EvliyĂ‚nın buyuklerindendir. Kunyesi Ebû Ali olup, babasının ismi İbrĂ‚him’dir. İbrĂ‚him Edhem’in talebesi, HĂ‚tim-i EsĂ‚m’ın hocasıdır. DunyĂ‚ya gonul bağlamayıp, haramlardan ve şuphelilerden şiddetle kacardı. Şupheli korkusuyla mubahların da coğuna yaklaşmadı. TicĂ‚retle uğraşırdı. 790 (H.174) senesinde vefĂ‚t etti.
Şakîk-i Belhî’nin tovbe etmesine Turkistan’daki bir putperest sebeb oldu. TicĂ‚ret icin Turkistan’a gitti. Merak edip bir puthaneye girdi. Puta, isteklerini yana yakıla anlatan bir putpereste; “Seni ve her şeyi yoktan var eden, alîm ve kudretli bir yaratanın var. Sana hic bir fayda ve zararı olmayan puta tapacağına Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det et.” dedi. Putperest, “Eğer soylediğin doğru ise, O, sana senin memleketinde rızk vermeye kĂ‚dirdir. MĂ‚dem oyledir, nicin tĂ‚ buralara kadar geldin?” dedi. Şakîk-i Belhî hazretleri, bu soz uzerine derin duşuncelere daldı ve Belh şehrinin yolunu tuttu. Yolda gelirken bir mecûsi ile yolculuk yaptı. Mecûsi, Şakîk-i Belhî’nin tuccar olduğunu oğrenince; “Eğer kısmetin olmayan bir rızık peşindeysen, kıyĂ‚mete kadar gitsen onu ele geciremezsin. ŞĂ‚yet kısmetin olan bir rızk peşindeysen onun arkasında koşmana luzum yoktur. Cunku sana ayrılan rızkın seni bulur.” dedi. Bu soze Şakîk-i Belhî hayran kaldı. DunyĂ‚’ya karşı meyli azaldı. Artık Ă‚hiret icin calışacağına kendi kendine soz verdi. Belh şehrine geldi. Belh’de muthiş bir kıtlık vardı. İnsanlar yiyecek bir şey bulamıyorlardı. Bu yuzden kimsenin yuzu gulmuyordu. Şakîk-i Belhî, carşıda neşeli bir koleye; “Ey kole, herkes uzuntu icindeyken, senin neşene sebep nedir?” deyince, kole, “Nicin uzuleyim. Benim efendim zengin bir kimsedir. Beni ac, cıplak bırakmaz ki!” dedi. Şakîk-i Belhî, bu soze şaştı ve; “Aman yĂ‚ Rabbi! Az bir dunyĂ‚lığı olan şu zenginin kolesi boyle neşeli. Halbuki, sen butun canlıların rızıklarına kefil oldun. Biz nicin gam ve keder icinde olalım.” deyip dunyĂ‚ meşgûliyetlerinden elini cekti. Samîmi bir tovbe ile Ă‚hirete yoneldi. Allahu teĂ‚lĂ‚ya olan tevekkulu son derece fazlalaştı. İbrĂ‚him Edhem hazretlerinin sohbetlerine başladı. Ondan feyz alarak olgunlaştı.
İbrĂ‚him Edhem’le olan sohbetlerinden birini kendisi şoyle anlattı: “Hocam ile Mekke’de buluştum. Bana Hızır aleyhisselĂ‚m ile olan karşılaşmasını anlattı. Buyurdu ki: “Hızır ile bir defa goruştum. Bana yeşil bir kabın icinde, guzel kokulu sekbac ismindeki ekşili bir yemekden verdi. “Bunu ye, ey İbrĂ‚him!” dedi. Almadım. Hızır bana; “Meleklerden duyduğuma gore, bir kimse verileni kabûl etmezse, bir şey verilmesini istediği yerden eli boş doner.” buyurdu.”
Şakîk-i Belhî gencliğinde genclerin reisi idi. Bir gun arkadaşlarıyla birlikte, mecûsilerin taptıkları ateşin bulunduğu tapınağa geldiler. Arkadaşlarına, “Haydi iceri girelim. Mecûsiler ne yapıyorlar, ateşe nasıl tapıyorlar, bakalım.” dedi. İceride guzel yuzlu bir gencin ateşe tapınmakta olduğunu gorduler. Şakîk-i Belhî o gence, musluman olmasını teklif etti. O genc, Şakîk-i Belhî’nin yanına gelip ona bir tokat vurdu. Şakîk-i Belhî ve arkadaşları buna bir mĂ‚nĂ‚ veremeyip, dışarı cıktılar. Şakîk-i Belhî; “Kendi kusurlarım sebebiyle bu mecûsi musluman olmadı. Sozum tesir etmedi.” diyerek, tovbe ve istigfĂ‚r eyledi. HattĂ‚, kusur ve gunahlarının affı icin ağladı, cok gozyaşı doktu. Uzun yıllar ilim oğrendi. Buyuk Ă‚limler arasına girdi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın katında sevilen kimselerden oldu. Aradan uzun yıllar gecmişti. Bir gun talebeleriyle yine o mecûsilerin tapındığı yere geldiler. Talebelerine; “Geliniz mecûsileri gorelim de, onlar gibi olmadığımız icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya şukredelim.” buyurdu. İceri girdiklerinde, ihtiyar bir mecûsinin ateşe tapınmakta olduğunu gorduler. Şakîk-i Belhî ona; “Nicin musluman olmuyorsun? Guzel simĂ‚lı bir ihtiyarsın.” deyince, ihtiyar; “Bana İslĂ‚mı anlat.” dedi. Şakîk-i Belhî ona İslĂ‚miyeti anlattı, o da musluman oldu. BerĂ‚berce dışarı cıktılar. Giderken, Şakîk-i Belhî, yeni musluman olan ihtiyara; “Filan tĂ‚rihte, mecûsilerin bu tapınağında bir genc vardı. Şimdi ne hĂ‚ldedir?” diye sordu. İhtiyar; “İşte ben o gencim.” dedi. Şakîk-i Belhî cok hayret etti ve; “Sana o zaman muslumanlığı anlattım, musluman olmanı teklif ettim, kabûl etmedin. Şimdi anlattım, hemen musluman oldun. Hikmeti nedir?” diye sordu. İhtiyar bunu şoyle cevaplandırdı: “O zaman senin sozun bana tesir etmedi. Şimdi ise o kadar temiz ve nurlusun ki, benim pislik ve zulmetimi giderip temizledin. Allahu teĂ‚lĂ‚ da senin nûrunu arttırsın.” dedi. Oradakiler “Âmin” dediler.
Zengin zĂ‚tlardan birisi, Şakîk-i Belhî’ye dedi ki: “Ben senin ihtiyaclarını, kendi malımdan karşılayayım.” Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Kabûl ediyorum, ama şu şartla, bana verdiklerinden dolayı hazinende noksanlaşma olursa, malların hırsızlar tarafından calınıp telef olursa, -olur ya- bir gun bu niyetinden ayrılıp bana nafaka vermekten vazgecersen, bende bir kabahat gorup vermekte olduğun nafakayı kesersen ve omrun bitip olursen ve ben de nafakasız kalırsam ne olacak. Butun bunların olmıyacağına dair bana bir teminĂ‚t verebilirsen teklifini kabûl edeyim. Halbuki, benim rızkımı oyle bir zĂ‚t veriyor ki, butun mahlûkların rızıklarını verdiği halde hazinelerine zarar verme durumu yoktur. Bu kadar gunahlarımız olduğu ve en ince teferruatına kadar butun yaptıklarımızı bildiği halde ihsĂ‚nı ve merhameti o kadar boldur ki, kimsenin rızkını kesmiyor. Sonra onun icin olum diye bir şey yoktur. Boyle bir zĂ‚t rızkıma kefil olmuş iken başkasından bir şey beklemekliğim kulluğuma yakışır mı? Her turlu ayıb ve kusurlardan uzak boyle bir zĂ‚tı bırakıp da, kendim gibi Ă‚ciz bir kula el acarsam Rabbim gucenmez mi ve boyle yapan kimselerin ne kadar zavallı ve akılsız oldukları meydanda değil midir?” Bunun uzerine o zengin kimse bir şey diyemedi.
Bir gun, kendilerine nasîhat kĂ‚r etmeyen bir grub insanlara şoyle buyurdu: “Eğer cocuk iseniz mektebe, deli iseniz tımarhĂ‚neye, olu iseniz kabristana gidin. Ama musluman iseniz musluman olmanın şartlarını yerine getiriniz!”
Şakîk-i Belhî bir gun hocalarından Ebû HĂ‚şim er-RummĂ‚nî’yi ziyĂ‚ret etti. Hocası Şakîk-i Belhî’nin cebini kabarık gorunce ne olduğunu sordu. Şakîk-i Belhî; “Dostlarımdan biri, orucunu bunlarla acmanı arzu ediyorum. Lutfen kabûl et diye yiyecek bir şeyler verdi. Cok ısrĂ‚r ettiği icin ben de kabûl ettim.” dedi. Bunun uzerine hocası; “Demek sen akşama kadar yaşıyabileceğini duşunebiliyorsun.” diyerek sitem etti.
Şakîk-i Belhî, Mekke’ye gitti. Orada pekcok kimse etrĂ‚fında toplanır, sohbetlerinden ve nasîhatlerinden istifĂ‚de ederlerdi. Birisine dedi ki: “Gecimini nasıl temin ediyorsun. Bir şey bulamazsan ne yapıyorsun?” O kimse dedi ki: “Bir şey bulursam şukrediyorum, bulamazsam sabrediyorum.” Şakîk-i Belhî; “Belh şehrinin kopekleri de boyledir. Buldukları zaman, sevinirler. Bulamazlarsa bekleyip sabrederler.” buyurdu. O kimse dedi ki: “Peki bu hususta sizin yaptığınız nedir." CevĂ‚bında; “Elimize bir şey gecerse, başkalarını kendimize tercih eder, başkalarına veririz. Gecmezse şukrederiz.” Bunun uzerine o kimse Şakîk-i Belhî’ye sarıldı ve; “Vallahi sen buyuk bir zĂ‚tsın.” dedi. Hacdan donup BağdĂ‚t’a geldiğinde vĂ‚z vermeye başladı. Hep, Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul etmenin luzumunu anlatırdı. Birisi gelip, kendisine; “Hacca gitmek istiyorum.” deyince, o kimseye; “Yol harclığın nedir?” diye sordu. O kimse; “Allahu teĂ‚lĂ‚nın benim icin takdir ettiği rızkın mutlaka bana ulaşacağını, bu rızkı başkalarının alamıyacağını, Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdirinin her zaman benimle berĂ‚ber olduğunu, hangi halde ve durumda bulunursam bulunayım, Allahu teĂ‚lĂ‚nın benim durumumu benden daha iyi bilmekte olduğunu bilirim.” dedi. Bunun uzerine Şakîk-i Belhî; “Cok guzel, ne guzel yol harclığın var. Tevekkul boyle olmalı. Gule gule git kardeşim. Yolun acık olsun.” buyurdu.
Şakîk-i Belhî, İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe’yi cok medheder şoyle buyururdu: “İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe bu zamanda insanların en verĂ‚ sĂ‚hibi (haram ve şuphelilerden sakınanı), en Ă‚limi, en cok ibĂ‚det edeni, en comert olanı, dînin emirlerine uymakta en ihtiyatlı davrananı, Allahu teĂ‚lĂ‚nın dîninde, kendi goruşu ile bir şey soylemekden en cok sakınanı idi. Bir meseleyi acıklıyacağı zaman, butun talebelerini toplar, hepsi bu meselenin dîne uygun olduğunda ittifak edince; “Bu meseleyi filan bolume yazınız.” derdi.”
Şakîk-i Belhî’nin bir gun yanına bir ihtiyar gelip, Allah’a tovbe etmek istediğini bildirdi. Ona buyurdu ki: “İyi ama, keşke tovbe etmek icin bu zamĂ‚na kadar beklemeseydin.” O kimse: “Oyle ama, yine de olmeden once geldiğim icin erken gelmiş sayılırım.” dedi. Şakîk-i Belhî; “Hoş geldin ve ne iyi ettin.” buyurdu. Bunun uzerine o kimse tovbe etti ve tovbesinden vazgecmedi.
Buyurdular ki:
“Bir musîbet geldiğinde feryĂ‚d u figĂ‚n eden kimse, Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı gelmiş olur. Ağlayıp, sızlamak, belĂ‚ ve musîbeti geri cevirmediği gibi, insanın sabredenlere verilen sevĂ‚b ve mukĂ‚fĂ‚ttan da mahrum olmasına sebeb olur.”
“Bir kimsenin yanında mubĂ‚rek bir zĂ‚tın iyilik ve guzel hĂ‚lleri anlatılır da, o kimse bundan zevk duymaz ve o mubĂ‚rek zĂ‚ta karşı kalbinde muhabbet hĂ‚sıl olmazsa, bilsin ki kendisi kotu kimsedir.”
“Sıkıntının mukĂ‚fĂ‚tını bilen, ondan kurtulmağa heves etmez.”
“Şeytanı en cok kızdıran iki şey, onun vesvesesine aldırmamak ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın zĂ‚tı hakkında duşunmemektir”. (Allahu teĂ‚lĂ‚nın yarattıkları hakkındaki tefekkur makbûldur.)
“Bir kusuru ve ayıbı var diye bir kimseyi kotuleyen, hakĂ‚ret eden kimse, kendi kendini helĂ‚k etmiş demektir. İnsanlar, bir kimse hakkında; “Bundan bize zarar gelmez bu emin bir kimsedir.” derlerse, o kimse butun insanların zarar ve kotuluklerinden emindir. Kim muslumanların aleyhinde konuşur, onları gıybet eder, onlara iftira ederse, aralarında soz taşıyıp koğuculuk yaparak muslumanları birbirine duşururse, muslumanların hakkını gozetmez, onların kalblerini kırar, incitirse ve onları kendinden aşağı gorurse, o kimse şeytanın hizmetcisi olmuş olur, dunyĂ‚da fakir olur, Ă‚hirette iflĂ‚s etmiş vaziyette hakir ve zelîl olur.”
“Rızkı hususunda Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul eden kimsenin guzel huyları fazlalaşır, comert olur ve ibĂ‚detlerinde vesvese bulunmaz.”
“Allahu teĂ‚lĂ‚nın azĂ‚bından korkmanın alĂ‚meti haramları terk etmektir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın rahmetinden umidli olmanın alĂ‚meti de cok ibĂ‚det etmektir.”
“İleride tovbe ederim diye gunaha devam edenler, daha yaşarız umidiyle, tovbeyi geciktirenler, hattĂ‚, Allahu teĂ‚lĂ‚nın azĂ‚bını duşunmeyip, rahmetini umid ederek tovbe etmeyenler, cok buyuk gaflet ve felĂ‚ket icindedirler.”
“Gonul ferahlığı, hesap kolaylığı ve can rahatlığı fakirlerin hĂ‚lidir. Gonul meşgûliyeti, hesapların zorluğu ve can sıkıntısı da zenginlerin hĂ‚lidir.”
“Olume şimdiden hazırlanmanız lĂ‚zımdır. Cunku, bir geldi mi geri gonderemezsiniz.”
“Kendisine bir şey ikrĂ‚m ettiğin kimse ile, sana ikrĂ‚mda bulunan iki kişinin senin kalbindeki yerlerine dikkat et. Eğer kalbindeki muhabbet, kendisine ikrĂ‚mda bulunduğun kimseye karşı daha fazla ise, bu ikrĂ‚m ve muhabbetin Allah icin olduğu anlaşılır. Ama kalbindeki muhabbet, sana ikrĂ‚mda bulunan kimseye karşı daha fazla ise, bu dostluk menfaat icindir.”
“MisĂ‚firi cok severim. Cunku, rızkını Allahu teĂ‚lĂ‚ veriyor. Ben hicbir şey yapmıyorum. Bununla berĂ‚ber, Allahu teĂ‚lĂ‚ bana sevĂ‚b veriyor
Akıllı, zeki, derviş, zengin ve cimrinin kimlere denildiğini yedi yuz tane Ă‚limden sordum. Hepsi de birbirine yakın cevaplar verip şoyle dediler: “DunyĂ‚yı sevmeyen kimse, akıllıdır. DunyĂ‚nın aldatıcı ve yalan olan zevklerine aldanmayan kimse, zekîdir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdir ettiğine rĂ‚zı olan, kanĂ‚at eden, zengindir. DunyĂ‚ya Ă‚it arzusu bulunmayan, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sını isteyen kimse, dervişdir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın verdiği nîmetlerden, mahlûkuna faydalı olanları vermekten kacınan, cimridir.”
“Dilini muhĂ‚faza et. Amel defterinde ve terĂ‚zide sevĂ‚bını bulamıyacağın soz soyleme. Sozu soylemeden once duşun; hayırlı ise soyle, yoksa sukût et."
İLME VERİLEN DEĞER
Bir gun yolda bir gayr-i muslim Şakîk-i Belhî’ye dedi ki: “Bir kimse, kendisine rızık verdiği icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya îmĂ‚n ve ibĂ‚det ederse, o kimsenin bu yaptığı yalancılıktır.” Şakîk-i Belhî bunu duyunca yanındakilere; “Bu kimsenin soylediği sozu bir yere yazınız." buyurdu. O gayr-i muslim dedi ki: "Nasıl olur, senin gibi yuksek bir zĂ‚t, benim gibi birinin soylediği sozu kaydeder mi?” Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Evet biz, kim olursa olsun doğruyu soyleyen kimsenin sozunu alır, kabûl ederiz. Peygamber efendimiz; “Hikmet, muminin gayb ettiği malıdır. Nerede bulursa alsın.” buyurdu. Bu sozler karşısında hayrette kalan gayr-i muslim; “Bana İslĂ‚miyeti anlat. Ben de musluman olacağım. Senin dînin hak dindir. TevĂ‚zu ve hakkı kabûl etmeyi emretmektedir.” dedi ve musluman oldu.
OĞUNMEĞE DEĞER Mİ?
Bir gun Şakîk-i Belhî, hac icin cıktı yola,
Bağdat'a vardığında, bir muddet verdi mola.
HĂ‚run Reşîd, Şakîk'in, Bağdat'a geldiğini,
Duyunca dĂ‚vet etti, yanına kendisini.
Geldiğinde dedi ki: "Nasîhat eyle bana."
Buyurdu ki: "Ey HĂ‚run, al aklını başına!
Hukumdar olmak ile, muhim bir mevkîdesin,
Sen şu buyuk zĂ‚tları, rehber edinmelisin!
Rabbimiz Ebû Bekr-i Sıddîk'ın makamını,
Sana ihsĂ‚n etti ki, veresin tam hakkını.
O nasıl doğru ise, sen de oyle olasın,
Onun gittiği yoldan, aslĂ‚ ayrılmayasın!
Ve verdi ki hazret-i Omer'in makamını,
Sen de ayırt edesin, haktan bĂ‚tıl olanı.
OsmĂ‚n-ı Zinnûreyn'in, makamını da sana,
Verdi ki sarılasın, hayĂ‚ ile ihsĂ‚na.
Hazret-i Ali'nin de, makamını verdi ki,
Sen de ilim sĂ‚hibi, olasın onun gibi!
Sen bu buyuk zĂ‚tların yolundan ayrılırsan,
Şimdiden Cehennim'in, azĂ‚bına hazırlan!"
HĂ‚run dedi ki: "DevĂ‚m et, oğutlerin ne guzel."
Buyurdu ki: "Ey HÂrun, dikkat et, kendine gel!
Aldanma bu dunyĂ‚nın, mal ve saltanatına,
Âhirette bunların, faydası olmaz sana.
Duşun şimdi bir colde, gunlerce kaldığını,
Hararetten susayıp, pekcok bunaldığını.
Tam olecek duruma, gelmişken susuzluktan,
O anda biri gelse, hem de serin su satan.
Senin de susuzluktan, yanmışken boyle icin,
Ne kadar mal verirsin, o suyu almak icin?"
Dedi ki: "Ne isterse, veririm her serveti,
Olur mu hic o zaman, malın ehemmiyeti?"
Buyurdu: "Yarısını, isterse servetinin,
Verir miydin meselÂ, o suyu almak icin?"
HĂ‚run Reşid dedi ki: "Verirdim hemen elbet,
ZîrĂ‚ ben oluyorken, neye yarar bu servet?"
Buyurdu ki: "PekĂ‚lĂ‚, ictin ve kandın suya,
LĂ‚kin atamıyorsun, o suyu dışarıya,
YĂ‚ni bir damla bile, idrar yapamıyorsun,
Şiddetli sancı ile, kıvranıp duruyorsun.
O sırada biri de, cıkagelse Ă‚niden,
Dese ki kurtarırım, seni ben bu derdinden.
Ve lĂ‚kin servetinin, obur yarısını da,
Bu kimse isteseydi, verir miydin onu da?"
Dedi: "GĂ‚yet tabiî, seve seve verirdim,
ZîrĂ‚ ben kıvranırken, neye yarar servetim?"
Buyurdu ki: "Oyleyse, ovunme malın ile,
Bir icimlik su kadar, kıymeti yokmuş bile."
HĂ‚run Reşid ağlayıp, dedi: "Soyle az daha."
Buyurdu ki: "Ey HÂrun, tovbe et, don Allah'a!
Tovbeyi bir an bile, asl geciktirme ki,
Tovbe etmeden once, olebilirsin belki.
Muhakkak pişman olur tovbeyi gec yapanlar,
ZîrĂ‚ ecel cok zaman, Ă‚ni gelip yakalar."
Bu mubĂ‚rek velînin hurmetine İlĂ‚hî,
Pişman olmayanlardan, eyle sen bizi dahi.
HER ŞEYİN OZU
Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Dort bin hadîs-i şerîf icinden dort yuz tĂ‚ne, bundan da kırk tĂ‚ne ve nihĂ‚yet bunların icinden de şu dort hadîs-i şerîfi sectim: “1) Kalbini kadına bağlama. ZîrĂ‚ bugun senin ise yarın başkasındadır. Eğer kadına itĂ‚at edersen Cehennem’e atılırsın. 2) Kalbini mala bağlama. ZîrĂ‚ mal sana emĂ‚nettir. Bugun senin ise yarın başkasınındır. Başkasının malı icin kendini yorma. Başkasına hoş gelir, fakat gunahı sanadır. Eğer kalbini mala bağlarsan, Allahu teĂ‚lĂ‚nın haklarını gozetemezsin. Kalbine fakirlik korkusu girer ve şeytana itĂ‚at edersin. 3) Herhangi bir şey hususunda kalbinde bir sıkıntı olursa o şeyi terk et. ZîrĂ‚ muminin kalbi, şĂ‚hit yerindedir. Şuphelilerden sıkılır, helĂ‚lde ise sukûnet bulur (sĂ‚kin olur). 4) Bir işin makbûl olacağı hukmune varmadan o işi yapma.
AKILLI KİMMİŞ
Bir gun zengin birisi, Şakîk hazretlerine,
Gelip şoyle soyledi, o gun kendilerine:
Dedi ki: “Ey efendim, ben zengin bir kimseyim,
Her ihtiyacınızı, karşılamak isterim.”
Bu teklîfi dinleyip, buyurdu ki: “Kardeşim!
Olabilir ve lĂ‚kin, şartlarım vardır benim.
Bana verdiğin icin, malın noksanlaşırsa,
Veya hırsız gelip de, malların calınırsa,
YÂhut da vaz gecersen, ilerde bu fikrinden,
Bir kabÂhatim ile, donersen niyetinden.
YÂhut vefÂt edersen, bir gun Âni olarak,
Nafakasız kalırsam, o zaman ne olacak?
Butun bu hususlarda, temin edersen beni,
DerhĂ‚l kabûl ederim, senin bu teklifini,
ZîrĂ‚ şu Ă‚n rızkımı, verir ki oyle bir zĂ‚t,
Butun bu hususlara, kefildir kendi bizzat.
Sacar ihsĂ‚nlarını, mahlûkatın hepsine,
Yine bir zarar gelmez, O’nun hazînesine.
Her canlının rızkını, verir de fazla fazla,
Yine hazînesinde, azalma olmaz asla.
Hem o kadar coktur ki, şefkĂ‚t ve merhameti,
Kulları yapsalar da, her turlu kabĂ‚hati.
Buna rağmen, bakmayıp isyankĂ‚r hĂ‚llerine,
Kesmez rızıklarını, devamlı verir yine.
Ayrıca, O’nun icin, olum yok, etmez vefĂ‚t,
Butun bu hususlardan, berîdir her Ă‚n o zĂ‚t.
Boyle kudretli biri, kefilken şimdi bana,
Nicin O’nu bırakıp, gideyim başkasına?
Her ayıp ve kusurdan, uzak olan Rabbimi,
Bırakıp, bir Ă‚cize, gitmem akıl işi mi?”
O zengin bu sozleri, dinleyince Şakîk’ten,
Mahcup ve pişman oldu, yaptığı bu tekliften.
SU KADAR DEĞERİ YOK
Bir sene hacca gitmek uzere yola cıktı. BağdĂ‚t’a vardığında Halife HĂ‚run Reşid bunun geldiğini haber aldı ve yanına cağırttırdı. Şakîk-i Belhî, halîfenin yanına geldi. Halîfe HĂ‚run Reşîd sordu: “ZĂ‚hid olan Şakîk-i Belhî sen misin?” Şakîk-i Belhî; “Şakîk benim ama zĂ‚hid değilim.” dedi. Halife nasîhat isteyince şoyle buyurdu: “Aklını başına topla ve cok dikkatli ol. Allahu teĂ‚lĂ‚ sana Ebû Bekr-i Sıddîk’ın makĂ‚mını verdi ki, senden, onda olduğu gibi doğruluk istiyor. Sana Omer-ul-FĂ‚rûk’un makĂ‚mını verdi ki, senden, onda olduğu gibi, hak ile bĂ‚tılı ayırmanı istiyor. Sana Osman-ı Zinnûreyn’in makĂ‚mını verdi ki, senden, onda olduğu gibi hayĂ‚ ve kerem (cok lutuf ve ihsĂ‚n) sĂ‚hibi olmanı istiyor. Sana Aliyyul MurtezĂ‚’nın makĂ‚mını verdi ki, senden, onda olduğu gibi ilim ve adĂ‚let istiyor.” HĂ‚run Reşîd; “Biraz daha nasîhat et.” deyince, Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Allahu teĂ‚lĂ‚nın Cehennem diye bilinen bir yeri vardır ve seni de oraya bekci yaptı. Eline uc şey verdi. Bunlar mal, kılıc ve kırbacdır. İnsanları bu uc şeyle Cehennem’den uzaklaştır. Muhtac biri gelirse ona mal ver. Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerine aykırı davrananları bu kırbacla edeblendir, yola getir. Başkalarına haksızlık edenlerin, haksız yere adam oldurenlerin karşısına bu kılıcla sen cık. Eğer bunları yapmazsan Cehenneme ilk gidecek sen olursun.” Halife biraz daha nasîhat istedi. Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Sen suyun menbaı, kaynağı gibisin. Senin vĂ‚lilerin, kumandanların da bu suyun kolları gibidir. Suyun menbaı saf, temiz, berrak olursa, suyun kolları da berrak olur. Suyun menbaı temiz olup, kollarda hafif bulanıklık olursa da zararı olmaz. Ama menbaı bulanık olursa, artık suyun kollarının saf ve berrak olmasını umid etmek mumkun olmaz.” HĂ‚run Reşîd; “Biraz daha anlat” dedi. Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Duşun ki colun ortasında kaldın, susuzluktan olmek uzeresin. Birisi getirip bir icim su satsa bu suyu kaca alırsın?" O da; “Ne kadar istiyorsa onu verir, suyu satın alırım.” dedi. Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Elinde su bulunan kimse, bu suya mukĂ‚bil senden servetinin yarısını istese, yine rĂ‚zı olur musun?”. HĂ‚run Reşîd; “Evet rĂ‚zı olurum.” dedi. Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Duşun ki servetinin yarısını verip satın aldığın suyu ictin. Bir zaman gecince bu suyu dışarı atmak ihtiyĂ‚cını duydun, fakat idrar yapamadın. Oyle ki olecek hĂ‚le geldin. Birisi cıkıp dese ki, ben senin bu sıkıntıdan kurtulmana sebeb olurum, lĂ‚kin buna mukabil olarak mulkunun obur yarısını isterim, dese ne yaparsın?” HĂ‚run Reşîd; “Elbette rĂ‚zı olurum. Ben o sıkıntıda iken servetimin ne mĂ‚nĂ‚sı var?” dedi. Bunun uzerine Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “O halde once ictiğin sonra idrar yoluyla dışarıya attığın bir icim su kıymetinde bile olmıyan şu servetine sakın guvenme. Bir kimseye karşı bununla oğunme!” Bu nasîhatlardan sonra HĂ‚run Reşîd cok ağladı. Şakîk-i Belhî’yi hurmet ve saygı ile uğurladı.
1) El-A’lĂ‚m; c.3, s.171
2) TabakĂ‚t-us-Sûfiyye; s.61, 66
3) FevÂt-ul-VefeyÂt; c.1, s.187
4) VefeyĂ‚t-ul-A’yĂ‚n; c.1, s.226
5) Hilyet-ul-EvliyÂ; c.8, s.58
6) TabakÂt-ul-KubrÂ; c.1, s.65
7) Tehzîb-ibn-i AsĂ‚kir; c.6, s.327
8) MîzĂ‚n-ul-İ’tidĂ‚l; c.1, s.449
9) UlemĂ‚-ul-Muslimîn; s.70
10) Tenbîh-ul-GĂ‚filîn; s.75, 81
11) Tezkiret-ul-EvliyÂ; s.125
12) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.7
__________________
Şakîk-ı Belhî
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●60 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Şakîk-ı Belhî