Uskudar'daki Ozbekler Tekkesinin son şeyhi. İstanbul'un İngiliz işgÂlinden kurtarılması sırasında buyuk kahramanlık ve fedÂkarlıklar gostermiştir. 1883 (H.1301) senesinde doğdu, 1936 (H.1355) senesinde vefÂt etti.

ZamÂnının usûlune gore tahsîlini tamamlayan At Efendi, Uskudar'da SultanTepesinin Bulbulderesine bakan yamacındaki şeyh tÂyin edildi. İnsanlara sohbetleri esnÂsında cok faydalı oldu. İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak duny ve Âhiret seÂdetine kavuşmaları icin gayret sarf etti.

At Efendinin postnişîn olarak vazîfeli bulunduğu Ozbekler DergÂhının kuruluşuyla ilgili şu menkıbe nakledilir: Sultan İkinci Mahmûd Han devrinde Ozbekistan'dan kalkıp hacca gitmek uzere yola cıkan bir grup Turkistanlı, Halîfeyi gormek ve izin almak icin İstanbul'a gelmişlerdi. Cunku eskiden beri hacca gidecek olanlar, sultandan izin almak maksadıyla İstanbul'a gelirler, Cum selÂmlığında Halîfeyi gorurler duÂsını alırlardı. Bu bir nevî izin almak idi. Turkistan'dan gelen Ozbekler de ilk Cum selÂmlığındaHalîfeyi gormek uzereSultantepesinde cadırlarını kurup yerleşmişlerdi. Sultan İkinci Mahmûd Han maiyyetiyle oradan gecerken, cadırlarının şeklinden onların yabancı olduğunu anlayarak kim olduklarını merÂk etti ve bir adamını gondererek durumu oğrendi. Sonra da atını surerek yanlarına gitti. Durumlarını anladıktan sonra; "Halîfe emretse burada kalır mısınız?" deyince, hepsi birden; "Hay hay emr u fermÂn PÂdişÃ‚hımız efendimiz hazretlerinindir." dediler. Bunun uzerine Sultan İkinci Mahmûd Han; "Oyle ise ben halîfeyim, emr ediyorum. Hacdan sonra donunuz, burada kalınız. Size munÂsip bir dergÂh yapıla ve siz de gelecek hemşehri hacılarınızın hizmetini îf edesiniz!" diyerek onların el etek opmesine meydan vermeden atını surup gitti.Hac donuşune kadar, bir dergÂh ve iki odalı bir ev yapıldı. O gunden îtibÂren "Ozbekler Tekkesi" diye anılan bu dergÂh yapıldı ve Turkistanlı hacıların hizmetlerinde kullanıldı.

İstiklÂl Harbi sırasında, İstanbul ile Anadolu arasındaki gizli haberleşmenin merkezi veİstanbul'dan Anadolu'ya gitmek uzere hareket edenlerin ussu olarak kullanılan Ozbekler DergÂhının şeyhi At Efendi bu sırada buyuk fedÂkÂrlık ve kahramanlıklar gosterdi. İstanbul'un İngilizler ve İtalyanlar tarafından işgÂl edildiği kara gunlerde vatanı kurtarabilme cÂrelerini araştırdı. İngiliz işgÂline, ilk karşı koyma hareketi olarak "Karakol Cemiyeti"ni kuranlar arasında yer aldı. Temsil ettiği dînî ve mÂnevî kıymetleri, vatanın selÂmet ve kurtuluşuna vakfetti. Kendisi gibi olan tasavvuf ehli ve Âlim kimselerle elele vererek en gozu pek genclerin gosteremediği cesÂreti ortaya koydu, kapı kapı dolaşarak, bircoklarının ağızlarının acılmadığı o gunlerde muminlere umit telkin etti, başına sarındığı yeşil destÂrı, sarığı ve uzerindeki siyah cubbesi ile işgÂl kuvvetlerinin dikkatini cekmeden calışmalarını surdurdu. İşgÂl kuvvetlerinin evlerin haremine bile soktuğu yerli-yabancı cÂsûslar, ilk zamanlar tekke, mescid ve cÂmilerden ve dînî şahsiyetlerimizden şuphe etmiyorlar, Turk'un bu mÂnevî onculerini yakından tanımıyorlardı. Başı sarıklı, destÂrlı, uzeri cubbeli olan bu vatanperver insanlardan olan At Efendi, duşmanların bu gafletlerinden istifÂde etmesini bildi. Evlerde, cÂmi ve mescidlerde muslumanlara cesÂret veren ve onların işgÂl kuvvetlerine karşı direnmelerini teşvik eden konuşmalar yaptı. Mahallelerde tesiri buyuk olan cÂmi imÂmlarını safına alarak onları silÂh ve cephÂnelerin naklinde vazîfelendirdi.

Gunduzleri insanlara nasîhatlariyle umid telkin eden At Efendi, gece olunca silÂhlanıyor, Nakkaş Karakolundan Ozbekler DergÂhına kadar olan yolları tutturuyordu. SilÂh ve cephÂneler taşınıyor, oradan da Karakol Cemiyetinin fedÂileri eliyle Buyuk Camlıca'nın arkasından dolandırılarak LibÂdî'deki goz doktoru Esad Paşanın ciftliğine aktarılmak uzere Kısıklı imÂmı Nûri Hocanın LibÂdî'deki evinin yanındaki mahzende saklatıyordu. MunÂsip zamanlarda tomruk taşıyan arabaların alt bolumune yerleştirerek Alemdağı'nda gizli karargÂh kuran millî kuvvetlere ulaştırılmasını sağlıyordu. Ozbekler DergÂhında gizli bir hastÂne bile kurmuştu. Azgın Rum ve Ermeni ceteleriyle carpışırken, duşman işgÂli altındaki cephÂne depolarını basarken yaralanan mucÂhidler burada yatırılıyor, gizlice gelen hamiyetli ve yardımsever doktorlar tarafından tedÂvî goruyordu.

At Efendinin asıl fedÂkÂrlığı, Anadolu'ya gececek kimseleri dergÂhında barındırmasıydı. Bircok meşhûr isim onun dergÂhında misÂfir olmuşlar, daha sonra da musÂit vakitlerde Ankara yolunu tutmuşlardı. Vurun *****ye isimli eseriyle, At Efendi gibi duşunen ve yaşayan din adamlarını kotuleyen, onları İstiklÂl Savaşı aleyhindeymiş gibi gosteren HÂlide Edip Adıvar da, bu dergÂhta misÂfir olup, Anadolu'ya gecen kimselerdendi. At Efendi, Uskudar'ın carşı ve kahvelerini dolaşır, tesbit edilmiş parola ile Anadolu'ya gidecek kimseleri bulup dergÂhında toplardı. Sonra da bunları on beşer-yirmişer kişilik kÂfileler hÂline koyar, gerekli emniyet tedbirlerini aldıktan sonra Camlıca'nın eteklerinden işgÂl mıntıkası dışına cıkarırdı. Her gun UskudÂr'da dolaşırken kurduğu gizli cemiyet vÂsıtasıyla ceşitli haberler toplardı. Aldığı bu haberlere gore hareket eder, Muslumanlara yol gosterirdi.

At Efendinin dergÂhı bir posta merkezi gibi calışırdı. İstanbul'dan Anadolu'ya, Anadolu'dan İstanbul'a en kritik haberler bu kanaldan ulaştırılıyordu. Bilhassa İstanbul'dan Anadolu'ya gecmiş olan Kuvay-ı Milliyecilerin, İstanbul'daki Âileleriyle irtibatları en fazla bu posta vÂsıtasıyla temin ediliyordu. İstanbul'da, Anadolu'nun harekÂtının adam ve silÂh ihtiyÂcını karşılamak uzere kurulan mahallî mukÂvemet ve faÂliyet merkezleri ile de temasta bulunan At Efendi, onların gonderdikleri adam ve silÂhları da kurduğu bu teşkilÂt sÂyesinde Anadolu'ya gizlice ulaştırıyordu.

At Efendinin talebeleri ve Ozbekler Tekkesinin kahraman dervişleri Camlıca eteklerine kadar sokulan milis kuvvetlerine yardım etmek, îcÂbında onları saklamak ve yaralılarına gerekli ihtimÂmı gostermek sûretiyle de faydalı oluyordu.

1920 senesi Nisan ayının bir akşamı idi. Havada tatlı bir bahar şenliği ve serinliği vardı. Hafif esen ruzgÂr, her yana bahar kokularını yayıyordu. Ozbekler Tekkesi de benzeri sık sık gorulen mustes gecelerinden birini daha yaşıyordu. Butun odaları biraz sonra Anadolu yolculuğuna cıkacak misÂfirlerle doluydu. Bu misÂfirler arasında işgÂl kuvvetleri tarafından kapattırılan son Osmanlı Mebuslar Meclisinin bir kısım ÂzÂları, uyeleri de bulunuyordu. At Efendi ise dergÂhın bahcesinde bÂzı kimselerle oturuyordu. Cadırlaşmış ve ciceklerle donanmış bir akasya ağacının altında, tatlı tatlı sohbet ediyordu. Etrafını saran ve onu dinleyen yolcuları konuşmalarıyla teselli ediyor, yureklerine coken ayrılık acılarını, gariplik duygularını unutturmaya calışıyordu. Bu esnÂda Uskudar cÂmilerinde yatsı ezÂnı okunmaya başlamıştı. At Efendi sustu, yanında bulunanlarla birlikte huzûr ve huşû icinde okunan ezÂnları dinledi. Tam bu sırada Fıstıkağacı ile dergÂh arasındaki yol uzerinde gozculuk yapan bir derviş soluk soluğa bahceye girdi. Yanına sokulduğu At Efendinin kulağına eğildi ve fısıldadı: "Aman Şeyhim!Uskudar'daki İtalyan polis kumandanı, yanında birkac İngiliz zÂbit ve polisi olduğu hÂlde buraya doğru geliyorlar!.. Bilmem ki..." Şeyh At Efendi dervişin sozunu bitirmesine meydan bırakmadı. Hemen yerinden fırladı. Bahcede ve odalarda kumelenen ve dertleşen misÂfirlerine koştu. Yaklaşan tehlikeyi haber verdi, alınması gerekli tedbirleri de hepsine ayrı ayrı bildirdi. İki dakika bile gecmemişti ki, bahcede sessiz bir hareket başladı. Anadolu'ya gecmek uzere orada bekleyen misÂfirler kendilerine kılavuzluk eden dervişleri takib ederek dergÂhtan, set başına doğru sarkan ağaclık ve fundalıklı yamacın uzerindeki dik patikalardan akmaya başladı. Sağa sola saparak, tarlaların kenarlarındaki calılıklara sokulup, gozden kayboldular.

Boylece, sayıları otuzu gecen misÂfirler, tamÂmiyle dağıldı, dergÂh ve bahce de her zamanki ıssız hÂlini aldı. DergÂh kapısından iceri dalan işgÂlci zÂbitlerle berÂberindekilerden bir kısmı bahce ve mezarlığa saldırdı. Bir kısmı da acık duran kapıdan dergÂhın icine daldı. Oda kapılarını tekmeleyerek acan ve iceriye dalan işgalciler, yukluk ve dolapları bile aradılar. NihÂyet dergÂhın mescid olarak kullanılan buyuk odasına daldılar. Karşılaştıkları manzara karşısında şaşırıp aptallaştılar. Cunku Şeyh At Efendi, gerisinde saf tutan dervişleri ile birlikte namaz kılıyorlardı. Aralarında yabancı kimselerin bulunmadığını goren ve biraz sonra bahce ve mezarlıkta da kimsenin gorulemediğini oğrenen işgalci zÂbitleri, uğradıkları başarısızlık karşısında, hırs ve hayretlerinden dudaklarını ısırdılar. Kızgınlık ve hınc ile dergÂhtan uzaklaşmak zorunda kaldılar.

O gece Ozbekler Tekkesinde atlattıkları buyuk tehlike dolayısıyla sevinerek ayrılan yolcular ise, ertesi gunun akşamı gec vakitte Cal koyune ulaşıp kurtuluşa erdiler. Onları tÂkib eden ve Nal'a kadar uğurlayan Şeyh At Eendi, her biri ile ayrı ayrı kucaklaşarak ved etti. MisÂfirler ona takdirkÂr bakışlarla; "Ne mutlu sana şeyhim. Kurtuluş savaşcılarına yaptığın bu buyuk hizmetler, hic bir zaman unutulmayacak ve milleti istiklÂle kavuşturacak, yıldızlar arasında Şeyh At adı da dÂim hurmetle anılacak..." diyorlardı.

Anadolu'nun kurtuluş hareketinde, İstanbul ile Anadolu arasında kopru vazîfesi goren Ozbekler DergÂhının kahraman şeyhi At Efendi, kurtuluş hareketi tamamlanmadan işgÂlciler tarafından tutuklandı. İngiliz İntellices (entelijans) servisi yetkilisi Harron Armstrong, Şeyh AtÂ'nın tevkif edilip tutuklandığı zaman kendisiyle konuşmasından sonraki goruşleri icin şu cumleleri kullandı:

"Bizler, Turk din adamlarının bu mevzûlarda faÂl rol oynayacaklarını asl tahmin etmiyorduk. Diğer araştırmalarımız, Turk mukÂvemet kaynaklarının meydana cıkarılması yolunda musbet netîce vermeyince, vÂki ısrarlı ihbarları değerlendirerek, tekkeler, mescidler, cÂmiler gibi dînî yapılar uzerinde durduk ve din adamlarını tÂkib ve kontrola başladık. Elde ettiğimiz bilgiler ve karşılaştığımız hakîkatler bizleri hayrete duşurdu. Bu din adamları ozellikle telkinlerle ve mÂneviyÂtı yukseltmekle yetinmemişler, fiilî olarak da mukÂvemet teşkilÂtı icinde vazîfe almışlardı.Halk uzerinde nufûzları fevkalÂde olduğundan, uzerlerine aldıkları vazîfeleri başarıyla yerine getirmişlerdi."

İstanbul'un işgÂlden kurtarılması ve Kurtuluş Savaşının zaferle netîcelenmesinden sonra dergÂhından ayrılmayan Şeyh At Efendi, sessiz kalmayı tercih etti. Tekke ve zÂviyelerin kapatılmasından sonra, Şeyh At Efendinin Anadolu Kurtuluş hareketinin ussu olarak kullandığı Ozbekler Tekkesi de kapatıldı. Tekkenin tÂrihî kitÂbesi de cimento ile sıvanarak terk edilmiş bir hÂlde bırakıldı.

Himmet ve gayretlerini sÂdece ve yalnızca vatanın kurtuluşu icin sarfeden, bu uğurda muslumanları aydınlatan ve teşvik eden Şeyh At Efendi, 1936 (H.1355) senesinde İstanbul'da vefÂt etti. Onun tatlı hÂtıraları hÂl zihinlerde yaşamakta, kendinden sonra gelen nesillere ornek teşkil etmektedir. Kabri Uskudar'dadır.
__________________