Osmanlı Âlim ve velîlerinin en meşhûrlarından. Buyuk devlet ve ilim adamı. Asıl ismi Ahmed Şemseddîn'dir. Dedesi KemÂl Paşaya nisbetle "İbn-i KemÂl" veya "KemÂl PaşazÂde" diye tanınmıştır.

Ahmed Şemseddîn 1468 (H.873) yılında Tokat'ta doğdu. BÂzı kaynaklarda ise Edirne'de doğduğu rivÂyet edilmektedir. Babası SuleymÂn Celebi, devrinin tanınmış kumandanlarındandı. Amasya ve Tokat sancakbeyliklerinde bulunan SuleymÂn Celebi 1530 yılında İstanbul'da vefÂt etti. Annesi ise FÂtih Sultan Mehmed devri Âlimlerinden İbn-i Kupeli'nin kızıdır. Ayrıca annesi buyuk Âlim Yûsuf SinÂnuddîn Efendi ile de akrabÂdır.

Baba tarafından asker, anne tarafından ise ilim ile meşgûl olan bir Âileye mensup bulunan İbn-i KemÂl, kucuk yaştan îtibÂren Âilesinin nezÂretinde iyi bir tahsil ve terbiye gordu. Daha sonra baba mesleği olan askerlik yolunu secti. Altı-boluk sipahisi olarak Sultan İkinci BÂyezîd Hanın seferlerine katıldı.

Ancak bu sırada karşılaştığı bir hÂdise onun hayÂtını, geleceğe yonelik plÂnlarını tamamen değiştirerek baba mesleği olan askerliği bırakmasına ve ilmiye sınıfına gecmesine sebeb oldu. Kendisi bu olayı şoyle nakletmektedir:

Sultan İkinci BÂyezîd Han ile bir sefere cıkmıştık. O zaman vezîr, Halîl Paşanın oğlu İbrÂhim Paşaydı. Şanlı, değerli bir vezirdi. Ahmed ibni Evrenos adında bir de kumandan vardı. Kumandanlardan hicbiri onun onune gecemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise, vezîrin ve bu kumandanın huzûrunda ayakta, esas vaziyette dururdum. Bir defÂsında, eski elbiseler giyinmiş biri geldi. Bu, kumandanlardan da yuksek yere oturdu ve kimse ona mÂni olmadı. Buna hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine, kumandandan da yuksek yere oturan bu zÂtın kim olduğunu sordum. "Filibe Medresesi muderrisi, Âlim bir zattır. İsmi MollaLutfi'dir." dedi. "Ne kadar maaş alır." dedim. "Otuz dirhem." dedi. "MakÂmı bu kadar yuksek olan bu kumandandan yukarı nasıl oturur?" dedim. "Âlimler, ilimlerinden dolayı tÂzim ve takdîr olunur, hurmet gorurler. Geri bırakılırsa, bu kumandan ve vezîr buna rÂzı olmazlar." dedi. Duşundum, "Ben bu kumandan derecesine cıkamam, ama calışır gayret edersem, şu Âlim gibi olurum." dedim ve ilim tahsîl etmeye niyet ettim.

Nitekim İbn-i KemÂl ordu ile Edirne'ye donunce bu duşuncesini tatbik mevkıine koydu. Askerlikten ayrılarak ilim tahsîline başladı. Bu sırada Molla Lutfi, Edirne'deki DÂru'l-hadîs'e tÂyin edilmişti. İbn-i KemÂl bir muddet onun derslerine devÂm etti. Kendisinden Şerhu'l-Metali' ve haşiyelerini okudu. Arkadaşları arasında zekÂsı, kavrayış kabiliyeti ve yeteneği ile temÂyuz etti. Kısa surede ilimde yuksek makamlara kavuştu. Daha sonra Kestelli Muslihiddîn Mustafa Efendi, HatîbzÂde Muhyiddîn Mehmed Efendi ve MuÂrifzÂde SinÂnuddîn Yûsuf Efendilerden usûl ve tefsîr dersleri alarak tahsîlini tamamladı.

İlim adamlarına fevkalÂde hurmet gosteren ve onları teşvik eden İkinci BÂyezîd Han, İbn-i KemÂl'in bilgi ve istidÂd yonunden sÂhib olduğu değerleri duyunca kendisini Edirne'de Taşlık Medresesine tÂyin etti. Ayrıca İdris-i Bitlisî'nin Farsca yazdığı Heşt Behişt adlı Osmanlı tÂrihine benzer Turkce bir Osmanlı TÂrihi yazmasını istedi ve bu iş icin kendisine otuz bin akce ihsÂn eyledi.

İbn-i KemÂl 1511 yılında gunluk kırk akce ile Uskup'teki İshak Paşa Medresesine nakl edildi. Bir yıl kadar sonra Edirne'deki Halebiye Medresesine tÂyin edildi. Bu sırada Osmanlı Devleti icerisinde şehzÂdeler kavgası kızışmıştı. Doğuda ŞÃ‚h İsmÂil, Osmanlı Devletinin butunluğunu tehdîd ediyordu. Ahmed ibni KemÂl hazretleri bu nÂzik devrede devlet idÂresi ve siyÂset hakkında goruşlerini ortaya koyarak devlet adamlarının dikkatini cekti. Onun bu goruşleri şoyle ozetlenebilir:


1. Saltanat ve mevkı Allahu teÂlÂnın takdiri ile olur. Allah vergisidir.

2. Ordunun gorevi memleketi korumak ve gerekirse olumlerin en guzeli ve en şereflisi olan gazÂda olmektir. (Nitekim şiirinde de;

"Olumden kurtuluş yoktur cihÂnda

O derdi cekmez olmaz ins-u canda

Kişinin omri cunkim Âhir ola

Yeg olur kim gaz yolunda ole"

demek sûretiyle Allahu teÂlÂnın dînini yaymak icin carpışırken olmenin ehemmiyetini cok guzel anlatmaktadır.)

3. İdÂreci guzel silÂh kullanacak ve tedbir sÂhibi olacaktır.

4. Duşmanı hor ve kucuk gormemeli ve plÂnlı olmalıdır.

5. SiyÂset yÂni idÂre cok mukaddes bir vazîfedir. Herkes bunu yapamaz. BÂzı kÂbiliyetler doğuştan veya irsî olarak verilmiştir.

6. Bir memlekette bir idÂreci bulunmalı o da Âdil, ihsÂnı bol, affedici, buyuğune hurmetli ve saygılı olmalıdır.

7. İdÂreci, adamı elde etmeyi bilmeli, tehlikeleri işÃ‚ret edip, onları ne yolla avlarsa avlayabilmelidir.

8. İdÂreci kiminle harb ve kiminle sulh yapacağını iyi bilmelidir.

Ahmed ibni KemÂl, İslÂm dînini yaymak, duşmanın vatana el uzatmasına mÂni olmak ve adÂleti ayakta tutabilmek icin devlet başkanının bu hasletlere sahib olmasını şart koşmaktadır. Ayrıca o dÂim devlet politikasını, devlet-millet butunluğunu onde tutmakta ve bunu kimde goruyorsa onu desteklemektedir. Nitekim o, BÂyezîd Hanın oğlu Selîm lehine tahttan ferÂgatı uzerine diğer kardeşlere karşılık Selîm'i destekledi.

Yavuz Sultan Selîm Han 1512'de Osmanlı tahtına oturup ic işlerini yoluna koyduktan sonra, kıvılcımları Irak ve Horasan'a yayılmış olan şiÂnın fitne ateşini sondurme plÂnına koyuldu. Bunun icin de devrin ilim adamlarını yardıma cağırdı. İbn-i KemÂl, İdrîs-i Bitlîsî, Zenbilli Ali CemÂlî ve daha nice ilim adamları bu goreve koştular. DîvÂnda harb icin tereddud edenler vardı. Mesele fazla oyalamaya gelmemeliydi. Bu durumda İbn-i KemÂl şu fetvÂyı verdi:

"Her turlu hamd ve senÂ, kudret ve kerem sÂhibi yuce Allah'a olsun. SelÂtu selÂm da doğru yolu gosteren hazret-i Muhammed aleyhisselÂma ve O'na tÂbi olanlara olsun.

Haberlerde geldiğine gore, aşırı şiÂya bağlı bir grup, Ehl-i sunnet vel-cemÂat yolunda olan muslumanların memleketlerinin pekcoğunu işgÂl ettiler. Oralarda kendi bÂtıl yolları ile goruşlerini yaydılar. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Omer ve hazret-i OsmÂn hakkında kufr, fen sozler soylediler. Bunların halîfeliklerini inkÂr ettiler. İlim erbÂbına ve ictihÂd yapan muctehidlere hakÂretler savurdular. Onların başında bulunan Şah İsmÂil'in tÂkib ettiği aşırı şi yolunu tutulacak en kolay ve doğru yol zannettiler. Onlara gore Şah dinde sınırsız bir yetkiye sahiptir. Onun dinde helÂl kıldığı helÂl, haram kıldığı haramdır. Mesel Şah ickiyi helÂl kılmıştır, oyle ise icki helÂldir... Netice olarak onların kotulukleri ve kufurleri sayılamayacak kadar coktur.

Buna gore bizim, onların kufur ve irtidÂdlarında (İslÂmiyetten ayrıldıklarında) asl şuphemiz yoktur. Ulkeleri DÂru'l-harbdir. Erkekleri ve kadınları ile evlenmek cÂiz değildir. Bunlar hakkında verilecek hukum, dinden donenler hakkında verilecek hukum ile aynıdır. Erkeklerden bu sapık yolu bırakıp musluman olanlar serbesttir. Kabul etmezlerse hakları kılıctır, oldurulurler. Savaşa gucu, kudreti olan muslumanların bu cihÂda katılmaları farzdır."

Boylece butun muslumÂnların dikkati cekildi ve gafletten uyanmaları gerektiği belirtildi. Ayrıca İbn-i KemÂl, Şah İsmÂil'in Ehl-i sunnetten olan Akkoyunlu, Gurganlı ve Dulkadirli devletlerinin ahÂlisine yaptığı zulum ve mezÂlimi şiirleri ile yaydıktan sonra; "Ama Allah onun insanlara yaptığını yanına koymadı. Bu ejderhayı yutmaya bir as ve o firavunu nehre batıran bir Mûs yarattı." diyerek Selîm Hanı ovdu, onun peşinden yurunmesini tavsiye etti.

Haberler ululardan naklolunur
Her Firavun'a bir Mûs bulunur.

vecizesi bu goruşunu ifÂde etmektedir.

İbn-i KemÂl Paşanın bu verimli calışmaları ve ilminin derecesi Yavuz Sultan Selîm'in dikkatini cekti. Kendisini cok seven Yavuz, Caldıran seferinden donuşte onu Edirne kÂdılığına getirdi. Cok gecmeden de Anadolu kÂdıaskeri oldu.

Bu sırada Yavuz, Şah İsmÂil'den sonra onların destekcisi olan Mısır Memlûklularına yoneldi. Sefere cıkarken cok sevdiği İbn-i KemÂl hazretlerini de yanına aldı. 1516'dan 1519'a kadar uc yıl suren seferde onu yanından hic ayırmadı.

Mısır donuşu yolculuk sırasında bir ara İbn-i KemÂl hazretlerinin atının ayağından sıcrayan camurlar, Yavuz Sultan Selîm Hanın kaftanını kirletmişti. PÂdişÃ‚hın kaftanına camur sıcrayınca, İbn-i KemÂl mahcûb olup, atını geriye cekerek ne yapacağını şaşırdı. Ancak Yavuz Sultan Selîm Han ona donerek:

"Uzulmeyiniz, Âlimlerin atının ayağından sıcrayan camur, bizim icin sustur, şereftir. Vasiyet ediyorum, bu camurlu kaftanım, ben vefÂt ettikten sonra kabrimin uzerine ortulsun." dedi. Bu vasiyet, vefÂtından sonra yerine getirildi. Bu hÂdiseyi hatırlatan o kaftan, şimdi de Yavuz Sultan Selîm Hanın kabri uzerinde, bir cÂmekÂn icinde, tÂrihî bir hÂtıra olarak durmaktadır.

Şam'a geldikleri sırada Yavuz Sultan Selîm'e, buyuk evliy Muhyiddîn Arabî'ye bir turbe yaptırılması icin fetv verdi. PÂdişÃ‚h bu fetv uzerine Muhyiddîn Arabî hazretleri adına bir cÂmi, turbe ve imÂret yaptırdı.

Mısır seferinden dondukten sonra Yavuz, bu değerli ilim adamının bÂzı işlerle uğraşmasını hoş gormeyerek onu Edirne'deki DÂru'l-hadîs medresesine yeniden tÂyin etti (1519). PÂdişÃ‚hın gÂyesi onun ilim adamı yetiştirmesini temin etmekti. Nitekim adam yetiştirmek ideÂli Osmanlıda cok muhim olup şoyle soylene gelmiştir.

Mesacidu meabidi ko Âdem yap
KÂbe yapmakcadur Âdem yapmak
Taş ağac kaydı ne lÂzım şÃ‚hım
Yaraşır şahlara Âdem yapmak.

(Mescid ve mÂbedleri bırak da insan yetiştir. Bir insan yetiştirmek KÂbe yapmak gibidir. Taş ve ağac duşuncesi ile oyalanmak şahlara yakışmaz. Onlara yakışan adam yetiştirmektir.)

Ancak kısa bir muddet sonra dostu ve pÂdişÃ‚hı Sultan Selîm Hanın vefÂtı, devrin yıkılmaz ve eşsiz ilim adamı İbn-i KemÂl hazretlerini cok uzdu.

Yavuz Sultan Selîm'in vefÂtından sonra İbn-i KemÂl hazretleri bir muddet daha medresede talebe yetiştirmeye devÂm etti. 1526'da ŞeyhulislÂm Zenbilli Ali Efendinin vefÂtı uzerine KÂnûnî Sultan SuleymÂn Han tarafından bu goreve getirildi. ŞeyhulislÂmlık makÂmına gelince işleri daha cok ağırlaştı. İlmi ile o kadar buyuk bir şohret kazanmıştı ki, zamÂnındaki bircok Âlim bÂzı meselelerde ona başvururlardı. Hatt bir kısım ulemÂ, yazmış olduğu eserleri tashîh ve kontrol maksadıyla ona gonderirlerdi. On altıncı asrın ilk yarısında, Osmanlı kulturunun en buyuk mumessili olarak gorulmektedir. AhlÂkı guzel, edebi mukemmel, zekÂsı ve aklı kuvvetli, ifÂdesi acık ve vecîz olan KemÂlpaşazÂde, iki duny faydalarını bilen ve bildiren, pek nÂdir simÂlardan biriydi. Cinnîlere de fetv verirdi. Bunun icin "Mufti-yus-sekaleyn" (İnsan ve cinlerin muftusu) adı ile meşhûr oldu. Buyuk bir Âlim olduğu gibi, guclu bir tÂrihci, değerli bir edîb, kuvvetli bir şÃ‚irdi. Tasavvufta da ileri derece sÂhibiydi. Buyuk velîlerin teveccuhunu kazanmıştı. ŞeyhulislÂmlık makÂmında bulunduğu surede, dÂhili ve hÂrici, din ve mezheb duşmanlarına karşı ilmiyle ve yazdığı kitaplarıyla mucadele etti. İbn-i KemÂl hazretleri Yavuz Sultan Selîm'i olduğu gibi KÂnûnî SultanSuleymÂn'ı da EshÂb-ı kirÂm duşmanı Safevîlere karşı mucadeleye teşvik etti. PÂdişÃ‚hın ŞÃ‚h Tahmasb'a gonderdiği mektupları, bizzÂt kaleme alan o idi.

Bir gun İranlı hıristiyan Âlim Molla KÂbız İstanbul'a gelerek Îs aleyhisselÂmın Muhammed aleyhisselÂmdan daha ustun olduğunu yaymaya başladı. Bunun uzerine derhal tutuklanan Molla KÂbız DîvÂna (Osmanlılarda onemli devlet meselelerinin goruşulduğu yer) cıkarıldı. Molla KÂbız inandığı fikirleri dîvÂnda Rumeli kazaskeri FenÂrizÂde Muhyiddîn Celebi ile Anadolu kazaskeri KÂdirî Celebi huzûrunda tekrarladı. Kazaskerler de hiddetlenerek onun katlini emrettiler. Ancak Molla KÂbız fikirlerini acıklarken Kur'Ân ve hadîsten misaller veriyor, belli bir fikir silsilesi icerisinde iddiasını delillendiriyordu. Bu durum karşısında vezîriÂzam İbrÂhim Paşa devreye girerek Molla KÂbız'ın ilmen susturulmasını istedi. Kazaskerler ise KÂbız'ı ikn edip inandığı fikirden donduremediler. Boylece Molla KÂbız'ın karşısında ilmî bir ustunluk sağlanamadı. Bu sebeple dîvÂn tatil edildi ve Molla KÂbız serbest bırakıldı.

Ote yandan duruşmayı kafes arkasından tÂkib eden KÂnûnî Sultan SuleymÂn sonuctan hic memnûn kalmadı. FevkalÂde hiddetlenen sultan, vezîriÂzam İbrÂhim Paşayı cağırarak; "Bir mulhidin dîvÂna gelerek hazret-i ÎsÂ'nın, hazret-i Peygamberden ustun olduğunu beyÂn ettiğini, neden cevabının verilemeyip hakkından gelinemediğini sordu. VezîriÂzam ise kazaskerlerin KÂbız'ın iddialarını ilmen curutemedikleri icin sonucun boyle olduğunu bildirdi. Bunun uzerine pÂdişÃ‚h muftu ile İstanbul kÂdısının hazır bulunacağı dîvÂnda dÂvÂya yeniden bakılmasını istedi.

O zaman muftu, yÂni şeyhulislÂm mevkıinde bulunan İbn-i KemÂl hazretleri ertesi gun dîvÂna dÂvet edildi. Molla KÂbız iddiÂlarını soyleyince, İbn-i KemÂl bunları Âyet ve hadîslere dayanarak curuttu. KÂbız hicbir şey soyleyemedi. Bunun uzerine kendisine, iddialarının yanlış olduğu ortaya cıktığına gore bu inancından vazgecmesi teklif edildi. İddiÂsında ısrar edince katline hukmedilerek îdÂm edildi.

İbn-i KemÂl hazretleri durmadan geceli gunduzlu devlet-i ebed muddet icin calıştı. Din icin, devlet icin, halk icin gayret etti. Eşsiz ve sayısız ilmî eserler verdi. NihÂyet 16 Nisan 1534 (H.2 Şevval 940)'te kendi deyimi ile son sefer olan Âhiret yolculuğuna cıktı.

Cumle halk ehl-i sefer Âlem musÂfirhÂnedir.
Bir mukîm Âdem bulunmaz hayme-i eflÂkde.

CenÂzesi FÂtih CÂmiinde buyuk bir kalabalık tarafından kılınıp Edirnekapı dışındaki Mehmed Celebi zÂviyesine defnedildi. Mezarına "Haz makam-ı Ahmed=İşte bu Ahmed'in makÂmıdır!" yazıldığı gibi, kefenine de "Hiye Âhiru'l-libÂs= İşte bu son elbisedir" ibaresi yazıldı.

VefÂt edeceği sırada soylediği; "Y Ehad, neccin mimma nehÂf=Ey bir olan Allah'ım! Bizi korktuğumuzdan kurtar!" sozlerinin ebced hesabına gore olum tÂrihini gosterdiği sonradan anlaşılmıştır.

Ahmed İbn-i Kemal hazretlerinin herkese oğut ve nasîhat niteliğinde darb-ı mesel hÂlini almış kıt'a ve beyitleri vardır.

"Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Arş'a cıksan, Âkıbet yer yer seni.

Her ki gayrın yolunda kazdı kuyu,
Kendi duştu kuyuya yuzu koyu."

"Hemişe cok yanılır soyleyen cok
Ki soyler bulduğun dilde kemik yok."

"Kıl iyilik suya at, bile balık
Balık bilmezse bilir anı Halık."

"Ululuk kişiye Hak'tan atadur,
Kucuk gormek uluları hatÂdur."

"Sakla kurt enciğin derin oysun,
Besle kargayı gozlerin oysun."

"Kişinun kadri eldeyken bilinmez,
Yerinde gevhere rağbet kılınmaz."

"Kuru yaş ile Âdem baş olmaz,
Kişiden iş sorulur yaş sorulmaz."

bunlardan bazılarıdır.

Duyup savt-i ilÂhîden sehergÂh
SadÂ-yı Âyet-i tûlû ilÂllah
Uyup bilmezleriyle nefs-i şÃ‚ma
HatÂlar itmişuz estagfirullah

dortluğu ise tovbe husûsunda soylenmiştir.

BİZ SIRAMIZI SAVDIK

Yavuz Sultan Selîm Han Mısır'ı tamÂmiyle Osmanlı mulku yaptıktan sonra, bir muddet daha idÂrî teşkilÂtı yerleştirmek uzere, burada kaldı. Bu sırada devlet adamları ve askerler asıl vatanları Anadolu'ya, diyÂr-ı Rum'a hasret kalıp donmeyi arzu etmişlerdi. Fakat bu arzularını PÂdişÃ‚ha soyleyememişlerdi. İleri gelenlerden bÂzıları, İbn-i KemÂl Paşaya durumu anlattılar. Cunku Yavuz Sultan Selîm Han onu cok severdi. Ona dediler ki: "Ne zamÂna kadar bu diyÂr-ı gurbette hasret cekeceğiz? Bu durumu PÂdişÃ‚h hazretlerine bir arz edip, gitmeye meylettiremez misiniz?"

Bir gun Ahmed ibni KemÂl, Yavuz Sultan Selîm Han ile gezintiye cıktılar. Konuşmalar arasında PÂdişÃ‚h; "Ortalıkta ne sozler var, durum nasıl?" diye sordu. KemÂl PaşazÂde bu soruyu fırsat bilip derhal konuyu ele aldı ve dedi ki: "PÂdişÃ‚hım! Yolda gelirken askerlerin Nil'de davarlarını suluyorlardı. O askerlerden birinin şu turkuyu soylediğini duydum.

"Nemuz kaldı bizum mulk-i Arab'da,
Nice bir dururuz ŞÃ‚m u Haleb'de,
Cihan halkı kamu ayş u tarabda,
Gel ahî gidelum Rûm illerine."

(Nemiz kaldı bizim bu Arab diyarında, Şam'da ve Haleb'de nicin dururuz? Cihan halkı hep şenlik icinde yaşamakta, gel kardeş, Rum diyarına, Anadolu'ya gidelim.)

Bu şiir, Yavuz Sultan Selîm Hanın cok hoşuna gidip; "Bundan sonra burada durmamızı gerektiren işler de kalmadı, doneriz." diyerek, İstanbul'a doneceğini bildirdi. Bundan bir gun sonra, Yavuz Sultan Selîm Hana KÂbe'nin anahtarı ve diğer mukaddes emÂnetler teslim edildi ve İstanbul'a donmek icin ordusuyla yola cıktı.

Yolculukta bir sohbet sırasında soz Ahmed ibni KemÂl hazretlerinin hocası Molla Lutfi'den ve onun oldurulme sebebinden acılmıştı. Yavuz Sultan Selîm Han, ona:

"Tokatlı Molla Lutfi hocanız imiş. İlmi, irfÂnı yuksek, değerli, dort başı mÂmur bir ilim adamı iken katline sebeb ne oldu." diye sordu. KemÂl PaşazÂde:

"Hocam hased-i akrÂn belÂsına uğradı. Tam bir Âlim, kÂmil, muteheccid (gece uyanıp namaz kılan), sÂlih, dindÂr bir kişi iken, duşmanı coğalıp hased ettiler ve katline sebeb oldular." dedi. Bu habere fevkalÂde uzulen Sultan:

"Molla Lutfi ilminin ve vakarının yanında şaka yapmayı cok seven biri imiş. BÂzan oyle şakalar yaparmış ki, işitenler şaka değil, gercek zannederlermiş. Siz de ustadınız gibi oyle şakalar yapmaz mısınız ki gercek zannedilsin?" deyince, İbn-i KemÂl hazretleri hemen şu cevabı verdi:

"Biz gecen gun sıramızı savdık. Şimdi sıra PÂdişÃ‚hımız hazretlerindedir." Bu soz uzerine bir muddet duşunen Yavuz Sultan Selîm:

"Yoksa o gecenki gun yeniceriler ağzından soylenen kıt'a da oyle bir şaka mıydı? Yeniceriler ağzından soylenen o sozler sizin sozunuz muydu?" diye sorunca da İbn-i KemÂl:

"Evet, doğrusu PÂdişÃ‚hımızın buyurdukları gibidir." dedi. O espiriyi cok beğenen PÂdişÃ‚h, İbn-i KemÂl hazretlerine ihsÂnlarda bulundu.
__________________