On dorduncu yuzyılda, BuhĂ‚rĂ‚'da yetişen velîlerden. İnsanları Hakk'a dĂ‚vet eden doğru yolu gostererek dunyĂ‚ ve Ă‚hiret seĂ‚detine kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen buyuk Ă‚lim ve velîlerden Seyyid Emir KulĂ‚l hazretlerinin dort halîfesinden ikincisidir. İsmi, Ârif'dir. BuhĂ‚rĂ‚ civĂ‚rındaki DikgerĂ‚n koyunde doğduğu icin DikgerĂ‚nî nisbesiyle meşhûr oldu.Doğum ve vefĂ‚t tĂ‚rihleri bilinmemektedir. DikgerĂ‚n'da vefĂ‚t etti.

Kucuk yaşta ilim tahsîline başlayan Ârif-i DikgerĂ‚nî, bĂ‚zı velîlerin sohbetinde bulundu. Tasavvufa karşı alĂ‚ka duydu. ZamĂ‚nının en buyuk velîsi Seyyid Emir KulĂ‚l hazretlerinin huzûruna gidip sohbetleriyle şereflendi. Uzun muddet hizmetinde bulunup maddî mĂ‚nevî pekcok ihsĂ‚nlara kavuştu. Tasavvuf yolunda ilerleyip Seyyid Emir KulĂ‚l hazretlerinin onde gelen talebelerinden oldu. Seyyid Emir KulĂ‚l hazretleri onun hakkında; "Benim yakınlarım arasında iki kimseden daha ustunu yoktur. Bunlar BehĂ‚eddîn BuhĂ‚rî ve Ârif-i DikgerĂ‚nî'dir. Bunlar akranları ile olan yarışmada topu kapmışlardır." buyurdu. Hocası zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerde yukselen Ârif-i DikgerĂ‚nî'ye talebe yetiştirmek ve insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda tam icĂ‚zet, diploma ve hilĂ‚fet verdi.

Seyyid Emir KulĂ‚l hazretleri olum hastalığında iken, talebelerini toplayıp vasiyetini bildirdi. Sonra yanında bulunan oğullarından Emir BurhĂ‚n'ı yetiştirilmek uzere ŞĂ‚h-ı Nakşibend BehĂ‚eddîn BuhĂ‚rî'ye, Emir Hamza'yı MevlĂ‚nĂ‚ Ârif-i DikgerĂ‚nî'ye, Emir ŞĂ‚hı Şeyh YĂ‚digĂ‚r'a, Emir Omer'i de MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn DehkesĂ‚nî'ye havĂ‚le etti. Oğullarına donerek buyurdu ki: "Hanginiz, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kullarına hizmet etmek husûsunda benim vekîlim olur?" Oğulları; "Ey yakîn yolunun rehberi! Biz buna nasıl guc yetirebiliriz. Fakat bu işi kim kabûl ederse biz onun hizmetinde bulunuruz." dediler. Oğullarının bu sozu uzerine başını eğip murĂ‚kabeye dalan SeyyidEmir KulĂ‚l hazretleri, bir muddet sonra başını kaldırdı ve; "Buyuklerin rûhĂ‚niyeti, Emir Hamza'nın bu işi kabûl etmesini işĂ‚ret buyurdular." dedi. Yetiştirilmesi Ârif-i DikgerĂ‚nî'ye emĂ‚net edilmiş olan Emir Hamza, kabûllenmeyeceğini arz etti ise de; "Bunu kabûl etmekten başka cĂ‚re goremiyorum. Kabûl edeceksin. Bu iş bizim elimizde değildir. Sen de biliyorsun." buyurdu.

Bundan sonra Seyyid Emir KulĂ‚l hazretleri talebelerinden ve oğullarından ayrılıp husûsî odasına gecti. Uc gun uc gece dışarı cıkmadı. Sonra dışarı cıktı. Meclisinde toplananlar neden uc gundur dışarı cıkmadığını sordular. Buyurdu ki: "Uc geceden beri benim ve talebelerimin hĂ‚li nasıl olur?" diye duşunuyordum. GĂ‚ibden kulağıma bir ses geldi. Şoyle deniliyordu: "Ey Emîr KulĂ‚l! KıyĂ‚met gununde seni, senin talebelerini, dostlarını, sizin mutfağınızdan ucan bir sineğin uzerine konduğu kimseleri bile affettim." Allahu teĂ‚lĂ‚, fadlından ve kereminden ihsĂ‚n etti." Bunları soylediği Perşembe gunu sabaha doğru vefĂ‚t etti.

Ârif-i DikgerĂ‚nî, Seyyid Emîr KulĂ‚l hazretlerinin vefĂ‚tından sonra insanlara İslĂ‚m dîninin emir ve yasaklarını anlatarak onların kurtuluşlarına vesîle olmaya calıştı. ŞĂ‚h-ı Nakşibend BuhĂ‚rî hazretleri, hocası Emîr KulĂ‚l hazretlerinin Ârif-i DikgerĂ‚nî hakkındaki; "Bizim yakınlarımızdan iki kimseden daha ustunu yoktur." işĂ‚retine uyarak ona buyuk saygı ve hurmet gosterdi.

Tam yedi yıl MevlĂ‚nĂ‚ Ârif-i DikgerĂ‚nî'nin sohbetlerine devĂ‚m etti. Oylesine saygı gosterdi ki, su kenarında abdest alsalar, onun ustune gecmemeye ve altında abdest almaya dikkat etti. Yolda birlikte giderlerken de ileriye gecmemeye dikkat etti. Cunku MevlĂ‚nĂ‚ Ârif-i DikgerĂ‚nî, Seyyid Emîr KulĂ‚l hazretlerinin hizmetine kendilerinden evvel girmiş, zaman yonuyle kendisinden daha kıdemliydi.

Hac ibĂ‚detini yerine getirmek uzere iki defĂ‚ Mekke-i mukerremeye giden Ârif-i DikgerĂ‚nî'nin bu yolculukları sırasında yanında ŞĂ‚h-ı Nakşibend BuhĂ‚rî hazretleri de vardı. Ârif-i DikgerĂ‚nî'ye karşı saygıda kusur etmeyen ŞĂ‚h-ı Nakşîbend, bu berĂ‚berlikleri hakkında şoyle buyurdu: "Gizli zikirle meşgûl olurken, icimizde esrĂ‚rlı bir bilgi meydana geldi. O sırrı anlamak istedik. Otuz yıl boyunca MevlĂ‚nĂ‚ Ârif ile bu yolda birlikte ilerledik. İki kere Hicaz seferine cıktık. Pek cok Allah adamıyla karşılaştık. Koşe, bucak, zĂ‚viye, dergĂ‚h dolaştık. Eğer mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde MevlĂ‚nĂ‚ Ârif kadar yuksek veya onun kavuştuğu esrĂ‚rdan bir zerreye sĂ‚hib olan bir kimse gormuş olsaydım, buralara donmezdim."

Hac yolculukları sırasında ŞĂ‚h-ı Nakşibend BehĂ‚eddîn BuhĂ‚rî, Merv'de inerek bir muddet orada kaldı. Sevenleri ve bağlıları da etraftan ve MĂ‚verĂ‚unnehr'den gelip Merv şehrinde toplandılar. Sohbetlerinde bulunup engin mĂ‚nĂ‚ denizinden inciler topladılar. Ârif-i DikgerĂ‚nî ise, memleketine donerek sohbetleriyle insanlara hak yolu gosterdi. Pek cok insan onun sohbetinde bulunup istifĂ‚de etti. Bu sohbetleri sırasında sevenlerinden biri bir hediye getirip takdim etti. Ârif-i DikgerĂ‚nî ozur beyĂ‚n ederek bu hediyeyi kabûl etmedi ve; "Hediye kabûl etmek o insana yaraşır ki, onun duĂ‚sı bereketiyle hediye getiren murĂ‚dına ersin. Bizde ise oyle bir ozellik yoktur. Hediyenizi kabûl edemeyiz." buyurdu. Boylece yuksek derece sĂ‚hibi olduğunu gizleyerek tevĂ‚zu gosterdi.

Bir sohbeti sırasında talebelerine yemek ikrĂ‚m ettikten sonra; "Bir insan yemek yerken her uzvu ayrı ayrı bir işle meşgûldur. Ya kalbi ne ile meşgûldur?" diye sordu. Talebeleri; "Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikriyle meşgûl olur." dediler. Onlara buyurdu ki: "Zikir, bu yerde kelimeyle değildir. Sebepten musebbibe gitmek, nîmetten nîmet vericiye intikĂ‚l etmek sûretiyledir."

Bir başka sohbeti sırasında da buyurdu ki: "Kendi tedbirine guvenenin yeri Cehennem'dir. Tedbirini aldıktan sonra Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdîrine bağlananın ise yeri Cennet'tir."

Yuksek ilim, fazîlet ve guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi olup, Emr-i bi'l-mĂ‚rûf ve nehy-i ani'l-munker vazîfesini bir an bile ihmĂ‚l etmeyen Ârif-i DikgerĂ‚nî hazretlerinin bircok kerĂ‚metleri hĂ‚sıl oldu.

Bir gun DikgerĂ‚n koyunde şiddetli yağan yağışlar netîcesinde buyuk bir sel felĂ‚keti başgosterdi. Koy halkı, butun koyun silinip supuruleceği korkusuyla feryĂ‚d etmeye başladı. Sanki bir ana-baba gunu idi. Sesleri işiten Ârif-i Dikgeranî hazretleri mescidden dışarı cıkarak durumu gordu. Allahu teĂ‚lĂ‚ya bu Ă‚fetten DikgerĂ‚n koyunu koruması icin duĂ‚ etti. Sonra da sel sularına seslenerek; "Eğer beni alıp goturebilirsen hic durma, al gotur!" buyurdu. Sel suları bir anda yumuşayıp sindi. Koy ve koy halkı da bu Ă‚fetten kurtuldu.

Ârif-i DikgerĂ‚nî, omrunun son gunlerinde, hac donuşunde Merv'de kalan ve insanları irşĂ‚d edip, doğru yolu gosteren ŞĂ‚h-ı Nakşibend BehĂ‚eddîn BuhĂ‚rî hazretlerine haberci gondererek; "Cabucak yetişiniz. Âhirete goc etmemiz yakınlaştı. Size vasiyetlerim var." buyurdu. Haberi alır almaz, Merv'den ayrılan ŞĂ‚h-ı Nakşibend hazretleri suratle BuhĂ‚rĂ‚ yolunu tuttu. DikgerĂ‚n koyune geldiğinde, Ârif-i DikgerĂ‚nî'nin yanında yakınlarından ve talebelerinden bir topluluk bulunuyordu. MevlĂ‚nĂ‚ Ârif, ŞĂ‚h-ı Nakşibend hazretlerini saygıyla karşıladı. Yanındaki topluluğa kendilerini başbaşa bırakmalarını istedi ve; "Hace BehĂ‚eddîn ile aramızda bir sır var. Bu sırrı goruşmek icin ikimiz tenhĂ‚ bir yere gideceğiz, yoksa siz buradan cekilmeği tercih eder misiniz?" buyurdu. Topluluk uzaklaşınca, ŞĂ‚h-ı Nakşibend BuhĂ‚rî hazretlerine donerek; "Aramızda mĂ‚nĂ‚da buyuk birlik ve berĂ‚berlik hĂ‚sıl oldu. Şimdi de bu birlik ve berĂ‚berlik uzereyiz. İşte vakit sona erişti. Kendi yakınlarıma ve sizinkilere nazar ettim. Bu tarîkatte ehliyeti ve yokluk sıfatını en ziyĂ‚de HĂ‚ce Muhammed PĂ‚risĂ‚'da buldum. Tarîkatte elime gecen her lutfu ihsĂ‚nı ve mĂ‚nĂ‚yı ona havĂ‚le ettim. Yakınlarıma ona bağlanmalarını emrettim. Sizin de bu hususta yardımınızı esirgemeyeceğinizden emin olmak isterim. ZĂ‚ten Muhammed PĂ‚risĂ‚ sizin de bağlılarınızdandır. Şimdi sizden isteğim; kendi elinizle su kaplarını yıkayın, iki diziniz uzerine oturup elinizle ateş yakın ve suyumu ısıtın. Techiz ve tekfin icin lĂ‚zım olan şeyleri yerine getirin. VefĂ‚tımdan uc gun sonra da yerinize donun." buyurdu.

Yakınları ve talebeleriyle goruşup helĂ‚lleştikten sonra DikgerĂ‚n'da vefĂ‚t eden Ârif-i DikgerĂ‚nî hazretlerinin cenĂ‚zesini ŞĂ‚h-ı Nakşibend BuhĂ‚rî yıkadı ve namazını kıldırdı. Onu defnettikten sonra tekrar Merv'e dondu.

Ârif-i DikgerĂ‚nî'nin kendisinden sonra HĂ‚ce Muhammed PĂ‚risĂ‚, MevlĂ‚nĂ‚ Emir Şeref ve MevlĂ‚nĂ‚ İhtiyaruddîn adlı halîfeleriyle yolu devĂ‚m etti.

OLEN OKUZLER

MevlĂ‚nĂ‚ Ârif-i DikgerĂ‚nî'ye karşı cıkan, kendinin tasavvuf erbĂ‚bı olduğunu soyleyip sesli zikir yapan biri vardı. Ârif-i DikgerĂ‚nî o kimsenin yanına kadar gidip sesli zikri bırakmasını, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismini gizlice soylemesini istedi. Fakat o bu nasîhatı dinlemedi, acık zikre devĂ‚m edeceğini bildirdi. Ârif-i DikgerĂ‚nî; "Eğer nasîhatimi kabûl etmezsen tarlanı surduğun hayvanlardan her gun birinin olduğunu gorursun." buyurdu. O kimse soz dinlemedi inatla acık zikre devĂ‚m etti. Ertesi gun cift surduğu okuzlerinden biri oldu. Bunun uzerine kapı kapı dolaşmaya, dergĂ‚h dergĂ‚h gezip bĂ‚zı şeyhlerden imdĂ‚d istemeye calışan o kimsenin, ikinci okuzu de oldu. Bu hĂ‚l karşısında perişan olan ve şaşkınlık icinde kalan o kimse yaptığına pişmĂ‚n oldu. Ârif-i DikgerĂ‚nî hazretlerinin huzûruna gelerek tovbe ettiğini bildirdi ve talebesi oldu.
__________________