Hindistan'ın buyuk velîlerinden. Dehli'de doğdu. Doğum tÂrihi bilinmemektedir. 1445 (H. 849) senesinde vefÂt etti.
Cocukluğu Dehli'de gecti. Cocuklarla oynarken, buyuk bir kasırga onu alıp Ecmîr yakınlarında Kihtû koyune bıraktı. Orada BÂb İshak Magribî adında buyuk bir Âlim, kÂmil bir evliy vardı. Ebû Midyen Magribî hazretlerinin yolundaydı. BÂb İshak, onu terbiyesine aldı. İlim oğretip feyz verdi. Tasavvuf ilminde ve hÂllerinde yetiştirdi. KemÂl mertebesine cıkarıp, icÂzet ve hilÂfet verdi. İnsanlara İslamiyeti anlatmak ve İslÂmiyete uymaları husûsunda rehberlik yapmakla vazîfelendirdi.
Ahmed Kihtû, Dehli'de diğer Âlimlerden de ilim oğrendi. HÂncihÂn CÂmiinde nefsini terbiye icin cetin riyÂzetler cekti. Kuru kepek ekmeği yedi. BÂb İshak'ın vefÂtından sonra tekrar cileye girdi. Kırk gunde, kırk hurma yedi. Mekke-i mukerreme ve Medîne-i munevvereyi ziyÂret etti. Âlemin sığınağı Server-i Âlem Muhammed Mustaf sallallahu aleyhi ve sellemi ziyÂretle şereflenip, pek cok mujdelere kavuştu. Bir cok Âlim ve evliyÂnın ders ve sohbetlerinde bulundu.
Hindistan'a donuşunde, Batı Hindistan'da GucerÂt'a uğradı. Kendisini sevenlerden, Sultan Zafer Han (Birinci Muzaffer), GucerÂt pÂdişÃ‚hı idi. Onu Dehli'de iken tanımış birbirlerini Allahu telÂnın rızÂsı icin sevmişlerdi. Sultan, Allahu teÂlÂnın bu sevgili kulunun feyzinden, ulkesinin bereketlenmesini arzu etti. GucerÂt'ta kalması icin yalvardı. O da, Ahmedabat yakınlarında Serkec kasabasında yerleşmek arzusunda olduğunu soyleyip, sultÂnı sevindirdi. Serkec'te yerleşip, insanlara İslÂmiyeti anlattı, dînin emirlerine uymalarını sağladı. Butun feyz kapılarını, zÂhir ve bÂtın bereketlerini orada sactı. Bolge halkı, onun sactığı feyz ve nûrlarla, Allah yoluna bağlılıkta, birbirlerine karşı sevgi ve muhabbette cok yuksek derecelere ulaştı. Guneş altında olgunlaşan meyveler gibi, insanlar da onun nûrlarıyla olgunlaştı.
DergÂhında devamlı yemek verirdi. Her gelen yer, doyar, Allahu teÂlÂya şukredip kalkardı. Ne kadar kalabalık olsa farketmezdi. VefÂtından sonra, aynı sofra, turbesinde sevenlerine acıktı. VÂliler, sultanlar, kumandanlar, oraya gelip askerleriyle birlikte yemek yerler, onun yuksek feyzinden istifÂde ederlerdi. Dehli sultÂnı, Fîrûz ŞÃ‚hın da ona muhabbet ve bağlılığı vardı. Birbirlerini cok severlerdi. Ahmed Kihtû, ona nasîhat eder, duÂlarında her zaman Fîrûz ŞÃ‚hı zikrederdi.
Tîmûr Hanın Hindistan seferi esnÂsında, Dehli'deydi. Dehli işgÂl edilmeden on beş gun once, Allahu teÂlÂnın izniyle şehrin işgÂlini haber verdi. Sevenleri, hocalarının tavsiyesi uzerine şehri terkedip, Cavnpûr şehrine gittiler. Ahmed Kihtû ise; "Biz halka tÂbiyiz." buyurup, diğer insanlarla berÂber Dehli'de kaldı. Sonunda Tîmûr Hanın askerleri şehri işgÂl ettiler. Bircok kimseyi esir ettiler. Esirler arasında Ahmed Kihtû hazretleri de vardı. Kapatıldıkları yere, gÂibden sıcak ekmek gelirdi. Askerler bu hÂle hayret edip, onun hÂlinden Tîmûr Hanı haberdÂr ettiler. Tîmûr Han, onu ziyÂret edip serbest bıraktırdı. Cok hurmet edip, duÂsına mazhar oldu.
Ahmed Kihtû hicrî dokuzuncu asrın başlarında vefÂt edip, Ahmedabat yakınlarında Serkec kasabasına defnedildi. Kabri herkes tarafından ziyÂret edilip, feyz menbÂı olarak bilindi. Onun hayÂtını ve mubÂrek sozlerini talebelerinden Mahmûd bin Saîd İrcî, Tuhfet-ul-Mecalis adlı eserinde toplayıp yazdı. Bu eser, MelfûzÂt-ı Ahmed-i Magribî diye de tanınmaktadır.
RESUL-İ EKREMİN MİSAFİRİ
Ahmed Kihtû, anlatır:
Bu fakîr, Mekke'ye gidip hac yaptıktan sonra, Medîne'yi ziyÂrete gittim. HÂncihÂn CÂmii imÂmı ve Şeyh TÂceddîn Serkeşî ve bir kişi daha berÂberimde idi. Resûlullah'ın mescidine gelince, arkadaşlar; "Bir şeyler yiyelim." dediler. Ben; "Biz, Resûl-i ekremin misÂfiriyiz." dedim. Onlar gidip yemek yediler, geldiler. Yatsı namazında bir yerdeydik. Namazdan sonra onlar yattılar. Bu fakîr, tesbîh cekiyordum. Âniden bir şahıs gelip, yuksek sesle; "Hazret-i Mustafa'nın misafiri kimdir?" diye seslendi. Bir başkası olacağını duşundum. İki-uc def tekrar edince, beni cağırdığını anladım. Kalkıp, o şahsın yanına gittim. Elinde bir tabak vardı. "Peygamber efendimiz gonderdi." dedi. Bana bir mikdÂr hurma verdi. O hurmaların tadı ve lezzeti, anlatılmaya gelmez.
Bir gun Dehli'de HancihÂn CÂmiinde meşgûldum. Cok riyÂzet ve mucÂhedeler cektim. Kutb-i zaman Bendegî Mahdûm-i CihÂniyÂn Seyyid CelÂleddîn BuhÂrî'ye; "SÂlih bir genc, HÂncihÂn Mescidinde meşgûldur, cok riyÂzet ve mucÂhede cekiyor." demişler. O buyuk zÂt, bu fakîrle goruşmek istediler. CÂmiye yaklaştıklarında, bir derviş bana gelip; "Mahdûm CihÂniyÂn sizinle goruşmeye geliyor." dedi. Hemen kalkıp, dışarı cıktım. Mescidin kapısına gelince, tahtırevanına baktım. Hizmetcileri bu dervişi gorduler. Haber verdiler. Hemen indi. Yanlarına yaklaştım. Beni kucakladı. Goğsunu goğsumun uzerine koyup, bir zaman goğsunu goğsume surdu. Sonra dudağını kulağıma yaklaştırıp, uc defÂ; "Ey genc, senden dost kokusu geliyor." dedi. Allah'a emÂnet eyledi ve; "İyi vakitlerinde, hoş hÂllerinde bizi hatırlamayı unutma!" buyurdu ve tahtırevana oturup gitti.
Yine kendisi anlatır:
Bu fakîr, on iki yıl, yalınayak, arkadaşsız, ibriksiz yolculuk ettim. Vardığım her şehir ve kasabanın da mescidlerinde kaldım. Hak teÂlÂ, bu fakîri ihtilÂm Âfetinden korudu. Yatsının abdesti ile sabah namazını kılardım. Seferde coğu zaman oruc tutar, riyÂzet cekerdim. Sefer sıkıntılarını o kadar cektim ki, beyÂna sığmaz. Gerci seferde meşakkat ve zorluk vardır, ama bÂtın huzûru ve rahatlığı da coktur.
Bir gun ustÂdım BÂb Ciyû'nun sohbetindeydim. Benim comertliğimin cokluğundan bahsedildi. BÂb Ciyû; "BÂb Ahmed cok comertlik yapıyor, bir gun dilenir duruma duşmesin." buyurdu. "BÂbÂ'nın bereketidir, benim elim hep yukarıda olur, hic uzanmaz." dedim. BÂb Ciyû da; "Allahu teÂlÂdan BÂb Ahmed'in elinin hep yukarıda olmasını istiyoruz. İnsanlar ona el acsınlar." buyurduktan sonra şu beyti soyledi:
Himmetin yuksek olsun, Allahu teÂlÂ,
Yuksek himmete fadlını sacar.
Sonra; "Ey İnsanoğlu! İnfÂk et!" yÂni insanlara mal, para ver, hadîs-i şerîfini okudu. Sonra meÂlen; "Hayır işlerden kendiniz icin onceden ne gonderirseniz, Allah katında sevÂbınızı bulursunuz." buyurulan, Bekara sûresi yuz onuncu Âyet-i kerîmesini okudu.
Buyurdu ki: "Allah dostlarının meclisine gelmek kolay, selÂmetle cıkmak zordur."
BOŞUNA DEHLİ'YE GİTMİŞSİN!
Tuhfet-ul-MecÂlis'in yazarı eserinde şoyle anlatmıştır:
HÂncihÂn CÂmiinde, Ahmed Kihtû, bu fakîri yanına cağırıp; "Nereden geliyorsun? Bizi nereden tanıyorsun ve hakkımızda ne biliyorsun?" diye sordu. "Ben Şeyh Nûr'un talebesiyim. Pendûh'den geldim. Bundan once de Dehli'ye gelmiştim." dedim. Alış-verişi bitirip, Pendûh'e donunce, Şeyh Nûr bana; "Dehli'de kimleri, hangi Âlimleri gordun?" diye sordu. Gorduklerimi arz ettim. "Şeyh Ahmed Kihtû'yu gordun mu?" buyurdu. Sustum. "Madem ki onu gormedin, boşuna Dehli'ye gitmişsin!" buyurdu. Bu sozu işitince, kararım kalmadı. Hazırlanıp Dehli'ye geldim. Hazretin huzurlarına varıp; "Bugun hocamın işÃ‚reti ile elinizi opmeye geldim." dedim. O da Şeyh Nûr'u kasdederek; "O bizi gormemiştir. Biz de onu gormuş değiliz. Ama o bu dervişin, Allah katında mertebesini keşf ve kerÂmetle anlamıştır." buyurdu.
__________________
Ahmed Kihtû
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●45 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Ahmed Kihtû