EvliyĂ‚nın buyuklerinden. İsmi Adiyy bin MusĂ‚fir bin İsmĂ‚il HakkĂ‚rî, kunyesi Ebu'l-FedĂ‚il, lakabı Şerefuddin'dir. Soyu hazret-i Osman bin AffĂ‚n'a ulaşır. Ba'lebek civarında Beyt-u KĂ‚r denilen yerde 1074 (H. 467) senesinde doğdu. 1162 (H 557) senesinde Musul'a bağlı HekkĂ‚riyye Dağındaki dergĂ‚hında vefĂ‚t etti. Oraya defnedildi.

Adiyy bin MusĂ‚fir hazretleri, zamĂ‚nın bereketi, hĂ‚ller ve kerĂ‚metler sĂ‚hibi bir zĂ‚t idi. Akîl el-Menbecî, HammĂ‚d ed-Debbas, Ebû Necib AbdulkĂ‚hir es-Suhreverdî, AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî el-Ceylî, Ebu'l-VefĂ‚ el-HulvĂ‚nî ve Ebû Muhammed eş-Şenbekî ve başkalarından ilim ve tasavvuf terbiyesi aldı. KemĂ‚le geldi, olgunlaştı.

Ebu'l-BerekĂ‚t İbn-ul-Mustevfî, Tarih-i İrbil isimli eserinde; "Şeyh Adiyy bin MusĂ‚fir'i gorduğumde, ben daha cocuktum. O mubĂ‚rek zĂ‚t, orta boylu, esmer renkli ve cok fazîletli idi. Onun ustunluğu ve guzel ahlĂ‚kı ciltlerce yazılsa anlatılamaz." demektedir.

İbn-ul Ehdel; "Onun cok kerĂ‚metleri goruldu. Kukremiş bir arslanın yanında onun ismi soylense arslan durur, onun duĂ‚sı sebebiyle deniz dalgaları, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle sukûnet bulurdu." demektedir.

Adiyy bin Musafir onceleri dağlarda, ovalarda, sahralarda dolaşır, nefsini ıslĂ‚ha calışırdı. Uzun seneler, boyle yaşadı. Oyle hĂ‚l sĂ‚hibi oldu ki, vahşî ve yırtıcı hayvanlar kendisine bir şey yapmazdı. Daha sonra Musul civĂ‚rında, Hekkariyye Dağı denilen bir yerde, buyuk bir dergĂ‚h yaptırdı. Ceşitli yerlerden insanlar akın akın oraya gelip, ilim ve edeb oğrendiler. EvliyĂ‚dan cok kimse onun talebesi oldu. Bu dergĂ‚hın, zamĂ‚nında bir benzeri olmadığı soylendi.

İbn-i Şuhbe ise bir eserinde; "O, Ă‚lim, fakîh bir zĂ‚ttı. MucĂ‚hede yolunun buyuklerinden biri olup, sabrı coktu. Başkaları bu mertebeye ulaşamadı. Şeyh AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri kendisini cok medh u senĂ‚ etti ve evliyĂ‚ullahın ileri gelenlerinden olduğunu soyledi." diye anlatmaktadır.

Âdiyy bin MusĂ‚fir duĂ‚sı makbûl bir zattı. Talebelerinden Şeyh Omer şoyle anlatır:

Ben bir gun Adiyy bin Musafir hazretlerinin yanındaydım. O sırada bir kısım insanlar onu ziyĂ‚ret icin geldiler. Aralarında Hatîb Huseyin isimli bir zĂ‚t vardı. Adiyy hazretleri bu zĂ‚ta donerek; "YĂ‚ Hatîb Huseyin! Sen ve yanındakiler falan yere gidin, bir mikdĂ‚r taş cıkarın ve bahcenin yanına getirin, onunla bahcenin duvarlarını yapacağız." buyurdu. Hatîb Huseyin hic îtirĂ‚z etmeden yanındakileri alarak, soylenilen yere taş cıkarmaya gittiler. Adiyy hazretleri de o yerdeki dağın eteğine gitti. Onlar taşları cıkararak aşağıya yuvarlıyorlardı. Bir ara yuvarlanan taş bir kişiye isĂ‚bet etti. O kişi hemen oldu. Bunun uzerine Hatîb Huseyin bağırarak; "Falancaya taş carptı ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın rahmetine kavuştu." dedi. Hatîb Huseyin'in sesini Adiyy hazretleri işitti. Onların yanına gelerek, olen kimsenin yanında durdu. Ellerini kaldırıp duĂ‚ etti. DuĂ‚ bitince o şahıs ayağa kalktı. Kendisine hic taş değmemiş gibi sapasağlamdı.

Yine bir gun Adiyy hazretlerinin yanına gittim. EvliyĂ‚nın hĂ‚llerinden ve menkıbelerinden anlatıyordu. Bir ara; "Falan yerde bir kimse vardır. O anasından doğma kordur. Aynı zamanda baras hastası ve hĂ‚l sĂ‚hibi bir zĂ‚ttır." dedi. Ben icimden; "Adiyy hazretleri himmet etseler, o kimse o durumdan kurtulsa." dedim.

Daha sonra onun yanından ayrıldım. Başka bir gun yine Adiyy bin MusĂ‚fir'i ziyĂ‚rete gittim. Bana; "YĂ‚ Omer! İhtiyac hĂ‚rici hic konuşmamak şartıyla, bana bir seferde arkadaş olur musun?" dedi. Ben de; "Evet." dedim. Bulunduğumuz yerden cıkarak yola koyulduk. Ben Adiyy hazretlerini tĂ‚kib ediyordum. Beriyet denilen yere geldiğimizde, aclıktan yuruyemez hĂ‚le geldim ve Adiyy hazretlerinden geride kaldım. Geri donerek bana; "Ya Omer! Yuruyemiyor musun?" dedi. Ben de; "YĂ‚ UstĂ‚d! Cok acıktım ondan yuruyemiyorum." dedim. Bunun uzerine biraz ilerde duran bir ağacın meyvelerini toplayarak bana verdiler. Onları yiyince ayaklarıma kuvvet geldi ve yurumeye başladım. Sonunda koye vardık. Koyun icinde bir ceşme vardı. Ceşmenin yanındaki ağacın altında, gozleri kor ve baras hastası bir genc oturuyordu. O genci gorunce, Adiyy hazretlerinin birkac gun onceki konuşmaları aklıma geldi. Kendi kendime; "Adiyy hazretleri herhĂ‚lde bu gence duĂ‚ etmeye geldiler. Bu duĂ‚nın bereketiyle bu hĂ‚lden kurtulur." diye duşundum. O anda Adiyy hazretleri bana donerek; "Senin kalbinde ne vardır?" dedi. Ben de;"Allahu teĂ‚lĂ‚nın hurmetine duĂ‚ buyur da, bu genc şifĂ‚ bulsun." dedim. O zaman; "YĂ‚ Omer! Benim sırlarımı acığa cıkarma." deyince, ben de onun sırlarını acıklamayacağıma dĂ‚ir yemin ettim. Adiyy bin MusĂ‚fir, ceşmenin başına gidip abdest aldı. Sonra gelip iki rekat namaz kıldı. Sonra o gencin yanına gelip mubĂ‚rek eli ile mesh etti ve; "Bi iznillahi, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile kalk." dedi. Genc de hemen ayağa kalktı. Sanki hic kor ve baraslı değilmiş gibi sapasağlam oldu. Sonra o koyun halkı gelip, Adiyy hazretlerinin yanına oturdular. Adiyy bin MusĂ‚fir onlarla bir sure hikmetlerden konuştu. Sonra dergĂ‚hımıza gitmek icin yola cıktık. Kısa bir zaman yurudukten sonra dergĂ‚ha geldiğimizi gordum.

Adiyy bin MusĂ‚fir hazretleri kabirdekilerin hĂ‚lini bilir onlara da himmet edip yardıma koşardı. RecĂ‚'î el-Barestekî şoyle anlatır:

Birgun Adiyy hazretleri dergĂ‚hından cıktı. Bir muddet yurudukten sonra, beni yanına cağırdılar ve; "YĂ‚ RecĂ‚'î, sen işitiyor musun? Bu kabrin sĂ‚hibi nasıl bana yalvarıyor ve benden yardım istiyor." dedi ve eliyle bir kabri işĂ‚ret etti. Ben o kabre baktığımda, kabirden siyah bir dumanın cıktığını gordum. Sonra Adiyy hazretleri o kabrin başına giderek, Allahu teĂ‚lĂ‚ya onun affedilmesi icin duĂ‚ edince, o mezarın uzerinden cıkan siyah duman kayboldu. Adiyy hazretleri beni yanlarına cağırarak; "YĂ‚ RecĂ‚'î, Allahu tealĂ‚ bunu affetti ve bundan azĂ‚bını kaldırdı." dedi. Sonra kabirde bulunan zĂ‚ta; "YĂ‚ Huseyin, senin hĂ‚lin iyi midir?" diye sordular. O kabirdeki zĂ‚t da; "Evet, benim hĂ‚lim iyidir. Allahu teĂ‚lĂ‚ benden azĂ‚bını kaldırdı." dedi. Sonra Adiyy hazretleriyle dergĂ‚ha donduk.

HarikulĂ‚de halleri pekcoktu. Omer bin Muhammed şoyle anlatır:

Adiyy bin MusĂ‚fir hazretlerine yedi sene hizmet ettim. Cok hĂ‚rikulĂ‚de hĂ‚llerini muşĂ‚hede ettim. Onlardan biri şudur: Birgun, mubĂ‚rek ellerine su dokuyordum. Bana; "Bir arzu ve isteğin var mı?" buyurdu. Ben de; "Kur'Ă‚n-ı kerîmi doğru okumayı cok arzu ediyorum. FĂ‚tiha ve birkac sûreden de başkası ezberimde değil." deyince, mubĂ‚rek eliyle goğsume vurdu. O anda butun Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberimde buldum. Onun huzûrundan cıktığımda Kur'Ă‚n-ı kerîmi hakkıyla okuyordum.

Bir gun bana; "Sen şimdi denizin icinde olan şu altıncı adaya git. Orada bir mescid goreceksin. O mescide gir. Orada bir ihtiyar var. Ona; beni Adiyy gonderdi, îtirĂ‚zı bıraksın. Nefsinden yana cıkmasın dedi, de!" buyurdu. Ben de; "Peki efendim." dedim. Fakat nasıl gideceğim diye kalbimden gecirirken, hocam; "Gozlerini kapa! buyurdu. Kapadım. Bir anda, kendimi o adada buldum. Mescidi gordum ve hemen girdim. Heybetli ve tefekkure dalmış bir ihtiyar vardı. Kendisine, bana buyrulanın aynısını soyledim. Cok ağladı, duĂ‚ ve istiğfĂ‚r etti. Sonra bana; "Şu anda yedi secilmiş kimseden biri vefĂ‚t hĂ‚lindedir. Onun yerinde ben olmayı kalbimden gecirdim ki, sen geldin." dedi. Sonra bir anda kendimi Adiyy bin MusĂ‚fir hazretlerinin huzûrunda buldum. Bana; "O, secilmiş on kuldan biridir." buyurdu.

Ebû İsmĂ‚il YĂ‚kûb bin Abdulmuktedir şoyle anlatır:

Ben, devamlı gezen bir kişi idim. Bir gun Adiyy bin MusĂ‚fir hazretleri ile goruşmek istedim. Bir seyahatim esnĂ‚sında bir yerde, Hemedan'a gitmekte olan Adiyy bin MusĂ‚fir ile karşılaştım. Bana; "Sen bir yerden gecerken vahşî hayvanlar gorup korkarsan, onlara;size, Adiyy gitsinler dedi, dersin. Denizde yolculuk yaparken fırtına cıkıp buyuk dalgalar olursa, dalgalara; Adiyy bin MusĂ‚fir dursun dedi, dersin." buyurdu. Oradan ayrıldıktan sonra bir yere giderken, yolda karşıma vahşî hayvanlar cıktı. Onlara; "Adiyy bin MusĂ‚fir gitsinler dedi." deyince, yerlerinde durdular sonra başlarını onlerine eğerek bana hic zarar vermeden uzaklaşıp gittiler. Yine bir gun deniz yolculuğu yapıyordum. Oyle bir fırtına cıktı ki, gemi neredeyse batacaktı. Dalgalar gemiyi bir o tarafa bir bu tarafa yatırıyordu. O anda, Adiyy bin MusĂ‚fir hazretlerinin bana soylediği sozler aklıma geldi. Hemen; "Adiyy bin MusĂ‚fir hazretleri, sizin durmanızı soyledi." dedim. Bunu soyler soylemez, Ă‚niden ruzgĂ‚r kesildi ve dalgalar durdu. Deniz sĂ‚kinleşince, ben de normal seyahatime devĂ‚m ettim.

Emîr İbrĂ‚him MihrĂ‚nî zamanında, CerĂ‚hiyyet kalesinde bir sûfî cemĂ‚ati vardı. Emîr İbrĂ‚him, Adiyy hazretlerini cok severdi, fakat sûfîler bunu kıskanırlardı. Hicbiri Adiyy bin MusĂ‚fir'in derecesine ulaşamamışlardı. Emîr İbrĂ‚him'in yanına geldiklerinde, emîr onlara Adiyy hazretlerinin menkıbelerinden anlatırdı. Bir gun emîr İbrĂ‚him'e; "Eğer biz onun yanına gidebilseydik ona altından kalkamayacağı sorular sorarak mahcûb ederdik." dediler. Bunun uzerine emîr İbrĂ‚him onları Adiyy hazretlerinin dergĂ‚hına gonderdi. Onlar Adiyy bin MusĂ‚fir'in huzûruna gelip oturdular. Birisi Adiyy hazretlerine bir şeyler sordu. Fakat Adiyy hazretleri onunla konuşmayıp sukût etti. Konuşan kimse, Adiyy hazretlerinin sorduğu suĂ‚llerin cevĂ‚bını bilemediğini sandı. Adiyy bin Musafir onun duşuncesini anladı ve oradakilere; "Allahu teĂ‚lĂ‚nın oyle kulları vardır ki; şu iki dağa birleşin dese, hemen birleşirler." buyurdu. Sûfîler, karşıdaki bir dağ ile diğer bir dağın birleştiğini gorduler. Bu duruma cok şaşırdılar. Sonra Adiyy hazretleri o dağa işĂ‚ret etti. Dağ tekrar eski hĂ‚line geldi. Sûfîlerin hepsi, hemen Adiyy hazretlerinden ozur dileyerek, tovbe ettiler. Bir muddet daha dergĂ‚hda kaldılar. Daha sonra memleketlerine donduler.

Muhammed ReşĂ‚ şoyle anlatır:

Birgun bir yere gidiyordum. Gectiğim yol cok acĂ‚ib dikenlerle kaplı idi. Kendi kendime; "Bircok insan buradan atlarla gecerler. Biz de ayakkabı ile gecmemize rağmen bu dikenler bizi rahatsız ediyorlar, Adiyy hazretleri ise buralardan yalın ayak gecer. Acaba şimdi ne yapar?" diye duşundum ve ağladım. O anda Allahu teĂ‚lĂ‚ benim kalb gozumu actı. Adiyy hazretlerinin nurdan bir şeyin uzerinde yuruduğunu, yerden yedi zırĂ‚ kadar yuksekte olduğunu ve dikenlerin ona zarar vermediğini gordum.

Şeyh Ebû Hafs Omer şoyle anlatır:

Birgun Adiyy hazretlerinin yanındaydım. Adiyy hazretlerine; "Bana gĂ‚iblerden birşey goster." dedim. Bunun uzerine bana bir mendil verip; "Bunu gozlerinin uzerine koy ve gozlerini kapat." dedi. Ben de dediği gibi yaptım. Bir sure sonra; "Gozlerini ac." buyurdular. Gozlerimi acınca, omuzlarımdaki kirĂ‚men kĂ‚tibin melekleri ile amellerimi satır satır gordum. Bu hĂ‚l uzere uc gun kaldım. Sonra Adiyy hazretlerine, beni bu hĂ‚lden kurtarması icin yalvardım. Aynı şekilde yuzumu ortup, tekrar actılar. Boylece bendeki bu hĂ‚l kayboldu ve eski hĂ‚lime dondum.

Ebû İsrĂ‚il bin Abdulmuktedir şoyle anlatır:

Ben, bir dağda uc sene tek başıma yaşadım. Bu sırada kitabımın ikinci cildini yazıyordum. Kitabımı yazarken, yanıma kurtlar gelir, beni koklarlar, yalarlar ve hic zarar vermeden yanımdan giderlerdi. Bu duruma ben cok şaşırırdım. Kendi kendime; "Eğer bu kurtların boyle olmasını sağlayan bir velî varsa, o muhakkak Adiyy hazretleridir. Belki şimdi yanımdadır ve bana selĂ‚m da verir." diye duşundum. O anda selĂ‚mının sesi geldi. Gordum ki, Adiyy hazretleri yanımda duruyor. Ben, olup bitenleri ona anlattım. Bunun uzerine ayağa kalktı ve mubĂ‚rek ayağını yere vurdu. Yerden cok guzel bir su fışkırdı. Sonra ikinci defa ayağını yere vurdu. Oradan da bir nar ağacı yetişti. Sonra bana donerek; "Ben Adiyy'im. Lakin bunların hepsi, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile oldu. YĂ‚ İsrĂ‚il, buraya gel ve bu ağacın meyvesinden ye ve bu pınarın suyundan da ic!" buyurduktan sonra oradan ayrıldı. Ben, orada iki sene daha kaldım.

Musul'da Yûnus isminde birisi vardı. Şehrin en buyuk Ă‚limi oydu. İnsanların Adiyy bin MusĂ‚fir'e yoneldiklerini, ona olan rağbetlerini gorup, hased etti. "Gidip onu imtihan edeceğim bakalım ilimdeki derecesi nedir?" dedi. KĂ‚dı bin Şehrzûrî ile birlikte yola cıktılar. KĂ‚dı; "Ben sırf ziyĂ‚ret icin gidiyorum, imtihĂ‚n etmek icin değil." dedi. Yûnus ise; "Benim maksadım insanlar arasında onu imtihĂ‚n edip hĂ‚lini herkese gostermek. ZiyĂ‚ret icin gittiğim yok." dedi. Adiyy bin Musafir'in yanına varınca, Adiyy bin Musafir, KĂ‚dı'ya iltifĂ‚t etti fakat Yûnus adlı zĂ‚ta iltifĂ‚t etmedi. O ikisi oturunca Adiyy bin Musafir Yûnus'a îtikĂ‚d ile ilgili bĂ‚zı sualler sordu. İlk suĂ‚le cevap verdiyse de diğerlerine cevap veremedi sukût etti. Sonra; yalnız KĂ‚dı, Adiyy bin MusĂ‚fir'in elini opup huzurdan ayrıldılar. Memleketlerine donduler. Yolda KĂ‚dı, Yûnus denen zĂ‚ta; "Hani sen Adiyy bin MusĂ‚fir'i imtihĂ‚n edecektin? Sana sordu cevap veremedin. Nicin boyle yaptın?" deyince, o zat; "Adiyy bin MusĂ‚fir'in sağında ve solunda ağızlarını acmış birer arslanın, konuşacağım sırada beni yemek istediklerini gordum. Bu sebeple orada konuşamadım." dedi. Bunun uzerine Kadî; "Elbette, o Allahu teĂ‚lĂ‚nın velîsidir. Onlara îtirĂ‚z etmek uygun değildir." dedi.

Adiyy bin MusĂ‚fir hazretlerinin sohbetleri cok tatlıydı. Sevgi, muhabbet ve teslimiyetten cok bahsederdi. Buyurdu ki:

"Allahu teĂ‚lanın kullarına verdiği ilk ve en buyuk nîmeti, onların kalplerini îmĂ‚na acması ve kalblerine îmĂ‚nı yerleştirmesidir.

Bu nîmetten sonra, Allahu teĂ‚lĂ‚yı bilmek en buyuk nîmettir. Allahu teĂ‚lĂ‚yı bilmek dînen vĂ‚cibdir.

Allahu teĂ‚lĂ‚yı bildikten sonra, O'nun kazĂ‚sına, kaderine, hayrına, şerrine, azına, coğuna, acısına, tatlısına, mahbûbuna sevgili gelene ve mekrûhuna kotu gelene rızĂ‚ gosterip, hepsinin Allahu teĂ‚lĂ‚dan olduğuna inanmak ve teslîm olmak buyuk nîmettir. Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len; "Allah, kime hidayet etmeyi dilerse, İslĂ‚ma onun goğsunu acar, gonlune genişlik verir. Her kimi de sapıklıkta bırakmak isterse, onun kalbini oyle daraltır sıkıştırır ki, îmĂ‚n teklifi karşısında goğe cıkacakmış gibi olur. Allah, îmĂ‚n etmeyenler uzerine, boyle Ă‚zĂ‚b bırakır."(En'Ă‚m sûresi: 125)

Adiyy bin Musafir hazretlerine; "Âlim kimdir?" denildi. Buyurdu ki:

"İnsanlara doğru yolu gosteren Ă‚lim şu kimsedir ki; kendi huzûrunda iken senin kalbini derleyip toparlayan, yokluğunda seni her turlu kotuluklerden haram, gunah ve cirkin şeylerden koruyan, sĂ‚hib olduğu en guzel ahlĂ‚k ile seni terbiye eden ve o ahlĂ‚kla ahlĂ‚klanmanı sağlayan, kendine mahsus terbiye usûlleriyle terbiye eden, kendi îmĂ‚n nûrunun parlaklığıyla talebesinin kalbini parlatan ve kalbini kotuluklerden temizleyendir. Talebe ise; Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevdikleri ile berĂ‚ber olduğu zaman edebi gozetip, guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi ve her işte tevĂ‚zu uzere olan, Ă‚limlerin huzûrunda onları can kulağı ile dinleyen kimsedir."

Hikmetli sozleri pekcoktur. Buyurdu ki:

Allahu teĂ‚lĂ‚nın evliyĂ‚sı, yemek, icmek ve uyku ile, başkasının hakkında konuşmakla, birisine vurmakla bu makĂ‚ma kavuşmadı. Ancak mucahede ve riyĂ‚zet cekmekle kavuştu.

Edebini, edeb oğreten hocadan almayan, kendisine uyanları yanlış yola goturur.

En kucuk bid'atten bile kacınmayandan, zararı dokunmasın diye siz ondan kacın.

İlimden yalnız konuşma ile yetinen ve hakîkati ile sıfatlanmayan helĂ‚k olur. İbĂ‚det yaparken, fıkhın gereğini yerine getirmeyen ibĂ‚det yapmış sayılmaz. Fıkıh bilgisi oğrenirken verĂ‚ sĂ‚hibi olmayan aldanır. Kendisine lazım olan işleri yapansa kurtulur.

Elinden hĂ‚rikalar zuhûr eden birini gorurseniz, hemen o hĂ‚line aldanmayın. Hak teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yapıp, yasaklarından kacınmasını gorunceye kadar dikkatli olun.

İyi ahlĂ‚k; herkese sevdiği şeye gore muĂ‚mele etmektir. Konuşurken, otururken hic kimseye yabancılık cektirmemektir. MĂ‚rifet ehli ile otururken, huzûr icinde bulunmaktır. GĂ‚ye bu zĂ‚tlardan istifĂ‚de ise, bundan başka yolu yoktur.

Olum haktır, oldukten sonra dirilmek haktır. Munker ve Nekir'in suĂ‚l sormaları haktır. Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len; "Allah, îmĂ‚n edenleri hem dunyĂ‚da, hem Ă‚hirette (kabirde) sĂ‚bit soz olan şehĂ‚det kelimesi ile tesbit eder. Tevhîde bağlı kılar. Allah zĂ‚limleri (kĂ‚firleri) şaşırtır ve Allah dilediğini yapar." buyruluyor. (İbrĂ‚him sûresi: 27)

Kabir sıkması, kabir azĂ‚bı ve nîmetinin hesĂ‚blĂ‚ mîzĂ‚nın hak olduğuna inanmalıdır. MîzĂ‚nın iki kefesi vardır. Burada kulların iyilikleri ve kotulukleri tartılır. İyilikleri hafif gelen Cehennem'e gider. Muhammed aleyhisselĂ‚mın ummetinden mumin olanlarına şefĂ‚atı haktır.

Sırat haktır. Buna inanmalıdır. Kıldan ince, ateşten daha sıcak, kılıctan keskin, uzunluğu dunyĂ‚ senesiyle otuz altı senedir. Uzerinden salih muminler şimşek gibi gececek, fĂ‚cirler (gunĂ‚hkĂ‚rlar) altındaki Cehennem'e duşeceklerdir. Peygamber efendimize ikrĂ‚m olunan havz haktır. Cennet, iyilere ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın dostlarınadır ve ebedîdir. Cehennem ise, fĂ‚cir ve gunĂ‚hkĂ‚rlaradır ve ebedîdir. Cennet'le Cehennem arasında, Allah tarafından bir munĂ‚dî (nidĂ‚ eden) şoyle seslenir: "Ey Cennet ehli, Cennet'te; ey Cehennem ehli, Cehennem'de olumsuz (sonsuz) olarak kalınız."

Kafir olan Cehennem ehli, Cehennem'de ebedî olarak kalıcıdır. Allahu teĂ‚lĂ‚ hepimizi bundan muhĂ‚faza buyursun. Âmin.

Sonradan Adiyy bin Musafir hazretlerinin insanları, irşĂ‚d etmekteki yoluna Adeviyye yolu dendi ve bu isimle şohret buldu. Cok kimse bu tarîkate girdi. Bu yolun silsilesi Ebû Saîd HarrĂ‚z ve onun vĂ‚sıtasıyla da hazret-i Omer'e nisbet edilir.

Bu yolun da zamanla erbĂ‚bı kalmamış sonradan gelen cĂ‚hil kimseler hem îtikĂ‚d hem de amelde hak yoldan ayrılmışlar sapık yollar tutmuşlardır.

Adiyy bin MusĂ‚fir hazretlerinin yazdığı eserlerden bĂ‚zıları şunlardır: 1) İ'tikĂ‚du Ehl-is-Sunnet vel-CemĂ‚a, 2) VasĂ‚ya.

BİZE GEL, BİZE!

Şeyh LĂ‚hık anlatır:

Bir gun Adiyy bin MusĂ‚fir'in huzurunda idik. Bize bir şeyler anlatıyordu. Bir ara batı tarafına yonelip; "Bize gel, bize gel!" dedi ve konuşmasına devĂ‚m etti. Bir muddet sonra ikinci defĂ‚; "Bize gel, bize gel!" dedi. Bu sırada talebelerinden birisi; "Efendim! Bize gel, bize gel, buyurdunuz bunun mĂ‚nĂ‚sı nedir?" diye sordu. "Şu anda Kostantiniyye'de (İstanbul'da) birisine Allahu teĂ‚lĂ‚nın hidĂ‚yeti yetişti ve musluman olmak istiyor. Oradan, kendisine İslĂ‚m'ın emirlerini oğretecek birini aramak icin yola cıktı. Oradakiler yolundan cevirmek icin uğraştılarsa da muvaffak olamadılar. İşte bunun icin onu yanıma cağırıyorum. Allahu teĂ‚lĂ‚dan, onun talebelerimden olmasını istedim. Allahu teĂ‚lĂ‚dan onun hemen buraya ulaşmasını diliyorum." buyurdu.

Bu sebeple iki gun Adiyy bin MusĂ‚fir'in yanında kaldık. Ucuncu gun ikindi namazı vaktinde Şeyh bize dondu; "Kalkınız Konstantiniyye'de Allahu teĂ‚lĂ‚nın hidĂ‚yet buyurduğu kardeşinizi karşılayınız." buyurdu. ZĂ‚viyeden dışarı cıktığımızda o zĂ‚tın dağdan aşağı doğru inmekte olduğunu gorduk. Uzerinde papaz elbisesi vardı. Adiyy bin MusĂ‚fir'in huzuruna girip musluman oldu. Adiyy bin MusĂ‚fir ona; "İsmin nedir?" diye sordu. "Abdulmesîh." dedi. Ona Abdullah ismini verdi. Adiyy bin MusĂ‚fir'in yanında kaldı. Adiyy bin MusĂ‚fir hazretleri ona namazın şartlarını ve İslĂ‚m'ın diğer emirlerini oğretti. Kur'Ă‚n-ı kerîmden bir mikdĂ‚r ezberletti. NihĂ‚yet sĂ‚lih bir musluman oldu. Sonra onu İrşĂ‚d etmesi, insanlara doğru yolu gostermesi, terbiye etmesi, onlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini ve yasaklarını oğretmesi icin Acem taraflarına gonderdi. Orada hocası Adiyy bin MusĂ‚fir'in ismini koyduğu bir zĂ‚viye yaptı. Pekcok talebe yetiştirdi.

__________________