Hindistan'ın buyuk velîlerinden. İnsanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak, onların dunyÂda ve Âhirette, saÂdete, mutluluğa kavuşmalarına vesîle olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen Âlim ve velîlerin yirmi beşincisidir. İmÂm-ıRabbÂnî hazretlerinin torunu ve Urvetu'l-Vusk Muhammed Ma'sûm-i FÂrûkî hazretlerinin beşinci oğludur. İsmi, Muhammed Seyfeddîn, nisbesi FÂrûkî'dir. Muhyissunne lakabıyla meşhûr olmuştur. 1639 (H.1049) senesinde Hindistan'ın Serhend şehrinde doğdu. l684 (H.1096) senesinde aynı yerde vefÂt etti. Kabri, babası Muhammed Ma'sûm-i FÂrûkî'nin turbesinin yakınındaki turbededir.
Muhammed Seyfeddîn-iFÂrûkî hazretlerinin doğumundan îtibÂren buyuk bir zÂt ve insanlara hidÂyet rehberi olacağı belliydi. Nakledilir ki: Doğum zamÂnında bir melek gorunup; "Doğduğu gun, olduğu gun ve tekrar dirildiği gun Allah'ın selÂmı uzerine olsun" meÂlindeki, Meryem sûresi on beşinci Âyet-i kerîmeyi okuyarak mujde vermişti.
Seyfeddîn-i FÂrûkî kucuk yaşından îtibÂren ilme yonelip ders okuyabilecek yaşa geldiği zaman, Kur'Ân-ı kerîmi ezberledi. Sonra amcası Muhammed Saîd'den aklî ve naklî ilimleri tahsîl edip kısa zamanda cok şeyler oğrendi. ZamÂnının bir tanesi ve mÂrifet deryÂsı olan babası Muhammed Ma'sûm-i FÂrûkî'nin teveccuh ve sohbetleriyle, Nakşibendiyye yolunun usûl ve ÂdÂbı uzere tasavvuf yolunda ilerleyip, kısa muddet
icinde VilÂyet-i hÂssa-i Muhammediyye'ye kavuştu. Bircok hÂller ve kerÂmetler sÂhibi oldu. Once ve sonra gelenlerin olgunluk ve ustunlukleri ile guzel ahlÂkını uzerinde topladı. MÂnevî derecelere kavuşup, Ârifler semÂsının ayı ve Âlimlerin baştÂcı oldu.Kendisine, İlÂhî hazînelerin kapıları aralanıp, bircok ihsÂnlara kavuştu.
ZÂhiren ve bÂtınen olgunlaştıktan sonra yuksek babasının emriyle insanlara, Allahu teÂlÂnın dînini, sevgili Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem guzel ahlÂkını anlatmak ve vaktin sultÂnı Evrengzîb Âlemgîr Hanın dînî terbiyesi icin vazifelendirilip Delhi'ye gitti.
Omrunun her saatini,Emr-i bil-mÂrûf ve Nehy-i anil-munker yapmakla geciren Seyfeddîn-i FÂrûkî hazretleri, Delhi'ye vardığı zaman, şehrin kapısında iki azgın fil ve bunları zabt etmeye calışan iki heybetli pehlivanın resimlerinin asılı olduğunu gordu. SultÂna o resimleri indirtip yok edinceye kadar şehre girmeyeceğini bildirdi. Sultan resimleri indirtip yok ettirince şehre girdi. Sultan Âlemgîr Han, kendi isteğiyle ve samîmî olarak Seyfeddîn-i FÂrûkî hazretlerine talebe oldu. Sohbetleriyle şereflendi. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen Kur'Ân-ı kerîm okumayı oğrenip ezberledi. Sohbetlerinin bereketiyle Hindistan'da yayılmış bircok bid'at ve sapıklık, Sultan Âlemgîr Han tarafından ferman cıkartılarak ortadan kaldırıldı ve Peygamber efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem unutulmuş ve kaybolmuş sunnetleri ortaya cıkarıldı. Diğer vezirler, vÂliler ve devlet adamları da Seyfeddîn-i FÂrûkî hazretlerinin sohbetleriyle şereflenip hidÂyete kavuştular. Ona son derece saygı duyup huzûrunda ayakta dururlardı.
Muhammed Seyfeddîn-i FÂrûkî hazretlerinin himmet ve bereketiyle, Hindistan'ın her tarafında İslÂmiyet yayılıp muslumanlar kuvvetlendi. Bid'at sÂhipleri ve kÂfirler perişÃ‚n olup, hicbir yerde kabûl gormediler. Hindistan hicbir zaman boyle bir devir gormemişti.
Muhammed Seyfeddîn-i FÂrûkî hazretleri, Delhi'deki bu gelişmeleri ve Sultan Âlemgîr Hanın sevindirici hÂlini babasına mektup yazarak bildirdiği zaman, babası cok sevinip du etti.
Sultan Âlemgîr HÂn, bir gun MuhammedSeyfeddîn FÂrûkî'yi husûsî bahcesine dÂvet etti. Bu bahcenin ortasında gÂyet suslu bir havuz, havuzun icinde, gozleri elmastan, bedeni altından yapılmış balık şekilleri vardı. Seyfeddîn FÂrûkî buraya gelince; "Once altından yapılmış bu balıkları kırın." buyurdu. Hepsini kırıp yok ettiler. Sultan; zekî, kÂbiliyetli, tasavvuf ehline ve Allah adamlarına karşı muhabbet beslediği icin, bu durumlara memnun oluyor, Allahu teÂlÂya şukredip; "Benim saltanatım zamÂnında boyle evliy yetiştiği icin, Rabbime sayısız şukurler olsun." diyordu.
Delhi'de, onun sohbet meclisleri cok bereketli ve kalabalık olurdu. KÂfirler, fÂcirler, fÂsıklar da onun sohbet meclisine gelip, yuksek huzûruyla şereflenince, hidÂyete kavuşup eski gunahlarına tovbe edip, istigfÂr ederek geri donerlerdi. Onun sohbeti bereketiyle, binlerce kişi hidÂyete ve kemÂle kavuşup, yuksek derecelere ulaşmıştı. DergÂhına her gun binlerce kişi gelir feyz alırdı.
Bir gun ŞehzÂde Muhammed Âzam ŞÃ‚h, teveccuhune kavuşmak ve sohbetiyle şereflenmek icin Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin dergÂhına geldi. DergÂh kapısının onu cok kalabalık olduğundan buradan gecip huzura gelmekte gucluk cekti. Bu sırada başından sarığı duşup, kaftanı kenara takıldı. Muhammed Seyfeddîn'in feyzli ve bereketli sohbetiyle şereflendikten sonra babasının yanına dondu. İnsanların, Muhammed Seyfeddîn hazretlerine karşı duyduğu iştiyÂkı, arzuyu ve gosterdiği rağbeti anlatınca, Sultan cok sevinip; "Allahu teÂlÂya hamd olsun ki, benim zamÂnımda sultanların bile huzûruna zorlukla cıkabileceği evliy kullar yarattı." diye şukr etti.
Muhammed Seyfeddîn, insanların haklarına ve kardeşlerine karşı hurmet eder, haklarını gozetirdi. Bir gun aynı ŞehzÂde kendisini dÂvet edince, kardeşlerinden, yaşca kendinden buyuk olanını da berÂberinde goturmuştu. ŞehzÂde, bu velî kardeşlerin ellerine su dokmek icin leğen ve ibriği almış bekliyordu. Muhammed Seyfeddîn hazretleri şehzÂdenin elinden ibriği ve leğeni alıp, ağabeyinin eline su doktu. Sonra ibriği şehzÂdeye verdi.ŞehzÂde de onun eline su doktu.
DunyÂyı sevenler ve dunyÂlık isteyenlerle arkadaşlık etmekten ve berÂber oturmaktan şiddetle kacınırdı. Yuksek sohbet meclisinde bulunanlar onun bir an evvel gelmesini şevkle beklerlerdi. Meclisinde olanlardan birisi, "Allah" ismi celÂlini soylese, Muhammed Seyfeddîn (rahmetullahi aleyh) dehşete duşerek, kendinden gecip, kuş gibi cırpınırdı. Elinde olmayarak kendilerinden pekcok hÂller ve kerÂmetler zuhûr ederdi.
Bir sohbeti sırasında buyurdu ki: "Aclık ve mucÂhede, hÂrika ve kerÂmeti arttırır. EvliyÂnın sohbeti ise kalbe zikri yerleştirir. Sunnete tÂbi olmayı kolaylaştırır. Yetecek kadar yiyiniz. Zîr yolumuzun buyukleri, bu yolu kalbde dÂim Allah sevgisini bulundurmaya devÂm ve sohbet uzerine kurmuşlardır. Zuhd (dunyÂdan uzaklaşmak) ve şiddetli mucÂhedenin (nefsin istemediği şeyleri yapmak) netîcesi, kerÂmet ve tasarruftan ibÂrettir. Biz bunları işden bile saymayız. Bizim maksadımız ancak zikre devÂm, Allahu teÂlÂnın yasaklarından kacınıp emirlerine uymak, Resûlullah efendimizin sunnet-i şerîfine tÂbi olmak, bir de cok feyz ve bereketlere kavuşmaktır."
Bir gun Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin meclisinde bulunan kimselerden birisinin hatırından; "Şeyh cok buyukleniyor." diye gecti. Bu durum, Muhammed Seyfeddîn'e Allahu teÂlÂnın yardımıyla zÂhir olunca, ona; "Benim bu hÂlim, Allahu teÂlÂnın kibriy sıfatının tecellîsidir." buyurdu.
CuzzÂm hastalığına yakalanmış biri, Muhammed Seyfeddîn hazretlerine gelip şif icin du istedi. O du edince hasta iyileşti.
Her hÂli İslÂmiyete ve sevgili Peygamberimizin sunnet-i seniyyesine uygun olan MuhammedSeyfeddîn-i FÂrûkî hazretleri bir sohbeti sırasında buyurdu ki:
"Sonsuz nîmetlerin sÂhibiAllahu teÂlÂya hamd olsun. Peygamberlerin efendisine salÂt ve selÂm olsun. Allahu teÂl hepimizi dÂim kendisiyle bulundursun ve mÂsiv ile meşgûl olmaktan bizleri korusun.
Beyt:
Allah sevgisinden başka ne varsa,
Hepsi cÂna zehirdir, şeker dahî olsa.
Allahu teÂl sonsuz ihsÂnıyla kendi rızÂsına uygun yaşamamızı nasîb eylesin. Cok eski bir duşman olan bu alcak dunyÂ, ister dostu, ister duşmanı olsun hic kimseyi kendi hÂline bırakmaz ve hic kimseye acımaz. En sonunda herkesi aldatarak vefÂsızca ebediyyen terk eder. Akıllı o kimsedir ki, şu birkac gunluk omrunde Allahu teÂlÂya kulluk ederek, O'nun vÂd ettiği sonsuz saÂdet yolunu tutar.
Beyt:
SaÂdet topu ortaya kondu,
Topu kapan yok, erlere n'oldu?
Butun hareketlerde, yemede, uyumada, konuşmada, ahkÂm-ı İslÂmiyyeye tam uymalı, bilhassa bu zamanda, giyinmede dikkatli olmalıdır. Erkeklere ipek elbise giymek haramdır. Âdet hÂlini almış olan bu tehlikeye duşmemek icin cok uyanık olmalıdır. Allahu teÂlÂdan başka hicbir şeyin asl kalbinize gelmemesi icin zikre cok devÂm ediniz. Bu hÂle bu yolun buyukleri "kalbin fÂni olması" demişlerdir.
Allahu teÂlÂdan gelen bel ve musîbetlere sabretmek husûsunda da yazdığı bir tÂziye mektûbunda buyurdu ki: "Allahu teÂl Bekara sûresi 156. Âyet-i kerîmesinde meÂlen; "Ey Resûlum! BelÂya ve musîbete sabredenlere mujdele ki, onlar bel ve musîbet gelince dediler ki: "Biz hayÂtımızda Allahu teÂlÂnın kuluyuz ve oldukten sonra da yine O'na doneceğiz." buyruldu. Uzuntumu nasıl anlatacağımı ve ne yazacağımı bilemiyorum. Herkesin sevdiği ve Allahu teÂlÂnın sonsuz affına muhtac, Seyyid Emîr Hanın insanı urperten olum haberini işitince ne kadar elemlere gark olduğumuz, ne turlu gam ve sıkıntılara duştuğumuz, soz ve yazıya sığmaz. Bir gun bu haber gelince, butun ev halkı dayanılmaz acılara ve huzne kapıldılar. Hastalık gibi bÂzı mÂniler olmasaydı, bu fakîr bizzat gelerek başsağlığı dileyecektim. Bu acı yalnız sizin değil, hepimizin, butun dostlarımızın muşterek acısıdır. LÂkin elden ne gelir. Hic kimse olumden kurtulamıyacaktır. Enbiy (aleyhimusselÂm) ve evliy (kaddesallahu esrÂrehum) bu olum koprusunden gecince başka insanlar ne yapabilir ki? Zumer sûresi 30. Âyet-i kerîmesinde meÂlen; "Ey Resûlum! Elbette sen oleceksin ve Mekke muşrikleri de olecektir." buyruldu. Bu Âyet-i kerîme sozumuze katî delildir. Sizin icin de bizim icin de olum hemen onumuzdedir, gelecektir. NÂziÂt sûresi 7. Âyet-i kerîmesinde meÂlen; "KıyÂmet gunu birinci sûr ile butun gokler harekete gececek, butun mahlûkÂt yok olacak, herkes olecektir. İkinci sûr ile butun mahlûkÂt yeniden hayat bulacaktır." buyruldu. Hazret-i muceddîd-i elf-i sÂnî rahmetullahi aleyh, İmÂm-ı Nevevî'nin rahmetullahi aleyh Hilyet-ul-EbrÂr kitabından naklen buyurmuşlardı ki: "Abdullah ibni Zubeyr radıyallahu anh zamÂnında insanlar uc gun tÂûn hastalığına yakalandılar. Bu salgın hastalıkta, Peygamberimize sallallahu aleyhi ve sellem hizmet eden Enes'in (radıyallahu anh) seksen uc oğlu ve torunu ve AbdurrahmÂn ibni Ebî Bekr'in (radıyallahu anh) ise kırk oğlu ve torunu vefÂt etmiştir." İnsanların en hayırlısı Peygamber efendimize, EshÂb-ı kirÂmına (radıyallahu anhum) oyle muÂmele yapılınca, bizim gibi Âsîler hangi hesÂba dÂhil edileceğiz? Yine yuksek dedemiz ve mÂnevî rehberimiz Muceddîd-i elf-i sÂnî hazretleri, Muhammed SÂdık (rahmetullahi aleyh) amcamın tÂûndan vefÂtı esnÂsındaMahdûmzÂde KilÂn'a yazdıkları mektupta buyurmuşlar ki: "En azîz oğlumdan ayrılık, en buyuk musîbet ve belÂlardandır. Başka bir kimseye bunun gibi bir musîbet isÂbet ettiğini bilemiyorum. Amm Allahu teÂl hazretlerinin bu musîbet esnÂsında, bu zayıf kalbe ihsÂn ettiği sabır ve şukurler, O'nun en buyuk nîmetlerindendir. Allahu teÂl hazretlerinden bu belÂnın mukÂfÂtını Âhirette vermesini dilemeliyiz. Bir hadîs-i kudsîde buyrulmuştur ki: "Ey insanoğlu! Gonderdiğim bel ve musîbete sabredersen, ben de Âhirette senin icin Cennet'e girmenden başka bir mukÂfÂta rÂzı olmayacağım." vesselÂm."
Seyfeddîn-i FÂrûkî hazretleri insanlara maddî ve mÂnevî her turlu yardımı yapardı. Yardımlaşmanın onemini belirterek buyurdu ki:
"Allahu teÂlÂya hamd olsun. İki cihÂnın efendisi Muhammed aleyhisselÂma salÂt u selÂm olsun. Allahu teÂlÂya vÂsıl olanların imÂmı, hadîs Âlimlerinin onderi; yuz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen HÂfız Abdulazîm Munzirî, Kırk Hadîs-i Şerîf adlı kitÂbında, İbn-i Omer'den (radıyallahu anh) rivÂyet ediyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdular ki: "Kim ki bir mumin kardeşinin ihtiyÂcını temin ederse, mahşer gunu ameller tartılırken terÂzinin başında duracağım. Benden imdÂd isteyince, o zÂta mutlaka şefÂat edeceğim." İbn-i AbbÂs Peygamber efendimizden şoyle rivÂyet etmiştir: "Hayır ve şer Allahu teÂl hazretlerindendir. Hayır anahtarları ellerine verilmiş olanlara mujdeler olsun. Şer anahtarları ellerine verilen kimselere yazıklar olsun." Enes bin MÂlik'ten (radıyallahu anh) rivÂyet olunmuştur; "Butun mahlûkÂtı Allahu teÂl yaratmıştır. Onların her turlu ihtiyÂcını irÂde ederek, yaratıp gondermektedir. Allahu teÂlÂnın rızÂsı icin O'nun kullarına kim daha cok hizmet ederse, Allahu teÂl da o kullarını o kadar cok sever." Afv el-Muzenî babasından o da dedesinden (rıdvÂnullahi aleyhim ecmaîn) şoyle rivÂyet eder: "Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Allahu teÂlÂ, insanların ihtiyaclarını gordurmek icin oyle kullar yaratmıştır ki, onlara Cehennem azÂbı yoktur. KıyÂmet gunu olunca onlar icin nûrdan kursuler hazır olur. İnsanlar hesÂba cekilirken onlar Allahu teÂl ile sohbet ederler." Ali ibni Ebî TÂlib (radıyallahu anh) rivÂyet etti.Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Kim ki bir mumin kardeşine yardım ve ihtiyÂcını temin etmek icin harekete gecip yururse, Allahu teÂlÂnın yolunda harb eden mucÂhidler sevÂbı verilir." Ebû Hureyre (radıyallahu anh) şoyle rivÂyet etti. Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Kim ki bir musluman kardeşinin ihtiyÂcını temin ederse, Allahu teÂlÂnın yakın dostu ve velî kulu olur. Bir kimse mumin kardeşinin sıkıntısını gidererek sevindirirse, Allahu teÂl o mumine mahşerde, sırÂtı gecerken iki tÂne nûrdan ışık verir. Bu iki nûrun ziyÂsının kudretini yalnız Allahu teÂl verir." VesselÂm evvelen ve Âhiren."
Allah adamlarını ve evliyÂyı sevmenin onemiyle ilgili olarak da buyurdu ki:
"...Bu buyukleri sevme saÂdetiyle, hicbir ustunluk olculemez. Bu buyuklere muhabbet, bir kimsenin en ustun vasfı olmalıdır. Bu sebeple sonsuz derecelere yukselmek umîd edilir. Allah adamlarını sevmenin insana kazandıracağı ustunlukler ve dereceler, ifÂde edilemez, kitaplara sığdırılamaz. VesselÂm."
Seyfeddîn-iFÂrûkî hazretleri ceşitli zamanlardaki sohbetlerinde buyurdu ki:
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "İslÂm ve sultan ikiz kardeş gibidir. O ikisinden birisi ancak diğeri ile iyi olur. Temeli olmayan bir şey yıkılır. MuhÂfızı olmayan bir şey de zÂyi olur."
Bekara sûresi 201. Âyet-i kerîmesinde meÂlen; "Kimi de; "Ey Rabbimiz! Bize dunyÂda da iyi hÂl ver, Âhirette de iyi hÂl ver ve bizi o ateş (Cehennem) azÂbından koru" der." buyruldu. İmÂm-ı Fahreddîn-i RÂzî bu Âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyurdu ki:
"Allahu teÂlÂya du edenler iki kısımdır: Birinci kısım, sÂdece dunyÂlık elde etmek icin du ederler. İkinci kısım hem dunyÂ, hem de Âhiret icin du ederler. Ucuncu bir kısım daha vardır ki, onlar sÂdece Âhiret icin du ederler. SÂdece Âhiret icin du etmenin doğru olup olmadığı husûsunda Âlimler ihtilÂf ettiler. Âlimlerin ekserîsi, sırf boyle du etmenin doğru olmayacağını soylediler. Cunku insan muhtÂc ve zayıf bir varlıktır. Ne dunyÂnın elem ve acılarına, ne de Âhiretin sıkıntı ve meşakkatlarına gucleri yetmez. En uygun olanı duny ve Âhiretteki kotuluklerden Allahu teÂlÂya sığınmak, her iki Âlemde de iyi hÂl uzere bulunmayıO'ndan istemektir."
Yine Fahreddîn-i RÂzî tefsîrinde, Enes bin MÂlik'in şoyle anlattığını haber veriyor: "Bir defÂsında Resûlullah efendimiz bir zÂtın ziyÂretine gitti. Hastalık sebebiyle o kimse gÂyet zayıf ve hÂlsiz duşmuştu. Resûlullah efendimiz o kimseye; "Sen Allahu teÂlÂya nasıl du ederdin?" diye sordu. O da; "Ben; "Allah'ım! Âhirette eziyette olmayayım da dunyÂda nasıl olursam olayım. Âhirette sıkıntı cekeceksem onu bana dunyÂda ver." diye du ederdim." dedi. Bunun uzerine Resûlullah buyurdu ki: "Senin buna gucun yetmez. Sen şoyle de: "Rabbimiz! Bize dunyÂda da Âhirette de iyilik ver. Bizi Cehennem azÂbından koru!" Sonra Resûlullah efendimiz o kimseye du etti. O kimse Allahu teÂlÂnın izni ile şif buldu.
Eğer Allahu teÂl kullarına, hic dert ve elem vermemiş olsa veya cok az vermiş olsaydı, insanlar O'na ibÂdet etmekten ve O'nu zikretmekten gÂfil olurlardı. İnsanın, duny ve Âhiret saÂdetine, Allahu teÂlÂnın rahmetine kavuşabilmesi icin, ibÂdet ve tÂatten ve zikrden geri kalmaması şarttır. Buna gore herkes Allahu teÂlÂnın rahmetine muhtactır. Bu durumda iyi duşunce, dert ve sıkıntıların, aslında birer nîmet ve insanı Allahu teÂlÂya ceken birer kemend oldukları anlaşılır."
Omrunu, İslÂmiyetin emir ve yasaklarını oğrenmek, oğretmek ve insanlara anlatarak onların dunyÂda ve Âhirette saÂdete, kurtuluşa ermeleri icin sarf eden Muhammed Seyfeddîn hazretleri bin dort yuz velî yetiştirdi. Bir cok velî ve murşid-i kÂmil yetiştirip, insanların hidÂyete kavuşmalarına vesîle oldu. Seyyid Nûr Muhammed BedÂyûnî, yetiştirdiği talebelerinin en buyuğu ve kÂmilidir. Sekiz oğlu vardı. Ucu kendi huzûrunda kemÂle geldi. Beşi henuz kucuktu. Buyuk olan oğulları Şeyh Muhammed A'zam, Şeyh Muhammed Huseyin ve Şeyh Muhammed Şuayb'dır. Diğer oğulları; Muhammed ÎsÂ, Muhammed MûsÂ, Muhammed Kelimetullah, Muhammed Osman ve AbdurrahmÂn'dır. Altı kızı vardı. Bunlar; Cennet, Habîbe, SÂire, Şehrî, Refîunnis ve ZehrÂ'dır.
MektûbÂt-ı Seyfiyye adlı bir eseri olup, icinde yuz doksan mektup vardır. Bu kıymetli eseri, oğlu Muhammed A'zam toplayıp kitap hÂline getirmiş, Hindistan'ın HaydarÂbÂd şehrinde basılmıştır.
İNKÂR MI EDİYORSUN
Halktan birisi Seyfeddîn-i FÂrûkî'nin buyukluğunu inkÂr ederek kabul gostermemişti. O gece ruyÂsında bir grup gece bekcisi gelip onu şiddetli bir şekilde doğmeye başladılar ve; "Allahu teÂlÂnın sevgilisi olduğu hÂlde, sen Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin ustunluğunu inkÂr ediyorsun oyle mi?" dediler. Bu korkuyla uyanıp, yaptığına tovbe etti ve onun talebeleri arasına girdi.
SULTAN HURMET EDERDİ
İmÂm-ı RabbÂnî’nin, torunu olan bu zÂt,
Serhend şehrinde doğup, orada etti vefÂt.
Beşinci oğlu idi, o, Muhammed Ma’sûm’un,
Cok kişi yola geldi, sohbetiyle sırf onun.
Uzun boylu ve esmer, iri gozlu, heybetli,
ZÂt olup, sakalının, iki yanı seyrekti.
O dunyÂya gelince, gok yuzunden bir melek,
Mujdeledi doğumu, herkese gorunerek.
Henuz kucuk yaşında, ezberledi Kur’Ânı,
Hep ilim oğrenmekle, geciyordu her Ânı.
MubÂrek babasından, tahsîl gorup, sonunda,
Cıktı cok yukseklere, o tasavvuf yolunda.
ZamÂnın sultÂnını, dînî yonden terbiye,
Etmek icin emîrle, gitti sonra Delhi’ye.
LÂkin şehre girmeden, yanlarından kapının,
Put’a benzer heykeller, gorup durdu ansızın
Buyurdu ki: Sultana, gidip haber veriniz.
Bu heykeller kalkmadan, bu şehre girmeyiz biz.”
Âlemgir HÂn da bunu, emir telÂkkî edip,
Kaldırttı o putları, aynı gun emir verip.
Talebesi oldu ve gosterdi saygı, hurmet.
Verdi dînî sahada, yetki ve selÂhiyyet.
Hindistan’da yayılmış, her bid’at ve kotu hÂl,
Onun bereketiyle ortadan kalktı derhÂl
Unutulmuş sunnetler, cıkarıldı ortaya,
İslÂmiyet bu yerde, yeniden oldu ihya.
Cok devlet adamları, kumandanlar, vezirler,
Onun sohbetleriyle, hidÂyete erdiler.
Ona oyle saygılı, olurlardı ki hattÂ,
O otur demedikce, beklerlerdi ayakta.
Sohbetinde binlerce, fÂsık, fÂcir ve kÂfir,
HidÂyete ererek, kalbleri oldu tenvîr.
Oyle cok kalabalık, idi ki sohbetleri,
İzdihamdan kolayca, girilmezdi iceri.
Hatt bir gun sultanın, oğlu şehzÂde A’zam,
Geldiğinde gordu ki, kapıda bir izdiham.
Kalabalık icinden, zor gecerek, o bile,
Guclukle şereflendi, onun sohbeti ile.
Hatt oyle oldu ki, sarık duştu başından,
Cıkacak gibi oldu, kaftanı arkasından.
Akşam avdet edince, babasının yanına,
Gorduğu izdihamı, anlattı aynen ona.
Sultan bunu duyunca, cok sevinip dedi ki:
“Allahu teÂlÂya, şukurler ederim ki,
Oyle buyuk bir velî, nasîb etti ki bana,
Zor girebiliyoruz, bizler bile yanına.”
Ve lÂkin o devirde, biri vardı mÂlesef,
Hic onun sohbetiyle, olmamıştı muşerref
Kendini bir şey sanan, o cÂhil ve bî-edeb,
Bu buyuk evliyÂyı, inkÂr ediyordu hep.
Bir gece ruyÂsında, bekcilerden bir grup,
Sopalarla bu zÂtı, dovduler hayli vurup.
Dediler ki: “Allah'ın, bir sevgili kulunu,
Nasıl inkÂr edip de, sevmezsin hem de onu?”
Bu korkuyla uyanıp, nazar etti kalbine,
Gordu ki sevgi dolmuş, o duşmanlık yerine.
DUÂ ORDUSU
Seyfeddîn-i FÂrûkî hazretleri, MektûbÂt'ında yer alan ve zamÂnın sultÂnına yazdığı mektupta şoyle buyurdu:
"Sûre-i Hacc'ın 40. Âyet-i kerîmesinde meÂlen; "Allahu teÂlÂnın dînine kim yardım ederse, Allahu teÂl da o kimseye yardım eder." buyrulmaktadır. Peygamber efendimiz buyurdular ki: "İstihÂre yapan umidsizliğe duşmez. İstişÃ‚re eden de pişmÂn olmaz."Mektûbunuzda yazmış olduğunuz yukarıdaki Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf tarafımızdan okunarak anlaşıldı. Bu fakîr, duÂların kabûl olduğu ve fakîrlerin sohbet ettiği zamanlarda, ÂfÂkî ve enfûsî (icteki ve dıştaki) butun duşmanlarınıza gÂlib gelmeniz ve buyuk zaferlere kavuşmanız icin Allahu teÂlÂya yalvarıyor ve O'ndan yardım diliyorum. Cunku Hind yarımadasında ve Asya kıtasında İslÂmın kuvvetlenmesi ve yayılması, du ordusunun yardımıyla, kazanacağınız kesin zaferlere ve netîcede devletinizin guclenmesine bağlıdır.
Yardım iki kısımdır: Birinci kısmı, gorunen sebeplere bağlı kılmışlardır. Bu ise yardımın sûreti, zÂhiri ve bedeni gibidir. Zaferin maddî sebebini ve zÂhirini teşkil eden sebep, muhÂrebe meydanlarında harb eden gaz ordularıdır. İkinci kısım ise, yardımın mÂnevî kısmını ve rûhunu teşkil eden, gozle gorulmeyen du ordularıdır. MÂnevî ordular, maddî ordulardan daha kıymetlidir ve yardımın ozu ve rûhudur. Yardımları, sebepleri, fethi ve zaferi isteyip yaratan Allahu teÂlÂdır. EnfÂl sûresi 10. Âyet-i kerîmesinde meÂlen; "Yardım, yalnız Allahu teÂlÂdan gelmektedir." buyrulmaktadır."
Du ordusu, hakîkî yardımı gonderenAllahu teÂl ile yine O'nun yarattığı zÂhirî sebep olan gaz ordusu arasında vÂsıta ve delîldir. Ayrıca duÂlar, kazÂyı ve belÂyı def eder. Hep doğru soyleyici Peygamber efendimiz buyurdular ki: "KazÂyı hic bir şey geri ceviremez. Yalnız du geri cevirebilir." DuÂdaki bu tesir bu kudret, silÂhlarda asl yoktur. Du ordusu gorunuşte zayıf, Âciz olsa da, gaz ordusundan daha kuvvetlidir. Aynı şekilde du ordusu rûh gibidir, gaz ordusu da maddî beden gibidir. Gaz ordusunun du ordusuna sığınmasından başka caresi yoktur. Cunku, rûhsuz beden, kuvvet alamaz, zaferler elde edemez. Nitekim sevgiliPeygamberimiz, MuhÂcirînin fakirlerini vesîle ederek, Allahu teÂlÂya du ederlerdi. Her ne kadar bu fakîr, du ordusundan sayılmaya lÂyık değilsem de, yalnız ismim fakîr olduğu icin duÂlarımın kabûl olma ihtimÂlini duşunerek, dÂim umidliyim ve devamlı sizin zaferiniz icin du ediyorum. Hazırlandığınız Dekken seferinde, Allahu teÂl sizlere gÂlibiyet ve zaferler nasîb eylesin. Bekara sûresi 127. ayet-i kerîmesinde meÂlen; "Y Rabbî! Sen duÂlarımızı işitirsin, arzularımızı bilirsin, duÂlarımızı kabûl eyle." buyrulmaktadır. VesselÂm."
1) Umdetu'l-MakÂmÂt; s.392
2) MektûbÂt-ı Seyfiyye
3) ReşÃ‚hÂt Zeyli; s.46-49
4) CÂmiu KerÂmÂti'l-EvliyÂ; c.1, s.204
5) İrgÂmu'l-Merîd; s.75
6) HadÂiku'l-Verdiyye; s.199
7) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1141
8) MakÂmÂt-ı AhyÂr; s.57
9) Hadîkatu'l-EvliyÂ; s.112
10) ÂdÂb; s.63
11) İslÂm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.16, s.173
__________________
Seyfeddîn-i FÂrûkî
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●42 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Seyfeddîn-i FÂrûkî