İstanbul velîlerinden. İsmi, Yahy Efendidir. Seyyid olup soyu Peygamber efendimize ulaşır. İstanbul'da 1711 (H.1123) yılında doğdu. 1784 (H.1198) tÂrihinde İstanbul'da vefÂt etti. Karacaahmed yakınında Seyyid Muhammed EnsÂrî mukÂbilinde (karşısında) defn edilmiştir.

Babası Ocak cavuşlarından idi. Kendisi deAğa kapısı kaleminde calıştı. Baş halife olup buradan emekli oldu. Aksarayî KÂtibzÂde Mustafa Efendiden ve Mustafa Şukru Efendiden hat dersi almıştır.

Seyyid Yahy Efendi İstanbul'daki evliyÂnın buyuklerinden Mehmed Emin TokÂdî hazretlerinin talebesi olmakla şereflendi. Seyyid Yahy Efendi talebeliğe kabul oluşunu şoyle anlatır: 1727 senesinde on altı yaşında iken babam vefÂt etti. Ben yetim, kimsesiz ve fakir kaldım. Semtimizde oturan KÂtibzÂdeMustafa Efendiden hat, yazı dersi almaya başladım. Sulus yazıyı oğreniyordum. Kocamustafapaşa Dergahına gitmek Âdetim olduğundan, yine bir Cuma gunu ezÂndan yarım saat once oraya gittim. Şadırvanda abdest tÂzeleyip etrÂfı seyretmeye başladım. Bu esnÂda mubÂrek yuzlu bir ihtiyÂr geldi. Koynunda yazı cuzdanı vardı. Kollarını sığadı, şadırvandan abdest almaya başladı. Ben de abdest havlumu hazırlayıp, abdest alınca kurulanması icin tuttum. Alıp sildikten sonra bana du etti. "EvlÂdım kimsin, kimden hat dersi alıyorsun?" diye sorunca, bir mikdÂr konuştuk. Bu sırada ezÂn vakti yaklaşmıştı. "EvlÂdım sana bir şey soyliyeceğim, kabûl eder misin?" dedi. Ben de; "Başustune efendim." dedim. "İnşÃ‚allah onumuzdeki Pazartesi gunu seni, Ayasofya CÂmiinin Meyyit kapısı karşısındaki berber dukkanında, oğle namazından sonra beklerim. Senin din ve dunyÂn icin hayırlı sozlerim vardır." dedi.Sonra ved edip namaz icin cÂmiye girdi.

Pazartesi gunu olunca, buyuk bir heves ve heyecanla soylenilen yere gittim. Bahsettiği berber dukkanına birkac adım kala, o goruştuğum zÂt berber dukkanından cıkıp yanıma geldi. "Oğlum, senin sahibin, hocan varmış. İnşÃ‚allah en kısa zamanda bizden daha ustunune kavuşursun. Kusura bakma sana zahmet oldu. Buraya kadar geldin." dedi. Bunun uzerine ben de elini opup geri dondum.

Aradan bir ay ve birkac hafta gecti. Bir Salı gunu, hat dersi aldığım KÂtibzÂde Mustafa Efendiden hat tÂlimi icin derse gittim. İcerdeki talebelerin cokluğundan oturacak yer kalmamıştı. Hoca Efendi hat dersi vermekle meşgûl iken, bir ara yanındaki pencereden dışarı baktı. Halîfesi EniştezÂde Ali Efendiye; "Emîn Efendi hazretleri geliyor karşılayın!" deyince, aşağıya inip karşıladılar. Hurmetle merdivenden cıkarıp odaya getirdiler. İceri girince hoca efendi elini optu. Cok kalabalık olduğu icin gelen zÂt, ocağın yanına oturdu.Ben tam karşısına denk geldim. Herkese dikkatle baktıktan sonra, bana da dikkatle bakıp; "Molla Yahy gel cubuğumu doldur." buyurdu. Hemen kalkıp tutun cubuğunu doldurup verdim. Tekrar yerime oturdum. Sonra kahve geldi, kalkıp kahveyi de alıp ikrÂm ettim. Yine yerime oturdum. Hepimiz dikkatle sohbetini dinliyorduk. Sohbet sırasında, Sultan SuleymÂn HÂnın İstanbul'a getirdiği lezzetli suyun akıtılması icin binlerce kuyu kazdırmasına rağmen muvaffak olunamadığına uzulup, herkesten himmet ve du talebiyle kıyÂfet değiştirip dolaştığından bahsolundu. Sultan SuleymÂn HÂna, bir zÂt, ancak bir Âşık-ı sÂdıkın duÂsını almakla bu işin mumkun olacağını, o Âşık-ı sÂdıkın murÂdını yerine getirirse, kendi murÂdı da yerine geleceğini soylemiş. O da bunu yapıp, Âşık-ı sÂdık olan zÂtın duÂsını alarak cok hayra sebeb olmuştur diye anlattılar. Sonra sohbete devÂm etti. Sohbet sırasında kucuk-buyuk herkes ağladı.

Sonra bana yine onceki gibi; "Gel celebi cubuğu yerine koy." buyurdu. Ben de cubuğu koyup mubÂrek elini operken elimi oyle bir sıktı ki, bu esnÂda vucûdumda bir urperme oldu ve kalbim yanmaya başladı. Bir saat kadar kalbimin carpması, yanması devÂm etti. Bu tasarrufunu nice zaman sonra anladım. Kapıdan uğurladıktan sonra, hoca efendi bana; "Bu zÂt kimdir bilir misin" dedi. Hayır bilmem diyerek oğrenmek istedim. "Bu zÂt Tokatlı Mehmed Emîn Efendidir. Allah'ın evliy kullarından olduğunda kimsenin şuphesi yoktur. Hatt sana (hic gormediği ve tanımadığı hÂlde) isminle hitÂb edip hizmetinde bulundurmasının bir hikmeti olduğuna alÂmettir. İnşÃ‚allah netîcesini gorursun." diyerek beni mujdeledi. İnşÃ‚allah deyip saf ile evime gittim. Anneme o mecliste olanları anlatıp; "Bu gun evliyÂullahdan bir zÂtı gordum ve hizmetinde bulundum." dedim. Bundan sonra gunlerce buyuk bir sevinc icinde dolaştım.

Aradan bir iki ay gecmişti. Bir gun BÂyezîd'e giderken, yolda Mehmed Emîn Efendiye rastladım. Hemen koşup elini optum. HÂlimi-hatırımı sorduktan sonra; "Meşke, yazı yazmaya gidiyor musun, hocana selÂm soyle." buyurup yanımdan ayrıldı. Benim kalbimde yine onceki gibi bir huzur ve saf peyd olup, bir iki gun boyle devÂm etti. Bu hÂdiseden sonra da aradan bir ay gecti. Bir sabah erkenden cıkıp, mahallemizde bir berber dukkanına girdim. Oturur oturmaz ak sakallı ve burma sarıklı bir zÂt iceri girip selÂm verdi. Yanıma oturup hatırımı sorduktan sonra; "Bir dostunuz size selÂm eder ve sizi isterler. Buyurun gidelim!" dedi. "O dostum kim? Sen kimsin?" demek hatırıma gelmedi. O anda icime bir şevk, bir arzu duşup, hemen kalkıp o zÂtla yola cıktım. Zeyrek'de, Cini hamamın onune gelince, bana; "Siz hamama girip guslediniz, ben sizi kapıda beklerim" dedi. Yine sebebini sormak hatırıma gelmedi. Hamama girip bir muddet sonra cıktım. Tekrar yola devÂm ettik. Zeyrek ardında, Filyokuşu'nda bir kapıyı caldı. Bir hizmetci cıkıp kapıyı actı. Biz de iceri girdik.

İceri girdiğimizde, bir zÂt seccÂde uzerinde kıbleye karşı oturuyordu. Beni getiren zÂt karşısına varıp, elini opunce ben de varıp elini opmek icin elimi uzattım. O anda mubÂrek gozlerini acıp; "Geldiniz mi?" dediğinde, huzûrunda bulunduğum zÂtın, hat dersi aldığım hoca efendinin evinde gorduğum Mehmed Emîn Efendi olduğunu gordum. Sevincle elini opup huzûruna oturdum. Beni dÂvet eden zÂta da; "Gel HacıHalîl, sen de otur." buyurdu. O da gelip oturunca, ona du edip; "Hacı Halîl Efendi! Bu cocuğu hocasında gorduğum gundenberi Resûlullah efendimizden bize vermelerini ric ederim. Allahu teÂlÂya hamd olsun, kabûl ve ihsÂn buyurup verdiler. Telef olmadı." dedi. Ben o sırada bu sozleri anlayamamıştım. Sonra bunu defÂlarca dostlarıma anlattığımda anlıyabildik.

Mehmed Emîn Efendi ile berÂber yemek yedik. Yemekten sonra ikindi vaktine kadar kaldık. "Senin evinde kimin var?" buyurdu. Ben de; "Efendim, bir sene once babam vefÂt etti. Bir annem ve altı yaşında bir erkek kardeşim var." dedim. Bize izin verip; "Yarın sabah gene gel." buyurdu. Elini opup ayrıldım. Eve varınca anneme bu hÂdiseyi anlattım. Memnûn olup; "Hak teÂl seni yetim ve kimsesiz bırakmaz. Sana bir ata ihsÂn eylemiş. İnşÃ‚allah terbiyeleriyle nasîblenirsin" diye du etti.

Ertesi gun annemden izin isteyip huzurlarına vardım. Annemin bana yaptığı duÂyı soyleyip hurmetlerini arzedince, o da ağlayıp vÂlidemin duÂsının kabûl olunması icin du buyurdular. İlk gunku gibi ikindiden sonra yanlarından ayrıldım. Her gun sabah erken gelip, ikindiden sonra ayrılıyordum. Boylece aradan kırk gun gecti. Sonra bana sarf ve nahiv okumaya başlatıp ezberlettiler. O derece hizmetlerine alıştım ki, sanki on senedir bu işleri yapıyormuş gibiydim.

Mehmed Emîn Efendi ekseriyetle bana ReşehÂt kitabını okutup, dinlerdi. BÂzan da okunan yerleri acıklar, îzÂh ederdi. Ben okurken, ekseriyetle kendisinde istigrak, kendinden gecme hÂli vÂki olurdu. Bu hÂl uzayınca, uykuları bastırdı zannedip okumayı keserdim. Derhal gozlerini acıp; "Oku! Nicin kesdin?" buyururdu. Bu hÂl uzere ReşehÂt kitabını yetmiş-seksen def başından sonuna kadar okuyup bitirdik. Boylece cok yerini ezberlemiştim. Bir gun Cuma namazını kılmak uzere evden cıkıp, berÂberce Ayasofya CÂmiine gittik. Namaz vakti yaklaştığından cÂmiye girdik. Namazı kıldıktan sonra, cÂmiin Meyyit Kapısı tarafından dışarı cıkıp, hizÂsındaki berber dukkanına girdik. Dukkanda bulunanlar ayağa kalkıp elini optuler. Gordum ki beni Kocamustafapaşa dergÂhında gorup, bu berber dukkanına dÂvet eden, kalb gozu acık, ihtiyÂr zÂt da oradaydı. O da derhal kalkıp Mehmed Emîn Efendi ile kucaklaşıp musÂfeha yaptı. Herkes oturdukdan sonra, daha once o berber dukkanına cağıran zÂta hitÂben, beni gosterip; "Azîzim bu genci kapar mıydınız?" buyurdu. O zÂt da; "Estagfirullah SultÂnım, bu fakîr onu sÂhibsiz zannedip, zÂyi olmasın diye kabûle niyet etmiştim. İstihÂreden sonra hÂli mÂlûm olunca el cektim. Affınızı umîd ederim." deyip, elini optu.

Oradan ayrılıp giderken, yolda; "Efendim, bugun dukkanda latîfe buyurduğunuz pîr hazretleri kimdir?" diye sordum. "Seni Kocamustafapaşa DergÂhında gorup, talebeliğe kabûl icin dÂvet eden zÂttır. Nakşibendiyyenin buyuklerinden Heykel Huseyin Efendi nÂmıyla bilinen zÂttır. Edirnevî ArabzÂde Ali Muhammed Efendinin talebesidir. Onlar da İskenderî Karacaahmed civÂrında medfûndur. Komşunuz olan bey, 1705 tÂrihinde vefÂt eden Seyyid Muhammed Semerkandî'nin talebesidir. O daMekke-i mukerremede medfûn ve Muhammed Ma'sûm hazretlerinin talebesi olan Ahmed Yekdest CuryÂnî hazretlerinin talebesidir. Bu fakîr, Mekke-i mukerremede Ahmed Yekdest hazretlerinin hizmetinde iken bu tarafta vefÂt etmiş, goruşmemiz mumkun olmadı." buyurdu. Senede bir kere benimle birlikte İskenderiyye'yi teşrif edip, kabirlerini ziyÂret ederek, baş ucunda murÂkabe ederdi.

Mehmed Emîn Efendiye talebe olmamdan iki ay sonra hocam ahbablarıyla birlikte bizim eve teşrif etmeye başladı. Bizde bir hafta veya on gun kalıp tekrar evlerine donerdi. Ben dÂim yanında bulunur, hic ayrılmazdım. Kendilerine mahsus hizmetlerini gorurdum. Akşam yemeğini tÂkiben birkac saat istirahat ettikten sonra abdest alır, once yatsı namazını daha sonra da teheccud namazını kılardı. Beni uyandırır, ben de derhal kahvesini pişirir, tutun cubuğunu doldururdum. Sonra da huzurlarında otururdum. Sabah namazı vaktine kadar sohbet eder, muşkillerimizi hÂllederdi. Eğer arkadaşlarımızdan evde bulunanlar olursa, onlar da gelip sohbetini dinlerdi. Hep İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin ve oğlu Muhammed Ma'sûm hazretlerinin altı cildlik Mektûbat'ından anlatırdı. Bu hususta o: "Mekke-i mukerremede iken, okuyup mutÂlaa ederek, hoş vakit gecirdiğim bu altı ciltlik MektûbÂt'tan bir nushasının, Şeyh Muhammed MurÂd hazretlerinin kutuphÂnesinde mevcûd olduğunu işittim. Fakat elde edemedim. İnşÃ‚allah sen bir nushasını bulup tercumesine vesîle olursun." buyurdu. VefÂtından bir iki sene sonra Mektûbat'ın tamÂmını elde edip, 1750 senesinde, arkadaşlarımızdan MustakimzÂde SÂdeddîn SuleymÂn Efendiye vererek, tercume edilmesini istedim. O da 1752 senesinde tercumeyi tamamladı.

Yahy Efendi, KÂdiriyye yolunu da, BağdÂdî diye tanınan Muhammed Necîb UskudÂrî'den aldı.

1) MenÂkıb-ı Emîn TokÂdî, Millet KutuphÂnesi
2) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.61
3) Tuhfe-i HattÂtîn; s.584
__________________