ŞÃ‚fiî hazretleri, henuz beşikte iken babası vefÂt etti. Annesi onu iki yaşındayken asıl memleketleri olan Mekke'ye getirdi. Cocukluğu orada gecen ŞÃ‚fiî, zek ve olgunluğuyla kendini gosterdi. Altı yaşında iken mektebe gitmeye başladı. ZÂhide bir annesi vardı. İnsanlar emÂnetlerini ona bırakırlardı.
Yedi yaşına gelince Kur'Ân-ı kerîmi ezberledi. Bundan sonra ilim oğrenmeye başladı.
Mekke'de bulunan zamanın meşhûr Âlimlerinin derslerine ve sohbetlerine devÂm etti. Kendisi, ilim oğrenmeye başladığı bu ilk gunleri icin şoyle demiştir: "Kur'Ân-ı kerîmi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i harÂma gidip, fıkıh ve hadîs Âlimlerinden pekcok istifÂde ettim. Fakat cok fakir idik, bir yaprak kÂğıt almaya bile gucumuz yoktu. Derslerimi ve oğrendiğim meseleleri, kemik parcaları uzerine yazardım."
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî, Mekke'deki bu ilk tahsilinden sonra Arapcanın inceliklerini ve edebiyatını oğrenmek icin, colde yaşayan Huzeyl kabîlesinin arasına gitti. Orada da bilgisini ilerletip, ok atmayı oğrendi. Bu hususta da şoyle demiştir: "Ben Mekke'den cıktım. Colde Huzeyl kabîlesinin yaşayışını ve dilini oğrendim. Bu kabîle, Arapların dil bakımından en fasîhi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım, ok atmayı oğrendim. Mekke'ye donduğum zaman, bir cok rivÂyet ve edebiyat bilgilerine sÂhip olmuştum."
İmÂm-ı Şafiî daha on yaşında iken, o zamanın en meşhûr Âlimi İmÂm-ıMÂlik'in Muvatt adlı hadîs kitabını, dokuz gecede ezberlemiştir. Gencliğinin ilk yıllarında kendini tamamen ilme verip, Mekke'deki SufyÂn bin Uyeyne, Muslim bin HÂlid ez-Zencî gibi fakîh ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadîs, fıkıh, lugat ve edebiyatta cok yukseldi.Mekkeli gencler arasında, ilimde parmakla gosterilen bir dereceye ulaştı.
ŞÃ‚fiî'nin tahsil hayÂtındaki en onemli safha İmÂm-ı MÂlik'e talebe olmasıyla başlamıştır. Mekke'denMedîne'ye gidip, İmÂm-ı Malik'den ders almasını şoyle anlatmıştır: "İlk zamanlar Mekke'de, Muslim bin HÂlid'den fıkıh oğrendim. O sırada Medîne'de bulunan MÂlik bin Enes'in buyukluğunu ve muslumanların imÂmı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhûr eseri olan MuvattÂ'nın bir nushasını, Mekke'de birinden tekrar geri vermek uzere alıp ezberledim. Mekke vÂlisine gidip, birini Medîne vÂlisine birisini de MÂlik bin Enes'e vermek uzere iki mektup alıp Medîne'ye gittim. Medîne'ye varınca,Medîne vÂlisine gidip ona Âit olan mektubu verdim ve Medîne vÂlisi ile birlikte İmÂm-ıMÂlik'in yanına gittik. İmÂm-ı MÂlik dışarı cıktı. Uzun boylu ve gÂyet heybetli bir gorunuşu vardı. Medîne vÂlisi, Mekke vÂlisinin gonderdiği mektubu İmÂm'a takdim etti. Mektupta; "Muhammed bin İdrîs, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hali şoyle şoyledir..." diye yazılı olan kısmı okuyunca;"SubhÂnallah! Resûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem ilmi şoyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur." dedi. Ben de durumumu ve ilim oğrenmek istediğimi anlattım. Sozlerimi dinledikten sonra bana baktı. Adın nedir, dedi.Muhammed'dir dedim. Ey Muhammed! İleride buyuk bir şÃ‚nın olacak, Allahu teÂl senin kalbine bir nur vermiştir. Onu mÂsiyyetle sondurme! Yarın birisi ile gel, sana MuvattÂ'yı okusun buyurdu. Ben de; "Onu ezberledim, ezberden okurum" dedim. Ertesi gun İmÂm-ı MÂlik'e gelip okumağa başladım. Her ne zaman, İmÂmı uzme korkusundan okumağı bırakmak istesem, benim guzel okumam onu hayretler icerisinde bırakır, ey genc daha oku derdi. Kısa zamanda MuvattÂ'yı bitirdim."
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî, İmÂm-ı MÂlik'in yanına geldiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmÂm-ı MÂlik onu himÂyesine alıp, dokuz yıl muddetle ilim oğretti. İlimde yuksek bir dereceye ulaşan ŞÃ‚fiî hazretleri, Mekke'ye donunce, oraya gelen Yemen vÂlisi, onu Yemen'e goturup kÂdılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu gorevi yaptıktan sonra, Bağdat'a giderek, ilmini ilerletmek icin, İmÂm-ı A'zamın talebesi İmÂm-ı Muhammed'den ders almaya başladı. İmÂm-ı Muhammed onu kendi himÂyesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak sûretiyle, Irak'ta tedvîn edilen fıkıh ilmini ve Irak'ta meşhûr olan rivÂyetleri oğretti. İmÂm-ı Muhammed ayrıca İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin annesi ile evlenerek onun uvey babası oldu. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî onun ilminden ve kitablarından cok istifÂde etmiştir. Şafiî hazretleri bu hususta şoyle demiştir: "İlimde ve diğer duny işlerinde, İmÂm-ı Muhammed kadar bana kimse faydalı olmamıştır." Ebû Ubeyd şoyle demiştir: ŞÃ‚fiî'den duydum, buyurdu ki: "İmÂm-ı Muhammed'den oğrendiğim meselelerle ve ilimle, bir deve yuku kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Butun insanlar ilimde, Irak Âlimlerinin, Irak Âlimleri de Kûfe Âlimlerinin cocuklarıdır. Onlar da Ebû Hanîfe'nin cocuklarıdır." YÂni bir babanın cocukları icin lÂzım olan nafakayı kazanıp, cocuklarını beslemesi gibi, Ebû Hanîfe de kendinden sonrakileri boylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur. ŞÃ‚fiî ayrıca Selim-i RÂî'nin sohbetine kavuşup, vilÂyet (evliyÂlık) makamlarına da kavuştu.
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî, Bağdat'taİmÂm-ı Muhammed'den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke'ye dondu. Burada bir muddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde ceşitli İslÂm beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim oğrenirlerdi. Mekke'deki bu ikÂmeti dokuz yıl kadar surdu. Sonra tekrar Bağdat'a gitti. Bu sırada Bağdat, İslÂm Âleminin onemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan Âlimler, ŞÃ‚fiî'ye hurmet gostermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdat Âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha onceMekke'de ŞÃ‚fiî ile goruşen ve ondan hadîs dinleyen Ahmed bin Hanbel talebe olmuş, onun ustunluğune hayran kalmıştır. Yine ŞÃ‚fiî ile emsÂl olan İshÂk bin RÂheveyh ve başkaları ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvÂlara hayran kalıyordu. Ders ve fetv vermekte uyguladığı usûl, geniş olarak acıkladığı istinbat (kaynaklardan hukum cıkarma) usûlu olan, usûl-i fıkıh ilmi idi. O buna gore acıklamalarda bulunuyordu. Guzel ve acık konuşması, ifÂde ve izah tarzı, munÂzara kuvveti ve tesir bakımından cok gucluydu. Şafiî hazretleri Bağdat'ta bulunduğu sırada El-KitÂb-ul-BağdÂdiyye adını verdiği eserini yazdı. ŞÃ‚fiî'nin ustun şahsiyetine ve yuksek ilmine hayranlık duyarak, ondan ders alıp ilim oğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır: Ahmed bin Hanbel, İshÂk bin RÂheveyh, ez-Za'ferÂnî, Ebû Sevr İbrÂhim bin HÂlid, Ebû İbrÂhim Muzenî, Rebî' bin SuleymÂn-ı MurÂdî. Daha sonraki asırlarda, ŞÃ‚fiî mezhebinde yetişmiş Âlimlerden meşhûr olanlardan bÂzıları da şunlardır: Hadîs Âlimlerinden İmÂm-ı NesÂî, kelÂm (akÂid) Âlimlerinden Ebu'l-Hasan-ı Eş'arî, İmÂm-ı MÂverdî, İmÂm-ı Nevevî, İmÂm-ul-Haremeyn Abdulmelik bin Abdullah, İmÂm-ı GazÂlî, İbn-i HÂcer-i Mekkî, KaffÂl-ı Kebîr, İbn-i Subkî, İmÂm-ı Suyûtî vb.
ŞÃ‚fiî hazretleri ilim, zuhd, mÂrifet, zekÂ, hÂfıza ve neseb bakımlarından zamÂnındaki Âlimlerin en ustunu idi. On uc yaşında iken, Harem-i şerîfde; "Bana istediğinizi sorunuz?" derdi. On beş yaşında iken fetv verirdi. ZamÂnının en buyuk Âlimi olan ve uc yuz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen İmÂm-ı Ahmed bin Hanbel, ondan ders almağa gelirdi. Cok kimse, İmÂm-ı Ahmed'e; "Boyle buyuk bir Âlim iken, kendi cocuğun gibi bir genc karşısında nasıl oturuyorsun?" dediklerinde; "Bizim ezberlediklerimizin mÂnÂlarını o biliyor. Eğer onu gormeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dunyÂyı aydınlatan bir guneştir, ruhlara gıdÂdır." derdi. Bir kere de; "Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahu teÂlÂ, bu kapıyı, kullarına İmÂm-ı Şafiî ile tekrar actı." dedi. Bir kerre de; "İslÂmiyete, şimdi ŞÃ‚fiî'den daha cok hizmet eden birini bilmiyorum." dedi. İmÂm-ı Ahmed, yine buyurdu ki: "Allahu teÂl her yuzyılda bir Âlim yaratır, benim dînimi, herkese onun ile oğretir." hadîs-i şerîfinde bildirilen Âlim, İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'dir. Hadîs-i şerîfte; "Kureyş'e sovmeyiniz. Zîr Kureyşli bir Âlim, yeryuzunu ilimle doldurur." buyuruldu. İslÂm Âlimleri bu hadîs-i şerîf, İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir.
Ahmed bin Hanbel'in oğlu Abdullah, babasının İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'ye cok du ettiğini gorerek sebebini sorunca; "Oğlum, İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin insanlar arasındaki yeri, gokteki guneş gibidir. O, ruhların şifÂsıdır." demiştir.
SufyÂn-ı Sevrî şoyle demiştir: "İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin aklı, zamanındaki insanların yarısının akılları toplamından fazladır." Abdullah-i EnsÂrî buyurdu ki: "İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'yi cok severim. Cunku evliyÂlıkta hangi makÂma baksam, onu herkesin onunde goruyorum."
Az yer, az uyurdu. "On altı senedir, doyasıya yemek yemedim." buyurdu. Sebebi sorulunca "Cok yemek bedene ağırlık verir, kalbi zayıflatır, anlayışı, idrÂki azaltır, cok uyku getirir ve boylece insanı ibÂdetten alıkor. Kulluğun başı az yemektir." buyurmuştu.
ŞÃ‚fiî hazretleri hikmetli sozleri ve gonul alıcı nasîhatleriyle insanların kurtuluşlarına vesîle oldu.
Biri İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'den nasîhat isteyince buyurdu ki: "Senden daha cok malı ve parası olan kimseyi kıskanma. O malına ve parasına hasretle olur. İbÂdeti ve tÂatı cok olan kimselere gıpta et. Yaşayanlar da sonunda olecekleri icin, onların dunyÂlıklarına ozenmeye değmez."
Hicbir kimse yoktur ki, dostu ve duşmanı olmasın. MÂdem ki boyledir, o halde Allahu teÂlÂya itÂat edenlerle berÂber bulun, onları sev.
İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden temin edilen faydadır.
Resûlullah'ın ve EshÂbının yolunda olmayanı havada ucar gorsem, yine doğruluğunu kabûl etmem.
Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her turlu kotulukten koruyandır.
DunyÂda zÂhit ol, duny malına bağlanma! Âhireti isteyici ol, onun icin calış! Her işinde Allahu teÂlÂyı hatırla. Boyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve teviller ile uğraşan Âlimlerden fayda gelmez."
Kendisini sevenlerden bir cemÂate şoyle buyurdu:
"Kalbine ilÂhî bir nûr penceresinin acılmasını isteyen şu dort şeyi yapsın:
1) Gunun belli bir vaktinde yalnız kalsın ve huzûra dalsın.
2) Mîdesini pek fazla doldurmasın.
3) Sefih kimselerle duşup kalkmağı bıraksın, kotu kimselerle duşup kalkmasın.
4) İlimleriyle yalnız dunyÂlık arzu eden kimselere yaklaşmasın."
"Hic bir vakit yoktur ki, ilim mutÂlaası, huzun ve kederi yok etmesin. İlmî mutÂlaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarını harekete gecirir, insanda yuce duygular uyandırır."
"SÂdık dost, arkadaşının huzun ve sevincte ortağı olandır."
"İki kişinin, darıldıktan sonra birbirinin ayıplarını ortaya cıkarması, munÂfıklık alÂmetidir."
"Haksız sozleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yuzludur."
"SÂdık dost, arkadaşının ayıplarını gorunce ihtar eder, ifşÃ‚ etmez."
"İbret almak istersen, hat sÂhibi kişilerin Âkıbetlerine bak da kalbini topla."
"Kendisine faydası olmayanın, başkasına da faydası yoktur."
"Duny sevgisi ileAllah sevgisini bir arada toplarım iddiÂsında bulunmak, yalandır."
"Âlimlerin guzelliği, nefslerini ıslah etmeleridir. İlmin susu, şupheli şeylerden sakınmak, yumuşak olup, sertlik gostermemektir."
İnsanları tamamen rÂzı ve memnun etmek cok zordur. Bir kimsenin, butun insanları kendinden hoşnut etmesi mumkun değildir. Bunun icin kul, dÂim Rabbini rÂzı etmeye bakmalı, ihlÂs sÂhibi olmalıdır.
İlmi, kibirlenmek, kendini buyuk gormek icin isteyenlerden hicbiri felÂh bulmuş değildir. Ama ilmi tevÂzu icin, Âlimlere ve insanlara hizmet icin isteyen, elbette felÂh bulur, kurtulur."
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hazretlerinin rivÂyet ettiği hadîs-i şerîfler, Sahîh-i Muslim'de, Sunen-i Ebî DÂvûd, Sunen-i Tirmizî, Sunen-i NesÂî, Sunen-i İbn-i MÂce ve Sahîh-i BuhÂrî'nin ta'likÂtında yer almıştır. Kendisinden hadîs-i şerîf işitip rivÂyet ettiği zÂtlar; Muslim bin HÂlid ez-Zencir, MÂlik bin Esed, İbrÂhim bin Sa'd, Saîd bin SÂlim, AbdulvehhÂb es-Sakafî, İbn-i Aliyye, İbn-i Uyeyne ve diğer hadîs Âlimleridir. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'den de Ahmed bin Hanbel, SuleymÂn bin DÂvûd el-HÂşimî, Ebû Bekir Abdullah bin Zubeyr el-HÂmidî, İbrÂhim bin Munzir, Ebû Sevr İbrÂhim bin HÂlid, Ebû YÂkûb Yûsuf bin Yahy ve diğer bircok zÂt hadîs-i şerîf rivÂyet etmişlerdir. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin rivÂyet ettiği hadîs-i şerîflerden biri şudur:
"Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, duny ve Âhiret iyilikleri verilmiştir. Yumuşaklıktan mahrûm olan kimse, duny ve Âhiret iyiliklerinden mahrûm olur."
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hazretleri ikinci def Bağdat'a gidişinden sonra, Bağdat'taki siyÂsî ve fikrî kargaşalıklar sebebiyle Mısır'a gidip, omrunun sonuna kadar orada kalmıştır. İmÂm-ı Şafiî, İmÂm-ı MÂlik'in ve İmÂm-ı A'zamın talebesi İmÂm-ı Muhammed'in derslerine devam ederek, İmÂm-ı A'zamın ve İmÂm-ı MÂlik'in ictihad yollarını oğrenip, bu iki yolu birleştirdi ve ayrı bir ictihad yolu kurdu. Kendisi cok beliğ, edîb olduğundan, Âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin ifÂde tarzına bakıp, kuvvetli bulduğu tarafa gore hukum verirdi. İki tarafta da kendi usûlune gore kuvvet bulamazsa, o zaman kıyas yolu ile ictihad ederdi. Boylece muslumanların ibÂdetlerinde ve işlerinde uyacakları bir yol gostermiştir. Onun kendi usûlune gore şer'î delillerden cıkardığı hukumlere, yÂni gosterdiği bu yola "ŞÃ‚fiî Mezhebi" denildi. Ehl-i sunnet îtikÂdında olan muslumanlardan, amellerini yÂni ibÂdet ve işlerini, bu mezhebin hukumlerine uyarak yapanlara "ŞÃ‚fiî" denir.
ŞÃ‚fiî mezhebinin reisi olan İmÂm-ı ŞÃ‚fiî, usûl-i fıkıh ilmindeki meseleleri ilk def tasnif edip, kitaba yazan kimsedir. Bu ilimdeki eserinin adı Er-RisÂle fil- Usûl'dur.
ŞÃ‚fiî mezhebi, Hanefî mezhebinden sonra en cok yayılan bir mezhebdir. Mısır, Mekke, Medîne'de, Endonezya'da, Aden'de, Filistin'de, Âzerbaycan'da ve Semerkant'ta, Doğu ve Guneydoğu Anadolu'da ve diğer yerlerde yayılmıştır.
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin simÂsı, gÂyet guzel ve sevimli idi. Ustun bir zekÂya ve kÂbiliyete sÂhipti. Peygamber efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem sunnetine son derece riÂyet ederdi. İlmi, tevÂzusu, heybet ve vekarı ile kalblere tesir ederdi. Kur'Ân-ı kerîm okurken dinleyenler kendinden gecerdi.
Orta halli giyinirdi. Heybetli bir gorunuşu vardı. O bakarken, yanındakiler su dahi icemezlerdi. Yuzuğunde, (el-bereketu fîl-kanÂ'ati= Bereket, kanÂat etmektedir) yazılı idi.
Bir kere ders verirken, ders esnasında on def ayağa kalktı. Sebebini sorduklarında, buyurdu ki: "Seyyidlerden bir cocuk, kapının onunde oynuyor. Kapının onune gelip, kendisini gorduğum zaman, ona hurmeten ayağa kalkıyorum. Resûlullah'ın torunu ayakta dururken oturmak rev değildir."
Talebelerinden biri anlatır: Bir bayram gunu İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hazretleri ile berÂber mescidden cıktık. Bir mesele hakkında sohbet ediyorlardı. Evlerinin kapısına gelince, bir hizmetci kendisine bir kese altın getirip, efendisinin selÂmı olduğunu ve bunu kabûl buyurmasını ric etti. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hazretleri keseyi kabûl etti. Biraz sonra biri gelip, "Hanımım bir cocuk doğurdu. Yanımda hic param yok. Sizden Allah rızÂsı icin biraz para istiyorum." dedi. İmÂm-ı Şafiî hazretleri keseyi hic acmadan, olduğu gibi o şahsa verdi. Halbuki biliyordum ki, kendisinin de hic parası yoktu.
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hazretleri Yemen'e bir sefer yapmıştı. Donuşunde on bin dirhemle gelip, cadırını Mekke'nin dışına kurdurarak, ziyÂretcilerini orada kabûl etti. Halk topluluklar hÂlinde İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'ye gelerek muşkillerini hallediyordu. ZiyÂretciler arasında bulunan fakirlere de para dağıtıyordu. Boylece, Yemen'den getirdiği on bin dirhemin hepsini fakirlere dağıttı ve ondan sonra da; "Oh şimdi rahatladım" buyurdu.
Mısır'ın ileri gelenlerinden birinin hanımı, bir munÂkaşada kocasına; "Ey Cehennemlik!" dedi.Bu cevap karşısında bu şahıs, hanımına; "Ben Cehennemliksem, seni boşadım." dedi, fakat hanımını da cok seviyordu. Âlimleri toplayıp bu meseleyi sordu. Kimse cevap veremedi. "Senin Cehennemlik olup olmadığını Allah bilir." dediler. Âlimler arasından henuz daha genc yaşta olan İmÂm-ı ŞÃ‚fiî kalkıp; "Ben senin meseleni cozerim." dedi. Oradakiler şaşırdılar. Bu kadar Âlimin cevap veremediğine, nasıl cevap verecek diye merak ettiler.
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî dedi ki: "Once sen benim sorularıma cevap ver!" Ve devÂm etti: "Bir gunah işleyeceğin vakit, Allah korkusundan bu gunahı terk ettiğin oldu mu?" dedi. "Allahu teÂlÂya yemîn ederim ki cok oldu." "Bu hÂlinle Cennetlik olduğun anlaşılmaktadır." buyurdu.
Orada bulunan Âlimler, hangi delîl ile bu hukmu verdiğini sordular:
"Kur'Ân-ı kerîmde; "Bir kimse Allah korkusundan nefsini gunahlardan men ederse, onun yeri elbette Cennet'tir." buyurulmaktadır. Hukmumu bu Âyet-i kerîmeye gore verdim." buyurdu. Oradakiler susup kaldılar.
Talebeleriyle ve sevenleriyle olan ceşitli sohbetleri sırasında buyurdu ki:
Duny işlerinde bir darlığa ve sıkıntıya duşen kimse, ibÂdete yonelmelidir.
Gururlanıp boburlenmek, Âdi ve bayağı kimselerin vasfıdır.
Hizmet edene, hizmet edilir.
Dostlar ile yapılan sohbetten sevimli bir hareket yoktur. Dostların ayrılığı kadar da gam ve keder veren şey yoktur.
İlmi sevmeyende hayır yoktur. Boyle kimselerle dostluk ve bağlılığını kes. Cunku, ilim kalblerin hayÂtı, gozlerin aydınlığıdır.
SÂdık dost ve hÂlis kimyÂ
Az bulunur, hic arama!
Butun duşmanlıkların aslı, kotu kimseler ile dostluk etmek ve onlara iyilik yapmaktır.
İlim oğrenmek, nÂfile ibÂdetten ustundur.
Kendini bilmeyene ilim oğreten, ilmin hakkını zÂyi etmiş olur. LÂyık olandan ilmi esirgeyen de, zulmetmiş olur.
Resûlullah'tan sallallahu aleyhi ve sellem sonra insanların en ustunu hazret-i Ebû Bekir, sonra hazret-i Omer, sonra hazret-i Osman, sonra hazret-i Ali'dir. (r.anhum)"
İlim oğrenmek icin uc şart vardır: Hocanın mehÂretli, talebenin zekî olması ve uzun zaman.
İlim iki kısımdır; birincisi ilm-i edyÂn (naklî ilimler), din bilgileri. İkincisi ilm-i ebdÂn (aklî ilimler), fen bilgileridir.
Kimin duşuncesi, arzusu, maksadı yemek icmek (dunyÂ) ise; kıymeti, barsaklarından cıkardığı kazûrat kadardır.
DunyÂda en huzursuz kimse, kalbinde hased ve kin taşıyanlardır.
Başkalarını senin yanında cekiştiren, senin bulunmadığın yerde de seni cekiştirir.
KanÂatkÂr olmak, rahatlığa kavuşturur.
Sırrını saklamasını bilen, işinin hÂkimidir.
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî şoyle anlatmıştır: Bir gece ruyÂmda Peygamber efendimizi gormekle şereflendim. Bana buyurdu ki; "Sen kimdensin?" CevÂbımda, "Ben senin kabîlendenim." dedim. Bana yaklaş buyurdular. Yanına gittim. MubÂrek ağzının suyunu dilime, ağzıma ve dudaklarıma surup; "Hadi, Allahu teÂl sana bereket versin." buyurdular.
Kendisi anlatır: Cocukluk zamanında,Mekke'de ruyÂmda Peygamber efendimizi gordum. Tam bir heybetle Mescid-i harÂmda insanlara imÂmlık yapıyorlardı. Namaz bitince yanlarına gidip, bana da ilim oğretiniz, dedim. Bunun uzerine kaftanının altından bir terÂzi cıkarıp: Bu senin icindir, buyurup bana hediye ettiler. Bu ruyÂmı tÂbir ettirdim. Dediler ki: "Sen, ilimde imÂm olursun ve sunnet uzere olursun. TerÂzi ise, hakîkat-ı Muhammediyyeye kavuşacağına alÂmettir."
"Bir gun ruyÂmda, hazret-i Ali efendimizi gordum. Parmağından yuzuğunu cıkardı, parmağıma taktı. Bu hareketi, kendi ilminin ve Resûlullah'ın ilminin bana gecmesi alÂmeti idi."
İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hazretleri, dîn-i İslÂma hizmet uğrunda tukettiği hayÂtının son anlarını, Kur'Ân-ı kerîmi dinleyerek gecirmiştir. Omrunun sonuna kadar her gun bir hatim olmak uzere, ayda otuz hatim okurdu. RamazÂn-ı şerîfte ise gece ve gunduz birer hatim olmak uzere, altmış hatim okurdu. 820 (H.204) senesinde Mısır'da bir Cum gecesi vefÂtının yaklaştığı sırada tÂkatsız duşmuştu. Onceki gibi okuyacak durumda değildi. Fakat okuyan birinden dinlemek arzu ediyordu. O bu hÂlde iken, talebesi Ebû Mûs Yûnus bin Abdula'l yanına girmişti. Ona; "Ey Ebû Mûs bana Kur'Ân-ı kerîmden Âl-i İmrÂn sûresinin yuz yirminci Âyet-i kerîmesinden sonraki Âyetleri yavaş yavaş oku!" dedi. O da okumaya başladı. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî, okunan Âyet-i kerîmelerin mÂnÂlarına dalmış, derin bir huşû icinde dinliyordu. Son nefeslerini vermek uzere iken, hÂlini sordular. "DunyÂdan gocuyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Umit şerbetini iciyorum. Kerîm olan Rabbime gidiyorum." buyurdu. VefÂtı İslÂm Âlemi icin buyuk bir kayıp oldu. Duyulduğu her yerde, derin uzuntu ve gozyaşları ile karşılandı. Kabri kazılırken etrafa misk kokusu yayıldı. Orada bulunanlar bu kokunun tesirinde kalıp, kendilerinden gectiler. Kahire'de el-Mukattam Dağının eteğinde KurÂfe Kabristanına defnedildi. Daha sonra kabri uzerine bir turbe yapılmıştır. Turbesi uzerindeki şimdiki muhteşem kubbe, Eyyûbî sultanlarından el-Melik el-KÂim tarafından; 1211 yılında yapılmıştır. Selahaddîn Eyyûbî tarafından da, turbesinin yanına buyuk bir medrese yaptırılmıştır.
ŞÃ‚fiî hazretlerinin yazmış olduğu kıymetli eserler şunlardır:
1) AhkÂm'ul-Kur'Ân. Matbûdur. 2) İhtilÂf-ul-Hadîs, 3) Musned-uş-ŞÃ‚fiî. Matbûdur. 4) RisÂle fi'l-Usûl: Usûl-i fıkha dÂirdir. Usûl-i fıkhın kitap hÂlinde yazıldığı ilk eserdir. Matbûdur. 5) El-MevÂris, 6) El-Umm: Fıkıh ilmine dÂir olup, İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin ictihad ederek bildirdiği meseleleri icine alan bir eserdir. Yedi cild hÂlinde basılmıştır. 7) KitÂb'us-Sunen ve'l-Musned: Hadîs ilmine dÂirdir. 8) El-EmÂli El-KubrÂ, 9)El-İmlÂ'es-Sagîr, 10) Edeb'ul-KÂdî, 11) FedÂil-i Kureyş, 12) El-Eşribe, 13) Es-Sebkû ve'r-Remyu, 14) İsbÂt-un-Nubuvve ve Redd-i ale'l-BerÂhime, 15) DîvÂn.
GİT ARKADAŞINI GETİR
Bir gun İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hazretlerinin annesine iki kişi gelip, bir bohca verdiler. Daha sonra biri gelip bohcayı istedi. Gelene bohcayı verdi. Biraz sonra diğeri gelip, bohcayı istedi. Bohcanın arkadaşına verildiğini soyleyince; "Biz ikimiz beraber gelmeyince bohcayı vermeyin demiştik. Bohcayı nicin verdiniz?" dedi.
Annesi uzuldu. Bu sırada İmÂm-ı ŞÃ‚fiî geldi. Annesinin uzuntulu olduğunu gorunce sebebini sordu. Annesi olanları anlattı. Bunun uzerine annesine;
"Sen uzulme, ben şimdi bohcayı isteyenle konuşurum." dedi. Bohcayı isteyen şahsın yanına gelip dedi ki: "Sizin bohcanız olduğu yerde durmaktadır. Git arkadaşını getir." Adam aldığı cevap karşısında şaşırıp, geri donup gitti. Bir daha da gelmedi.
İYİ Kİ BURAYA GELMEDİ!
HÂrun Reşîd, her sene Bizans İmparatorundan vergi olarak cok para ve mal alırdı. Bir sene imparator, Âlimlerle munazara etmek icin ruhbanlar gonderdi; "Eğer bizi yenerlerse onlara vergilerimizi vermeye devam edeceğiz. Yok biz yenersek vermeyiz." dedi.
Dort yuz hıristiyan geldi.Halîfe, butun Âlimlerin Dicle kenarında toplanmasını emretti. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'yi cağırarak, hıristiyan ruhbanlara sen cevap ver! dedi. Herkes Dicle kenarında toplandı. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî seccÂdeyi omuzuna alıp nehre doğru gitti. SeccÂdeyi nehre atıp uzerine oturdu ve; "Benimle munÂkaşa etmek isteyenler buraya gelsin." dedi.
Bu hÂli goren ruhbanların hepsi musluman oldu. Bizans İmparatoru, adamlarının İmÂm-ı ŞÃ‚fiî'nin elinde musluman olduğunu oğrenince; "İyi ki, o buraya gelmedi. Yoksa buradakilerin hepsi musluman olurdu, kendi dinlerini bırakırlardı." dedi.
ABDESTİ TAM AL
Abdullah bin Muhammed Bekrî şoyle anlatmıştır: "İmÂm-ı ŞÃ‚fiî ile Bağdat'ta nehir kenarında oturuyorduk. Bir genc gelip abdest almaya başladı. Fakat abdesti yanlış aldı. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî o gence; "Abdesti tam al. Allahu teÂl sana duny ve Âhiret saÂdeti versin." buyurdu. Genc tekrar abdest alıp, yanımıza geldi ve bana nasîhat et, oğret deyince, İmÂm-ı ŞÃ‚fiî şoyle buyurdu: "Allahu teÂlÂyı bilen, necÂt (kurtuluş) bulur. Dîninde titizlik gosteren, kotuluklerden kurtulur. Nefsini ıslah eden, saÂdete kavuşur. Biraz daha ister misin?" dedi. Genc evet deyince, şoyle devÂm etti: "Kim şu uc şeyi yaparsa îmÂnı kÂmil olur:
1) Emr-i bil-mÂrûf yapmak, yÂni Allahu teÂlÂnın emirlerini yapmak ve yaymak.
2) Nehy-i anil-munker yapmak, yÂni Allahu teÂlÂnın yasaklarını yapmamak ve yapılmaması icin uğraşmak.
3) Her işinde Allahu teÂlÂnın dinde bildirdiği hudutlar icinde bulunmak." buyurdu. Sonra, "Biraz daha ister misin?" deyince, genc; "İhsÂn ediniz efendim." dedi. Şoyle buyurdu: "DunyÂya bağlanıp, ona duşkun olma, Âhireti iste. Butun hÂl ve hareketinde Allahu teÂlÂyı hatırla ki, kurtulanlardan olasın." Bu nasîhatleri dinleyen genc, son derece memnun olup, benim yanıma yaklaşarak, bu zÂt kimdir, dedi. Ben de İmÂm-ı ŞÃ‚fiî olduğunu soyleyip tanıttım. Bunun uzerine genc; bugun ne bahtiyÂrım ki, boyle buyuk zÂtı gorup, nasîhatını dinledim." dedi."
1) MenÂkıb-ı İmÂm-ı ŞÃ‚fiî (Beyhekî

2) Hilyetu'l-EvliyÂ; c.9, s.63
3) TabakÂtu'ş ŞÃ‚fiiyye; c.1, s.2, 3
4) Tehzîbu't-Tehzîb; c.9, s.25
5) Tezkiretu'l-HuffÂz; c.1, s.361, 369
6) CÂmiu KerÂmÂti'l-EvliyÂ; c.1, s.97
7) ŞezerÂtu'z-Zeheb; c.2, s.9
8) TabakÂtu'l-KubrÂ; c.1, s.50
9) KÂmûsu'l-A'lÂm; c.4, s.2820
10) Tezkiretu'l-EvliyÂ; s.133
11) MiftÂhu's-SeÂde; c.2, s.221
12) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1147
13) EshÂb-ı KirÂm; (6. Baskı) s.393
14) İslÂm AhlÂkı; (13. Baskı) s.57
15) MenÂkıb-ı İmÂm-ıŞÃ‚fiî (RÂzî

16) KıyÂmet ve Âhiret; (5. Baskı) s.23
17) FÂideli Bilgiler; (6. Baskı) s.14,40,44, 48,140,152
18) Ravdu'l-FÂik; s.164
__________________