Seyyid TÂh hazretlerinin "AbdurrahmÂn Nîgûnam= AbdurrahmÂn iyi isimli, yuce şanlıdır", yÂhut "Kutb-ı ArvÂsî" buyurarak medhettiği AbdurrahmÂn Kutub'un torunu olan SıbgatullahArvÂsî kucuk yaştan îtibÂren ilim tahsîline başladı. Babası Seyyid Lutfullah Efendi onun yetişmesi icin husûsî gayret sarf etti. Cok zekî olan SeyyidSıbgatullah ArvÂsî, kısa zamanda kelÂm, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zÂhirî ilimleri tahsil etti. ZamÂnının fen bilgilerinde de mutehassıs oldu. Bid'atten uzak olup, Peygamber efendimizin sunnetine uygun bir hayat yaşamaya calıştı.Tasavvufa karşı buyuk alÂka duydu. Bircok Âlim ve velî zÂtın ilim meclislerinde ve sohbetinde bulundu. Van'a giderek Seyyid Muhyiddîn Efendinin hizmetine girdi. Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdiği vazîfeleri yapmak icin canla başla calıştı. Ağır riyÂzetler ve mucÂhedeler cekti. YÂni nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti. Uzun yıllar hocasının hizmet ve sohbetiyle şereflendi. NihÂyet bir gun hocası ona; "VefÂt etmiş velîlerden istifÂde edecek, faydalanacak makÂma geldin." buyurdu. Seyyid Muhyiddîn vefÂt edince, Şeyh HÂlid-i Cezrî'ye gitti. Bu mubÂrek zÂtın vefÂtına kadar sohbetleriyle şereflendi. Sonra Seyyid TÂhÂ'nın, Molla MurÂd Hurûsî'yle gonderdiği; "Kendi yuvana don!" haberiyle, TÂhÂ-i HakkÂrî'nin şerefli hizmetine koşup, hakîkî ve esas yuvaya kavuştu. Onun paha bicilmez sohbetlerini, colde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayÂt verici buldu. Seyyid TÂh hazretleri,Resûlullah efendimizden murşidleri vÂsıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı. Kalb gozu acılıp yuksek makamlara kavuştu. Oyle ki, Hızır aleyhisselÂm ile goruşur, sohbet ederdi. Murşidi Seyyid TÂh hazretleri vefÂt edince, onun yerine gecen Seyyid SÂlih hazretlerinin sohbetine devÂm etti. Seyyid TÂhÂ'nın huzûrunda kemÂl ve ikmÂl mertebelerine ulaşan Seyyid Sıbgatullah, HizÂn ve Gayda'da halkı irşad eyledi ve insanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Sohbetinde bulunup bir teveccuhune mazhar olanın kalbinde, Allahu teÂlÂnın muhabbeti yerleşirdi. Dînin emirlerine son derece uyar, yasaklarından sakınırdı.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, geceleri hep ibÂdetle gecirirdi. Uykusunu, oğleye yakın kısa bir muddet kaylûle yaparak telÂfi ederdi. Hep kıbleye donerek otururdu; buna son hastalığında dahî cok dikkat etti. Dostlarıyla sohbetinden sonra murÂkabe hÂlinde olur, Allahu teÂlÂnın mahlûkÂtı hakkında tefekkur ederdi.
Yakın talebelerinden biri anlattı: "AbdurrahmÂn TÂhî (TÂgî

Seyyid Sıbgatullah'ın talebelerine teveccuhu, sohbetinden daha ziyÂde ve faydalı idi. Onun icin sohbet suresi cok az olurdu. Talebeleriyle sessiz otururken talebelerinden pek coğu cezbeye kapılır, kendinden gecerdi. Bir defÂsında oğlu BehÂeddîn, babasından izin alarak vÂza başladı. İki saat kadar kalpleri aydınlatan guzel sozler soyledi. Fakat hic kimsede muhabbet ve cezbe eseri yoktu. Sohbet bittikten sonra, Seyyid Sıbgatullah; "Haydi kalkınız, ikÂmet getiriniz de namazımızı kılalım." der demez, cemÂat cereyÂna kapılmış gibi cezbeye tutuldu.
Sevdiği talebelerinden biri anlattı: "Hocamız bir gun murÂkabe hÂlinde otururken tebessum ettiler. Bu hÂli daha once hic gormediğimiz icin merak ettik ve; "Tebessum etmenizin hikmeti ne idi efendim?" diye suÂl ettik. Buyurdular ki: "Bir talebemiz Botan Cayı'nda başını yıkamış, sacını tararken, tarak sacına takıldı. Canı acıyınca bizden yardım istedi. Onun icin tebessum ettim."
Talebelerinden biri anlattı: "Molla Abdulgafûr isminde, hocamızın buyukluğune inanmayan biri vardı ki, değil kendisiyle, bizimle bile namaz kılmaya tahammul edemezdi. Cum gunleri namazını kılar kılmaz cÂmiden hemen cıkıp giderdi. Bir gun cÂminin kapısında Seyyid Sıbgatullah ile karşılaştı. Seyyid Sıbgatullah ona; "Molla Abdulgafûr! Sen bizden ne kotuluk gordun ki, arkamızdan konuşup gıybetimizi yaparsın?" buyurdu. O da Seyyid Sıbgatullah'ın kolundan tutarak itti ve; "Bunca insanı aldatıp peşinde koşturduğun yetmez mi ki, beni de onların arasına katmak istersin." diyerek itmeye devÂm etti. Kolunu onun elinden kurtaran Seyyid Sıbgatullah, ona oyle bir celÂl ile baktı ki, Abdulgafûr, yıldırım isÂbet etmiş cınar ağacı gibi yere yıkıldı. Sonra da kalkıp hocamın elini opmeye başladı. Bir taraftan da; "Ne olur efendim beni affediniz. Kotu ve yalancı benim. Yaptıklarıma pişmÂn oldum. Sizin buyukluğunuzu anlayamadım, beni affediniz." diyordu. Sonra Abdulgafûr'a; "Ne gordun ki, boyle birdenbire değiştin?" diye sordular. O da; "Gavs bana oyle celÂlli bakınca, yemîn ederim ki, başım t Arşa kadar yukseldi, sonra tekrar yere duştum. Gavs'ın buyuk kerÂmetini gordukten sonra, nasıl pişmÂn olmam?" dedi.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri bir gun talebelerine; "FilÂn tepeye cıkalım, orada sohbet edelim." buyurdular. O gun talebeleriyle yola cıktılar. Tepenin eteklerine gelince, talebelerden bÂzıları onden yuruyup, oturulacak yerleri, hocaları tepeye cıkıncaya kadar duzeltmek istediler. Seyyid Sıbgatullah, oğlu ve yakın talebesi AbdurrahmÂn TÂhî, en arkada ve aşağıda idi. Onden giden talebelerin birinin ayağının altından koca bir taş yuvarlandı. Gittikce hızlanıyor, hocaları Seyyid hazretlerinin uzerine doğru geliyordu. Butun talebeler korkuya kapıldılar. AbdurrahmÂn TÂhî ise birden hocasının onune gecerek, taşın Seyyid hazretlerine değmesine engel olmak istedi. Taş, hikmet-i ilÂhî tam onlerindeki bir kayaya carparak arkasında kaldı. HÂdiseyi seyretmekte olan Seyyid Sıbgatullah, AbdurrahmÂn TÂhî'nin, canı pahasına yaptığı bu hareketten son derece memnun oldu.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, Allahu teÂlÂnın butun mahlûkÂtı uzerine cok merhÂmetliydi. Sıla-i rahm yapardı. Dostları vefÂt ettiğinde onların cocuklarını arar, gozetir ve tÂziyede bulunurdu. Sohbetlerinde kendisine karşı cıkanlara cok şefkatli ve nÂzik davranırdı. Kendisine kotuluk yapanlara iyilik yapardı. Yemekte kendisinden evvel kimsenin sofradan kalkmamasını emrederdi. Kalkan olursa onu men ederdi. Allahu teÂlÂnın emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sunnetine tam olarak uyardı. Hatt bir gun coraplarını giyerken unutarak once sol ayağından başlayan bir talebesini şiddetle azarlamıştı. İslÂmiyetin emirlerini okumadın veya duymadın mı da boyle yaparsın. Bir şey giyerken once sağ taraftan başlanılacağını ve cıkarırken de sol taraftan başlanılacağını bilmez misin? buyurdu. Teheccud ve EvvÂbin namazlarına devÂm ederdi.
Gavs hazretleri talebeleriyle olan sohbeti sırasında; "Bizim yolumuzun esÂsı sohbet ve muhabbettir. Sohbet muhakkak lÂzımdır." buyurdu.
"Sohbet, duny bağlılıklarını keser ve hakîkî îmÂnı kazandırır. EshÂb-ı kirÂmdan bÂzılarının; "Gelin bir saat îmÂn edelim." sozlerindeki îmÂndan maksat, sohbettir. (YÂni bir saat sohbet edelim de îmÂnımız yenilensin, kuvvetlensin.)"
"Talebe, tavus gibi olmalıdır. Guzel kanatlarına, renk renk tuylerine değil, siyah bacaklarına bakmalıdır. Nefsini son derece kusurlu gormedikce istikÂmet ele gecmez. Bu şekilde gormemek buyuk gunÂhtır. Muhabbet, ihlÂslı amel ve gayret talebeliğin şartıdır. Bunlardan birinin eksik olması mÂnevî felÂket alÂmetidir."
"Nefsin katli ve olumu, musluman olmasından ve kotu sıfatlarının değişmesinden ibÂrettir."
Komşu kasabadaki talebelerinden biri hastalanmıştı. Olum doşeğinde iken; "Himmetinizi istirham ediyorum, y mubÂrek hocam!" diyerek yardım istedi. Seyyid Sıbgatullah, o anda talebeleriyle sohbet ediyorlardı. Bir ara sohbeti yarıda keserek, AbdurrahmÂn TÂhî'yi o talebesine gonderdi. Hemen yola cıkan AbdurrahmÂn, kısa bir zaman sonra hasta talebenin evine vardı, onu iyileşmiş oturuyor gordu.
BÂzı sohbetlerinde uzun zaman konuşmazdı. Bu yuksek zumrenin hÂllerini bilmeyen bÂzı zÂhir Âlimleri, acab Şeyh nicin bize bir şeyler anlatmıyor dediklerinde; "Sukûtumuzdan istifÂde edemeyen, konuşmamızdan da edemez." buyururdu.
"Bu zamanda diğer yollardan istifÂde edilememesi, kÂmil velîlerin kalmamasından mı, yoksa bid'atler sebebiyle midir?" suÂline, şu cevÂbı verdiler:"Bid'atler karışması sebebiyledir. Zîr bu zamanda bid'atler coğaldı. Bu bid'atlere karşı koyabilecek bir yol, ancak fayda verir."
Kabir azÂbıyla ilgili olarak buyurdu ki:
Kabir azÂbı, duny sevgisini Âhiret sevgisine tercih edenlere olur. İkisinin sevgisi musÂvî, yÂhut Âhireti dunyÂdan cok sevene kabir azÂbı yoktur."
Bid'atlerden ve kotuluklerden sakınmak husûsunda buyurdu ki:
"Bid'atlerin hepsi karanlıktır. Onlarda guzellik yoktur. Bizim yolumuzun ustunluğu, bid'at karışmamış olmasıdır. Ortadan kalkan her yol, bid'at yuzunden kalkmıştır. Farzlarla yetinip, bid'atlerden kacınan kimse, bir bid'at işleyip, bircok tÂatler yapıp hÂl ve mevÂcide kavuşandan ustundur."
"Bu son zamanlarda sunnet, bid'atler arasında, gece karanlığında ışık sacan inci gibidir. Zaman, dînin garîb olduğu zamandır. Bunun icin bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki cetin mucÂhedelerle elde edilenden daha cok sevÂb verilir."
"Bir şey icin olan hırs ve gayret, ona olan sevginin netîcesidir."
"Muminin kabrinde yuzunun kıbleden cevrilmiş gorunmesi, duny sevgisi uzerine olmesindendir."
"Hasedden zararlı kalb hastalığı yoktur. Âlimlerin Âfeti de ondandır."
EvliyÂnın hallerini anlatmak ve dinlemek husûsunda buyurdu ki:
"EvliyÂnın menkıbelerini dinlemek, muhabbeti artırır, EshÂb-ı kirÂmın menkıbeleri îmÂnı kuvvetlendirir, gunahları mahveder."
SeyyidSıbgatullah'ın hocası TÂhÂ-i HakkÂrî hazretleri kendisine; "Ne kendin sesli zikret, ne de başkasına ettir." buyurdu. O da ona uydu. Oyle ki, insanlar sesle olan butun zikirleri mezmûm (kotulenmiş) sandılar. Seyyid Sıbgatullah hazretleri gonullerinden geceni anlayıp şoyle buyurdu: "Butun zikirler mezmûm değildir. Teşrik tekbirleri, oluye telkin, aksırıp "elhamdulillah" diyene, "yerhamukellah" demek derin vÂdiye inerken, yukseğe cıkarken okunacak tesbihler ve benzerlerini sesli soylemek sevÂb olup, eserde gelmemiş ve sÂbit olmamış olanlar mezmûmdur."
Seyyid TÂh hazretleri kendisine yazdığı mektûbda; "Talebenin hocasına ihlÂs ve muhabbeti tam, tÂbiliği durust olup, hÂl sÂhibi olmasa zararı yoktur. Bu ucunden birinde noksanlık olup, hÂl var ise Allah korusun istidractır. ŞekÂvet alÂmetidir." diye yazdı. Bu mektûbdaki mÂn o kadar buyuktur ki, bir sene sohbete bu sozlerle başlamıştır.
Gavs hazretleri, omru boyunca İslÂmiyeti oğrendi, oğretti. İnsanlara anlatarak onların iki cihÂn saÂdetine kavuşmaları icin calıştı. Bir gun talebelerine şoyle anlattı: "Sırrî-yi Sekatî buyurdu ki: "Korku, kufurden başka kalb hastalıklarını giderir. Muhabbet bunu da siler." Bunun icin biz yolumuzda muhabbeti esas aldık. Talebelerinden AbdurrahmÂn TÂhî; "Muhabbet ve ihlÂstan hangisi ustundur?" diye sorunca; "Bu ikisi yemek ve su gibidir. YÂni bu ikisi olmadan tasavvuf yolculuğu olmaz." buyurdu.AbdurrahmÂn TÂhî; "Hangisi asıldır?" dedi. Ona cevÂben; "İhlÂs" buyurdu.
Tasavvuf yolcusunun durumuyla ilgili olarak buyurdu ki: "Fıkıhta bir mezhebe uyup amel edenin ictihÂd derecesine varmadıkca, imÂmından ayrılıp nasslara uyması doğru olmadığı gibi, tasavvuf yoluna intisÂb eden bir kimsenin de, hocasının ve hocasının halîfelerinin koyduğu usûl ve edeplerden dışarı cıkması uygun değildir. Bununla meclisinde bulunan ve ayağını opmek isteyen bir talebesine mÂni olmak istedi. AbdurrahmÂn TÂhî; "Bu hususta hadîs-i şerîf vardır. Birisi Resûlullah'tan elini opmek icin izin istedi, musÂde buyurdu. Ayağını opmek istedi, musÂde buyurdu.Secde icin izin istedi, musÂde etmedi." dedi. Bunun uzerine Gavs buyurdu ki: "Bu yolun gecmiş buyuklerinin birinden ve kendi hocası Seyyid TÂhÂ-i HakkÂrî hazretlerinden bahs edip; "Bu işe mÂni olurlardı. Şoyle ki, Muhammed PÂris hazretleri vefÂt edince, oğlu babasının ayağını opmek icin eğildiğinde, opturmemek icin ayağını cekmiştir." buyurdu.
VefÂt etmeden once; "Amel ediniz?" buyurdu. "Amel nedir?" diye sordular. "Amelden maksÂd rÂbıtadır, yÂni murşidini duşunup ona bağlanmaktır." buyurdu. DevÂm ederek; "Maksad, İslÂmiyet'in bildirdiği yonde istikÂmet uzere olmaktır. Bid'atten ve İslÂmiyet'e aykırı olarak yapılan amellerden feyz alınmaz. Tasavvuf, İslÂmiyete uymak demektir. Molla Yûsuf Ali; "EvliyÂlık, İslÂmiyetin emirlerini yapmakla kazanılır." buyurdu. Fakat kalb hastalıklarının izÂlesi icin hocasıyla sohbet de şarttır. İslÂmiyete uymadan vilÂyete, yÂni velîliğe kavuşulur diyen sapıktır, zındıktır. Namazlardan hemen sonra istigfÂr ediniz. İslÂmiyetin bildirdiği hususlara uymayan ve sunneti terk eden murşid, yol gosterici olamaz." buyurdu.
HalîfelerindenAbdurrahmÂn TÂhî'ye vasiyet ederken; "Buyuklerin yolunu değiştirme. Ben hocamın bana emrettiği gibi değiştirmedim. O da hocasından aldığı gibi hic değiştirmedi. RuyÂda hocam Seyyid TÂh hazretlerini gordum, buyurdu ki: "Talebenin hocasına saygılı olmasının faydası, onun buyukluğunun ortaya cıkması ve olabilecek edepsizliklerden kurtulmasıdır."
Seyyid Sıbgatullah hazretleri Bitlis'de bulunduğu sırada bir gun sabah namazından sonra; "Olumum sonbaharın sonuna doğru olacak." Başka bir zaman AbdurrahmÂn TÂhî'nin de bulunduğu bir sırada oturduğu odanın boşaltılmasını emir buyurdu ve vasiyetini yazdıracağını bildirdi. AbdurrahmÂn TÂhî; "Efendim bu vasiyet de ne oluyor?" dedi. "Bana ilhÂm yoluyla yaşamayı veya olmeyi tercih etmem istendi. Rûhum Âhireti diledi." buyurdu. AbdurrahmÂn TÂhî hazretleri; "Efendimiz sizin hayatta olmanız insanların hayrını coğaltır. Sadaka veriniz, zîr sadaka kaderin hukmunu onler. Kaderin hukmunun kesin olmayıp, sadaka verip vermemeye bağlı olması muhtemeldir." dedi. Bunun uzerine Sıbgatullah ArvÂsî hazretleri emir verip cokca sadaka dağıttırdı. Fakat ertesi gun sÂlih bir kadın gelip; "EyvÂh! EyvÂh! Gavs-ı Âzam şu alcak dunyÂdan ayrılıp, Hakk'a kavuşma yolculuğunun eşiğindedir." dedi. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordular. Kadın; "Gavs bana dedi ki: Daha once hastalanınca sadaka veriliyor ve ecel tehir ediliyordu. Halbuki bu sefer ecelim kesindir. Zîr KazÂ-i mubremdir. Ona hicbir şey engel olamaz, buyurdu." dedi.
Hazret-i Gavs'a halîfesi AbdurrahmÂn TÂgî, Teşrin-i sÂnînin (Kasım ayının) dokuzunda; "Daha once belirttiğiniz ecelinizin vakti gecti." dedi. "Hayır gecmedi. Cunku KÂnun-ı evvelin (Aralık ayının) ilk on gunu de sonbahardan sayılır." buyurdu. Bir gun; "Cum gunu, olum icin guzel bir gundur. Fakat Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Pazartesi gunu vefÂt etmiştir. Şeyhim Seyyid TÂh iseCumartesi gunu vefÂt etti." buyurdu. "Cumartesi gunu" sozunu bir kac kere tekrar etti. Kendisinin bu gunde vefÂt edeceğini tahmin etti.
Olum oncesi hastalığı sırasında kendisini ziyÂrete gelen kimselere hastalığının şiddetinden bahsetmediği gibi, aksine iyi olduğundan bahsederdi. Hatt vefÂt ettiği gun, akrabÂları izin isteyip koylerine gittiler. Cunku sıhhatinin yerinde olduğunu gorduler. O gunlerde corba suyundan başka bir şey yemiyordu. Hastalığı sırasında hic uyumuyor, sÂdece kıbleye karşı oturuyor, bÂzan sağına, bÂzan sol tarafına yaslanarak murÂkabede bulunuyordu. Olum hastalığı sırasında hic inlemedi. SekerÂt-ı mevtinden once yerine halîfe bıraktığı oğlu SeyyidBehÂeddîn'i yanına cağırdı. "EvlÂdım! Talebelerim sana emÂnet. Onları buyuk bir îtin ile yetiştir. Gozun gibi koru. Sohbet ve teveccuhlerini uzerlerinden esirgeme. Sakın şohret isteme. Allahu teÂlÂnın emirlerini yap, yasaklarından kacın. Dîne muhÂlif iş yapma. Seni yetiştiren hocanı ve Allahu teÂlÂnın dostlarını incitme, onların her zaman gonullerini almayı ihmÂl etme." buyurdu. Dostlarıyla vedÂlaştıktan sonra da; "Ben olunce arkamdan ağlamayınız." buyurdu. Sonra bir muddet murÂkabe hÂlinde kaldı.
İki kucuk oğlunu Seyyid Nûr Muhammed ve Seyyid Burhan'ı zÂhirî ve mÂnevî terbiyeleri icin Molla AbdurrahmÂn-ı Meczûb'a teslim etti. Seyyid TÂh hazretlerinden naklederek; "Kılıc kınından cıkmadıkca, bir şey kesemez." buyurdu. VefÂt ettiği Cumartesi gunu oğleden sonra SekerÂt-ı mevt hÂline girdi. Bu hÂlinde yanına giren AbdurrahmÂn TÂgî ve MollaAbdurrahmÂn Meczûb, sessizce "YÂsîn" sûresini okudular. "Beni doğrultun." buyurdu. Doğrulttular. Tekrar; "Beni yatağıma uzatın." buyurdu. Birkac def doğrulttular ve tekrar yatağa uzattılar. Olum hastalığının ızdırabı fazlalaşınca, AbdurrahmÂn TÂgî'ye bakarak; "Boyle olsun bakalım." dedi ve olumu tercih ettiğini belirtti. Sarığını cıkardı. Goğsune buz koydular. YÂsîn-i şerîf sûresini yuksek sesle okumalarını tavsiye buyurdu. Rabbine bir an evvel kavuşması ve ecelinin cabuk son bulması icin du edilmesini ve bunun icin, oğluna sadaka vermesini emretti. Bu sırada yanına girenlere oturmalarını soyledi. Ağır sekerÂta girip rûhunu teslim edeceği zaman, sekerÂtın şiddet ve ağır hallerinden hic şikÂyetci olmadı. Kendisini yatağına koymalarını isteyince, kollarından tuttular. LÂkin yatağa kadar yuruyerek gitti. Yuksekliği bir dirsek boyu olan sedirine kendisi cıktı. Sağ yanına yaslandıktan sonra tebessum eder bir vaziyette Kelime-i şehÂdet getirerek rûhunu teslim etti. O anda odanın icine bir guzel koku yayıldı. Bu kokuyu odanın dışında duran diğer talebeleri de duydular. Bu koku defin esnÂsına kadar devÂm etti.
Oğlu CelÂleddîn Efendi, cenÂzesini yıkadı. Yıkama esnÂsında yakın hizmetcisi Ali Efendi ve AbdurrahmÂn TÂgî ona yardım ettiler. Techiz ve kefenlenmesi yapıldıktan sonra talebeleri ve sevenleri tarafından cenÂze namazı kılındı ve Gayda'da defnedildi.MubÂrek kabri sevenleri tarafından ziyÂret edilmekte feyz ve bereketlerinden istifÂde edilmektedir.
Seyyid Sıbgatullah ArvÂsî hazretlerinin yolu, başta halîfesi ve oğlu Seyyid BehÂeddîn hazretleri, diğer halîfeleri AbdurrahmÂn TÂgî, Şeyh HÂlid-i ŞirvÂnî, Şeyh AbdurrahmÂn BehtÂnî, Sofî Mustafa KûlÂtî, Ali Can Kulpikî gibi zÂtlar tarafından devÂm ettirildi.
Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin on kardeşi vardı. Bunlardan birisi; zÂhid yÂni dunyÂya ehemmiyet vermeyen, comert ve velî bir zÂt olan Seyyid Molla Resûl Zeki idi. Diğerleri; Seyyid CemÂleddîn, Seyyid Nûreddîn, Seyyid Abdulmelik, Seyyid AbdulkahhÂr, Seyyid AbdulgaffÂr, Seyyid Muhammed, Seyyid Âbid, Seyyid Abdulganî, Seyyid MevlÂnÂ'dır. Bunların hepsi Âlim ve zÂhid olup, zamanlarını medreselerde gecirirlerdi.
Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin, Seyyid CelÂleddîn, Seyyid BehÂeddîn, Seyyid HamzÂ, Seyyid Nûr Muhammed ve Seyyid Hasan adlı oğulları vardı. Ayrıca Seyyid Bahrî, Sultan Veled ve BurhÂneddîn adlı uc oğlu ise kucuk yaşta vefÂt etmişlerdir.
GERCEK İLİM
Şeyh HÂlid isminde buyuk bir Âlim vardı. Şark vilÂyetinin adliye mufettişliğini yapardı. Tefsîr, hadîs ve fıkıh gibi zÂhirî ilimlerde, İbn-i Hacer ve Seyyid Şerîf CurcÂnî hazretleri kadar Âlim olduğunu iddi ederdi. "Butun din kitapları ortadan kalksa, bu ilimleri yeniden ihy ederim." derdi. İşte bu Şeyh HÂlid, Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin ismini ve nÂmını işitmiş, gidip gormeyi niyet etmişti. Giderken de bÂzı zor sorular hazırlayıp sormayı ve onu muşkil durumda bırakmayı duşundu. Şeyh HÂlid geldiğinde, Seyyid Sıbgatullah onu yolda karşıladı, guzelce misÂfir edip ağırladı. Sohbet esnÂsında da Seyyid Sıbgatullah; "Bir kimse bir talebemize şoyle bir suÂl sorsa, talebemiz o sorana şu şekilde cevap verir diyerek, Şeyh HÂlid'in gelirken hazırladığı butun soruları teker teker, pek guzel cevaplandırdı. Son soruyu cevaplandırdığında, HÂlid; "UstÂdım! Beni affediniz, tovbe ettim." diyerek ellerine sarılıp optu. Birkac gun sonra mufettişlik gibi duny makamlarını terkederek, Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin huzûrunda diz coktu. Pek cetin riyÂzet ve mucÂhedeler cekerek nefsini terbiye etmeye başladı. Nefsinin kotuluklerinden kurtulmak icin nefsin istediklerini hic yapmaz, istemedikleri yapardı. Seyyid Sıbgatullah ata binerken, sırtıma basarak binsin diyerek koşar, onunde eğilirdi. Sıbgatullah hazretleri ise, onu bundan meneder, bir daha boyle yapmamasını tenbih ederdi. Şeyh HÂlid bu ihlÂslı hareketleri ile pekcok teveccuhlere kavuşarak, evliyÂlıkta yuksek makamlar sÂhibi oldu.
1) EshÂb-ı KirÂm; (6. Baskı) s.288, 399, 401
2) El-KelîmÂtu'l-Kudsiyye; s.1, 69
3) İşÃ‚retler; s.26-36
4) İslÂm Meşhurları Ansiklopedisi; c.3, s.1812
5) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.212
6) Osmanlı TÂrihiAnsiklopedisi; c.6, s.103
__________________