Allahu teÂlÂnın yolunu anlatan guzel şiirleri ile meşhûr bir Turkistan evliyÂsı. Ozbek Turklerinin Hita kolundan olup, BuhÂrÂlıdır. 1633 (H.1043) de Kette Kurgan’da doğmuştur. Babası Ahmed Kulı Atalık’dır. ZamÂnındaki ilim sÂhiplerinden, Ehl-i sunnet îtikÂdını ve Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini oğrendi. Bir ara BuhÂr HÂnlığı’nda tamgacı yÂni gumruk idÂresi reîsliğinde bulundu. Bu esnÂda Nakşibendiyye halîfelerinden Habîbullah Şeyh Nevrûz’dan feyz alarak kemÂle geldi. Daha sonra resmî vazifeden ayrılarak, halkı irşÃ‚d ile meşgûl oldu. 1723 (H.1135) yılında RahşvÂr adlı koyde vefÂt etti. Bu koy daha sonra AllahyÂr adını aldı.

Sûfî AllahyÂr’ın, Habîbullah-ı BuhÂrî’ye talebe olması şoyle anlatılır:

Sûfî AllahyÂr hazretlerinin kabadayılığı cok meşhûr olmuştu. O, sokaklarda dolaşırken sokakta oynayan cocuklar korkarak dağılıyorlardı. HabîbullÂh-ı BuhÂrî hazretlerinin bir talebesini de hırpalamıştı. O gece Sûfî AllahyÂr hazretleri cok sayıda halıyı ust uste yığarak, ustunde arkadaşlarıyla birlikte oturmakta idi. Gecenin ilerlemiş bir saatinde Sûfî AllahyÂr hazretleri birden ayağa kalkarak Habîbullah-ı BuhÂrî hazretlerinin dergahına doğru koşmaya başlar. Kapıyı calar. HabîbullÂh-ı BuhÂrî hazretlerine talebe olmak istediğini soyler ve butun gunÂhlarına tovbe eder. Ancak kendisinin bir şartla talebeliğe kabul edilebileceği belirtilir. Şart şudur: Sûfî AllahyÂr hazretleri hemen o gunden itibaren sokakta ciğer satacak, bunu yaparken kafasına da koyunun sakatatını saracaktır. Sûfî AllahyÂr hazretleri şartı kabul eder ve butun şartlara riÂyet ederek hic bir şeye aldırmadan uzun zaman ciğer satar. NihÂyet bir gun dergaha kabul edilir ve buyuk bir ihlasla hizmete başlar. On iki yıl burada kalarak tasavvufta yuksek derecelere ulaşır.

Yaşadığı bolgenin dil ve lehcesiyle İslÂm îtikÂd bilgilerini yayan Sûfî AllahyÂr, halk arasında pek cok tutulmuş ve şiirleri dilden dile dolaşmıştır. Şiirlerini Arapca, Farsca ve Turkce olarak soyleyip yazmıştır. Bolgede kendisinden once gelip ilim yayan Ahmed Yesevî, BurhÂneddîn MerginÂnî, İsmÂil BuhÂrî ve ŞÃ‚h-ı Nakşibend BehÂeddîn-i BuhÂrî (r.aleyhim) gibi ilim sÂhiplerinin îtikÂd ve yollarını şiirle dile getirmiştir. Bu îtibÂrla şiirleri daha ziyÂde didaktik yÂni oğretici mÂhiyette, tasavvufî ve ahlÂkîdir. Bu hÂliyle Ahmed Yesevî’nin (r.aleyh) on sekizinci asırdaki tÂkibcisi olduğu soylenebilir.

Eserlerinde Farscayı da cok iyi kullanan AllahyÂr’ın butun gayreti, gerek şiir, gerekse nesirle olsun; Ehl-i sunnet inancını yaymaya ve İslÂmî esasları bildirmeye yoneliktir. Farsca DîvÂn’ı yanında, manzum Meslek-ul-Muttekîn, MurÂd-ul-Ârifîn, Mahzen-ul-Mutîîn ve SebÂt-ul-Âcizîn adlı eserleri vardır. Bunlardan, Ozbek Turkcesi ile yazdığı SebÂt-ul-Âcizîn adlı eserinde, baştan başa îmÂn esaslarını anlatır. MunÂcÂt, tevhîd ve peygamberlere, bilhassa Muhammed aleyhisselÂma ve EshÂbına (r.anhum) geniş yer verir. Ayrıca, hikÂyelere yer verdiği eserinde, vasiyetlerini de bildirir. Burada emr-i mÂrûf ve nehyi anilmunker yaparak sevenlerine nasîhat etmektedir. Sûfî AllahyÂr, eserinde halka hitÂb ettiği icin oldukca acık ve anlaşılır bir Turkce kullanmıştır. Eseri bu bakımdan ele alınıp değerlendirilince, Turkcesinin cok acık olduğu gorulur. Ayrıca, yer yer İslÂm buyukleri ile ilgili hikÂyeler anlatması, dilinin acıklığına bir başka sebeb olarak gosterilebilir. Şiirlerini aruz vezni ile yazmış olması ve bu vezni en iyi şekilde kullanması bir başka husûsiyetidir. En cok kullandığı arûz kalıbı “mefÂîlun mefÂîlun feûlun”dur ve yetiştiği bolgenin Yûnus Emre’si durumundadır. Butunuyle alıp değerlendirilince, İslÂmiyete ve Turkceye hizmetlerinin pek buyuk olduğu gorulur. Tesiri her iki yonden bu gun de devÂm etmekte ve şiirleri elden ele dolaşıp dillerden duşmemektedir.

Bitilse Turkî til birle akîde
Konguller bolsa andın Âramîde

derken inanc esaslarını bildiren eserlerin Turkce yazılmasını ve gonullerin boylece aydınlanıp haz almasını ve huzûra kavuşmalarını soyler. Burada acıkca anlaşıldığı gibi, Turkceyi gonul dili hÂline getirmiştir.

Peygamberning barı Âdil u a’del
Velîkin bÂzısıdın bÂzı efdal
Barınıng bihterîni MustafÂ’dur
Habîb-i Ha nigîn-i enbiyÂdur

Peygamberlerin hepsi Âdil ve adÂleti hakkıyla gozetendir. Fakat (boyle olmakla birlikte) bÂzısı bÂzısından ustundur. Hepsinin en ustunu MustafÂ’dır ve O, Allahu teÂlÂnın sevgilisi ve butun peygamberlerin sonuncusu olan HÂtem-ul-enbiyÂdır.

HÂcetim oldur HudÂy p işim baş eyleseng

Munda tevfik anda îmÂnımnı yoldaş eyleseng

Elgime birseng asÂ-yı himmet ağzımga senÂ’

Konglume ışk Âteşin salsang kozum yaş eyleseng

Allahu teÂlÂdan dileğim odur ki, ayaktaki işimi başa cıkarıp, bu dunyÂda tevfîk, Âhirette de imÂnımı yoldaş eylesin. Elime himmet asÂsını, ağzıma da ovgusunu versin; gonlume aşk ateşini salsın ve gozumu yaş eylesin.

HikÂyet

Azîz-i KÂmilî’ni cÂhil-i hÂm
Kabîha lafzı birle birdi deşnÂm

Tutup sakkalını ol merd-i hoş-hû
Dir irdi oz tenige ey hunuk-rû

Sening rusvalığınğni irte vu kic
Ozum ayğanga bÂver kılmadınğ hic

Bu mu’mindin işitip kiltur insÂf
Nikûlar ehlimen dip urmagıl lÂf

An insÂf an hulk ey birÂder
Ozinğning aybınğa sen yapma cader

Eğer sen kılmasanğ nefsinğ şikestî
Yeter sakkalınğa her kunde destî.

YÂni: HÂm ve cÂhil biri, aziz ve kÂmil bir zÂta kaba ve kotu bir lafızla kufretti.

O guzel huylu zÂt sakalını tutarak kendi kendine şoyle diyordu: Ey soğuk yuzlu şahıs! Senin rusvÂlığını gece gunduz sana soyledim durdum. Ama sen hic inanmadın.

Bu muminin sozunu duyarak insafa gel. Ben iyilerdenim diye ovunup durma.

Ey kardeşim, işte insaf, işte ahlÂk. Sen kendi ayıbını ortup durma.

Eğer sen nefsini kırmazsan, sakalına her gun bir el uzanır.

1) SebÂt-ul-Âcizîn
2) EdebiyÂt TÂrihi
3) İslÂm TÂrihi Ansiklopedisi; c.9, s.142
__________________