Buyuk velîlerden. İnsanları Hakk'a dÂvet eden, doğru yolu gostererek saÂadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen buyuk Âlim ve velîlerin on dorduncusudur. Hazret-i Huseyin'in soyundan olup, seyyiddir. EvliyÂnın meşhûrlarından olan Muhammed BÂb SemmÂsî'nin talebesi ve BehÂeddîn-i BuhÂrî Nakşibend hazretlerinin hocasıdır. Comlekcilik yaptığı icin "KulÂl" ismiyle meşhûr olmuştur. BuhÂrÂ'nın SûhÂrî kasabasında doğdu. Doğum tÂrihi bilinmemektedir. 1370 (H. 772) sensinde SûhÂrî'de vefÂt etti. Kabri oradadır. Buyuk bir Âlim ve murşid-i kÂmil olup, her Ânını İslÂmiyete uygun olarak gecirdi. Pekcok kimse onun sohbet ve derslerinde kemÂle gelmiştir. Onun ustun hÂllerini gosteren cok menkıbesi vardır.
Annesi şoyle anlatmıştır: "Emîr KulÂl'e hÂmile iken, şupheli bir lokma yesem, krın ağrısına tutulurdum. O lokmayı mîdemden geri cıkarmadıkca, karın ağrısından kurtulamazdım. Bu hÂl başımdan uc defa gecti. Sonra cok temiz ve hayırlı bir cocuğa hÂmile olduğumu anladım. Bunun uzerine yediğim lokmaların helÂlden olmasına cok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım."
SÂlih bir zÂt olan babası Seyyid Hamza, Medîne'den gelip, BuhÂrÂ'nın Efşene koyune yerleşmişti. Bir defÂsında, devrinin en meşhûr velîsi Seyyid At beraberinde zamÂnın en meşhûr zÂtlarıyla, buyuk bir cemÂat hÂlinde, Emîr KulÂl hazretlerinin babası Seyyid Hamza'nın bulunduğu koyden geciyordu. Bu yolculuğu sırasında tanışıp dost oldular. Bundan sonra Seyyid AtÂ'nın her ne zaman oraya yolu duşse, evvel dosdoğru Seyyid Hamza'nın evine gider, başkalarıyla daha sonra gorşurdu. Yine bir defÂsında Efşene koyune uğramış ve Seyyid Hamza'nın yanına gelmişti. Bu gelişinde ona bir mujde verip; "Ey kardeşim! Allahu teÂl sana şÃ‚nı pek yuce olacak bir evlÂt verecek. CihÂn, baştan başa onun hizmetine girecektir. Bu cocuk doğduğu zaman, ismini Emîr KulÂl koy!" dedi. Aradan yıllar gecti. Seyyid Hamza'nın bir oğlu oldu. Seyyid AtÂnın işÃ‚reti uzerine, ismini "Emîr KulÂl" koydu.
Emîr KulÂl, on beş yaşlarında iken gureşmeye heves etmiş ve bu işle meşgûl olmaya başlamıştı. Bir gun gureş meydanına cıkıp donerken, seyircilerden birinin kalbine şoyle gelir: "Bu seyyid cocuk, gureş ile meşgûl oluyor, hÂlbuki boyle hÂlde bulunmak, kendisinin yuksek değerine v eseyyidlik şerefine uygun değildir. Kalbine bu duşuncenin gelmesiyle, oturduğu yerde uyur; ruyÂda kıyÂmetin koptuğnu ve goğsune kadar bir bataklığa battığını gorur. Cıkmaya gucu de yoktur. O sırada Emîr KulÂl hazretleri gelip, elleriyle onu pazusundan ttup, bataklıktan cıkarır. Uykudan uyanınca, gureşin sona erdiğini gorur. O zaman Seyyid Emîr KulÂl hazretleri, ona donup; "Senin ruyÂnda gorduğun gun icin pehlivanlık ediyorum; senin gibi camura ve bataklığa batmış olanları kuvvet ve himmetle kurtarırım." buyurmuştur. O zÂt, Emîr KulÂl'in ellerine kapanıp, tovbe ve istigfÂr etmiştir.
Yine genclik yıllarında bir gun, er meydanında gureş tutmakta ve buyuk bir kalabalık da onu seyretmekte idi. ZamÂnın buyuk Âlimi ve murşid-i kÂmili olan Muhammed BÂb SemmÂsî, o gureşirken tam oradan gecmekte idi. Orada durup, uzun muddet ayakta onu seyretti. Yanında bulunan talebeleri bu hÂle şaşıp, kendi kendilerine; acaba bu işle meş"ul olanları seyretmesinin sebebi nedir? diye duşunduler. Muhammed BÂb SemmÂsî, yanında bulunan talebelerinin kalblerinden geceni anlayıp buyurdu ki: "Bu meydanda oyle bir mert vardır ki, pekcok kimse onun sohbetinin bereketiyle evliyÂlık konaklarının ustun mertebelerine kavuşacaktır. Onu, bulunduğumuz yola bağlamak istiyorum."
Onlar boyle konuşurken, Emîr KulÂl'in gozleri Muhammed BÂb SemmÂsî'ye takıldı. Onu gorur gormez, birdenbire kalbi ona tutulup değişiverdi. Hemen koşup yanına yaklaştı. Muhammed BÂb SemmÂsî'nin ellerine kapandı. O gune kadar yaptığı butun hat ve gunahlardan tovbe etti ve Muhammed BÂb SemmÂsî'ye sÂdık bir talebe oldu. Bundan sonra, hayÂtında yeni ve bambaşka bir safha başlamıştı. Hocasının sohbet ve hizmetinden hic ayrılmadı. Yirmi sene sohbetine ve derslerine devÂm etti. Her hafta Pazartesi ve Perşembe gunleri, SûhÂrî'den beş fersah (30 km kadar) uzakta bulunan ve hocasının ikÂmet ettiği Semmas'a gider gelirdi. Hocasına olan bağlılığı, temizliği, gayreti, ilme olan arzu ve isteği, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Hocasının ders ve sohbetlerinde kemÂle ulaştı. İnsanlara doğru yolu gosteren kıymetli bir rehber oldu. Hocası Muhammed BÂb SemmÂsî hazretlerinin vefÂtından sonra, onun yerine gecip, irşÃ‚d vazifesi yaptı. İnsanların İslÂm ahlÂkı ile ahlÂklanmasını, kalbin ve rûhun kotu huylardan kurtulmasını, Allah rızÂsı icin guzel iş ve ibÂdet yapmayı sağlayan ve bu iş icin lÂzım olan bilgileri oğreten tasavvuf ilminde cok talebe yetiştirdi.
Emîr KulÂl, hocası Muhammed BÂb SemmÂsî'nin yanında, SemmÂs'ta bulunduğu sırada, orada oturan bir grup insanla, başka bir koyden bir cemÂat arasında anlaşmazlık cıkmıştı. İş kavgaya dokulup, birinin dişi kırılmıştı. Dişi kırılan kimse ve tarafdÂrları, kırılan dişin diyetini almak icin hÂkime murÂcaat etmey karar verdiler. Fakat once Muhammed BÂb SemmÂsî'ye danışalım, kendi başımıza iş yapmayalım, ne buyurursa oyle yapalım dediler. Doğruca Muhammed BÂb SemmÂsî hazretlerinin huzûruna gidip, durumu arzettiler. "Kırılan dişi verin." buyurdu. Dişi alıp, o sırada henuz yanında talebe olan Emîr KulÂl'e kırık dişi verip; "EvlÂdım, şu işi hallet de, aralarındaki anlaşmazlık bitsin." buyurdu. Emîr KulÂl, evliyÂnın rûhÂniyetini vesîle kılıp, Allahu teÂlÂya du ederek, kırık dişi yerine koydu. O anda, duÂsı bereketiyle diş, eskisi gibi sağlam bir hÂle geldi. Dişi kırılan kimse, bu hÂdise karşısında hayret edip, dişini kıranları şikÂyet etmekten vazgecti. Yanında bulunanlarla birlikte, yaptıklarına pişmÂn olup, tovbe ettiler ve doğru yol uzere yuruyen sÂlih kimselerden oldular.
Bir gun Emîr KulÂl sohbet ederken, kendisini bir hÂl kapladı. Bu sırada hac yapanların hÂllerin, nerede ve ne yapmakta olduklarını gorduğunu soyleyerek, anlatmaya başladı. Meclisinde bulunanlardan biri; "KÂbe'yi nasıl gorup de anlatıyor? KÂbe buraya cok uzaktır." diye duşundu. Biraz sonra Emîr KulÂl, boyle duşunen kimsenin yanına yaklaşıp, elinden tuttu ve; "Gozlerini yum, başını kaldır, bak ne goreceksin." buyurdu. O da soylediği gibi yaptı. Birden gozune KÂbe ve tavaf edenler gorundu. Emîr KulÂl'i de tavaf edenler arasında gordu. Bunun uzerine adam hayretler icinde kalıp, Emîr KulÂl'in ellerine kapandı, yanlış duşuncelerinden dolayı af diledi. Bundan sonra Seyyid Emîr KulÂl; "Ey cÂhil kişi, bir kimse, kendisinde bir şeş olmazsa, başkasında da yok zanneder. Gonul aynası acılmadıkca da, hicbir şeyi gormez, idrÂk edemez." dedi. O kmise tovbe edip, sÂlih ve makbûl kimselerden oldu.
Seyyid Emîr KulÂl bir defÂsında, talebeleriyle birlikte evliyÂnın meşhûrlarından Hayrûn AtÂ'nın kabrini ziyarete gitmek icin yola cıkmıştı. Yolun bir kısmını yurumuşlerdi ki, yolun ilerisinden bir heybetli arslan ortaya cıkıp, yolda durdu. Arslanı goren talebeler endişelenip, huzursuz olmaya başladılar. Emîr KulÂl hic aldırmadı. Arslanın yanına yaklaşınca, yelesinden tutarak cekip yoldan cıkardı ve kenara bıraktı. Talebeleri gectiler. Arslan da, Emîr KulÂl'e yaklaşıp, başını yere koyarak, saygı gosterir gibi hareketler yaptı. Sonra oradan uzaklaştılar. Bu hÂli goren talebeleri; "Efendim, bu nasıl bir iştir." dye suÂl ettiler. Bunun uzerine buyurdu ki: "Ey dostlarım, şunu biliniz ve dikkat ediniz ki, her kim gercekten Allahu teÂlÂdan korkarsa, her şey ondan korkar, zarar vermez. Allah'tan korkmayan kimse, her şeyden korkar. Bir kimse, dÂim Allahu teÂlÂdan korkar bir rhÂlde olursa, Allahu teÂl ona korkutucu bir şeyi, musallat etmez. Hatt o kul, Allah'tan korktuğu icin her şey ondan korkup, cekinir."
Nakledilir ki, bir koyde sÂlih zÂtlardan biri vefÂt edecegi sırada, cenÂze namazını Emîr kulÂl hazretlerinin kıldırmasını vasiyet etmişti. Fakat Emîr KulÂl, uzak bir yerde bulunuyordu. O zÂt vefÂt edince, o beldenin Âlimleri, velîleri toplandı. Emîr KulÂl'in cağrılması icin, bulunduğu yere bir kişi gonderelim dediler. Bunun uzerine orada bulunan Şeyh Sûfî; "Haberci gondermenize luzum yok, bu durum ona Allahu teÂlÂnın izni ile mÂlûm olur ve burya gelir." dedi. Bu arada iki kişi gidip, haber vermek uzere hazırlanmıştı. Tam gidecekleri sırada, Emîr KulÂl hazretleri Âniden karşıdan gozuktu. Halk onu gorunce, karşıalamaya koştular ve bu kerÂmeti karşısında onu daha cok sevip, bağlandılar. Bundan sonra Emîr KulÂl, vefÂt eden zÂtın cenÂze namazını kıldırdı ve toplananlarla birlikte kabre goturup, defnettiler. CenÂze defnedildikten sonra, kalabalakı bir cemÂat cÂmide toplandı. Oradaki Âlimler, bu iş icin kendisine bir işÃ‚ret ulaşıp, ulaşmadığını ve nasıl mÂlûm olduğunu sordular. Bunun uzerine Emîr KulÂl hazretleri buyurdu ki: "Ey kardeşlerim, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Kalb, kalbe karşıdır." Yine Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Mumin, muminin aynasıdır." "Her kaptan icindeki sızar." Emîr KulÂl bunları soyledikten sonra, halk onun mÂrifet sahibi buyuk bir velî olduğunu anlayıp, kendi kendilerine; "Biz bu zÂtın buyukluğunu bilmiyormuşuz." dediler.
Bu sırada cemÂat icinde bulunan Âlimlerden MevlÂn TÂceddîn, Emîr KulÂl hazretlerine, kendisini talebeliğe ve hizmetkÂrlığa kabûl etmesini soyledi. "O bizim vazifemiz değildir." buyurarak; "Bari seni mÂnevî evlÂtlığa kabûl edeyim." deyip, onu mÂnevî evlÂtlığa kabûl etti. Oyle bir teveccuhte bulundu ki, MevlÂn TÂceddîn, o Ânda mÂrifet ilmine kavuşup, maksadına ulaştı.
Nakledilir ki, Kemş şehrinde MevlÂn CelÂleddîn Kebşî, bir cemÂatla oturmuş sohbet ediyorlardı. Tasavvuf ehlinden ve evliyÂnın kerÂmetinden soz acılmıştı. MevlÂn CelÂleddîn, "Şimdi bizim zamÂnımızda boyle kerÂmet ehli, dîn-i İslÂmın emirlerine tam uyup, Resûlullah efendimizin yolunda olan buyuk bir velî yok gibidir." dedi. Emîr KulÂl hazretlerinin talebelerinden biri, bu cemÂat arasında idi. Bu zÂt, MevlÂn CelÂleddîn Kebşî'ye; "Bu zamanda sayılan sıfatlara ve ustunluklere sÂhib bir zÂt vardır. Tasavvufta o kadar yukselmiştir ki, bir goz acıp kapayacak kadar kısa bir zaman icinde, doğudan batıya dunyÂyı dolaşacak bir hÂl sahibidir." dedi. MevlÂn CelÂleddîn Kebşî; "Ah şimdi boyle zÂt nerede bulunur?" deyince, o talebe; "Evet şimdi boyle bir zÂt vardır. O da benim hocam Seyyid Emîr KulÂl'dir." dedi. Bunun uzerine MevlÂn CelÂleddîn Kebşî; "bizi sohbetine kavuştur da, onun ayaklarının tozunu gozlerimize surme yapalım." dedi. Sizin oraya kadar gitmenize luzum yok, eğer buraya teşrif etmesi icin tam bir teveccuh yaparsanız, bir anda burada olur." dedi. Bu soz uzerine, MevlÂn CelÂleddîn Kebşî teveccuh edip, Allahu teÂlÂya hÂlis kalble du etti. Sonra iceride bulunan cemÂt birdenbire ayağa kalktı. Cunku Emîr KulÂl hazretleri cok uzakta olmasına rağmen, iceri giriverdi. Bu hÂle cok şaştılar. Sonra da oturup sohbete başladılar. MevlÂn CelÂleddîn, Emîr KulÂl'e; "Efendim, sizi bu hÂle kavuşturan şey nedir? Burayı bir Ânda teşrifiniz nasıl oldu?" diye sordu. Bunun uzerine Emîr KulÂl, sohbete başlayıp buyurdu ki: "Bizi, sizin samîmî arzunuz bu diyÂra getirdi. Bir kimse Allahu teÂlÂya ihlÂs ile yalvarır, tam samîmiyetle bir şey ister ve du ederse, Allahu teÂl onu maksadına kavuşturur. Bu sırada MevlÂn CelÂleddîn Kebşî; "Efendim, talebeniz ve hizmetciniz olmakla şereflenmek istiyorum." dedi. Emîr KulÂl hazretleri ona; "Biz seni evlÂtlığa kabûl ettik." buyurdu. Sonra ona teveccuh nazarlarıyla bakıp, bir anda yuksek derecelere kavuşturdu. Orada bulunanlar bu hÂli gorup; "Ey MevlÂn CelÂleddîn, uzun zamandan beri uğraşıp omur tukettin, fakat şimdi maksadına kavuştun." dediler. Onların boyle soylemeleri uzerine, Emîr KulÂl; "Siz kendi işinizi onun işiyle bir mi tutuyorsunuz? O, işini tamamlamış, yolları katetmiş ve vakti gelmiş. SÂdece bizim bir işÃ‚retimize, teveccuhumuze ihtiyÂcı kalmıştı." buyurdu.
Turkistan'dan BuhÂrÂ'ya bir grup insan, Emîr KulÂl'i ziyÂrete geldi. BuhÂrÂ'dakiler, gelenlere; "Emîr KulÂl sizin diyÂrınıza gitmemiştir, siz onu nerden tanıyorsunuz?" dediler. Gelenler; "Emîr KulÂl, bizim memleketimizde o kadar tanımış ve sevilmiştir ki, anlatmakla bitmez. Biz, onun talebeleriyiz. O cok defa bir anda bizim memleketi teşrif eder, biz de sohbetinde bulunurduk. Bu hÂdise cok vukû buldu. Biz boyle Âniden teşrîf edip, bizimle sohbet eden zÂta kim olduğunu sorduğumuz zaman, Emîr KulÂl olduğunu soylerdi. İşte biz de, boylece onun talebelerinden olduk. BuhÂrÂ'dakiler, anlatılan bu hÂdiseye hayret edip, Emîr KulÂl hazretlerini daha cok sevdiler. Bağlılıkları kat kat arttı. Emîr KulÂl hazretelri buyurdu ki: "Allahu teÂlÂ, sevdiği kullarına oyle ihsÂnlarda bulunmuştur ki, bir Ânda doğudan batıya gidip gelirler. Başkalarının bundan haberi olmaz."
Bir defÂsında, Emîr KulÂl, BuhÂrÂ'da Cum namazını kılıp, talebeleri ile birlikte ikÂmet ettiği yere donuyordu. Yolculukları sırasında, GulÂbÂd ile FetihÂbÂd arasında, yeşillik bir yerde oturan bir cemÂate rastladılar. Sohbet ediyorlar ve sohbetlerinde; evliyÂlıktan, kerÂmetten bahsediyorlardı. Bu cemÂat arasında, Timûr HÂn da bulnuyordu. Emîr KulÂl, talebeleriyle birlikte oradan gecerken, Timûr HÂn onları gorup; "Bunlar kimdir?" diye sordu. "Emîr KulÂl ve talebeleridir." dediler. Timûr HÂn bu sozu duyar duymaz, kalkıp suratle yanlarına koştu. Huzûruna varıp, fevkalÂde bir edeble onunde durdu. Sonra şoyle dedi: "Ey, dînin buyuk Âlimi! Ey doğru yolun ve yakîn yolunun kılavuzu! Burada biraz durup sohbet ediniz ve bize nasÂhitta bulununuz da, dervişler istifÂde edip, bereketlensinler." dedi. Bunun uzerine Emîr KulÂl; "Dervişlerin sozleri gizli olur. Bu bizim vazifemiz değildir. Buyuklerin rûhÂniyetinedn bir işÃ‚ret almadıkca, bir şey soylemeyiz. Hicbir zaman kendinden bir soz soyleme ve gÂfil olma. Goruyorum ki, senin başına muhim bir iş cıkacak ve bunda muvaffak olacaksın." buyurdu.
Sonra yola devÂm ettiler. Evine varınca, zÂviyesinde bir muddet durup, yatsı namazı vaktinde dışarı cıktı. CemÂatle birlikte yatzı namazı kıldı. Namazdan sonra bir muddet oturup, buyuklerin rûhÂniyetine teveccuh etti. Sonra hemen, Şeyh Mansûr adında bir talebesini yanına cağırdı. Talebe huzûruna gelince, ona; "Hic durma suratle Emîr Timûr'a git; derhÂl Harezm tarafına harekete gecmesini soyle. Eğer oturuyorsa, hemen kalksın, ayakta ise harekete gecsin, hic durmasın. Cunku velîlerin rûhÂniyetleri, onun ve oğlunun butun memlekete baştan başa hÂkim olacağını bildirdi. Harezm'i alınca, Semerkand'a hareket etsin." Haberi goturen Şeyh Mansûr, suratle Timûr HÂnın bulunduğu yere gitti. Timûr HÂnı ayakta bekler hÂlde buldu. Haberi aynen iletti. Timûr HÂn, bu haberi alır almaz, hemen ordusunu harekete gecirdi. O harekete gecip, gideceği yolun yarısına vardığı sırada, duşmanları Timûr HÂnın cadırına hucûm ettiler. Fakat o, coktan yola cıkmıştı. Timûr HÂn, Harezm'e yuruyup, orayı aldı. Sonra Semerkand'a yurudu, orayı da fethetti. Boylece her gun yeni bir zafere ulaşıp, hep muzaffer oldu ve işleri dÂim iyi gitti.
Bir gun Emîr KulÂl hazretleri, talebeleriyle bir talebesinin evine gitmişti. Evine gittiği talebesi ise, ava gittiğinden evde yoktu. Bu sebeple, evine Emîr KulÂl hazretlerinin teşrif ettiğini haber vermek uzere, bir haberci gonderildi. Hicbir av bulamamıştı. Hemen evine donmek uzere hareket etti. Bir av bulamadığı icin uzulmuştu. Donerken, birden karşısına iki kuş cıktı. Kuşlara atıp, vurdu ve yanına alıp sevinerek evine dondu. Emîr KulÂl hazretlerinin teşrifine cok sevinip, avladığı iki kuşu pişirip ikrÂm etti. Kuşlar pişirilip sofraya konduğu sırada, Emîr KulÂl hazretleri talebesine; "Eğer bu iki kuş da karşına cıkıp avlamasaydın, hic av getiremezdin, o zaman ne yapardın?" deyip, talebelerine şoyle buyurdu: "Ey dostlarım şunu biliniz ve rahat olunuz ki, bizim maksadımız, Alahu teÂlÂnın rızÂsını kazanmaktır. Allahu teÂl sizi, hem dunyÂda, hem de Âhirette utandırmaz, mahrum bırakmaz. İnşÃ‚allah fadl ve keremine kavuşturur."
Emîr KulÂl hazretleri, bir gun Şeyh İbrÂhim adında bir zÂtın bulunduğu Kıraman denilen yere gitmişti. Şeyh İbrÂhim Kıramanî'ye; "Bize helÂl et bul." dedi. Şeyh İbrÂhim; "Bu iş oldukca zor, helÂl et az bulunur." dedi. Emîr KulÂl ona; "sen silÂhını al, ava cık. Kuşları kendine cağır, geldiklerinde birkac tÂne avla." dedi. Bunun uzerine Şeyh İbrÂhim, silÂhını alıp, ava cıktı. Kuşları cağırdı, yanına pekcok kuş toplandı. Birkac kuş avlayıp, Emîr KulÂl'e goturdu. Bu hÂdiseden sonra, Şeyh İbrÂhim şoyle demiştir: "Her ne zaman ava cıkıp kuşları cağırsam, Emîr KulÂl hazretlerinin bereketiyle yanıma toplanırlar, ben de avlardım."
Emîr KulÂl hazretlerinin talebelerinden biri, Kermine şehrine gitmişti. Bu şehirde bulunduğu sırada, bir grup kimse ile sohbet ediyordu. Sohbette bulunanlardan her biri, kendi hocasından ve hocasının ustunluklerinden bahsediyordu. Emîr KulÂl'in talebesi de soze karışıp, benim hocam, hepinizin hocasından ustundur. Cunku o, hem seyyid hem murşid-i kÂmildir dedi. Bu sırada, orada toplanıp konuşmakta olanların uzerinden bir kuş surusu geciyordu. BÂzıları Emîr KulÂl'in talebesine dediler ki: "Eğer dediğin gibi hocan buyuk bir velî ise, haydi du et de onun hurmetine şu kuşlardan biri onumuze duşsun!" Onların bu isteği uzerine, Emîr KulÂl'in talebesi Allahu teÂlÂya du edip, hocasının hurmetine bu işin gercekleşmesini istedi. O talebe du eder etmez, kuşlardan biri cemÂatin uzerine duşuverdi. Orada bulunanlar hayretten şaşıp, Emîr KulÂl hazretlerinin gercekten buyuk bir velî ve tasarrufu kuvvetli bir murşid-i kÂmil olduğunu anladılar.
Emîr KulÂl bir defÂsında, BuhÂrÂ'da Cum namazı kılmak icin talebeleriyle BuhÂrÂ'ya gidiyordu. BuhÂrÂ'ya vardıklarında, Emîr KulÂl dedi ki: "Ey dostlarım, Şeyh Muhammed AgÂî BÂzergÂn, şu anda Belh şehrinde vefÂt etti." bu soze şaşanlar oldu. Cunku kendisi BuhÂr şehrinde olduğu hÂlde, Belh şehrindeki b hÂdiseyi haber veriyordu. Bu soze hayret edenlere buyurdu ki: "Biliniz ki, Allahu teÂlÂ, resûlu Muhammed aleyhisselÂma tam tÂbi olan kullarına oyle dereceler ihsÂn eder ki, her zaman doğuda ve batıda ne vukû bulursa, gozlerinin onunde gorup bilirler. Belh şehrinin uzaklığı nedir ki!" Bunun uzerine talebleri, o gunun tÂrihini yazdılar. Daha sonra gorduler ki, Emîr KulÂl hazretlerinin işÃ‚ret ettiği gun, o zÂt vefÂt etmişti.
Emîr KulÂl hazretlerinin yaşadığı diyÂrda bulunan Kermîne şehrinden bir adam ava cıkmıştı. Bu Emîr kulÂl'i tanıyıp cok severdi. Ava cıkarken; "Eğer avlamak istediğim kazlardan avlayabilirsem, ikisini Emîr KulÂl'e goturup hediye edeceğim." diye niyet etti. NihÂyet bir mikdÂr kaz avladı. İki tÂnesini Emîr KulÂl'e vermek icin ayırdı. Evine, şehrin ileri gelenlerinden biri geldi. O iki kazı gorup, gozu onlarda kaldı. Kazlar, kuzu gibi iri ve semiz idi. Gelen kimse, ev sahibine; "Bu kazları pişir de yiyelim." dedi. Ev sÂhibi; "Onları, Emîr KulÂl hazretlerine vermek icin ayırdım. Onları yememiz uygun olmaz, ben buna cesÂret edemem." dedi. Gelen adam ısrÂr edip; "Ne olursa olsun bunları yiyeyim, ben oğlu vÂsıtasıyla ondan ozur dilerim." diyerek, ev sÂhibini ikn etti. Ev sÂhibi kazları pişirtip, o şehrin meşhûrlarından olan o kimsenin onune koydu. Tam yiyeceği sırada, yuzne kazlardan oyle bir buhar ve sıcaklık yukseldi ki, gozlerine tesir edip, gozleri gormez oldu. Kazları yiyemedi ve yaptığı işe pişmÂn oldu, tovbe etti. Hemen Emîr KulÂl hazretlerine bir at hediye etmeye niyet etti. Birkac gun sonra gozleri iyileşip eski hÂline dondu.
Emîr KulÂl hazretlerinin talebelerinden biri, bir gece kendinde bambaşka bir hÂl hissedip; "Hocamın yanına gideyim, bakalım benim hakkımda ne emreder ve ne buyurur?" diye duşundu. Sonra, Emîr KulÂl'in yanına gitti. bu talebesi şoyle anlatmıştır: "Gece vakti, varıp hocamın odasına girdiğimde, kalabalık bir cemÂt vardı. Hayret ettim. Bunlar, hic gormediğim ve tanımadığım kimselerdi. Kalbalıktan oturacak yer kalmamıştı. Herkes başını eğmiş, sessizce oturuyordu. Ben de başka bir yere oturarak başımı yere eğip beklemeye başladım. Bir muddet boyle durdum. Sonra başımı kaldırıp baktım ki, odada hocam Emîr KulÂl'den başka hic kimse gorunmuyordu. Hocam bana bakıp; "Sana mujdeler olsun, şimdi sen artık maksada kavuştun, ama bunu gizli tut." buyurdu. Bundan sonra hocama; "Burada gorduğum, sonra da birdenbire kaybolup gorunmez olan zÂtlar kimlerdi?" diye sordum. Buyurdu ki: "Bunlar ricÂl-ul-gayb denilen velîlerdi. Aralarında HÂce GulÂn ve AbdulhÂlik GoncduvÂnî de vardı. Bunlar oyle zÂtlardır ki, vefÂtlarından once ve sonra, Allahu teÂlÂnın dînine hizmet ederler. Bugun sen de onların sohbetinden (feyzinden) pay aldın."
Muhammed BÂb SemmÂsî'nin talebelerinden bir kısmı, Emîr KulÂl hazretlerine, evliyÂnın kerÂmetinden sordular. Buyurdu ki: "EvliyÂnın kerÂmeti haktır. Aklen ve naklen cÂizdir. Bu hususta evliyÂdan cok nakiller vardır. MÂlûm ve meşhûr olup, hic şuphe yoktur. Kalbi îmÂn nûruyla aydınlanmış olan herkes, evliyÂnın kerÂmetine inanır ve bu hususta hic şuphe etmez. Buna misÂl coktur. SuleymÂn aleyhisselÂmın vezîri Âsaf'ın, Saba melîkesi Belkîs'in tahtını bir Ânda Sana'dan Kudus'e getirmesi gibi. Bir başka misÂl, hazret-i Omer, bir defÂsında Medîne-i munevvered mescidde, Peygamber efendimizin mimberi uzerinde hutbe okuyordu. Bu sırada cok uzaklarda duşmanla cihÂda cıkmış olan İslÂm ordusunun tehlikeli bir durumda olduğunu gorup, ordu kumandanına; "Y SÂriye, dağa dağa!" buyurdu. Uzakta olan kumandan SÂrye ve ordunun erleri, bu sesi duyup dağa cekildi. Duşmanın tehlikeli hucumundan korundu. Bu, apacık bir kerÂmettir. Eğer bir kimse, bu kerÂmet, mûcizeden aşağı değil derse, bu yanlıştır. Cunku, hic bir velî, Peygamber derecesinde olamaz. EvliyÂ-i kirÂm buyurmuşlardır ki: "EvliyÂdan meydana gelen kerÂmet, Peygamber efendimizin mûcizesinden dolayıdır ve peygamberin peygamberliğini tasdîk eder. Ona tÂbi olmayı gosterir. Eğer peygamberler doğru sozlu olmasaydı, evliyÂnın kerÂmeti de hÂsıl olmazdı. Cunku evliyÂ, Nebî'ye tÂbi olmuştur."
Emîr KulÂl hazretleri, marÂz-ı mevtinde (olum hastalığında) bulunduğu sırada, talebelerine şoyle vasiyet etti: "Ey kıymetli talebelerim! İlim oğrenmekten ve Muhammed aleyhisselÂmın yoluna tabî olmaktan asl ayrılmayınız. Bu, mumin icin butun saÂdetlerin ve nîmetlerin vÂsıtasıdır. Bunun icin Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem buyurdu ki: "İlim oğrenmek, her musluman erkek ve kadına farzdır." YÂni her musluman ereğin ve kadının, kenidne lÂzım olan din bilgilerini oğrenemsi farzdır. Bunlar, sırasıyla şu bilgilerdir: 1- ÎmÂn ve îtikÂd bilgileri. 2- Namazla ilgili bilgiler. 3- Orucla ilgili bilgiler. 4- Zengin ise, zekÂt ile ilgili bilgiler. 5- Eğer zengin ise hac ile bilgiler. 6- Ana-baba hakkını oğrenmek. Allahu teÂlÂnın kendisinden rÂzı olmasını isteyen, annesinin ve babasının rızÂsını kazanır. Resûlullah efendimiz; "Allahu teÂlÂnın rızÂsı, ana-babanın rızÂsını kazanmakla elde edilir." buyurdu. Bu bakımdan, ana-babanın hakını gozetmek muhimdir. 7- Sıla-i rahm (akrabÂyı ziyÂyeret). 8- Komşu hakkını gozetmek. 9- LÂzım olan alış-veriş bilgilerini oğrenmek. 10-HelÂli ve haramları oğrenmek lÂzımdır. Cunku insanların coğu, bilmediğinden ve bildiği ile amel etmediğinden helÂk olmuştur. Şiir:
"Duny tÂlibleri, hep hırs ile mest oldular,
Para icin, dÂim kendilerini bozdular.
HudÂya yaptıkları ahidleri bozdular,
Hepsi MûsÂ'ya duşman, Fir'avn'a dost oldular."
İyi biliniz ki, dunyÂyı ve dunyÂya duşkun olanları sevmek, sizin, Allahu teÂlÂnın rÂzı olduğu yolda yurumenize mÂni olan buyuk bir engeldir. DÂim Allahu teÂlÂyı hatırlayıp, O'nu zikrediniz. Boylece dîninizi dunyÂya değişmemiş olursunuz. DÂim Allahu teÂlÂdan korkunuz! Hicbir ibÂdet, Allah korkusundan daha tesirli değildir. Allahu teÂlÂdan korkan kimseden cekininiz. Allahu teÂlÂdan korkmayan kimseden ise, korkmayınız.
Ey dostlarım, dÂmi Allahu teÂlÂyı zikrediniz. Allahu teÂlÂdan başka herşeyi bırakınız. "L ilÂhe illallah" Kelime-i tevhîdini soylerken "LÂ" derken nefyediniz, Allahu teÂlÂdan başka hicbir ma'bûd olmadığını biliniz. "İlallah" derken, Allahu teÂlÂnın noksan sıfatlarından munezzeh olduğunu biliniz. Biliniz ki, elbiseyi temiz su temizler. Dili, Allahu teÂlÂyı zikretmek temizler. Bedeninizi namaz kılmak, malınızı zekÂt vermek temizler. Yolunuzu, insanların sizden hoşnut, memnun olması temizler. İhlÂs sÂhibi oluncaya kadar ihlÂsı, kurtuluşa erinceye kadar da kurtluşu arayınız.
Kalbin, dilin ve bedenin temiz olması, helÂl lokma yemeye bağlıdır. Bunu, iyi biliniz. HelÂl lokma yiyen insanın mîdesi, icinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu havuzdan etrÂfa temiz su dağılır ve bu su ile cicekler yetişir, ağaclar meyve verir, ondan istifÂde edilir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: "Bir kimse, hic haram karıştırmadan kırk gun helÂl yerse, Allahu teÂl onun kalbini nûr ile doldurur. Kalbine nahirler gibi hikmet akıtır. Duny muhabbetini kalbinden giderir."
Tobe ediniz. TovbekÂr ve edebli olmak lazımdır. Tobe ediniz ki, tovbe, butun tÂatların başıdır. Tovbe, sadece dil ile olmaz! Tovbe, işlenen gunahlara kalbden pişmanlık ve bir daha gunÂhı işlememektir. allahu teÂlÂdan dÂim korkunuz. Kendi gunahlarınıza bakıp, tovbe ediniz. Başkaları sizden hoşnûd olsun. Gunahlarınıza pişmÂn olup, o kadar ğlayıp tovbe ediniz de, gercektensize tovbekÂr densin. DunyÂda iken gunahlara pişmÂn olup, kuluk vazifesini yaparak Âhireti kazanmak lÂzımdır. İşte, butun işin aslı budur. Sevgi ve muhabbet; allahu teÂlÂnın rızÂsını aramak ve kotu işleri terketmek, ahde vef gostermek, emÂnete ihÂnet etmemek, kendi kusûrlarını gorup, amelleri ile ovunmemek, amellerini gormemek, dÂim Allahu teÂlÂyı zikretmekle meşgûl olaktır. Hicbir işe, Allahu teÂlÂnın ismini soylemeden (besmelesiz) başlamayınız ki, Âhirette yaptığınız o işten dolayı utanmayasınız. Bu bakımdan, bir şeye başlarken, once Besmele cekiniz, sonra işe başlayınız.
Allahu teÂlÂnın emirlerine itÂat ediniz. Nerede olursanız olun, ilim oğrenmekten ve amel etmekten uzak kalmayınız. Her ne olursa olsun karşınıza her ne gucluk cıkarsa cıksın, ilmi ve ameli asl terketmeyiniz.
Emr-i mÂrûf ve nehy-i munker, iyilikleri emredip, kotuluklerden sakındırmak vazifesini yerine getiriniz. Dînin yasak ettiği şeylerden, dîne uygun olmayan işlerden ve bid'atlerden sakınınız. Âyet-i kerîmede meÂlen buyruldu ki: "Ey îmÂn edenler! Kendinizi ve evlerinizde ve emrinizde olanları ateşten (Cehhennem'den) koruyunuz ki, onun yakacağı, insanlar ve taşlardır..." (Tarim sûresi:6). Âhirette bunlardan olmamak icin cok korkup, sakınınız! RivÂyet edilir ki, Fudayl bin IyÂd şoyle anlatmıştır: Havanın cok sert ve soğuk olduğu bir gun, Şeyh AbdulallÂm'ı gordum. Uzerinde ince bir elbise vardı. Soğuk olmasına rağmen, alnından buram buram ter damlıyordu. Bunun uzerine; "Bu soğukta boyle terlemenizin sebebi nedir?" dedim. CevÂbında "Bir gun burada bir gunah işleniyordu. Ben buna mÂni olmak istedim. Fakat mÂni olamadım. Bunun ızdırabından dolayı ve kıyÂmet gunu bunun gunÂhından nasıl kurtulurum diye duşunmekten boyle terliyorum." dedi. Ya siz, her gun hem kendiniz, hem de başkaları icin nice emr-i mÂrûfu kacırıyorsunuz, hÂlinize bir bakınız!
İşlerinizi, dînimizin emirlerine uygun yapınız. Bir iş yapacağınız zaman, bakınız, dînin emirlerine uygun ise, onu kabûl edip yapınız. Uymuyorsa, vazgeciniz. Butun işlerin başı, dînin emirlerine yapışmaktır ve allahu teÂlÂnın koyduğu hudutları aşmamaktır. Akıllı kimse, kendi hÂlini duşunur. İnsanlar ile kendi arasındaki hudûda, hakka riÂyet eder. Bunu gozetmeyenler icin verilecek cezÂyı bildiren nice Âyet-i kerîmeler nÂzil olmuştur. Her zaman ve her yerde, bakarken, konuşurken, dinlerken, gelirken, yerken ve icerken, allahu teÂlÂya ve insanlara karşı uyulması gereken bir hudut vardır. Fırsatı ganîmet biliniz, yaptığınız işleri kurtuluşunuza vesîle olacak şekilde yapınız. HelÂl rızık kazanmak icin calışınız. KÂfi miktÂrda kazanıp, isrÂf ve cimrilik etmeyiniz. Nafakanızda dînimizin emrine uygun olarak davranınız. Resûlullah efendimiz; "İşlerin hayırlısı, vasat olanıdır." buyurdu. HelÂlinden ve kendi kazancınızdan yiyiniz. Eğer uykunuz gelirse, biraz uyuyunuz ki, ibÂdet ve tÂt yapmak icin dinlenmiş olasınız. Fakat, Allahu teÂlÂyı zikretmeden uyumayınız. Resûlullah efendimiz; "Âlimin uykusu, cÂhilin ibÂdetinden hayırlıdır." buyurdu.
Ey talebelerim! İnsanların maksada, saÂdete kavuşmaktan mahrum kalmalarının sebebi; Âhiret yolunu bırakıp, yalancı dunyÂya sarılmalarıdır. Âhiret saÂdetini isteyen kimse, doğru îtikÂda sÂhib olup, bid'at ve dalÂlet olan şeylerden uzak durarak ve yaptıı her işten hesÂba cekileceğini bilerek, ona gore hareket etmelidir. Ey dostlarım! GidişÃ‚tınızdan habersiz olmak kadar kotu birr şey yoktur. Bu hÂl, gaflet icinde olmanın delîlidir. Başkalarının habersiz olduğu şeyler, bu yolun buyuklerine acılmıştır. Onların maksadı, Allahu teÂlÂnın rızÂsını aramaktır. Onlar, buna kavuşmuşlardır. Alahu teÂlÂ, her asırda sevip sectiği kullarından bir buyuk zÂt yaratır. Boylece herkesi belÂlardan, felÂketlerden korur. Ey talebelerim! Boyle olan zÂta talebe olunuz. Boylece duny ve Âhiret saÂdetine kavuşursunuz. Ummet-i Muhammed'in aydınlatıcıları olan Âlimlere yakın olunuz. Resûlullah efendimiz; "Âlimler, Peygamberlerin vÂrisleridir." buyurdu. Sakın, ilmi ve Âlimleri sevmekten uzak kalmayınız. Bu, kurtuluş vesîlesidir. Resûlullah efendimiz; "Kim Âlimi ve ilmi severse, hat işlemez." buyurdu.
CÂhiller ile goruşmek, insanı Allahu teÂlÂdan uzaklaştırır. Sima' yapıyoruz diyerek hoplayıp, zıplayan kimselerin meclislerinden uzak durunuz. Onlarla oturmayınız. Onlarla sohbet, kalbi oldurur. Bunun icin bu yolun buyukleri, bu işten uzak durmuşlardır. Gercekten sima' hÂlinde olan kimsenin hÂli oyledir ki, o anda bıcak calsan haberi olmaz. Eğer boyle olursa, o kimse sima' hÂlinde olduğunu gosterir.
Ruhsatlardan uzak durup, azîmet ile amel ediniz. Ruhsatlar ile amel etmek zayıf kimselern işidir. Eğer bundan daha cok nasîhat isterseniz, AbdulhÂlık GoncduvÂnî hazretlerinin nasîhat ve yazılarına bakınız. Bu kadar kifÂyet eder. Akıllı olana bir işÃ‚ret yetişir."
Emîr KulÂl hazretleri vasiyetini yaptığı sırada, oğulları; Emîr BurhÂn, Emîr ŞÃ‚h, Emîr Hamza, Emîr Omer ve talebelerinin coğu huzûrunda bulunuyordu. Bu oğullarından Emîr BurhÂn'ın yetiştirilmesini, en başta gelen talebesi ve halîfesi BehÂeddîn-i BuhÂrî'ye havÂle etti. Diğer oğlu Emîr ŞÃ‚h'ı, Şeyh YÂdigÂr'a, Emîr HamzÂ'yı MevlÂn Ârif DehdigerÂnî'ye, Emîr Omer'i de, MevlÂn CemÂleddîn DehkesÂnî'ye yetiştirilmeleri icin havÂle etmişti. Oğullarına; "Hanginiz, Allahu teÂlÂnın kullarına hizmet etmek icin benim vekîlim olur?" buyurdu. Oğulları; "Ey yakîn yolunun rehberi, biz buna nasıl guc yetirebiliriz? Fakat kim bu işi kabûl ederse, biz onun hizmetine girelim." dediler. Oğulları boyle deyince, Emîr KulÂl hazretleri başını eğip, murÂkabeye daldı. Bir muddet sonra başını kaldırdı. "Buyuklerin rûhÂniyeti, Emîr Hamza'nın bu işi kabûl etmesini işÃ‚ret buyurdular." dedi. Emîr Hamza, kabûllenemeyeceğini arzetti ise de; "Bunu kabûl etmekten başka cÂre goremiyorum. Kabûl edeceksin, bu iş bizim elimizde değildir. Sen de biliyorsun." buyurdu.
Bundan sonra Emîr KulÂl talebelerinden ayrılıp, husûsî odasına gecti. Uc gun, uc gece dışarı cıkmadı. Sonra dışarı cıktı. Meclisinde toplananlar, neden uc gundur dışarı cıkmadığını sordular. Buyurdu ki: "Uc geceden beri, benim ve talebelerimin hÂli nasıl olur? diye duşunoyurdum. Gaybden kulağıma bir ses geldi. Şoyle deniliyordu: "Ey Emîr KulÂl! KıyÂmet gununde seni, senin talebelerini, dostlarını, sizin mutfağınızdan ucan bir sineğin uzerine konduğu kimseleri bile affettim." Allahu teÂlÂ, fadlından ve kereminden ihsÂn etti" dedi. Bunları soylediği Perşembe gunu sabaha doğru vefÂt etti.
Nakledilir ki, bir defÂsında Mekke-i mukerremeden ve Medîne-i munevvereden tasavvuf ehli olan kimseler, bir cemÂat hÂlinde BuhÂrÂ'ya geldiler. BuhÂrÂ'da SûhÂrî koyune gitmek istediklerini soyleyerek, bu koyu sordular. Bunun uzerine kendilerine; "Siz nereden geliyorsunuz ve bu koyu nicin soruyorsunuz?" dediler. Onlar da Mekke ve Medîne'den geldiklerini, SûhÂrî koyunu sormalarından maksadlarının, orada ikÂmet etmekte olan Emîr KulÂl hazretlerini ziy"aret etmek ve onunla goruşmek olduğunu soylediler. BuhÂrÂ'da goruştukleri kimseler onlara; "MÂlesef, Emîr KulÂl hazretleri vefÂt etti." dediler. Bu maksadla SûhÂrî koyune gittiler. Emîr KulÂl hazretlerinin oğulları, onlarla gorşup sohbet ettiler. Onlara; "Babamız Mekke ve Medîne'ye hic gitmemişti. Siz onu nereden tanıyorsunuz?" dediler. Gelenler; "Biz de buralara hic gelmedik. Fakat biz Emîr KulÂl hazretlerini KÂbe'de gorduk. İki-uc seneden beri hac mevsiminde bizimle berÂber KÂbe'yi tavaf ederdi. Mekke ve Medîne'de pekcok kimse ona bîat edip talebe olmuştu. Fakat bu sene KÂbe'ye gelmedi. Merak edip, ona olan muhabbetimiz ve hasretimiz sebebiyle gormeye gelmiştik, fakat nasîb olmadı." dediler. Boylece, Emîr KulÂl hazretlerinin, kerÂmetle, her sene hac mevsiminde, bulunduğu beldenin halkı farkına varmadan KÂbe'ye gittiği anlaşıldı. Gelen ziyÂretciler, daha sonra Emîr KulÂl hazretlerinin kabrini ziyaret edip, du ettiler. Sonra da oğullarından musÂade alarak SûhÂrî koyunden ayrıldılar.
COK DUÂ ETTİ
Seyyid At Efşene koyune gelmişti. Bu sırada Seyyid Emîr KulÂl dort-beş yaşına basmıştı. Seyyid AtÂ, Efşene koyune geldiği sırada, cocuklardan bir kısmı sokakta oynuyor, Emîr KulÂl de oyun karışmadan kenarda duruyordu. Seyyid AtÂ'yı gorunce, koşup yanına geldi. O da elinden tutup, berÂberce eve gittiler. Evlerine varınca, Seyyid At onu yanına oturtup, kendi sarığını ikiye bolup, bir kısmını kendi başına, bir kısmını da Seyyid Emîr KulÂl'in başına sardı. Ona teveccuh ve himmette bulunup, cok du etti. DuÂsı ve himmeti bereketiyle, tasavvuf hÂllerinden ve mertebelerinden cok nîmetlere kavuşturdu. Sonra da; "Emîr KulÂl'in yuksek derecelere kavuşacağını muşÃ‚hede ediyorum ve onun derecesi, benim derecemden ustun olacak." buyurdu. Boylece Emîr KulÂl, henuz kucuk yaşında buyuk bir velînin teveccuh ve duÂsına kavuşmakla şereflendi ve bu sÂadetle buyudu.
TİMÛR HAN
Timûr HÂn Semerkand'a yerleşince, BuhÂrÂ'ya gitmeyi arzu etti. Bu sebeple Emîr KulÂl hazretlerine haber gonderip, bizim BuhÂrÂ'ya gelmemize musÂade ederler mi? ŞÃ‚yet izin verilmezse, kendilerinin Semerkand'ı teşrîf etmelerini arzu ediyoruz, nasıl buyururlarsa oyle ypalım." dedi. Timûr HÂnın bu arzusu uzerine, Emîr KulÂl hazretleri ne gelmesini, ne gitmeyi kabûl edemeyeceğini ve kendilerine du etmekte olduğunu soyledi. Bunları bildirmek ve Timûr HÂnla goruşmek uzere, oğ3lu Emîr Omer'i vazifelendirdi. Oğlunu gonderirken şoyle dedi: "Ey oğlum! Emîr timûr'a soyle! Eğer Allahu teÂlÂnın rÂzı olduğu yolda yurumek istiyorsa, takvÂdan ve adÂletten asl ayrılmasın. Bunları kendisine şiÂr edinsin ki, kıyÂmet gunu kurtulabilsin! Yine talebelerimizle her zaman ona du ettiğimizi soyle. Eğer dunyÂya meylederse, bu durumların faydasına kavuşamaz." Emîr KulÂl hazretlerinin oğlu Emîr Omer, Semerkand'a gidip, Timûr HÂn ile goruştu. Babasının soylediği şeyleri aynen bildirdi. Birkac gun sonra da, BuhÂrÂ'ya donmek uzere Timûr Han'dan musÂade istedi. Ayrılırken, Timûr Han ona; "BuhÂr ve cevresini sizin emrinize bırakayım, ne olur kabûl edin." dedi. Emîr Omer; "Buna izin yok." dedi. Bunun uzerine Timûr HÂn; "Oyleyse BuhÂr şehrini Emîr KulÂl hazretlerine bağışlayayım." deyince, Emîr Omer yine; "Buna izin yok." dedi. Timûr Han; "Hic olmazsa, BuhÂr yakınında ikÂmet etmekte olduğunuz koyu size bağışlıyayım." diyerek, cok temennide bulundu. Emîr Omer şoyle dedi: "Babamdan şu sozleri işittim: Sizin icin; "Eğer, Allah adamı olan buyuklerin kalbinde bir yer kazanmak istiyorsa, takvÂdan ve adÂletten ayrılmasın. KıyÂmet gunu Allahu teÂlÂnın rahmetine kavuşmak bununla olur." buyurdu.
EĞER EVLİYÂ OLSAYDI
Nakledilir ki, Emîr KulÂl hazretleri bir imÂret yaptırmakta idi. Bu binÂnın inşÃ‚sı icin pekcok kimse toplanmış calışıyordu. Bir gun Emîr KulÂl, Âniden evine gitti. O gidince, orada calışanlar dediler ki: "Emîr KulÂl gercekten velî ise, bizim her birimize birer sıcak ekmek verir. Bir muddet sonra Emîr KulÂl geldi. Yanında hicbir şey yoktu. Yerine oturunca, binÂnın inşÃ‚sında calışanlardan bÂzıları bir birine; "Eğer velî olsaydı, bizim arzu ettiğimiz şeyi getirirdi." diyerek, aralarında konuşmaya başladılar. Daha sonra onlar boyle konuşurlarken, Emîr KulÂl hemen ayağa kalkıp; "Ey tahammulsuzler, işte istediğiniz!" diyerek, elini koltuğunun altına sokup, herbirine sıcak bir ekmek cıkarıp verdi. Onlar da soyledikleri sozlerden dolayı pişman olup, tovbe ettiler. Bundan sonra, Emîr KulÂl hazretleri onlara buyurdu ki: "Ey dostlarım, biz arzu ederiz ki, siz bizden Âhireti, Âhirette kurtulmayı taleb ediniz. Nefsinizin istekelrini terkediniz ki, Âhirette utanıp, mahcûb olmayasanız. Eğer şukrederseniz, Alahu teÂl size her istediğinizi ihsÂn eder. Bu dunyÂda ne yaparsak Âhirette onun karşılığını bulacağız. Ey dostlar, dikkat ediniz ve uyanık olunuz! Bir kimse hev ve hevesinden vazgecmedikce, tuzağına av duşmeyen ve eli boş kalan avcı gibidir. Eğer insan, Allahu teÂlÂyı unutur, gaflete dalarsa, belÂya ve musîbete duşer. Ne yazık ki, omur bitmek uzere olduğu hÂlde, insan dunyÂlıklara dalmış, nefsinin esîri olmuş ve Âhiret yolculuğunu unutmuş, ihmÂl etmiştir. Şiir:
"Ey omrunu cÂhillikle ruzgÂra veren!
Sen omrunun kıymetini nasıl bilirsin?
Yarın toprak altında yalnız kalınca,
Tovbe edeyim dersin, ama yapamazsın!"
TÎMÛR HAN
Bu dunyÂnın en buyuk, devlet adamlarından,
Âlim ve evliyÂnın, dostu idi Timûr Han.
Seyyid Emir KulÂl'in sohbetinde bulundu,
MÂnevî evlÂtlığa, hem de kabûl olundu.
Bir ara Smerkand'a, yerleşince Timûr Han,
BuhÂra'ya gitmeği, arzû etti bir zaman.
Seyyid Emîr KulÂl'e, gonderdi şu haberi;
"BuhÂrÂ'ya gelmeme, var mı musÂdeleri?
Eğer izin yok ise, oraya gelmemize,
Lutfedip kendileri, gelsinler ulkemize,
Hocamızı gormeği, cok arzû ediyoruz,
Nasıl uygun olursa, tÂlimat bekliyoruz."
Hazret-i Emîr KulÂl, bu haber uzerine,
Oğlu Emîr Omer'i, gondermişti yerine,
Buyurdu ki: Ey oğlum, git soyle Timûr HÂna,
Biz rÂzıyız kendinden, duÂcıyız cok ona.
LÂkin onun gelmesi, uygun değil bu yere,
Mumkun değil bizim de, gitmemiz o yerlere.
Alah'ın rızÂsını, istiyorsa Timûr HÂn,
Temhib et, ayrılmasın, adÂlet ve takvÂdan.
Eğer bu tembîhimi, yaparsa iyi olur,
KıyÂmette azaptan, ancak boyle kurtulur.
Eğer duny malına, meyl ederse kendisi,
Bizim duÂmızın da, hic olmaz fÂidesi."
Bu haberi alınca, hocasından Timûr Han,
Oğlu Emir Omer'e, şoyle dedi o zaman:
"Soyleyin benden taraf, lutfen pederinize,
BuhÂrÂ'nın mulkunu, vereyim emrinize."
Emir Omer cevÂben dedi: "İzin yok buna."
timûr HÂn bu sefer de, şoyle soyledi ona:
"Oyleyse filÂn şehiri, size bağışlayayım.
İnşaallah bu teklifi, kabul eder ustadım.
Emir Omer dedi ki: "Bunu da kabûl etmez,
Babam, duny malına, bir zerre kıymet vermez."
Timûr Han bu sefer de, dedi bulunduğunuz,
Koyu bağışlıyayım, budur son umudumuz.
Emir Omer cevaben dedi: "Tahmin ederim,
Bu teklifinizi de, kabûl etmez pederim.
O bana demişti ki, ayrılırken oradan,
"Bizleri memnun etmek, istiyorsa Timûr Han,
AdÂletten, takvÂdan, ayrılmasın herhÂlde,
Ancak boyle kurtulur, azaptan KıyÂmette."
AĞRIYAN DİŞ
Emîr KulÂl kendine Âit bir yerde dergÂh inşÃ‚ ettiriyordu. Calışanlardan biri, kendi kendisine; "Hic kimse bir şey getirmiyor." dedi. Henuz aradan az bir zaman gecmişti ki, bir adam geldi. Cok miktarda ekmek ve uzum getirdi. Emîr KulÂl hazretlerinin huzûruna varıp, gece gunduz diş ağrısı cekmekteyim. Sizin duÂnızı almak icin geldim, bana yardımcı olunuz, tÂkadım kalmadı dedi. Emîr KulÂl, gelen adama; "Yanıma yaklaş bakayım, hangi dişin ağrıyor?" dedi. Adam yaklaştı. Emîr KulÂl parmağını ağzına sokup, ağrıyan dişinin uzerine koydu. Sonra İhlÂs sûserisini okudu. Gelen kişinin diş ağrısı kesilip, hic hastalanmamış gibi oldu. Bundan sonra Emîr KulÂl hazretleri buyurdu ki: "Ey dostlar! İlÂslı olunuz. Her işinizi Allah rızÂsı icin yaparsanız, kurtulursunuz. İhlÂssız yapılan amel, uzerinde pÂdişÃ‚hın muhru bulunmayan para gibidir. Uzerinde pÂdişÃ‚hın sikkesi bulunmayan parayı kimse almaz. Uzerine muhur vurulanı ise herkes alır. İhlÂs ile yapılan az amel, Allahu teÂl indinde cok amel gibidir. İhlÂssız yapılan cok amelin ise, Hak katında kıymeti yoktur. Yaptığınız her ibÂdeti ve işi, ihlÂs ile yapınız. Boylece Allahu teÂlÂya yakın ve rızÂsını kazananlardan olursunuz. Ey dostalrım! İhlÂs ile amel yaprasanız korkmayınız, bu size Âhirette îtibÂr ve şereftir. Eğer tam sÂhibi olup dunyÂya duşkun değilsen, sonunda varacağın yeri duşun. Merd o kimsedir ki, once iyice duşunur, sonra amel etmeye başlar. Boylece, sonunda yaptığı işten utananlardan olmaz."
HEM DOĞUDA, HEM BATIDA
Bir gun Emîr KulÂl hazretleri, talebeleri ile oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada iceriye guzel yuzlu bir genc girdi. Hicbir rşey soylemeden oturdu. Orada bulunananlar, onu hic tanımıyorlardı. Bir ara Emîr KulÂl hazretleri ona bakıp; "TamÂm oldu mu?" dedi. Gelen genc de; "Bir acıklık kalmıştı, o da tamamlandı." dedi. Gelen genc biraz oturup, gitmek uzere kalktı, bir şey soylemeden kapıya doğru yurudu. Orada bulunanlardan bir kısmı, gencin yanına koşup, yakalayıp konuşmak istediler. "Sen kimsin? Gelince bir şey soylemedin ve giderken musÂade istemedin. Emîr KulÂl'e; "Bir yer kalmıştı, o da tamamlandı." dedin. Bu hÂlin ne ve bu sozun mÂnÂsı nedir? Bunları bize acıkla ve kendini tanıt." dediler. Bunun uzerine genc, "Ben, Rûm vilÂyetindenim ve Emîr KulÂl'in talebelerindenim. Bizim memleketimizde bir cÂmi yapılıyordu ve bu cÂmi inşÃ‚sı ile Emîr KulÂl hazretleri ilgileniyordu. Bitince haber vermemizi emretti. CÂmi tamamlandı, ben de haber vermek uzere geldim." dedi. Bunları dinleyince, cok şaşırıp; "Nasıl olur? Biz onun talebeleriyiz ve hocamız Rûm diyÂrına gitmedi." dediler. Gelen genc; "Ben de onun talebesiyim, her gun arkasında namaz kılarım. Bizim memleketimizde cok talebesi ve tanıyıp seveni vardır." dedi. "Peki girince neden selÂm vermedin ve giderken neden izin istemedin?" dediklerinde; "Bunları kalben soyledi." dedi. Ayrılırken de; "Bizim karşımıza muhim bir riş cıktığı zaman, Emîr KulÂl hazretleri gelir. Bizim memleketimizde, sizin burada olduğundan daha meşhûr ve daha cok tanınıp sevilmiştir." dedi. Bunları dinleyen talebeleri, Emîr KulÂl hazretlerinin tasavvuftaki derecesinin yuksekliğini ve tasarrufunun cokluğunu gorup, ona sevgi ve bağlılıkları kat kat arttı.
EVLİYÂYI UZMEK
Seyyid Emîr KulÂl'le, bir gun talebeleri,
ZiyÂrete giderken, birlikte kabirleri,
Yolda, koca bir aslan, cıktı karşılarına,
Talebeler korkarak, cekildiler bir yana.
Ve lÂkin Emîr KulÂl, korkmadı zerre kadar,
Buyurdu ki: "Korkmayın, o bize yapmaz zarar."
Sonra ona yaklaşıp, tutunca yelesini
Başını yere koyup, cıkarmadı sesini.
Hurmet gosterir gibi, hareketler yaparak,
Ayrılıp gitti, geri, sanki mahcûb olarak.
Talebeler bu hÂle, taaccub ettiler hep,
Dediler ki: "Efendim, bu nasıl iş ki acep,
Aslanın size karşı, olan bu hareketi,
Cok hayret verdi bize, nedir bunun hikmeti?
Aslan sizi gorunce, mahcûb oldu ÂdetÂ,
Bir vahşî hayvan iken, sizden korktu o hattÂ."
Buyurdu: "Kardeşlerim, kim korkarsa Allah'tan,
O'nun mahlûkları da, cekinir, korkar ondan.
Aksine, bir insan ki, Allah'tan korkmaz ise,
Mahlûklara karşı da, korkak olur o kimse."
Bir gun talebesiyle, cÂmiye giderlerken,
Bir cocukla, babası, geliyordu ilerden.
Cocuk, Emîr KulÂl'i, gorunce sevdi onu,
Ve sordu babasına, onun kim olduğunu.
O ise sevmiyordu, "Seyyid Emîr KulÂl'i,
Hatt onun hakkında, konuştu lÂubÂli.
Emîr KulÂl işitip, buyurdu ki adama;
"Bana değil, kendine, zarar verdin sen ama.
Bir Allah hadamına kimse ederse hakÂret.
İflÂh etmez o artık, fecîdir ona gÂyet."
Cok zaman gecmedi ki, uyuz oldu o kimse,
Bir cÂre bulmadı, her kime gitti ise.
Nereden geldiğini, anladı bu illetin,
Dedi: "Emîr KulÂl'e, cabuk beni iletin."
Giderek arz ettiler, bunu Emîr KulÂl'e,
Buyurdu ki: "MÂlesef, o donmez iyi hÂle.
Hakkını ona helÂl, etse de Emîr KulÂl,
Onceki evliyÂlar, kat'iyyen etmez helÂl.
O, buyuk insanlardan, ok'u yedi bir defÂ,
Ona cÂre bulmaz, gitse de ne tarafa."
Oradan ayrılarak, gidiyorken evine,
Duşup oldu, bir cÂre, bulamadan derdine.
Buyurdu: "Ey insanlar, sevmeyin bu dunyÂyı,
Ve asl unutmayın, Allahu teÂlÂyı.
Bir gunah karşısında, korkun ki O'ndan gÂyet,
Bundan daha kıymetli, yoktur başka ibÂdet.
Kim Alah'tan korkarsa, siz dahî korkun ondan,
Ve lÂkin hic korkmayın, Allah'tan korkmayandan.
Bir gunah işlerseniz, Âcilen tovbe edin,
Tovbe etmek, başıdır zîr her ibÂdetin.
Her namazı kılınca, tovbe edin siz yine,
Zîr guvenmemeli, bir kul ibÂdetine.
Oyle duşunmeli ki, kul kendi gunahını,
Gormemeli kat'iyyen, başkasının aybını.
Siz her hangi bir işi, getirirken yerine,
Bakın ki, uygun mudur, o iş dînin emrine?
Eğer uygun değilse, vaz gecin siz o işten,
Zîr kul boylelikle, halÂs olur ateşten."
1) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s. 1074
2) AgÂhî Seyyid Emîr KulÂl (MevlÂn ŞihÂbuddîn)
3) ReşehÂt; s.42
4) NefehÂt-ul;Uns; s.415
5) Hadîkat-ulVerdiyye; s.123
6) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.1, s.363
7) Rehber Ansiklopedisi; c.5, s.108
8) Hadîkat-ul-EvliyÂ; s.41
9) Umdet-ul-MakÂmÂt; s.61
10) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.20
__________________
Seyyid Emîr KulÂl
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●37 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Seyyid Emîr KulÂl