir fırtına cıktı, başımdan takkemi alıp goturdu. Gozume kum tÂnecikleri kactı. Dehşet icinde kaldım. Gitmekten vazgectim. Geriye doner donmez fırtına kesildi, ayaklarımdaki ağırlık kayboldu ve başımdan ucup giden takkem onume geldi. Hayret ettim. Anladım ki, bu iş hocamın emrine muhÂliftir. DerhÂl hocamın huzûruna koştum. Onu cÂmide murÂkabe ederken buldum. Beni gorunce gulumseyerek; "Soz dinleyen kurtulur." buyurdular."
Yine cok sevilen talebesi AlÂeddîn anlattı: "Hocam Sa'duddîn hazretlerine teslim olmuş, onun hizmetiyle şerefleniyor, dertlere dermÂn olan sohbetlerini can kulağı ile dinliyordum. Bir gun, tasavvufta kabz hÂli denilen muthiş bir sıkıntıya duştum, bunalmaya başladım. Kalbim kararmaya başladı. Gonlume, soylenmeyecek derecede kotu şeyler geliyordu. Beni gokyuzunden atıp parca parca etseler de, bunlar hatırıma gelmese diyordum. CÂresiz kaldım. Durumumu hocama anlatmak icin huzûruna vardım. Daha bir şey konuşmadan, bir eliyle goğsumden diğer elinin şehÂdet parmağıyla da ensemden bastırdı. O Ânda, hocamın kerÂmeti olarak oyle muthiş birşey oldu ki, gonlumdeki bu duşunceler silindiği gibi, kalb gozum acılıp, melekler Âlemini gormeye başladım. Elhamdulillah bendeki o sıkıntı kayboldu. Hocamın himmetiyle bu derdimden kurtuldum."
Tasavvufun yuksek hakîkatleri ile ilgili, işitip de anlıyamadığı bÂzı meselelerde muşkili olan bir kimse, muşkilini halletmek icin bir rehber arıyordu. DiyÂr diyÂr dolaştığı hÂlde, bir yol gosterici bulamadı. Bir gun yolu Sa'duddîn-i KaşgÂrî hazretlerinin bulunduğu şehre geldi ve bir cÂmideki hocaya durumunu anlatıp; "Bu derdime cÂre olacak bir rehber arıyorum. Bu şehirde derdimin dermÂnı olacak Allahu teÂlÂnın evliyÂsından bir kimse var mıdır?" diye sordu. O da Sa'duddîn-i KaşgÂrî'yi tavsiye edip, huzûruna goturdu. O kimse, Sa'duddîn-i KaşgÂrî'ye daha bir şey anlatmadan, onun teveccuhleri, bakışları ile gonlunde bir şeyler olmaya başladığını hissetti. İşitip de anlayamadığı şeyleri, şimdi goruyordu. Yakîni arttı. Sa'duddîn-i KaşgÂrî'nin buyukluğune hayrÂn oldu ve edeble elini opmek icin eğildiğinde; "Talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum" diyebildi. Sa'duddîn-i KaşgÂrî; "Kabûl ettim" buyurarak, elini opturdu. O kimse boylece, Sa'dudîn-i KaşgÂrî'nin bir teveccuhu ile derdine derman buldu ve hakîkî saÂdete kavuştu.
Sa'duddîn-i KaşgÂrî hazretleri bir sohbetlerinde buyurdular ki:
"Bir insanda bir kalb vardır. Oraya sÂdece Allahu teÂlÂnın sevgisi doldurulmalıdır. İnsan, her nefeste bir hazîneyi kaybeder. Ancak cenÂb-ı Hakk'ı hatırladığı zamanlar bu hazîne kaybolmuş olmaz. Bu şuur insanda hÂkim olunca, Allahu teÂlÂdan utanma duygusu da berÂber gelir ve gafletten uyanır. Gonul, cenÂb-ı Hakka yoneldiği zaman, icinde bir pencere acılır ve o pencereden, ilÂhî feyz nûru girer. Bu nûr, doğudan batıya kadar her zerreye hayat verir. Yalnız penceresiz olan evler nasîbini alamaz."
"İnsanı Allahu teÂlÂdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, duny duşuncelerinin kalbe yerleşmesidir. Bu duşunceler, kotu arkadaşlardan ve luzûmsuz şeylerle uğraşmaktan hÂsıl olur. Cok uğraşarak bunları kalbden cıkarmalıdır. Allahu teÂlÂya kavuşmak isteyenlerin, bunlardan ve hayÂli arttıran her şeyden sakınması lÂzımdır. Calışmayan, sıkıntıya katlanmıyan, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nîmeti ihsÂn etmez. Bu, Allahu teÂlÂnın Âdetidir."
Sa'duddîn-i KaşgÂrî hazretleri, Hirat'ta, MevlÂn AbdurrahmÂn CÂmî (MollaCÂmî

LUTFEN DİLİNİZİ TUTUNUZ
Sa'duddîn-i KaşgÂrî'yi cok sevenlerden Pîr Ali anlattı: "Kaftancılık yapardım. Bir gun dukkanımda calışırken, vergi memuru geldi. Bir suru hesap yapıp, sonunda benden oyle bir meblÂğ istedi ki, onu odemeğe gucum yetmezdi. Bu verginin fazla olduğunu, sanatıma gore cok istendiğini anlatmak istedimse de kabûl ettiremedim. Memur, bana hakÂret etmeye başladı. Bu sırada hocam Sa'duddîn hazretleri dukkÂna geldi. Memuru dinlemeğe başladı. Memurun gittikce hiddeti artıyordu. Hocam geldiği icin, edebimden hic cevap veremiyordum. Bir ara hocam memurun yanına yaklaşıp; "Memur bey! Lutfen dilinizi tutunuz. Kotu soz soylemeyiniz!" buyurarak, elini memurun omuzuna koydu. O Ânda, sanki tonlarca bir ağırlık adamın uzerine konmuş gibi memur yere yıkılıp, bayıldı. Bir muddet sonra hocam merhamet ederek, cemÂl nazarıyla memura baktı. O teveccuhten sonra, memur kıpırdamaya, kendine gelmeye başladı. Ayıldığında, buyuk bir saygıyla hocamdan ozur dilemeğe başladı. Hocam da onu affetti. Bu memur, daha sonra hocamın yakın talebelerinden oldu."
HOCAM HİMMET!
Sa'duddîn-i KaşgÂrî'nin talebelerinden AlÂeddîn Efendi, memleketinde başına gelen bir hÂdiseyi şoyle anlattı: "Bir gun yuksek bir ağacın uzerine meyve toplamak icin cıkmıştım. Bir ara ayağım kaydı, dengemi kaybettim ve duşmeğe başladım. O Ânda hocam hatırıma geldi ve; "YÂ hocam, himmet!" dedim. Daha yere duşmeden bir elin beni sıkıca kavradığını ve yavaşca yere bıraktığını gordum. Ayağa kalktığımda beni kurtaran eli gormek icin etrÂfıma cok bakındığım hÂlde goremedim. Yine hocamın imdÂdıma yetiştiğini anladım. Sonra anne ve babama giderek, hocama gitmek uzere izin vermeleri icin cok yalvardım. HÂlime acıdılar. MusÂade ettiler. Hemen eve gittim. Zevcem ve cocuklarımla helÂllaşıp yola koyuldum. Hocama bir Ân once kavuşmak icin yollardan ucar gibi gittim. Huzûruna geldiğimde, başımdan gecenleri daha anlatmadan: "ZÂlimlere yaptığımız muÂmele ile mazlumlara yaptığımız muÂmele elbette farklıdır." diyerek kerÂmetlerini izhÂr ettiler.
BUYURDU Kİ
Sa'duddîn-i KaşgÂrî hazretleri buyurdu ki: "Ey talebelerim! Biliniz ki, Allahu teÂl bu kadar azamet ve buyukluğu ile bizlere gÂyet yakındır. Bu sozu anlayamazsanız da, boylece îtikÂd edip inanmalısınız. Size lÂzım olan odur ki, tenhÂda ve acıkta edebi gozetiniz. Evinizde tek başınıza olduğunuz zaman dahî, ayağınızı uzatmayınız. Her Ân Allahu teÂlÂnın sizi gorduğunu biliniz ve ona gore hareketlerinizi duzenleyiniz. Kendinizi, zÂhir ve bÂtın edebi ile susleyiniz. Gorunuşteki zÂhir edeb; Allahu teÂlÂnın emirlerini yapmak, yasaklarından kacınmak, dÂim abdestli bulunmak, istigfÂr eylemek, az soylemek, her işin inceliğini titizlikle yapmak, İslÂm Âlimlerinin eserlerini okumak gibi hususlardır. BÂtın edebi ise; yabancılarla duşup kalkmamak, dunyÂya bağlanmamak, Allahu teÂlÂyı unutturacak her turlu işten uzaklaşmaktır."
1) KÂmûs-ul-A'lÂm; c.4, s.2570
2) ReşehÂt; s.179
3) NefehÂt-ul-Uns; s.442
4) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2, s.23
5) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1136
6) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.3
__________________