Konya'nın Seydişehir ilcesini kuran buyuk velî. Horasan bolgesinde doğdu. Doğum tÂrihi beli değildir. ZamÂnının Âlimlerinin sohbetlerinde ilim oğrendi. Amcasının vefÂtı uzerine Horasan bolgesinin emirliğine getirildi. Bu gorev sırasında buyuk babası hazret-i HÂrûn-ı KerÂmet'in ve amcasının kabrini sık sık ziyÂret ederdi. Bu ziyÂretlerin birinde gÂibden bir ses; "Y HÂrûn, Rûm'a cık! Karaman ilinde Kupe Dağının doğu eteklerinde bir şehir kur! O şehrin halkı sÂlih ola... Şakî olanın Âkıbeti hayır rolmaya." diyordu. Bu sesi daha sonra da duymaya başladı. Bunun uzerine HÂrun Velî, ileri gelenleri topladı ve onlara; "Ey yÂrenlerim! Buyuk dedem ile amcamın kabirlerini ziyÂretim sırasında fevkalÂde bir hÂl oldu." deyince, onlar ısrarla ne olduğunu anlatmasını istediler. Bunun uzerine duyduklarını anlatarak onlardan izin istedi. Duny tÂc ve tahtını terk edip, kendisni tamÂmen Allah yoluna verdi.
Seyyid HÂrun Velî'ye sevenleri ve talebeleri huzûrunda toplanıp; "Ey efendimizi! Siz şimyide kadar duny sultÂnı iken, sizin hizmetinizdeydik, şimdi ise Âhiret sultÂnı oldunuz. Ne olur bizi terk etmeyiniz." diye yalvardılar. Onlara; "O halde siz de fÂni dunyÂda nefsinizin arzularını terkedin. Allahu teÂlÂya kalbden sıdk ile bağlanın. Duny malını bırakın. Ondan sonra benim ile doğru yolda yuruyun. Bu yolda ancak sÂdık kimseler gidebilir." buyurdu. Onlardan bxÂzıları duny ve dunyÂlıklardan vazgecerek, HÂrun Velî'nin talebelerinden oldular.
HÂrun Velî Karaman ilinin neresi olduğunu ve nasıl gideceğini duşunuyordu. Yine bir gun Allahu teÂlÂya ibÂdet edip yalvardığı sırda kulağına; "YÂ HÂrun! Bir bulut sana kılavuzluk edecektir. Onun indiği yer senin mekÂnın olacaktır." nidÂsı geldi. Bunun uzerine hazırlıklarını yapan HÂrun Velî, kırk arkadaşı ile yola cıktı.
O bulut onları once BağdÂt'a goturdu. BağdÂt'ta Şeyh AlÂeddîn isimli buyuk bir zÂt vardı. HÂrun Velî'nin BağdÂt'a gelmesine iki menzil kala, Allahu teÂlÂnın izni ile Şeyh AlÂeddîn'e, onun geldiği ilhÂm oldu. Bunun uzerine talebelerine; "Memleketimize zamÂnın buyuk Âlimi geliyor. Onu karşılamaya cıkalım." dedi. Şeyh AlÂeddîn talebeleri ile berÂber HÂrun Velî'yi karşılamaya cıktı. Şeyh AlÂeddîn buyuk bir hurmet, edep ve tevÂzu ile onu karşıladı ve evine dÂvet etti. Şeyh AlÂeddîn'in talebelerinden bÂzıları edep ve terbiyeye aykırı olarak; "SultÂnım, sen İmÂm-ı CÂfer-i SÂdık neslinden buyuk bir velî iken, bu zÂta cok fazla değer vermenize hayret ediyoruz." dediklerinde, talebelerine; "Susunuz. Bu zÂtın kim olduğunu biliyor musunuz? Eğer siz onun kim olduğunu bilseydiniz, boyle konuşmazdınız. Seyyid HÂrun buyuk bir velîdir. Peygamber efendimizin soyundandır. Ana tarafından soyu Veysel KarÂnî hazretlerine ulaşır. Bu zÂt ilham-ı RabbÂnî ile Horasan sultanlığını terk etti. Kutupluk makÂmına yukseldi. Onun burayı teşrifi, bizim icin buyuk bir saÂdettir." buyurdu. Daha sonra Şeyh AlÂeddîn ve HÂrun Velî birlikte kırk gun halvette kaldılar. Bu sure icinde Alahu teÂlÂya tÂt ve niyazda ve bilgi alış-verişinde bulundular.
Seyyid HÂrun Velî daha sonra izin isteyerek yoluna devÂm etti. HÂrun Velî, dÂim tevekkul hÂlinde idi. Hic kimesye yol sormazdı. Sonra evliyÂlar otağı, ilim ve irfÂn yatağı Konya'ya vardılar. Bir sure once vefÂt eden bu beldenin buyuk Âlimi Hoca Ahmet Fakîh'e; "SultÂnım! Senin dunyÂya ved etme zamÂnın yaklaştı. Ne olur, yerine birisini bıraksan. Size halef olup, bizim rûhumuzu terbiye etse." diye yalvarmaları uzerine; "Yakın zaman icinde Acem taraflarından bir velî gelir. Onun adı HÂrun'dur. AlÂmeti, sağ elinde beyaz bir ben vardır. Beni isteyen onda bula." buyurdu. Seyyid HÂrun Konya'ya vardığında uzun sure cÂmide Allahu teÂlÂya ibÂdet etti. Bu duruma cok hayret eden Konyalılar, bu zÂtı merak ettiler. Seyyid HÂrun Velî olduğunu oğrenince, MevlÂn Ahmed Fakih'in vefÂt etmeden once kendilerine tavsiye ettiği zÂt olduğunu anladılar. Hemen HÂrun Velî'nin yanına gidip; "Efendim! Bizim hocamız Ahmed Fakih vefÂt etmeden once; "Benden sonra yakın bir zamanda Horasan'dan bir velî gelecek. Onun adı HÂrun'dur. Sağ elinde beyaz bir beni vardır. Beni seven onu seve, beni isteyen onda bula." buyurmuştu." dediler ve hocalarının yerine oturmasını ısrar ettiler. seyyid aldığı ilÂhî emre uymak icin yola devÂm edeceğini bildirdi ve yanındakilere; "Ey dostlarım! Yola cıkalım, gideceğimiz yer yakınlaşmış gibi gorunuyor." dedi. Yola cıktılar. Hatunsaray koyunde kardeşi Seyyid Bedreddîn'in hastalığı şiddetlenerek vefÂt etti. Oraya defnettiler. Kabrinin bulunduğu yer, "Seyyid Kabri" ismiyle meşhurdur. VefÂt eden kardeşi Seyyid Bedreddîn'in Mûs isminde bir oğlu vardı. HÂrun Velî bu cocuğun ustune titriyordu. Ona iyi bakılmasını isteyerek; "İnşÃ‚allah biz bu Âlemden gocunce, Mûs bizim yerimizi alacaktır." buyurdu.
KÂfile yoluna devÂm ederek Cumra civÂrında bir yerde konakladı. Burada su yoktu. KÂfiledekiler kendi kendilerine; "Ah bir su olsaydı, ne olurdu?" diyordu. Seyyid HÂrun Velî'ye bu durum Allahu teÂlÂnın izni ile mÂlum oldu ve onlara; "Size su mu gerek!" dedi. "Evet." dediklerinde, asÂsını yere sapladı. Allahu teÂlÂnın izni ile bir su fışkırdı. HÂrun Velî kaynağın yanına kucuk bir mescid inşÃ‚ ettirdi. Bir sure sonra kÂfile yoluna devÂm etti. Bulut gittikce yere yaklaştı. HÂrun Velî; "Ey yÂrenlerim! İnşÃ‚allah menzilimiz yakın olsa gerek." dedi. Bu arada bir tepeyi aştıklarında kendilerine rehberlik eden bulutun, ovanın batı kısımnda yer alan bir dağın eteğinde durduğunu gorduler. HÂrun Velî'nin emri uzerine orası konak yeri oldu. Fakat HÂrun Velî buranın Kupe Dağı olup olmadığında şupheli idi. Burası bugun Karaviran nÂhiyesi olarak bilinen yerdi. HÂrun Velî burada icindeki şuphenin giderilmesi icin kırk gun allahu teÂlÂya yalvardı.
Bu arada bolge halkı onun, velî mi, yoksa velî kılığına girmiş biri mi olduğunu anlamak icin imtihÂn etmek istediler. Diri birisini tabuta koyup; "CenÂzemiz var namazını kılıver." diyerek HÂrun Velî'yi dÂvet ettiler. HÂrun Velî toplanan halka; "Olu niyetine mi, yoksa diri niyetine mi kılacağız?" diye sorunca; "Dirinin namazı kılınır mı, tabiî ki olu niyetine kılacağız ." dediler. HÂrun Velî; "Oyleyse, buyurun cenÂze icin Allahu teÂlÂya du edelim. Sonra da namazını kılalım." dedi. Du ettikten sonra; "Haydin cenÂzenizi yıkayın da namazını kılalım." dedi. Halk alaylı bir şekilde cenÂzeyi kilimden cıkardılar. Akıllarınca; "Sen oluyu diriyi bilmiyorsun." diyerek, HÂrun Velî ile alay edeceklerdi. Fakat kilimi actıklarında, diri sandıkları adamı, olu bulunca, şaşırdılar. Boylece HÂrun Velî'nin buyuk bir zÂt olduğunu anlatılar.
Bir sure sonra HÂrun Velî; "Y HÂrun! O dağa, yaklaş." diye bir ses işitti. Buna sevinen buyuk velî, Kupe Dağına doğru yola cıktı. KÂfile, bulutun gosterdiği yere doğru yol alırken, HÂrun Velî Haydar Baba ile iki talebesini onden gonderdi. KÂfilenin onunu kesmek icin Buk denilen mevkide eşkiy pusu kurmuştu. Bunlar Haydar Baba'nın yanındaki iki talebeyi oldurduler. Haydar Baba olanları buyuk velîye anlatınca; "Oyle ise siz yavaş yavaş geliniz. Ben onden gidiyorum." dedi. HÂrun Velî yuzunden ortuyu hic eksik etmezdi. EşkiyÂnın pusu kurduğu yere yaklaşınca yuzunu actı. Buyuk velînin yuzunu goren eşkiy dağılıp kactı. İki talebeyi oraya defnettiler. Bir muddet gittikten sonra, Kupe Dağının eteğinde gokkuşağı şeklinde bir nûr parladığını gorduler. HÂrun Velî sevenlerini toplayıp; "Ey dostlarım! Şu gorduğnuz nûr var ya, işte orası inşÃ‚allah bizim meskenimiz ve vatanımız olacak. Allahu teÂl bizim, sizin ve butun dostlarımızın îmÂnlarını, şeytanın ve kotu kimselerin şerrinden korusun. Âmîn!" dedikten sonra yollarına devÂm ettiler. Nûrun kapladığı tepecikte konakladılar.
HÂrun Velî, etrafın guzelliklerini seyrederken, keşif hÂli tecellî etti. Şehri meydana getiren butun mahallelerin yerlerini şoyle gordu: "Kıble tarafında ulu kapı vardı. İcinde bir mescid gorunuyordu. Orada Peygamber efendimizin mubÂrek rûhÂniyeti ve EshÂb-ı guzîn oturmuştu. kuzey tarafında kapı ve mescid vardı. Burada da butun peygamberlerin rûhÂniyetleri ve Hızır aleyhisselÂm bulunuyordu. Batı tarafındaki kapıdaki mescidde ise, dedeleri ve evliyÂ-ı kirÂm bulunoyurdu.Butun bunları goren HÂrun Velî yakın dostlarını yanına cağırarark onlarla istişÃ‚re etti ve hemen şehrin kurulmasını istedi. Dostları; "Ey efendimiz! İnşÃ‚allah allahu teÂl kolaylık verir. Fakat bunun icin ustalar, işciler, kirec, taş gerekli. Bunca hizmetler nasıl gorulebilir?" dediler. O da; "Kalkınız gidip, yapacağım bu yer icin lÂzım olan taş ve ağacların yerini gorelim." dedi. HÂrun Velî'nin geldiğini duyan pekcok musluman ve gayr-i muslim oraya gelmişlerdi. Onlar da beraber bu dağın eteğine gittiler. Bir su akıyordu. Suyun kenarında inşÃ‚atta kullanılabilecek ağaclar, pınarın başında ise eski bir yerleşim merkezinin taşları bulunuyordu. HÂrun Velî, Allahu teÂlÂya; "Y İlÂhî! Senden bu taşların bir kısmının bizimle gelmesini umarım." diye du etti. Daha sonra taşlara doğru donerek; "Allahu teÂlÂın izni ile kalkın." dedi. Taşlar kalkarak HÂrun Velî'nin onunde koyun surusu gibi giderek, istenilen yere geldiler. Bu manzara karşısında bircok hıristiyan, musluman oldu. Muslumanların ise, Allahu teÂlÂya teslimiyetleri fazlalaştı. Bu durumu duyan bolge halkı, akın akın ona gelmeye başladı. HÂrun Velî gelen halka; "Ey cemÂat! Biliyorsunuz ki, biz bir hayır işe başlayacağız. İnşÃ‚allah kurmakla vazîfelendirildiğimiz bu şehir, son zamanlarda cok faydalı olacak. Bilhassa sonradan gelenlere cok menfaatli olsa gerektir. Fakat şakî ve din bilgisinden mahrum olanların Âkıbeti kotudur." buyurdu. Allahu teÂlÂnın yardımıyla halka buyuk bir zevk ve coşkunluk geldi. Ustalar, marangozlar, demirciler, arabacılar ve işcilerin hepsi hizmete hazır olup, HÂrun Velî'nin emir ve işÃ‚retini bekliyordu. HÂrun Velî once Ulukapı, Pazar kapısı ve Evliy kapısının yapılmasını emretti. Ulu kapının yapımına Akca Baba, Pazar kapısının yapımına Nasipli Baba, Evliy kapısının yapımına da Haydar Baba nezÂret ediyordu. Halk canla başla kırk gun calıştıktan sonra, HÂrun Velî bir muddet inşÃ‚atı paydos etmelerini istedi. İnşÃ‚ata birkac gun ara verildi. HÂrun Velî yapılan kalenin etrÂfını gezdi. Daha sonra inşÃ‚ata tekrar başlanıldı. Kale burcları bir hayli yukseldiği sırada kaldırılamayan taşlar icin HÂrun Velî'den yardım istiyorlardı. O da; "Ey taş kalk!" deyince taş kalkıp istenilen yere konardı. Calışanlardan herhangi birinin bir yeri taş ve kirecten yara olsa veya incindiğinde HÂrun Velî orayı sıvazlayınca, Allahu teÂlÂnın izni ile iyi olurdu.
Beyşehir bolgesinde Eşrefoğlu hukum suruyordu. Ona gidip; "Efendim! Velvelid şehri harÂbelerinin guneyinde Horasan'dan gelmiş birisi şehir kuruyor. Taşlar koyun gibi o zÂtın istediği yere yukselip konuyormuş." dediklerinde, ofkelenen Eşrefoğlu hemen iki adam gonderip, onu buraya getirin diye emir verdi. O adamlar gelip butun olanları gorunce zevke gelip Âşık oldular. Geri donmeyi akıllarına bile getirmeden canla başla calışmaya başladılar. Onların geri donmemesine kızan Eşrefoğlu, bu sefer on kişi gonderdi. Onlar da HÂrun Velî'nin yanına gelip durumu gorunce, icten bir bağlılıkla bağlanıp geriye donmediler. Eşrefoğlu yedi kere adamlar gonderip, bir netice alamayınca, asker toplanması icin emir verdi ve; "Gidelim onun yaptığı işlerin hepsini yıkalım." dedi. Bunun uzerine cok îtimÂd ettiği vezîri; "Ey sultÂnım! Bu kişi ya Kutb-ul-aktÂb mertebesinde bir velîdir, veya tam bir sihirbazdır. Bu ikisinden başka bir şey olamaz. Bunlardan hangisi olursa olsun sana zarÂrı dokunabilir. Benim kanÂtim şudur ki: Bu zÂt her halde Kutb-ulaktÂbdır. Cunku bu kadar kerÂmetler gorunen ve gittiğ iyerlerde cÂmi, mescid ve medrese yapan bir kişinin Âdî bir sihirbaz olması imkÂnsızdır. Beni gonderin, inşÃ‚allah her şeyi oğrenir, gelirim." dedi. Eşrefoğlu bunun uzerine izin verdi. Vezir yanına birkac adam aldı. Birer tulum katran ve bise yukleyip yola cıktılar. Guy buları hediye olarak goturuyorlardı. HÂrun Velî'nin bulunduğu yere gelince, once Beyşehir'den gelen hemşerileri ile karşılaştılar. Getirdikleri hediyeyi onlara soyleyince; "Sakın bunları o zÂta vermeyin. Boyle hediye mi olur? O sizin zannettiğiniz gibi değildir. Buyuk bir velîdir. Onun ne dunyÂya ne de sultanlığa rağbeti vardır. ZÂten sultanlığı terk edip gelmiştir. Hediye diye getirdiğiniz bu şeyleri dokun, onları goturmeyin." dediler.
Vezir huzûruna cıkarıldığında HÂrun Velî ona; "Hani getirdiğin hediyeler nerede/ Onları buraya getir." dedi. Vezir bu duruma cok şaşırdı. Getirdiği hediyeden hemşerilerinden başka hic kimseye bahsetmemişti. Hemen hediyeleri o buyuk zÂtın huzûruna getirdi. HÂrun Velî, her birinin icine biraz su atınca, biri saf bal, diğeri de yağ oldu. Bu duruma hayret eden vezir, kendini toparlayıp; "Biz cok hatÂlı bir yolda imişiz." diyerek vezirlikten vazgecip HÂrun Velî'ye talebe oldu. HÂrun Velî; "Ey vezir! beyine git benden selÂm soyle, yerinde sağ olsun. Bizim icin keder cekmesin. Onun duşunduğu işlerle ilgimiz yok. Biz butun hizmetimizi Allah rızÂsı icin sarf ediyoruz. Gecici şeylere iltifÂt edecek vaktimiz yok." dedi. Vezir ozur beyÂn edip geri donmeyeceğini arzetti. O buyuk zÂt bu isteği kabûl edince, vezir adamlarını tulumlarla birlikte geri gonderdi. Adamların yanında veziri gormeyen Eşrefoğlu'nun canı sıkıldı. Hem de gonderdiği hediyeler geri gelmişti. Eşrefoğlu gelenlere olanlar hakkında suÂller sordu. Onlar da; "Efendim! Veziriniz orada kalıp, hizmetkÂrlık yapmayı vezirliğe tercih etti. Seyyid HÂrun bu tulumların icine su atıp bizimle geri gonderdi. Eşrefoğlu gazaba gelip; "Getirin şu tulumları bir gorelim." dedi. Tulumlar getirliip acılınca, herkes hayretler icinde kaldılar. Zîr birini bal, diğerini yağ olmuş gorduler. Yine de buna buyu dediler.
Gayrete gelen Eşrefoğlu, askerlerini hazırladı. HÂrun Velî'nin yaptıklarını yıkmak icin yola cıktı. Eşrefoğlu adamlarını toplayıp meşveret etti. Sonunda; "Once eski veziri cağıralım o ne derse ona gore hareket edelim." diye bir karÂra vardılar. Velvelid iline geldiklerinde eski vezire adam gondererek; "Bugun biz Seyyid HÂrun'i ziyÂrete geldik. Gel bizim rehberimiz ol." dediler. Vezir bu isteklerine herhangi birc evap vermeden HÂrun Velî'ye; "Efendim! Eşrefoğlu Mehmed Bey sizi ziyÂrete gelmiş, bendenize adam gondermiş, gelsin ziyÂretimize kılavuuz olsun demiş, ne buyurursunuz." diye sordu. HÂrun Velî de izin verdi. Vezir, Eşrefoğlu'nun muazzam bir kalabalık ile geldiğini gorunce; "Ey sultan! Bu nasıl harekettir? Bir Hak dostuna bu kadar askerle nicin geldin? Yoksa niyetin başka mıdır?" diye sordu. Eşrefoğlu; "Evet bizim yola cıkışımızda ilk niyetimiz oyle idi. Fakat yolda bir fikir bize mÂni oldu. Şimdi niyetimiz dostluk ziyÂretinden başka bir şey değildir. Ne yol gosterirsen ona gore gidelim, hatt askerimin atlarını bile vermek niyetindeyim." dedi. Vezir; "Ey Sultan! Bu velîye gÂibden bir ses gelip; "Y HÂrun! rum'a git, Kupe Dağının doğu tarafına bir şehir kur. O şehir halkı sÂlih ola. Şakî olanların sonu hayr olmaya." demiş. Bu ilÂhi ilham ile buraya gelmiş. Ne olur sultÂnım. Allah dostuna alcak gonulluluk lÂzımdır." dedi. Eşrefoğlu; "Ne şekil bir alcak gonulluluk yapalım." diye sorunca vezir; "Efendim kendiniz arkanıza bir buyuk taş alın. Cumle asker de size uyarak, her birisi arkalarına birer taş alsınlar. O velînin yaptığı kalenin etrafına koysunlar. Sen de o zÂta; "MubÂrek olsun kolay gelsin." diyesin." dedi. Eşrefoğlu bunu makul karşılayıp, askerlerine; "Hepiniz arkanıza birer taş alın." diyerek kendisi de buyuk bir taş alıp HÂrun Velî'nin inşÃ‚ ettiği kalenin etrÂfına geldiler. Bunu gorenler hemen gidip HÂrun Velî'ye; "Beyşehir beyi Eşrefoğlu, butun maiyeti ile arkalarında taş getirmişler, ne buyurursunuz?" dediler. HÂrun Velî; "O taşları koyun, lÂkin bu hic iyi bir şey olmadı. ZîrÂ, zorla guc ile getirdiler. Bu kale tez harÂb olsa gerek. Gerci duny fÂnîdir. Harab olmak revÂdır." dedi.Eşrefoğlu, HÂrun Velî'nin huzûruna gelip buyuk bir edeble elini optu ve sohbetini dinledi. Eşrefoğlu'nun yanında değerli Âlimler de vardı. HÂrun Velî cemÂate gozlerinizi yumun dedi. Hepsi gozlerini yumdular ve Allahu teÂlÂnın izni ile Cennet'i gorduler. Bu esnÂda HÂrun Velî; "Ey muslumanlar! Gorun ibret alın. Boyle ebedî ve sonsuz Cennet nîmetlerini, fÂni dunyÂnın gecici nîmetlerine değişmeyin. EvliyÂ, Âhiret nîmetlerine de rağbet etmez. Onların dunyÂda ve Âhirette arzuladıkları tek şey, Allahu teÂlÂnın rızÂsıdır. O zÂt-ı subhÂniyyenin mubÂrek cemÂlidir. Sizi de bu yola teşvik ediyorum. Size, dunyÂdan el etek cekip miskin miskin durun demiyorum. Ben, Âhiret sevgisinin yerini kaplayan, duny sevgisini kalpten cıkarın diyorum. Ey Eşrefoğlu! Biz bu dunyÂnın beyliğini, ebedî Âlemde onun lutfuna mazhar olmak icin terkettik. Bu şehrin kurulmasına kasdımız, kendimizden değildir. Belki Hakk'ın emridir." dedi. Eşrefoğlu bu sozleri dinledikten sonra ağlayarak; "SultÂnım! Ben sizin hizmetciniz olup, sizi hÂlis bir sevgi ile seviyorum. Kurduğunuz bu şehirde benim ne hakkım var." deyince, HÂrun Velî; "Şehir beylere layıktır. Bize gerekmez." buyurdu. Orada bulunan Âlimler; "Ey Eşrefoğlu! Bir kimse harap bir yeri ihy etse, orası onun mulku olur. Bu kÂideye gore burası Seyyid HÂrun Velî'nin olur. Fakat kendisi kabûl etmediğine gore, sen al. Sonra burasını HÂrun Velî'ye vakfet." dediler. Bunun uzerine Eşrefoğlu; "Peki aldım ve yine HÂrun Velî'ye vakfettim. Benim şehrim olan Beyşehir'de kendime Âit bir koşk ile has ve guzel bir bahcem var. Onları da vakf-ı sahîh ile vakfediyorum. Siz şÃ‚hid olun." dedi. Sonra hurmetle HÂrun Velî'nin elini opup, edeple oradan ayrıldı. Askerleri ile Beyşehir'e geri dondu. Oradan, mukemmel bir vakfiye yazıp Seyyid HÂrun'a gonderdi.
İnşÃ‚at buyuk hızla devÂm ediyordu. Mescidin kapıları, İran'dan HÂrun Velî'yi sevenler tarafından getirilmişti. Bu sıradaHÂrun Velî husûsî ibÂdethÂnesinde Allahu teÂlÂya munÂcaat ediyordu. Zaman zaman inşÃ‚atı gezer, gerekli emirleri verirdi. Bu arada mescidin onunde bir medrese yapılmasını istedi. Zamanla oraya yerleşmek icin gelenlerin sayısı gitgide arttı.
Bu sırada Ilgın'da ikÂmet eden Dediği Sultan isimli Horasan'dan gelmiş velî bir zÂt vardı. Talebeleri ona; "Efendimiz! Velvelid iline buyuk bir velî gelmiş. Cok kerÂmetleri gorulmuş, onun fazîlet ve şerefi halk arasında dillere destan olmuş. Herkes ondan bahsediyor." dediler. Dediği Sultan da; "Oyle ise o mubÂrek zÂtı ziyÂret etmek bize borc oldu. Hemen onun ziyÂretine gitmeli." buyurarak yanına iki talebesini alıp yola cıktı. Ciğil Dağına geldiklerinde, onlerine bir ayı cıktı. Kendisine itÂate geldiğini anlayan Dediği Sultan, hemen ayıya bindi. Civril Dağlarına geldiklerinde, Allahu teÂlÂnın izni ile bu ziyÂret HÂrun Velî'ye mÂlûm oldu ve talebelerine; "Dediği Sultan bir ayıya binmiş bize ziyÂrete geliyor. Gelin biz de o mubÂrek zÂtı karşılayalım." dedi. HÂrun Velî'nin talebeleri; "Efendimiz! O zÂtın bir ayıya binerek gelmesi bir kerÂmetidir. Bu kerÂmeti sÂyesinde, icimizdeki îmÂnsızların îmÂna gelmelerini kuvvetle ihtimÂl etmekteyiz. Bunun uzerine HÂrun Velî işÃ‚retle bir taşı gosterdikten sonra; "Y Allah!" deyip taşın ustune bindi. Taş, Allahu teÂlÂnın izni ile yurumeye başladı. Bu halde giderlerken, Ilıca koyunun doğu tarafından Dediği Sultan'ın ayı uzerinde geldiğini gorduler. İki velî karşılaştıkları zaman, birisi ayıdan, biri de taştan indi. Bu durumu goren kÂfirlerin coğu musluman oldu. Bu karşılaşma tam oğle vaktinde idi. HÂrun Velî; "CemÂatle oğle namazını kılalım. Herkes abdestini alsın." dedi. Fakat abdest almak icin orada su bulamadılar. HÂrun Velî asÂsını toprağa batırdı. Allahu teÂlÂnın izni ile bir pınar cıktı. Herkes, gunumuzde dediği Sultan Pınarı ismiyle bilinen o pınardan abdest aldı. HÂrun Velî, Dediği Sultan'a imÂm olmasını soyledi.Dediği Sultan; "Siz varken ben imÂm olamam. Ric etsek de siz kıldırıverseniz." dedi. Oğle namazını HÂrun Velî'nin arkasında ed ettikten sonra, yuruyerek şehre girdiler. Şehri dolaştıktan sonra HÂrun Velî'nin husûsî ibÂdethÂnesinde uc gun sohbet ettiler. Dediği Sultan bir muddet kaldıktan sonra Ilgın'a dondu.
İnşÃ‚atın buyuk bir kısmı tamamlandıktan sonra, HÂrun Velî mescidin koşelerine cilehÂneler yapılmasını istedi. CilehÂneler bitirilince, HÂrun Velî, Cum CÂmiinin icindeki bir cilehÂneye girdi ve kalan omrunu orada gecirdi. VefÂt edeceğine yakın cilehÂneden cıkarak eski ibÂdethÂnesine geldi. Burada mescide acılan kucuk bir penceresi vardı, imÂma buradan uyardı. Bir gun butun Âile halkını yanına cağırdı ve; "Gelsinler goreyim. Duny fÂni, Âhiret bÂkidir. Oraya nakil kılmak bize yakın oldu. İnşÃ‚allahu teÂl onlara bÂzı nasihatlarda bulunalım." dedi. Bunun uzerine kızı; "Ey babacığım! Bizi bu ellerde bırakıp da nereye gideceksiniz? Biz garip mi olacağız?" deyince, HÂrun Velî; "EvlÂdım! Allahu teÂlÂnın murÂdı ne ise o olur. Seni Hakk'a ısmarladım. Cumlenin elinden tutan O'dur. Başka kimse yoktur. Sana vasiyetim şudur ki: "Kardeşimin oğlu MûsÂ'ya guzel bakasın. Hoşca tutasın. Fakirlerin hizmetini cÂnu gonulden yapasın." buyurdu. Hanımına da; "Sana da aynı vasiyeti ediyorum. Sen de hizmet kuşağını sıkı bağlanasın. Fakirlere yardım edesin. MûsÂ'yı da yetim bilesin." dedikten sonra odalarına gonderdi.
HÂrun Velî sonra talebelerini cağırdı. Onun cok zayıflamış olduğunu goren talebeleri; "Efendimiz! HÂliniz nasıldır!" diye sorunca, "Cok şukur iyiyim. Allahu teÂlÂya hamdolsun. Yalnız bir zayıflığım var. Sizin ile Âhir omrumde son bir def istişÃ‚re etmek uzere cağırdım. Benim hÂlimi biliyorsunuz. Bu Âlemde fazla kalmayıp, yuce MevlÂya kavuşsam gerek. Sizin her birinizi bir memlekete gondereceğim. Gittiğiniz yerlerdeki kÂfirler, Allahu teÂlÂnın izni ile îmÂna gelsin." dedi. Bunları konuşurken talebeleri arasında SeyyidMahmûd'u aradı. Goremeyince; "Seyyid Mahmûd nerededir?" diye sordu. Seyyid Mahmûd ise sonradan geldiğinden; "Buyur efendim!" diye cevap verince, HÂrun Velî; "Oğlum! Sen AlÂiyye'ye (Alanya) git. Meskenin orası olsun." buyurdu. Seyyid Mahmûd; "SultÂnım! Siz bu durumda iken ben sizi nasıl bırakıp gidebilirim?" dedi. HÂrun Velî; "İşte asÂmı atıyorum. Bu as nerede karar kılar ise, sen de orada mesken tutasın." diye emredince, Seyyid Mahmûd hemen yola cıktı.
HÂrun Velî daha sonra; "Oğlum ZekeriyyÂ! Seni de Manavgat'a gonderiyorum. Hemen oraya git." emrini verdi. Zekeriyy Baba da hocasından ayrılmasının uzuntusu icinde hemen yola cıktı. Ali Baba, Gok Seyyid Kilimpuş ve Siyah Derviş'e donerek; "Evlatlarım! Siz de Antalya'ya gideceksiniz. SÂhil olup, guzel yerdir." dedi. Onlar da uzuntu icinde yola cıktılar. AkcaBaba'yı Germiyan iline, Nasipli Baba'yı Aydın iline uğurladı.
Seyyid HÂrun Velî'nin hastalığı gunden gune ziyÂdeleşince, talebelerine; "Ey yÂrenlerim! Artık biz Âhirete gidiyoruz. Olduğumuz zaman beni ibÂdet yerim olan buraya defnediniz. Uzerime bir turbe yapınız. Hepiniz haklarınızı helÂl ediniz." deyince, herkes gozyaşı dokmeye başladı. HÂrun Velî onları îkÂz etmek icin; "Siz bana nicin ağlıyorsunuz. Ben hayÂtım boyunca, sevdiğim ve rızÂsını almaya uğraştığım mukaddes dostuma gidiyorum. Sizleri de O'na emÂnet ediyorum." dedikten sonra Kelime-i şehÂdet getirerek 1320 (H.720) senesinde rûhunu teslim etti.
HÂrun Velî'nin vefÂtını kimse fark edemedi. Gorenler olmemiş zannediyordu. Yuzunde hic vefÂt nişÃ‚nesi yoktu. Sanki tatlı bir tebessumle etrÂfını seyir ve temÂşÃ‚ ediyordu. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Sonra Haydar Baba ile Gok Tîmûr Baba gelip, HÂrun Velî'nin mubÂrek nÂşı yanında gece sabaha kadar beklediler. Olduğune kanÂat getirdiler. Sabah gasil işleri tamamlandı ve kalabalık bir cemÂat tarafından kılınan namazdan sonra husûsî ibÂdethÂnesine defnedildi. Uzerine kısa zamanda bir turbe yaptırıldı. Yerine kızı Halîfe Sultan gecti. Halîfe Sultan'ın vefÂtından sonra ise, HÂrun Velî'nin yetişmesine ve terbiyesine cok onem verdiği kardeşinin oğlu Şeyh Mûs gecti.
1) MakÂlÂt-ı SeyyidHÂrun Velî
2) Seydişehir EvliyÂları
__________________
Seyyid HÂrun Velî
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●33 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Seyyid HÂrun Velî