Hindistan’ın buyuk velîlerinden. Tefsîr, hadîs, kelÂm, tasavvuf ve Hanefî mezhebi fıkıh Âlimi. İsmi, Ahmed bin Abdurrahîm bin Vecîhuddîn, kunyesi Ebu'l-FeyyÂz, Ebû Abdullah ve Ebû Abdulazîz’dir. Soyu, baba tarafından hazret-i Omer’e, anne tarafından ise hazret-i Huseyin’e ulaşır. Lakabı Kutbuddîn, ŞÃ‚h Veliyyullah ve ŞÃ‚h SÂhib; nisbesi ise Hindî, Dehlevî ve FÂrûkî’dir. Daha cok ŞÃ‚h Veliyyullah Ahmed SÂhib-i Dehlevî diye tanınır. 1702 (H.1114) senesi ŞevvÂl ayında Hindistan’ın Delhi şehrinde doğdu. 1762 (H.1176) senesi Muharrem ayının yirmi dokuzuncu gunu oğleden sonra orada vefÂt etti. Şehrin dışında, bugun MehdiyÂn diye bilinen yerde, babasının yanında medfûndur. Kabri belli olup, ziyÂret edilmektedir. Doğum ve vefÂt tÂrihleri, (1699-1766) olarak da rivÂyet edilmiştir.

ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî’nin babası Şeyh Safiyyullah Abdurrahîm, GurgÂniyye Devletinin en buyuk hukumdÂrı olan Âlemgîr ŞÃ‚hın hazırlattığı FetÂvÂy-ı Âlemgirî’nin tashîh heyeti ÂzÂlarından idi. ZamÂnının ulemÂsı tarafından hurmet edilen, tasavvufta yuksek dereceler sÂhibi bir zÂt idi. Bu zÂta ruyÂsında, Hindistan evliyÂsının buyuklerinden Kutbuddîn Ahmed BahtiyÂr KÂkî el-Uşî hazretleri gorunup bir oğlu olacağını, Allahu teÂlÂnın dînine hizmet edeceğini ve ona kendi ismini vermesini bildirdi. Şeyh Abdurrahîm, başka bir ruyÂda gosterilen bir işÃ‚ret uzerine de, zamÂnın ulemÂsından Şeyh Muhammed isminde bir zÂtın Fahr-un-nis adlı kızı ile evlendi. Bu hanımından ŞÃ‚h Veliyyullah doğdu. Onun doğduğunda, babasının, ruyÂsında Kutbuddîn-i BahtiyÂr hazretlerini goreli cok zaman olmuştu ve babası bu ruyÂyı unutmuştu. Oğlu dunyÂya gelince ona Veliyyullah ismini verdi. Bir muddet sonra o ruyÂyı hatırladı ve oğluna; “Kutbuddîn Ahmed” diye ikinci bir isim verdi.

O doğduğu sırada bircok kimse, Delhi’de Şeyh Safiyyullah'ın evinde bir cocuğun doğduğuna, bunun Allahu teÂlÂnın dînine cok hizmet edeceğine dÂir işÃ‚retler gorduler.

ŞÃ‚h Veliyyullah, gun gectikce serpilip buyudu. Cocukluğu bile diğer cocuklardan farklıydı. Oynamasında, gulmesinde, yiyip icmesinde bir başkalık vardı. Zek ve hÂfızası, edeb ve hayÂsı fevkalÂde idi. Bir gun bahcede akranı cocuklarla oynayıp eve donmuştu. Babası yanına cağırıp; “EvlÂdım! Bu gunden îtibÂren oyle şeylerle meşgûl ol ki, bu meşgûliyetten eline gecen şey yanında kalsın. Bunlar da, okumak, yazmak, ibÂdet gibi şeylerdir.” dedi.

Babasının sozlerini dikkatle ve can kulağıyla dinleyen ŞÃ‚h Veliyyullah; o zamÂna kadar gecen vakitlerine eyvÂhlar edip, o gunden sonra bir daha oyun oynamadı. Daha beş yaşındayken babasından Kur’Ân-ı kerîmi okumayı oğrenip, temel din bilgilerini de tÂlim eyledi. Yedi yaşında ana dili olan FÂrisîyi okuyup yazdı. On yaşında Arabî lisÂnının gramer bilgilerinde Molla CÂmî’nin eserini okuyacak seviyeye geldi. Babasının nezÂretinde, hadîs ilminde; MişkÂt, Sahîh-i BuhÂrî, ŞemÂil-i Şerîf kitaplarını okudu. Tefsîr ilminde; Şerh-i VikÂye’yi, usûl-i fıkıh ilminde; HusÂmî, Tevdîh ve Telvîh kitaplarını okudu. KelÂm ilminde; Şerh-i AkÂid, Şerh-i HayÂlî ve Şerh-i MevÂkıf ve diğer eserleri, mantık ilminde; Şerh-i Şemsiyye, tasavvuf ilminde; AvÂrif-ul-MeÂrif ve ResÂil-i Nakşibendiyye’yi okudu. Nahiv ilminde, Molla CÂmî’yi ve meÂnî ilminde, Mutavvel ve Muhtasar-ul-Me’Ânî adlı eserleri okudu. İlm-i hey’et (astronomi), hesab (aritmetik) ilimlerine Âit ceşitli kitapları ve tıb ilminde El-Mu’cez fit-Tıb adlı kitabı okudu. İlmin her dalında geniş araştırmalar ve incelemeler yaptı. Dort hak mezhebin fıkıh kitaplarını tÂlim edip, inceliklerine vÂkıf oldu. On beş yaşına geldiğinde, zamÂnında okutulan zÂhirî ilimlerdeki tahsîlini tamamlayıp kemÂle gelmişti. ŞÃ‚h-ı Nakşibend BehÂeddîn-i BuhÂrî hazretlerinin yolunda mubÂrek bir kimse olan babasından feyz alarak, bÂtınî hazînelere de kavuştu. Son olarak okuduğu BeydÂvî Tefsîri'ni tamamlayınca babası, ulem ve sÂlihlerin, fakir ve zenginlerin iştirÂk ettiği bir yemekte, ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî hazretlerine icÂzet verip, başına da Âlimlere mahsus sarığı giydirdi.

Bundan sonra uc sene daha babasının nezÂretinde nefsini terbiye edip, velîlik yolunda ilerlemeye gayret etti. On sekiz yaşında iken babası Şeyh Abdurrahîm hastalandı. ZÂhirî ve bÂtınî ilimlerde kemÂle gelen oğlu ŞÃ‚h Veliyyullah’ı kendi yerine gecirip, talebelere ilim oğretmek ve hak yolu bildirmek ile vazifelendirdi. Cok gecmeden de 1719 senesinde vefÂt etti. Muhterem babasının vefÂtından sonra, onun kursîsinden, on bir sene zÂhirî ve bÂtınî ilimleri oğreten ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî hazretlerinin ilmî şohreti her tarafa yayıldı. Her beldeden akın akın talebeler geldi. Ona gelenler, arzuladıklarına kavuşup memleketlerine geri donduler. Bu arada kendisi, durmadan okuyor, araştırıyor, inceliyordu. Dort mezhebin hukumlerindeki delîllerini tek tek araştırıp tahkîk etti. Bunların neticesinde Hanefî, Hanbelî, MÂlikî ve ŞÃ‚fiî mezhebi imÂm ve Âlimlerinin yuksekliklerini, calışmalarını, gayretlerini daha iyi anladı.

Her ilimde soz sÂhibi olduğu hÂlde, yine de başka ilim sÂhiplerinden birşeyler oğrenmeye gayret eden ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî, hem hac farîzasını îf etmek, hem de Haremeyn ulemÂsının ilminden istifÂde etmek maksadıyla, 1730 senesinde Mekke-i mukerremeye gitti. Hac vazifesini îf edip, dunyÂnın her tarafından oraya gelen Allah dostları ile de goruştu. İlim sÂhiplerinin ilminden istifÂde etti. Medîne-i munevverede bir sene kadar kaldı. Hem ders verdi, hem ilim oğrendi. Muhammed Efdal Hacı SiyÂlkûtî, Ebû TÂhir Muhammed Medenî, Şeyh Vefdullah bin SuleymÂn Magribî, Mekke muftîsi TÂcuddîn Kal’î Hanefî, Şeyh SemÂvî, Şeyh KaşşÃ‚şî, Abdullah bin SÂlim Basrî, Hasan Acemî, Îs CÂferî, Seyyid AbdurrahmÂn İdrisî ve Şemseddîn Muhammed bin A'l BÂbilî gibi Âlimlerden ilim oğrenip icÂzet, diploma aldı. Bilhassa Ebû TÂhir Kurdî Medenî’nin ilim ve feyzinden cok istifÂde etti. Tekrar hac ettikten sonra, 1732 senesinde Hindistan’a dondu. Bu sırada Hindistan’da her şey karmakarışıktı. SiyÂsî iktidar duzensiz ve kudretsizdi. İnsanlardan bir kısmı cÂhilliklerinden hindû ve diğer kÂfirleri taklid eder olmuş, bir kısım muslumanlar da bid'at ehli kimselerin hÂl ve hareketlerine kapılmışlardı. İlmin yerini cehÂlet, fazîletin yerini ise denÂet, alcaklık almıştı. Kotu din adamları ortalığı fitneye boğmuş, sÂlih muslumanlar kıyıda koşede kalmışlardı. İşte boyle bir zamanda Hindistan’a donen ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri, Eski Delhi’de kına satıcılarının bulunduğu Mehendiyen Carşısı civÂrında babasından kalan eve yerleşti. O mutevÂzî evinde ders vermeye başladı. İlme susayanlar, akın akın gelip onun gonullere ferahlık veren derslerinden, ilim deryÂsından istifÂde ettiler. ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî hazretlerinin ilim ve feyzinin ustunluğu butun beldeye yayıldı. O mutevÂzî ev, talebeye kÂfi gelmez oldu. ZamÂnın GurgÂniyye Devleti hukumdÂrı Sultan Muhammed, ŞÃ‚h Veliyyullah hazretleri icin bir medrese yaptırdı. 1857 senesinde İngilizlerin işgÂline kadar bu medresede ilim oğretildi. İnsanlığın ve İslÂmiyetin en buyuk duşmanı olan İngilizler, yıllarca insanlara ilim ve feyz sacan bu mumtaz mekÂnı yakıp yıktılar, boylece tÂrihe gecen zulumlerine bir yenisini daha eklediler.

ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî istikbÂlin en buyuk ilim merkezlerinden biri olacak olan bu medresede ilim ve feyz sacmaya başladı. Cok kimse kendisinden istifÂde etti. Talebesinin adedi bilinmemektedir. Talebelerinin hepsine temel bilgileri oğrettikten sonra, herbirini kÂbiliyetli olduğu ilimde yetiştirdi. Yetişen talebelerini memleketin ceşitli yerlerine gonderdi. Medresesindeki talebelerini kendi yetiştirdiği mutehassıs Âlimlerin ellerine tevdî etti. Kendisi daha cok, kitap yazmak, ibÂdet etmek, muşkil meseleleri halletmekle meşgûl oldu. Kendisini ilme oyle verirdi ki, sabah namazını muteÂkip calışmaya başlar, uzun zaman devÂm eder, yemek yemek bile hatırına gelmezdi. Namaz hÂricinde butun dikkatini calışmaya verirdi. Allahu teÂlÂnın kelÂmı olan Kur’Ân-ı kerîmi tilÂvet ederken, tam bir edeb ve dikkat uzere bulunur, Resûlullah efendimizin mubÂrek hadîs-i şerîflerini mutÂlaa ederken bambaşka bir şekil alırdı. Bilmeyen biri gorse onun hÂline acırdı. Allahu teÂlÂ, onun Kur’Ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere gosterdiği edeb ve hurmetin bereketine, kendisine yuksek dereceler ihsÂn etti. FÂrisî olarak kısa ve ozlu bir tefsîr yazdı. İlim sÂhibi olup, tefsîr okuyabilecek seviyeye gelen talebelerine tÂlim ettirdi. Tefsîr okuyabilecek seviyeye gelmeyenlerin bu pek kıymetli eserden fayda yerine zarar gorebileceklerini anlatırdı. Bilhassa hadîs-i şerîf ilminde cok ilerleyen ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri, kendisi de tasavvufta yuksek derecelere erişmiş olmasına rağmen; “Allahu teÂlÂ, bize sahîh keşfler ihsÂn eyledi. Bu zamanda, hicbir yerde MazhÂr-ı CÂn-ı CÂnÂn’ın benzeri yoktur. Makamlarda ilerlemek isteyen onun hizmetine gelsin!” buyururlar ve talebelerden istidÂt ve istekli olanları Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretlerine gonderirlerdi. Ayrıca Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretlerine yazdıkları mektuplarında; “Allahu teÂl fazîletlerin tecellî yeri olan sizlere uzun zaman selÂmet versin ve butun muslumanları bereketlerinize kavuştursun!” diye yazardı. Mazhar-ı CÂn-ı CÂnÂn hazretleri de; “ŞÃ‚h Veliyyullah derin hadîs Âlimidir. MÂrifet esrÂrının tahkîkinde ve ilmin inceliklerini bildirmekte, yeni bir cığır acmıştır. Butun bu bilgileri ve ustunlukleri ile birlikte doğru yolun Âlimlerindendir.” buyurur, talebelerinden istidÂtlı ve istekli olanları ŞÃ‚h Veliyyullah’a gonderirlerdi.

Butun ilimlerde soz sÂhibi olan, fakat bÂzı ilimlerde daha fazla mutehassıs olan ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî, Kur’Ân-ı kerîmin kırÂatı ve nuzûlu, tefsîr, hadîs, fıkıh, siyer, tasavvuf bilgileri gibi ilim dallarında pek kıymetli olan iki yuz civÂrında eser yazdı. Otuz yedi-otuz sekiz senelik bir zaman zarfında yazılan bu kıymetli eserlerden bir kısmı kutuphÂnelerde mevcud olup, bir kısmının ise sÂdece isimleri eserlerde zikredilmektedir. Hindistan’ı İngilizlerin yağmalaması esnÂsında yok olduğu tahmin edilen bu kıymetli eserlerden mevcud olanların coğu defÂlarca basılmış, insanlar bunlardan istifÂde etmişlerdir. ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî'nin; ŞÃ‚h Abdul’azîz SÂhib, ŞÃ‚h Refî’uddîn SÂhib, ŞÃ‚h AbdulkÂdir SÂhib ve ŞÃ‚h Abdulganî SÂhib isimlerinde dort oğlu vardı.

ZamÂnında bulunan ve daha sonra gelen buyuk Âlim ve velîler, ŞÃ‚h Veliyyullah hazretlerini cok medhetmişler, cok ovmuşlerdir. FevÂid-ul-Behiyye ve başka kıymetli kitapların sÂhibi olan Muhammed Abdulhay el-Luknevî, ŞÃ‚h Veliyyullah’ı anlatmaya başlarken buyuruyor ki: “Himmet sÂhibi buyuk imÂm, insanlar arasında Allahu teÂlÂnın hucceti, hidÂyete kavuşanların onderi, ummetin dayanağı, ulemÂnın Âlimi ve oncusu, enbiyÂnın vÂrisi, sunnet-i seniyyenin ihy edicisi olan ŞeyhulislÂm Kutbuddîn Veliyyullah bin Abdurrahîm el-Omerî ed-Dehlevî, ilimde dery misÂli, fÂzıl bir zÂttır...”

Muftî Ahmed KÂgûrî diyor ki: “ŞÃ‚h Veliyyullah, aslı (koku) kendi evinde, dalları ise muslumanların evlerine kadar uzanmış mubÂrek bir ağac gibidir. İlim ve feyzi her tarafa yayılmıştır.”

Buyurdu ki: “ZekÂt, bereketi coğaltır. GazÂb-ı ilÂhîyi sondurur. Feyz ve bereketin gelmesine sebeb olur. Âhirette cimriliğin sebeb olduğu azÂbı def eder.”

“Mal sevgisi ve cimrilik, insana zararlı olur. Asıl maksaddan uzaklaştırır. Bu ise insanı sıkıntıya duşurur, mÂnen rahatsız eder. İnsanın mal sevgisinden ve cimrilikten kurtulması ancak yanındaki cok sevdiği şeyleri fakirlere vermeye kendini alıştırmakla olur."

“Bir gun bir fakir benden bir şey istemişti. O fakir zarûret icinde kıvranıyordu. Kalbime gelen ilhÂm bana, o fakire ihtiyÂcı olan şeyi vermemi emrediyor, duny ve Âhirette pekcok ecir ve mukÂfÂtı mujdeliyordu. NihÂyet o fakire istediği şeyi verdim. İlhÂm yoluyla bana vÂdedilen şeye gercekten şÃ‚hid oldum. O gun yaptığım bu iyiliğin karşılığını gordum.”

“İnsanın nefsi bÂzan taşkınlık yapar. Bu sebeple insan, şehvetine, arzu ve isteklerine uyar. İnsanın nefsini boyle işlerden muhÂfaza etmesi icin bÂzı cÂrelere başvurması gerekir. Oruc bu hususta en guzel cÂredir.”

“İnsan, şehvetini oruc tutmak sûretiyle kırar. Oruc insanın kotu isteklerini zayıflatır. Rûhun parlaması, şehvetin ve kotu arzuların kırılmasında oructan daha tesirli bir cÂre yoktur. Kişi oruc tutmak sûretiyle şehvet ve kotu arzularından ne kadar sıyrılabilmişse, oruc o derece gunahlarına keffÂret olur. Melekler oruc tutan kimseyi severler.”

“Oruc tutan cemiyetlere şeytan tesir etmez. Cunku o cemiyette oruc tutulduğu icin şeytanlar bağlanmışlardır. Onlar icin Cennet’in kapıları acık, Cehennem’in kapıları da kapalıdır.”

“Haccın hakîkatı muslumanlardan buyuk bir topluluğun bir araya gelmesidir. Oyle bir vakitte bir araya gelirler ki, o vakitte peygamberler, sıddıklar, şehîdler ve sÂlihler gibi Allahu teÂlÂnın nîmetlerine kavuşmuş olanların hallerini hatırlarlar. Hac ibÂdetinin yapıldığı mukaddes yerler gorulunce, Allahu teÂl hatırlanır. Hac zamÂnı, muslumanlar birbirlerinden istifÂde ederler. Aynı zamanda hac meşakkatli bir yolculuk olduğu icin, buyuk bir gayret îcÂb ettirir. Nasıl yeni îmÂnla şereflenen bir kimsenin daha onceki gunahları siliniyorsa, ihlÂsla yapılan ve kabûl olan hac da gunahlar icin keffÂrettir.”

Arabî ve FÂrisî lisÂnlarında guzel eserler verdiği gibi, şiirler de yazan ŞÃ‚h Veliyyullah’ın eserlerinden bÂzıları şunlardır: 1) Feth-ur-RahmÂn fî Tefsîr-il-Kur’Ân, 2) El-Fevz-ul-Kebîr fî Usûl-it-Tefsîr, 3) El-İ’tikÂd-us-Sahîh, 4) Te’vîl-ul-EhÂdîs fî Rumûz-i KısÂs-ul-EnbiyÂ, 5) El-Musevv min-el-MuvattÂ’, 6) El-Musaff fî Şerh-i MuvattÂ’, 7) Şerh-i TerÂcîm-i EbvÂb-i Sahîh-i BuhÂrî, 8) Huccetullah-il-BÂliga, 9) İzÂlet-ul-Haf an HilÂfet-il-HulefÂ, 10) El-Budûr-ul-BÂziga, 11) Et-TefhimÂt-ul-İlÂhiyye, 12) El-Hayr-ul-Kesîr, 13) Fuyûz-ul-Haremeyn, 14) Ikd-ul-Cîd fî BeyÂn-ı AhkÂm-il-İctihÂd vet-Taklîd, 15) El-BelÂg-ul-Mubîn, 16) Es-SÂf fî BeyÂn-il-İhtilÂf, 17) Kurret-ul-Ayneyn fî Tafdîl-iş-Şeyhayn, 18) Ed-Durr-us-Semîn fî MubÂşşerÂt-in-Nebiyy-il-Emîn, 19) Heme’Ât, 20) EltÂf-ul-Kuds, 21) El-Kavl-ul-Cemîl fî BeyÂn-ı SevÂ-is-Sebîl, 22) EnfÂs-ul-Ârifîn, 23) İnsÂn-ul-Ayn fî MeşÃ‚yih-il-Haremeyn, 24) El-İntibÂh, 25) El-Erba'în, 26) El-MakÂlet-ul-Vad’iyye fin-Nasîhatı vel-Vasiyye, 27) El-İnsÂf fî Sebeb-il-ihtilÂf. ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî’nin, mezhepsiz, sapık kimselere cevap veren; El-İnsÂf fî BeyÂn-ı Sebeb-il-İhtilaf ve Ikd-ul-Cîd adlı eserleri İstanbul’da Hakîkat Kitabevi tarafından bastırılarak butun dunyÂya dağıtılmaktadır.

NAMAZ

ŞÃ‚h Veliyyullah-ı Dehlevî buyurdu ki: “Namaz şu uc şeyden ibÂrettir. 1) Allahu teÂlÂnın azametini ve buyukluğunu duşunerek, kalbin hudû ve huşû hÂlinde olması, 2) Dilin, Allahu teÂlÂnın azamet ve kibriyÂsını, buyukluğunu soylemesi. Kulun hudû ve huşû uzere olması, Allahu teÂlÂnın azamet ve kibriyÂsını, celÂlini, ifÂde etmesi hÂlinde en yuksek şeklidir. 3) ÂzÂları, bu huşû ve hudû hÂline gore bulundurmak, ona gore hareket etmek.”

Namaz kılmak lezzeti bir muminde yerleşince, artık o kimse Allahu teÂlÂnın nûruna dalar. Namaz o kimsenin hat ve gunÂhlarına keffÂret olur. Cunku iyilikler, kotulukleri yok eder. Allahu teÂlÂyı tanımak icin namazdan daha faydalı bir şey yoktur. Bilhassa namaz, kalp huzûru ve ihlÂs ile kılınırsa cok kıymetli olur. Nefsin akl-ı selîme itÂat etmesi husûsunda namazdan daha faydalı bir şey yoktur.”

1) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1148
2) EshÂb-ı KirÂm (Muslumanların İki Gozbebeği Bolumu); (6. Baskı) s.168
3) FÂideli Bilgiler; (6. Baskı) s.337
4) Rehber Ansiklopedisi; c.16, s.36
5) Huccetullah-il-BÂliga; İstanbul, 1317
6) Mu’cem-ul-Muellifîn; c.4, s.292
7) El-A’lÂm; c.1, s.149
8) EsmÂ-ul-Muellifîn; c.1, s.177
9) ÎzÂh-ul-Meknûn; c.2, s.212, 248, 485
10) Philosophy of Shah Waliullah (Dr. A.J. Halepota), Sind Sagar Academî, Lahor (Pakistan)
11) MakÂmÂt-ı Mazhariyye (Abdullah Muceddîdî İstanbul 1986, s.39
12) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.236
13) El-Kavl-ul-Celî
__________________