Tefsîr, hadîs ve Hanefî mezhebi fıkıh Âlimi, tasavvuf mutehassısı buyuk velî. İsmi, Muhammed SenÂullah olup, Şeyh CelÂl-i Kebîr-i Ceştî’nin on ikinci torunudur. Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretlerinin en buyuk talebelerinden olup, hazret-i OsmÂn bin AffÂn’ın soyundandır. 1730 (H.1143) senesinde PÂni-put şehrinde doğdu. 1810 (H.1225) senesinde aynı yerde vefÂt etti. Kabri, Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretlerinin zevcesinin kabri yanındadır.

SenÂullah-i PÂni-putî, yedi yaşında Kur’Ân-ı kerîmi ezberledi. Naklî ve aklî ilimlerde ihtisas kazandı. Delhi’ye giderek, ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî’den hadîs ilmini oğrenip, bu ilimde kemÂle geldi. Once MevlÂn Muhammed Âbid-i SemÂmî’nin, bunun vefÂtından sonra, Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretlerinin teveccuhleriyle kemÂle erdi. Sonra vatanına gidip, vefÂt edinceye kadar kÂdılık yaptı.

Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretlerinin halefi ve MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî hazretlerinin hocası olan Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, MakÂmÂt-ı Mazhariyye adlı pek kıymetli eserinde buyurdu ki: “SenÂullah-i PÂni-putî, RabbÂnî Âlimlerin orneği ve Hak teÂlÂnın sevgili kullarından biriydi. Aklî ve naklî ilimlerde ucsuz dery idi. Fıkıh ve usûl ilimlerinde mezhebde ictihÂd derecesine yukselmişti. Fıkıh ilmine dÂir buyuk bir eser yazmış, bu eserinde kaynak ve delilleriyle dort mezheb muctehidinin beyÂnlarını bildirmiştir. Kendi fetvÂlarında kuvvetli olan husûsu ayrı bir risÂle hÂlinde telif etti. Usûl ilmine dÂir olan kendi îzÂhlarını da ayrıca yazdı. Tefsîrinde onceki mufessirlerin ifÂde ve beyÂnlarını aldığı gibi, kendi tevilleri yanında, AhrÂriyye ve Muceddidiyye buyuklerinin îzÂhlarına da genişce yer verdi. Tasavvufa ve İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin mÂrifetlerine dÂir acıklayıcı risÂleler yazdı. Pırıl pırıl bir zihin, keskin goruş, guclu fikir ve ustun akıl onun ustun vasıflarından bÂzılarıydı.

Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretlerinin hizmet ve sohbetine kavuşunca, onların son derece ustun ilgi ve tavsiyeleri ile, MakÂmÂt-ı Ahmediyye’ye mazhar oldu. Kısa zamanda seyr ve sulûku tamamlayıp, tasavvuf hÂllerinde nihÂyete ulaştı. Uzun yıllar boyunca ilim ve mÂrifet tÂliblerine feyz sactı. Bunun uzerine bizzat hocası Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretleri, kendilerine, “HidÂyet sancağı” unvÂnını verdiler. Bir defÂsında Gavs-us-sakaleyn hazret-i AbdulkÂdir-i GeylÂnî’nin kabr-i şerîflerini ziyÂret etti. AbdulkÂdir-i GeylÂnî, kendisine kabirde tÂze hurma ikrÂm eyledi. Yine bir defÂsında ruyÂsında hazret-i Ali’yi gordu ve buyuk mujdelere kavuştu. Bizzat hocası Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretleri kendisi hakkında şoyle buyurmuştur: “SenÂullah-i PÂni-putî'nin derecesi, yukseklikte benimki ile aynıdır. Bana gelen her feyze ortaktır. ZÂhir ve bÂtın kemÂllerini toplamada mevcûdÂtın en azîzidir. Dînin kuvvetlendiricisi, yolumuzun nûrlandırıcısıdır. Melekler ona tÂzim ederler. KıyÂmet gunu bana; “Ne getirdin?” denilince; “SenÂullah-i PÂni-putî'yi getirdim” diyeceğim. Onu gorunce kalbimde heybet duygusu hÂsıl oluyor. O, sÂlih, takv ve diyÂnette Âdet rûh-i mucessem gibidir. Melek huyludur. Melekler ona hurmet ederler.”

SenÂullah-i PÂnî putî hazretlerinin vasiyetnÂmesi:

"Allahu teÂlÂya hamd ve Resûlune salÂt ve selÂm olsun. Bu fakîr SenÂullah PÂnî putî derim ki: Seksen yaşıma geldim. Kur'Ân-ı kerîmde yakîn diye bildirilen olum, başucuma kadar geldi. Başka bir şey yapmaya fırsat bırakmadı. Artık evlÂdıma ve sevdiklerime birkac vasiyetimi yazmak istiyorum. BÂzısını yerine getirmek bu fakir icin, bir kısmı ise cocuklarım ve dostlarım icin faydalı, hatt zarûrîdir. Şahsım ile ilgili olanlar yerine getirilirse, rûhum hoşnud olacak. Hak teÂl kendilerine hayırlı karşılıklar verecektir. Yoksa obur dunyÂda eteklerine yapışacağım. Kendileri ile ilgili vasiyetime riÂyet ederlerse, hem dunyÂ, hem de Âhirette bunun iyi netice ve meyvesini goreceklerdir. Yoksa Âkıbet kotu olacaktır.

Şahsıma Âit vasiyetim: Techîz, tekfîn, gasl ve defnde sunnet-i seniyyeye uyulacak. Hocam Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn'ın lutfedip verdikleri iki bez ile kefenlesinler. Sarık sarmak sunnete muhÂliftir. Hem zarûrî de değildir. CenÂze namazımı kalabalık bir cemÂat ile HÂfız Muhammed Ali veya HÂkim Sekh veya HÂfız Pîr Muhammed gibi sÂlih bir imÂm ile kılsınlar. CenÂze namazımda birinci tekbirden sonra FÂtiha-yı şerîfeyi de okuyunuz. VefÂtımdan sonra onuncu, yirminci, kırkıncı, altmışıncı gunler yapmasınlar. Cunku Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uc gunden fazla mÂteme izin vermeyip, haram olduğunu bildirdiler. Kadınların ağlayıp sızlamalarına şiddetle mÂni olunuz. Fakir hayatta iken boyle şeylere rız gostermezdim. Kelime-i tevhîd, salevÂt-ı şerîfe, Kur'Ân-ı kerîm hatmi, istigfÂr ve fakirlere gizli olarak helal maldan sadaka vermek sûretiyle bu fakire imdÂd ve yardım ediniz. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Olu, kabirde, denizde boğulmak uzere olup imdÂd isteyen kimse gibidir. Babasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duÂyı bekler." buyurdu. VefÂtımdan sonra borclarımı odemekte cok gayret gosteriniz...

Bunları yerine getirmekte gevşeklik yapmayınız. Hocanın vasiyetini, herkesin gucu yettiği kadar yerine getirmesi lÂzım olduğunu biliniz...

Geride kalanların faydası icin olan vasiyetim şudur: DunyÂya fazla kıymet vermeyiniz. İnsanlar coğunlukla cocukluğunda ve gencliğinde olmektedirler. Yaşlanan pek azdır. Hepsinin omru kısa suren bir sabah ruzgarı gibi gecmektedir. Nereye gittiğini bilmezler. Kalan ise bitmeyecek olan Âhiret işleridir. Bu duny lezzetleri sıkıntı cekmeden ele gecmiyor. O da az bir şeydir. Bu gecici ve az bir şey olan lezzetlere dalıp, ebedî lezzeti, Âhiret saÂdetini, Allah korusun elden kacırmak ve ebedî felÂkete duşmek ahmaklıktır. Din ve duny faydası bir araya geldiği zaman, tercihini din menfaatini one almakta kullan. DunyÂda zÂten takdir edilen şey insana ulaşır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Butun maksatlarını tek bir maksad edinenin (yÂni) maksad ve duşuncesi Âhiret olanın dunyÂsına Allahu teÂl kefildir." buyurdu. DunyÂyı tercih eden, onde tutanın eline bÂzan duny da gecmez. Nitekim zamÂnımızdaki insanlarda bu hal cok gorulmektedir. Bu durumda olan dunyÂda da Âhirette de zarar eder. Diyelim ki, duny malı eline gecti. O da kısa bir zaman sonra yok olup gidecek, gene sonsuz ziyanda kalacak.

Duny saÂdetlerine ve nîmetlerine kavuştukları halde bunlardan bir zerresini goturemeden olup giden binlerce insan gordum.

Ben, birÂderim, babam ve dedem kÂdılık vazîfesi yapageldik. Gerci bu hizmeti hakkıyla yerine getiremedik. Bilhassa bu kusuru cok fakîrin hayÂtının buyuk kısmı bozuk şartlar icinde vazîfe yapmakla gecti. Bu sebepten pişmanım ve istiğfÂr etmekteyim. "L havle vel kuvvete" okuyup derim ki, bu vazîfeyi isteyerek almadım. Yine de zamÂnımız ehlinin coğundan iyi yuruttum. Allahu teÂlÂya hamd olsun. Bu bakımdan Allahu teÂlÂnın fazlından mağfiret ummaktayım. Butun maksadım da Rabbime kavuşmaktır.

KÂdılık vazîfesi sebebiyle muslumanlar hatt Hindliler dÂhil karşılaştığım herkes bize kıymet vermektedir. Halbuki benden daha kıymetli Âlimler vardır. Hic kimse onları sormuyor. Başkasının bÂtınından, ic dunyÂsından kimin ne haberi olur. Bu da dînî faydayı duny menfaatine tercih edenden dunyÂnın da yuz cevirmeyeceğine delildir.

O halde cocuklarımdan kÂdılık vazîfesi yapmak isteyenler, haksız olanı savunmaktan uzak dursunlar. Mûteber ve meşhur olan rivÂyetler ile amel etsinler. HulÂsa, dîni dunyÂdan onde tutmanın bir yonu de kızını dindar bir dÂmÂdla evlendirmektir. Cunku zamÂnımızda bu şehirde rÂfizîler cok yayılmıştır. Memleketin ileri gelenleri y Âile asÂletine, soya sopa veya mala, paraya ve zenginliğe bakıyorlar. Halbuki ilk once dindÂrlığa bakmak lÂzımdır. Soyu yuksek ve zengin de olsa, boyle rÂfızî olduğu bilinen ve sezilen kimseye kız vermemelidir. KıyÂmet gunu dindÂrlık ve takvÂ, haramlardan sakınıp sakınmamak sorulacaktır. Bu yolda falan oğlu filan olmak hicbir şey değildir. Elde bulunan mala, nîmet cokluğuna îtibÂr olunmaz. Cunku bunlar el değiştirir. Nitekim; "Mal gelir gider." demişlerdir.

Şunu da bilmek lÂzımdır ki, bir kimse gizlide ve acıkta ve butun hallerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme ilim, îtikÂd, Âdet ve ibÂdetlerindeki amelinde ne kadar tÂbi olursa, O'na benzerse, onu o kadar kÂmil bilmelidir. Resûlullah'a uymakta kusur ettiği kadar noksandır. Bu sebeple Nakşibendiyye buyukleri, sunnet-i seniyyeye uymakta en yuksek dereceye varmak icin sanki yarış etmişlerdir. TÂbi olma bakımından Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme benzemelerindeki kemalleri, fazîletlerine ustunluklerine delildir. Bizim gibi zayıf himmetli, Resûlullah'a tam mÂnÂsıyla tÂbi olamayanlar, nÂfilelerle cokca meşgul olmasa da fakat farzları yerine getirirse, bilhassa muÂmelelerde, ibÂdetlerde, Âdetlerde, haramları, mekruhları, şuphelileri terk ederse, bu da buyuk kazanctır.

Eğer insanın himmeti bu dereceden de aşağı olur, şeytan ve nefse uyarak haramları işlerse, artık kulların haklarını zÂyi etmeye başlar. İşlenen gunahları Allahu teÂlÂnın merhÂmet edip affetmesi, din buyuklerinin şefÂatine kavuşmak umid edilirse de, kul hakları icin boyle bir bağışlanma yoktur. Bu hususta Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler coktur. Hepsini buraya yazmak mumkun değildir. Bunlardan ikisi şoyledir:

"Musluman, diğer muslumanların elinden ve dilinden zarar gormediği kimsedir."

"Kendin icin istediğini, insanlar icin de istemek, kendin icin istemediğini insanlar icin de istememek."

Bir şiirin mÂnÂsı ise şoyledir: "Ne istersen yap, fakat, insanlara eziyet ve sıkıntı verme yolunu secme. Cunku dinde bunun gibi buyuk gunah yoktur."

Nasîhatlardan biri de şudur: Hanımına, cocuklarına, hizmetcilerine ve diğer emri altında olanlara oyle muÂmele etmeli ki, hepsi sizden rÂzı olsunlar ve sizi sevsinler. İyi bir insan ve onların dert ortağı olduğunuza, kendilerine guclerinin yetmeyeceği şeyleri yuklemeyeceğinize iyice inansınlar. Bununla berÂber onlardan bÂzısının hased, kıskanclık sebebiyle birbirinden memnun olmamaları onemli değildir. Âmir mevkiinde olanları, kendilerine itÂat etmekle ve hizmetlerini yerine getirmekle memnun etmeli. Yalnız gunah olan emirleri yerine getirilmez. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; "Allahu teÂl katında gunah olan şeylerde, kula itÂat olunmaz." buyurdu.

Yakın akrabÂya, kardeşlerine, dostlarına, sevdiklerine, arkadaşlarına, komşularına samimî bir sevgi, tevÂzu ve alcak gonulluluk uzere olmalı, onların sıkıntılarını paylaşmalıdır. Duny o kadar Âhım şÃ‚hım bir yer değildir. Duny işleri icin birbiriyle irtibÂtı kesip, kopmamalıdır. Hicbir Âile ocağı cekişmekten başka bir şeyle sonmemiştir. Duşmanlık yapanlara da iyilik ederek onları mahcûb etmelidir.

Şiir:

İki duny rahatını şu iki sozde ara
Dostlara iltifat, duşmanına mudÂrÂ.

Kur'Ân-ı kerîmde meÂlen şoyle buyruluyor: "Duşmanların kotuluğunu onlara iyilik yapmak sûretiyle def et. Boyle yaparsan, duşman olan kimsenin sana dost olduğunu, seni sevdiğini goreceksin. Bunu (duşmana iyiliği) ancak cok sabırlılar ve buyuk nasîb sÂhipleri yapar." (Fussilet sûresi: 34),

Bu sozumuz, dunyÂlık sebebiyle, kendisine duşmanlık edilen bir muslumanın tÂkib edeceği yol hakkındadır. Fakat, rÂfizîler, hÂricîler ve benzerleri gibi kendilerine sırf Allah icin duşmanlık yapılması gereken kimselere karşı tavrımızın ve tutumumuzun nasıl olacağına gelince, bozuk îtikÂdlarından tovbe etmedikce kendilerine muvÂfakat edilemez. İsterse babası ve oğlu olsun.

Âilemizden her asırda mumtaz Âlimler bulunagelmiştir. Cocuklarımdan Ahmedullah bu devlete kavuşmuştur. Fakat vefÂt eyledi. Allahu teÂl ona rahmet eylesin. Delîlullah ve Safvetullah'ın da bu (ilim) devletini elde etmesini istediysem de icÂbet olunmadı. Uzgunum. FetvÂlardan hÂlen anlayabildikleri yeterli değildir. Bu hususta calışabilirlerse elbette calışsınlar. Bu sonsuz devleti ve nîmeti kazanmak icin kendi cocukları uzerinde titizlikle dursunlar. Cunku hem dunyÂda ve hem Âhirette buyuk faydalara sebeb olur. İlim, doğru îtikÂdı (inancı), guzel ahlÂkı, işlerin ve hallerin iyisini ve kotusunu bilmekten ibÂrettir. Bunları akÂid, fıkıh ve İslÂm ahlÂkı kitapları anlatır. Bu ilim, Kur'Ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, tefsîr, hadîs-i şerîf şerhlerini (acıklamalarını), usûl-i fıkhın delillerini bilmeden, EshÂb-ı kirÂm ve tÂbiîn, husûsiyetle dort mezheb imÂmlarının sozlerini anlamadan, ayrıca lugat, sarf, nahvi iyice oğrenmeden ele gecmez. Butun bunlar bilinmeden işin doğrusu yanlışından ayrılamaz. Bu ilimlere calışmak lÂzımdır. Felsefecilerin hikmetini okumanın hic faydası yoktur. Fakat mantık ilmi mustesnÂ. O, diğer ilimleri anlamada yardımcıdır. Onu okumak elbette faydalıdır."

SenÂullah-i PÂni-putî, otuzdan fazla eser yazdı. Bunların bÂzıları şunlardır: 1) Tefsîr-i Mazharî: Cok kıymetli bir tefsîrdir. Arapca olup on cilddir. 1964 senesinde Delhi’de basılmıştır. 2) İrşÃ‚d-ut-TÂlibîn: Tasavvufa dÂir cok kıymetli bir eserdir. FÂrisî olup matbûdur. 3) Gulşen-i Vahdet: Mektûplarının toplandığı eserdir.

1) MakÂmÂt-ı Mazharî; s.83
2) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1141
3) KıyÂmet ve Âhiret; (5. Baskı) s.301, 317
4) İrşÃ‚d-ut-TÂlibîn
5) Tefsîr-i Mazharî
6) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.182
__________________