CezĂ‚yir'de TilmsĂ‚n şehrinde yetişen tasavvuf buyuklerinden. Hadîs, kelĂ‚m, mantık ve kırĂ‚at Ă‚limi. İsmi Muhammed, babasınınki Yûsuf'dur. Es-Senûsî, et-TilemsĂ‚nî, El-Hasenî nisbeleri olup, kunyesi Ebû Abdullah ve Ebû Ya'kûb'dur. Şerîf olup, soyu hazret-i Hasan'a dolayısıyla Peygamber efendimize dayanmaktadır. Bunun icin Hasenî diye nisbet edilmiştir. Anne tarafından Senûs isimli şerefli bir kabîleye mensûb olup, buna nisbetle de Senûsî denilmiş ve bununla meşhûr olmuştur. 1428 (H.832) senesinde doğdu. 1490 (H.895) senesinde bir Pazar gunu TilemsĂ‚n'da vefĂ‚t etti.VefĂ‚tında 55 yaşlarında olduğuna dĂ‚ir kayıtlara da rastlanmıştır.

Hayırlı, mubĂ‚rek, fĂ‚dıl ve sĂ‚lih bir zĂ‚t olarak yetişen Senûsî, ilk olarak babasından ders aldı. Sonra; Nasruddîn ez-ZevĂ‚vî, AllĂ‚me Muhammed bin Tûmert, Seyyîd Şerîf Ebu'l-HaccĂ‚c Yûsuf bin Ebi'l-AbbĂ‚s, Ebû Abdullah el-HabbĂ‚k, Muhammed bin AbbĂ‚s, Ebu'l-Hasan TĂ‚lutî, Ebû Zeyd AbdurrahmĂ‚n es-Se'Ă‚lebî, İbrĂ‚himTĂ‚zî, Ebû'l-Hasan KalsĂ‚dî, Hasan er-RĂ‚şidî ve daha başka Ă‚limlerden ilim oğrendi. Bu Ă‚limlerin yanlarında cok kalıp, onlardan istifĂ‚de etti. Kendilerinden ilim oğrendiği hocalarını cok sever, hurmet ve hizmette kusûr etmezdi. İlim tahsîl etmekteki bu ustun gayret ve edebi sebebiyle, kısa zamanda yukselerek, zamĂ‚nında bulunan Ă‚limlerin onde gelenlerinden oldu. Kendisine Şeyh-ul-allĂ‚me denildi. Hakîkî İslĂ‚m Ă‚limlerinin buyuklerinden, sĂ‚lih, Ă‚bid ve Ă‚rif bir zĂ‚t oldu.

İbn-i Sa'd, Ebu'l-KĂ‚sım ez-ZevĂ‚vî, İbn-i Ebû Midyen, YahyĂ‚ bin Muhammed, İbn-ul-HĂ‚c el-Beyderî, İbn-ul-AbbĂ‚s es-Sagîr, Veliyyullah Muhammed el-Kal'î, İbrĂ‚him el-Vecdîcî ve fazîlet sĂ‚hiplerinden nice yuksek zĂ‚tlar ondan ilim oğrenmişlerdir. YĂ‚ni talebelerinin hemen hepsi de Ă‚lim ve fĂ‚zıl zĂ‚tlar idi. Şerîf Muhammed bin Yûsuf Senûsî, yaptığı butun işlerin dînimizin hukumlerine uygun olmasına Ă‚zamî gayret gosterirdi. Zuhd sĂ‚hibi olup, dunyĂ‚ya duşkun değildi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın muhabbeti ile ve bu muhabbetin elden gitmesi korkusu ile doluydu. FirĂ‚seti kuvvetliydi. Yaptığı duĂ‚lar kabûl olunurdu.

İlimde, hidĂ‚yette, doğrulukta, guzel ahlĂ‚kta, zuhd ve verĂ‚da haram ve cirkin işleri yapmaktan sakınmakta ustun derece sĂ‚hibiydi. ZĂ‚hirî ilimlerde olduğu gibi, bĂ‚tınî ilimlerde de de cok yuksekti. Din ve dunyĂ‚ saĂ‚detine sebep olan ilimleri okuturdu. Her Ă‚n Allahu teĂ‚lĂ‚yı tefekkur ederdi. Bu hĂ‚l kendisini oyle kaplardı ki, sanki Ă‚hireti goruyor gibi hareket ederdi. DevĂ‚mlı huzunluydu, fakat asık suratlı ve catık kaşlı değildi.

Senûsî hazretleri sohbet edip bir şey anlattığı zaman, butun fehm, anlayış kapıları acılır, dinleyen herkes konuşulanları rahatlıkla anlıyabilirdi. Hadîs-i şerîflerde Peygamberlerin vĂ‚risleri oldukları bildirilen hakîkî Ă‚limlerdendi. Butun sozleri, her isteyene doğruyu gosteren kuvvetli bir olcu idi. Allah korkusunun şiddetiyle goğsunun (kalbinin) inlediği, yanında bulunanlar tarafından işitilirdi. BĂ‚zan Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikrederek kendinden gecer, boyle hĂ‚llerde yanında bulunanları bile tanıyamazdı.

Guzel ahlĂ‚k sĂ‚hibi, gĂ‚yet mutevĂ‚zî ve yumuşak kalbli idi. İnsanlara, hattĂ‚ her mahlûka karşı cok merhametliydi. Yanına gelenleri guler yuzle, karşılardı. Cocuklara cok iltifĂ‚t edip kolaylık gostererek muĂ‚mele eder, yolda yururken bile bu iltifĂ‚tı gosterirdi. Buyuklere saygı gosterir, kucuklerle birlikte oturmaktan sıkılmazdı. İyilik, ikrĂ‚m sĂ‚hibi olup, zayıfları gozetir, yardımda bulunurdu. Hic kimseye îtirĂ‚zda bulunmazdı. Gucu yettiği nisbette ihtiyac sĂ‚hiplerine yardımcı olurdu. Sevdiklerinden birinin sultĂ‚na bir işi duşse, bu işin kolayca halledilmesi icin sultĂ‚na ricĂ‚da bulunur, bu hususta sıkıntılara sabrederdi. Onu tanıyan herkesin kalbinde, onun buyukluğunu kabûl ve onun heybeti vardı. İnsanlar, bereketlenmek ve sohbetlerinden istifĂ‚de etmek niyetiyle, kalabalık gruplar halinde onun ziyĂ‚retine gelirlerdi. Onu cok sevenlerden birisi, tanıdıklarına şoyle soylemiştir: ZamĂ‚nımızda Senûsî hazretleri gibi, zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerin tam bir şekilde kendisinde toplandığı ve bu ilimlerden bircok kimsenin faydalandığı cok yuksek bir Ă‚limin bulunması, teaccub olunacak, hayret edilecek bir hĂ‚ldir. Boyle bir Ă‚lim ender bulunur. Her kim o buyuk zĂ‚ta kavuşursa, dunyĂ‚ ve Ă‚hiretine cok faydalı buyuk bir hazîneye kavuşmuş gibidir. Henuz sağ iken kendisinden ilim oğrenmekte ve istifĂ‚de etmekte cok acele ediniz. Belki de yakın zaman sonra ondan mahrûm kalırsınız (o vefĂ‚t eder) ve siz de bu zamanda, doğuda ve batıda onun gibi bir Ă‚limi belki de bulmazsınız."

Bir zaman, Senûsî hazretlerinin bulunduğu beldede kıtlık meydana gelmişti. ZamĂ‚nın sultĂ‚nı ona haber gonderip, Hasan EbrikĂ‚n Medresesinde bulunan gıdĂ‚ maddelerinden istediği kadar alabileceğini bildirince, Senûsî hazretleri buyurdu ki: "Hakîkî velî o kimsedir ki, şĂ‚yet Cennet ve icinde bulunan sayısız nîmetler keşfolunup ona gosterilse, bunların hicbirine iltifat etmez. Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka hicbir şeye meyl ve îtimĂ‚d etmez. İşte bu hakîkî velinin hĂ‚lidir." Boyle soyledi ve sultanın teklifini kabul etmedi. Kendisi de, boylece hakîkî velînin halini gostermiş oldu.

Ebû Abdullah Senûsî hazretleri, vĂ‚z ve nasîhatlerinde hep Ă‚limlerden anlatır, onların sozlerini naklederdi. Kendinden hicbir şey soylemezdi. Sohbetleri cok bereketliydi. VĂ‚zlarında herkesin arzu ettiği oyle guzel meseleleri anlatırdı ki, sohbette bulunan herkes; "SĂ‚dece benim icin konuşuyor. Yalnız benim arzu ettiğim şeyleri anlatıyor." derdi. Sohbeti o kadar tesirliydi ki, sohbette bulunan herkes murĂ‚kabe hĂ‚line dalar ve kendisini Ă‚hiret duşuncesi kaplardı. Onun vĂ‚z meclisi hic boş kalmazdı. Herkese hĂ‚line gore konuşur, o kimsenin istidĂ‚dı ne ise, o nisbette anlatırdı. Sohbet olmadığı zaman, dudakları devamlı Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikri ile hareket ederdi. "Hakîkî kulluk; tam bir gonul kırıklığı icinde, boynu bukuk olarak ve emirlere tam itĂ‚at edip, yasak edilenlerden kacınmaktır." buyururdu.

Senûsî hazretleri, zamĂ‚nının en cok verĂ‚ sĂ‚hibi olanıydı. DunyĂ‚ya duşkun olanlarla berĂ‚ber bulunmayı, onlarla goruşmeyi ve onlara yakın olmayı hic sevmezdi. Bir defĂ‚sında talebelerinden birkacı ile birlikte bir yerden geciyordu. Suslu elbiseler giyinip, suslu atlara binmiş bĂ‚zı kimselerin oradan gectiklerini gordu. "Bunlar da kim?" dedi. "Bunlar, Ă‚hireti akıllarına getirmeyen dunyĂ‚lık kimselerdir." dediler. Boyle hĂ‚llere duşmekten Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığındı ve yoluna başka bir yerden devĂ‚m etti. Yine bir zaman aynı kimselerle karşılaştı. Bu sefer yolunu değiştirmek imkĂ‚nı yoktu. Bunun icin, hemen bir duvarın arkasına gecti ve oraya gizlendi. Onlar gecip gidinceye kadar cıkmadı.

DunyĂ‚ya duşkun olanlarla goruşmediği gibi, onlardan bir hediye gelecek olsa, onu da kabûl etmezdi. FevkalĂ‚de hayĂ‚ sĂ‚hibi idi. En fazla Allahu teĂ‚lĂ‚dan hayĂ‚ ederdi. Bunca nîmetleri ihsĂ‚n eden Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı, O'nun rĂ‚zı olmadığı, hattĂ‚ yasak ettiği bir işi işlemekten cok korkardı. İnsanların uygunsuz hĂ‚llerini gorunce, hic dayanamaz; "Nasıl boyle yapabiliyorlar?" diye teaccub ederdi. Bu sebeple talebelerinden birine birgun; "Ey evlĂ‚dım! Vallahi, şĂ‚yet mumkun olsaydı, ne kimse ile goruşurdum, ne de kimsenin beni gormesine rĂ‚zı olurdum. Hep kendi hĂ‚limde, Rabbime ibĂ‚det ve tĂ‚at ile meşgûl olurdum. LĂ‚kin insanlar, dînî bakımdan kendilerine faydalı olabilmem icin yanıma gelirler. Bu sebeble, ben de onları men edemem." buyurmuştur.

Yumuşak huylu ve cok sabırlı bir zĂ‚t idi. Başkalarından, kendisini uzecek, incitecek bir soz duysa, buna kızmadığı ve gucenmediği gibi, yuzunu bile ekşitmezdi. Tebessum ederek, guzel konuşmaya devĂ‚m ederdi.Hicbir kimseye kin tutmazdı. İtikĂ‚dı bozuk ve ceşitli uygunsuz hĂ‚lleri sebebiyle sevmediği bir kimse ile karşılaşsa, bunu ona belli etmez, yine yumuşak ve neşeli konuşurdu. HattĂ‚ o kimse; "Bu zĂ‚t beni cok seviyor." zannederdi.

Mahlûklara karşı cok merhametli idi. Bir defĂ‚sında bir yerden gecerken, avcıların ve av kopeklerinin bir kurdun peşinde olduklarını gordu. Kopekler, kurdu yakalayıp, yere yıktılar ve kanlar icerisinde bıraktılar. Mahlûklara olan merhametinin fazlalığından bu hĂ‚le cok uzuldu ve; "LĂ‚ ilĂ‚he illallah. Vicdan buna nasıl dayanır?" diyerek ağlamaya başladı.

"İnsanın, yururken bile yumuşak ve mulĂ‚yim olması, onune bakarak yurumesi, karınca gibi, yerde bulunabilecek ufak bir canlıya bile zarar vermemek icin dikkatli olması gerekir." buyururdu. Bir defĂ‚, bir kimsenin merkebini dovduğunu gordu, cok uzuldu; "Ey mubĂ‚rek! Yumuşak huylu ol!" diyerek, onu dovmekten men etti. Mektepteki muallimlere, cocukları terbiye ederken onları dovmemelerini tenbih ederdi.

Senûsî hazretleri, hicbir zaman, hicbir kimseye bedduĂ‚ etmemişti. Ancak bir defĂ‚sında, bir evde cirkin fiillerin işlendiğini haber alınca buna sabredemedi. Cok celĂ‚llendi ve o evde bulunanlara bedduĂ‚ etti. Kısa zaman sonra da ev boşaltıldı.

Senûsî'nin sozlerini anlıyamadıkları icin, az da olsa ona îtirĂ‚z edenler oldu ise de, coğu vazgecip tovbe etmişlerdir. Senûsî olum hastalığında iken, daha once kendisine îtirĂ‚zda bulunanlardan bir Ă‚lim gelerek ozur diledi ve affını istedi. O da o Ă‚limi affedip, duĂ‚ etti. Senûsî vefĂ‚t edince, o Ă‚lim cok ağladı ve cok uzuldu. O buyuk zĂ‚tın yuksekliğini anlıyabilmekte cok geciktiğini duşunerek cok uzulur, ne zaman Senûsî'nin ismi gecse hemen ağlardı.

Senûsî hazretleri, birbirine hasım olanların aralarını bulur, onları barıştırır, muhtacların ihtiyaclarını giderirdi. Birisi kendisine bir iş havĂ‚le etse, onu geri cevirmez ve gormeye calışırdı. Bir defĂ‚sında, bir gunde, hic ara vermeden otuz mektup yazdı. Bu kadar sıkıntıya girip, kedisini nicin yorduğu suĂ‚l edildiğinde; "Bir kimse benden bu işi yapmamı istedi. Ben de onu kıramadım." buyurdu.

Kul hakkına girmekten cok sakınırdı. Yanına bir kimse gelse, ayrılıncaya kadar onunla ilgilenir, ilgisiz kalmazdı. Kendisine bir iş havĂ‚le edilince, o işi yapma muddeti bitmeden evvel mutlaka o işi tamamlardı.

MuhtĂ‚c olanlara cok sadaka verirdi. Evinde bulunanlara da, her zaman ve bilhassa aclık ve kıtlık zamanlarında cok sadaka vermelerini sık sık tenbih ederdi. "Cennet nîmetlerine kavuşmayı arzu edenler, bilhassa pahalılık ve kıtlık zamanlarında cok sadaka versinler." buyururdu.

Her Ă‚n Allahu teĂ‚lĂ‚yı tefekkur ederdi. "İnsanlarla birlikte guluyor gorunup, kalbi Rabbinin korkusuyla ağlayan kac kişi vardır." buyurarak, asıl maksadın Allahu teĂ‚lĂ‚dan gĂ‚fil olmamak, O'nu unutmamak olduğunu bildirirdi. İşte bu hĂ‚l, Ă‚riflerin, evliyĂ‚nın hĂ‚lidir.

Senûsî, Allah korkusunun fazlalığı, devamlı murĂ‚kabe hĂ‚li ve her Ă‚n tefekkur etmesi sebebiyle, dunyĂ‚da sanki hapiste gibiydi.DĂ‚vûd aleyhisselĂ‚mın yaptığı gibi, bir gun oruclu, bir gun orucsuz olurdu. Az bir yemek ile iftar ederdi. Oruclu olmadığı gunlerde de yiyecek bir şey istemezdi. BĂ‚zan uc gun ve daha ziyĂ‚de, hicbir şey yemeyip icmediği olurdu. Kendisine bir yemek verilse yer, yoksa boyle devĂ‚m ederdi. Yiyecek bir şeyler istemezdi. Oruclu olduğu bĂ‚zı gunlerde; "Bugun oruclu musunuz, yoksa oruclu değil misiniz?" diye suĂ‚l edilince; "Ne orucluyum. Ne de oruclu değilim." derdi. Oruca niyetli olduğu icin ve aynı zamanda kendisini hakîkî oruc tutanlardan saymadığı icin boyle soylerdi. "Oruclu olup olmadığınızı bilemiyor musunuz?" diyenlere de cevap vermez, sĂ‚dece tebessum ederdi.

Senûsî hazretlerinin talebeleri derler ki: "Biz, ondan daha guzel huylu birini gormedik. Kimseye kızıp sinirlenmediği gibi, yuksek sesle bile konuşmazdı. Kendisine mahsus olan, onunla tanındığı bir elbisesi yoktu. GĂ‚yet sĂ‚de bir şekilde giyinirdi."

Senûsî hazretlerinin geceki hĂ‚lini, hanımı şoyle anlatır: "Gecenin ilk kısmında bir mikdĂ‚r uyuyup, sonra kalkar, yuzunu semĂ‚ya donerek kendi kendine sitem eder ve; "Hem Cehennem azĂ‚bından korkuyorsun, hem de Cennet'e gideceği kendisine haber verilmiş bir kimse gibi uyuyorsun. Bu nasıl hĂ‚ldir?" derdi. Sonra da fecre, sabaha kadar ibĂ‚det ve tĂ‚at ile meşgûl olurdu.

Namaz kılmak ve Kur'Ă‚n-ı kerîm okumak niyetiyle hep mescidde kalmak ister, hic cıkmak istemezdi. Olum hastalığında mescide gidemez oldu. Yatağından cıkamıyacak durumda olduğu zaman bile namazını terketmedi. On gun hasta kaldı. Hastalığı ağırlaştığında kızı; "Gidiyorsun ve beni terkediyorsun." deyince; "İnşĂ‚allahu teĂ‚lĂ‚ yakın zamanda Cennet'te buluşuruz." buyurdu. VefĂ‚t ederken de buyurdu ki: "Hak subhĂ‚nehu ve teĂ‚lĂ‚ bizlere ve bizleri sevenlere, vefĂ‚t ederken Kelime-i şehĂ‚deti soylemeyi nasîb etsin. O'ndan bunu dileriz." Bundan sonra vefĂ‚t etti.VefĂ‚tından sonra etrĂ‚fa misk kokusu yayıldı ve insanlar bu guzel kokuyu hissettiler.

Senûsî hazretlerinin pekcok kerĂ‚metleri gorulmuştur. Talebelerine, kendisine muhabbeti olanlara; "Bir yerde daralıp, zor durumda kaldığınızda, bizden yardım isteyin. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile sizin o isteğiniz bize ulaşır ve bi-iznillĂ‚h yardım ederiz." buyurdu.

Bir defĂ‚sında,Senûsî'yi sevenlerden bir zĂ‚t, evini kilitleyip bir yere gitmişti. Anahtarını kaybetti. Her ne kadar aradı ise de bulamadı. Evine gelip, elini kapalı kilidin uzerine koyarak; "YĂ‚ Muhammed bin Yûsuf Senûsî bana yardım et. Seni vesîle ederekAllahu teĂ‚lĂ‚dan yardım istiyorum." dedi. Daha sozunu bitirmeden, kapalı kilit acılıverdi.

Senûsî hazretlerinin Ă‚deti şoyle idi ki, mescidinde sabah namazını kıldırdıktan sonra bir mikdĂ‚r zikir ile meşgûl olur, sonra talebelere ilim oğretirdi. Sonra evinden cıkıp, sohbet icin toplanmış olanlarla bir muddet sohbet eder, daha sonra da iceri girip duhĂ‚ namazını kılardı. SĂ‚dece duhĂ‚ namazında Kur'Ă‚n-ı kerîmden on hizb, elli sayfa okurdu. Oğle namazı vaktine kadar kitap mutĂ‚laa eder (okur), sonra namazı kıldırırdı. BĂ‚zan duhĂ‚ namazından sonra odasına girer, akşama kadar hic cıkmazdı. Yatsı namazından sonra bir muddet uyur, sonra kalkıp abdest alır, fecr vaktine kadar namaz kılmakla veya Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikretmekle meşgûl olurdu.

Senûsî hazretlerinin yazdığı kıymetli eserlerden bĂ‚zılarının isimleri şunlardır: Umm-ul-BerĂ‚hîn (AkĂ‚id), Şerhu Umm-ul-BerĂ‚hîn (Bu kitap, bir once zikredilen kitabın şerhidir.), Tevhîdu Ehl-il-İrfĂ‚n, Ikd-ul-Ferîd fî Halli MuşkilĂ‚t-it-tevhîd, Akîdetu Ehl-it-Tevhîd, Umdetu Ehl-it-Tevhîd vet-Tesdîd fî ŞerhiAkîdetu Ehl-it-Tevhîd, KitĂ‚b-ul-HakĂ‚ik, Menhec-us-Sedîd, Nusret-ul-Fakîr, Mukarreb-ul-Mustevfî, Şerhû EsmĂ‚-il-HusnĂ‚, Şerh-ut-Tesbîh, Şerhu İsagûcî, Şerhu MuşkilĂ‚t-il-BuhĂ‚rî, Şerh-uş-ŞĂ‚tıbiyyet-il-KubrĂ‚, Muhtasarı Ravd-ul-Unf, Şerhu CevĂ‚hir-il-Ulûm, Tefsîr-ul-Kur'Ă‚n.

Âlimlerden birinin bir yakını vefĂ‚t etmişti. O Ă‚lim zĂ‚t, vefĂ‚t eden bu yakınını ruyĂ‚sında gorup hĂ‚lini sordu. O da şoyle cevap verdi: "Elhamdulillah, Cennet'e girdim. Cennet'te, İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın, kucuk cocuklara Senûsî'nin Akîde isimli kitabını okuttuğunu, o kitabı levhalara yazdıklarını ve sesli olarak (acıktan) okuduklarını gordum." Bu yakınının soylediklerini hayretle dinleyen o Ă‚lim zĂ‚tın, Senûsî hazretlerine ve kitaplarına olan muhabbet ve îtimĂ‚dı daha da arttı.

KORKULU HÂLLER

Talebelerinden birisi Senûsî hazretlerine; "Efendim! Nicin bu kadar cok korkulu hĂ‚lde bulunuyorsunuz? Devamlı Cehennem azĂ‚bından bahsediyorsunuz? Devamlı yuzunuz sararmış bir hĂ‚lde?" diye sordu. Senûsî bu talebesine, bu suĂ‚le verdiği cevĂ‚bı kimseye anlatmaması şartıyla cevap verebileceğini soyledi. Talebe de kabûl edip, hocasının sağlığında kimseye anlatmamak uzere soz verdi. Bunun uzerine Senûsî hazretleri buyurdu ki: "Allahu teĂ‚lĂ‚, beni Cehennem'e muttalî kıldı. Cehennem'i ve icinde ne varsa hepsini gosterdi. Cehennem'den Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığınırız. İşte o zaman yuzumun rengi değişti. Cehennem'in dehşetiyle bana mahzunluk coktu. O zamandan bu Ă‚na kadar yuzumun rengi değişmiş olarak duruyor. Cehennem'i goren, ona muttalî olan kimsenin hĂ‚li nasıl olur? Onu gormuş olan kimse gulebilir mi? Doyuncaya kadar yemek yiyebilir mi? İşte bende bulunan ve senin suĂ‚l ettiğin hĂ‚lin sebebi budur." O talebe bundan sonra hocasına daha cok bağlandı ve yaşadığı muddetce bunu kimseye anlatmadı.

BİR MİKDÂR ET

RivĂ‚yet edilir ki, sıcak bir yaz gunu, bir kimse carşıdan bir mikdĂ‚r et alıp evine gotururken, Senûsî hazretlerinin mescidinin yanından geciyordu. Bu sırada cemĂ‚at namaza durmak uzere idi. İkĂ‚met okunuyordu. O kimse, burada namazı kılıp, ondan sonra gitmek istedi. Sonra, etin kaybolma veya bozulma ihtimĂ‚li bulunduğunu duşunup, tereddut etti. O kimse bu tereddut icinde iken, namazın bir rekati kılındı. NihĂ‚yet o kimse cemĂ‚ate uydu ve namazdan sonra eti alıp gitti. Etin uzerindeki kanlar duruyordu ve hicbir bozulma işĂ‚reti gorulmemişti. Eve gelince pişirmek istediler. Tencereye koyup yatsı namazına kadar kaynattıkları hĂ‚lde, ette bir değişiklik gorulmuyordu. HattĂ‚ uzerindeki kanlar bile aynen duruyordu. Et, aynen Senûsî'nin mescidine girerken bıraktığı hĂ‚lde duruyor, hic bir değişme olmuyordu. O kimse bunda bir hikmet olduğunu duşunerek, Senûsî'nin yanına geldi ve durumu anlattı. O da buyurdu ki: "Yavrucuğum, benAllahu teĂ‚lĂ‚dan umîd ediyorum ki, bana tĂ‚bî olup arkamda namaz kılanın etini ateşte yakmaz. Bu et bu sebeble yanmıyor (pişmiyor) olabilir. LĂ‚kin sen bu hĂ‚li gizle. Hickimseye anlatma." O daSenûsî hayatta iken bu hĂ‚diseyi hic kimseye anlatmadı.

1) Ta'rif-ul-Halef; c.1, s.179
2) Mu'cem-ul-Muellifîn; c.12, s.132
3) EsmĂ‚-ul-Muellifîn; c.2, s.216
4) El-A'lÂm; c.7, s.154
5) ÎzĂ‚h-ul-Meknûn; c.2, s.109, 448, 651
6) El-BustÂn; s.237
7) Neyl-ul-İbtihĂ‚c; s.325
8) Keşf-uz-Zunûn; s.170,1157,1158, 1501, 1539,1626
9) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.13
__________________