Meşhûr hadîs, fıkıh Ă‚limi ve evliyĂ‚nın buyuklerinden. Tebe-i tĂ‚biînden olup, Basra'da yaşamıştır. Kunyesi Ebû Beşr el-Basrî'dir. Doğum ve vefĂ‚t tĂ‚rihleri kesin olarak bilinmemektedir. 793 (H. 177) veya 802 (H. 186)'de, bir rivayete gore de 805 (H. 189) senesinde vefĂ‚t etmiştir.
AbdulvĂ‚hid bin Zeyd hazretleri, TĂ‚biîn devrinde meşhûr hadîs ve fıkıh Ă‚limleri olan, Ebû İshĂ‚k, A'meş, Hasan-ı Basrî, Âsım'ul-Ahval, SĂ‚lih bin Han, Amr bin Meymûn, Ebû İshak ŞeybĂ‚nî gibi Ă‚limlerin sohbetlerinde bulundu. Onlardan hadîs ve fıkıh oğrenerek bu ilimlerde soz sĂ‚hibi oldu. Tebe-i tĂ‚biîn devrinde Basra'da yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh Ă‚limlerinin ileri gelenleri arasında yer aldı. ZamĂ‚nını ilim oğrenmekle ve ibĂ‚det yapmakla gecirdi. Senelerce sabah namazını yatsı namazı abdestiyle kılıp, geceleri uyumamıştır. DuĂ‚sı cok makbûldu. Hadîs ilminde sika, sağlam guvenilir bir rĂ‚vi olduğunu bir cok Ă‚lim ile YahyĂ‚ bin Saîd bildirmektedir. RivĂ‚yetleri "Kutub-i Sitte'de" yer alır.
Oğrendiklerini insanlara oğretmeye calışırdı. CumĂ‚ namazından sonra evinin cevresi hadîs ve fıkıh oğrenmek isteyen talebelerle dolardı. Bıkıp, yorulmadan saatlerce ders verir ve onların yetişmelerini isterdi. Bir dakikasının boşa gecmesini istemez, ya oğrenir yĂ‚hut da oğretirdi. Derslerine sĂ‚dece namaz vakitlerinde ara verdiğini talebeleri anlatmışlardır.
AbdulvĂ‚hid bin Zeyd cok talebe yetiştirdi. Hadîs ve fıkıh ilminde zamanlarının soz sĂ‚hibi olan AbdurrahmĂ‚n bin Mehdî, Kays bin Havs, YahyĂ‚ bin YahyĂ‚ en-NişĂ‚bûrî gibi Ă‚limler onun ders ve sohbetleri sĂ‚yesinde yetiştiler.
AbdulvĂ‚hid bin Zeyd, dunyĂ‚ya değer vermemesi, devamlı ibĂ‚det ve ilimle meşgul olması, herkese iyilik etmesi ile dikkati cekerdi. İnsanlar onu sever ve hurmet ederdi. Yaşayışı ve hikmetli sozleriyle pek cok kimsenin doğru yola girmesini sağlamış, herkese ornek olmuştur.
AbdulvĂ‚hid bin Zeyd hazretleri yaşadığı ibret verici hadîselerden bĂ‚zılarını, insanlara nasîhat ve ders olması bakımından nakletmiştir. Şoyle anlatmıştır:
Bir rahibin odasının yanına yaklaşıp, ey rĂ‚hip diye cağırdım. Fakat cevap vermedi. Ucuncu defa cağırışımda başını uzatıp:
"Ey kişi ben rahip değilim. Rahip, Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkan, O'na saygı gosteren, belĂ‚sına sabredip, kazĂ‚sına rĂ‚zı olan, nîmetlerine şukredip onun icin tevĂ‚zu gosteren, izzet karşısında zilleti kabûl eden, kudretine teslim olup, heybet ve azameti karşısında eğilen, hesap ve azĂ‚bını duşunen, gunduzunu oruc, gecesini ibĂ‚detle geciren, Cehennem'i hatırladıkca uykusu kacan kimseye denir. Ben ise saldırgan bir kopeğim. İnsanlara zararım dokunmasın diye kendimi buraya habsettim." dedi.
Bu sozleri uzerine şoyle sordum:
"Allahu teĂ‚lĂ‚yı bildikten sonra insanları Allahu teĂ‚lĂ‚dan uzaklaştıran şey nedir?"
"Kardeşim! İnsanları Allahu teĂ‚lĂ‚dan ancak dunyĂ‚ malı ve sevgisi uzaklaştırır. Cunku dunyĂ‚ isyan ve gunah yeridir. Aklı başında olan dunyĂ‚yı kalbinden cıkarıp, gunahlarına tovbe ederek kendisini Allahu teĂ‚lĂ‚ya yaklaştıracak şeye yonlendirir." diyerek daha once kendisinin îmĂ‚n ettiğini soyledi.
Yine şoyle anlatmıştır:
Hacca gitmiştim. Yanımda bir genc durmadan Peygamber efendimize salĂ‚tu selĂ‚m getiriyordu. BĂ‚zı yerlerde okunması daha uygun duĂ‚lar olduğu halde, genc her yerde duĂ‚ yerine salevĂ‚t okuyordu. Dikkatimi cekti ve kendisine sordum. Genc şoyle dedi:
Babam ile birlikte hacca gitmiştik. Yolda uyudum. "Kalk baban oldu." dediler. Kalktım gercekten babam olmuştu. Aynı zamanda yuzu de kararmıştı. Olumu ve ayrıca yuzunun kararması beni daha da uzdu. Bu uzuntu ile tekrar uykuya daldım. Bu sırada ruyĂ‚mda siyah yuzlu dort kişi ellerinde demir kamcılar olduğu halde, babama yaklaştılar. Tam vuracakları zaman nur yuzlu bir zatın geldiğini, onlara donerek; "Vurmayın!" dediğini, eli ile de babamın yuzunu sıvazlayarak nûrlandırdığını, sonunda bana; "Artık uyan, baban nûrlanmıştır." diye soylediğini gordum. "Sen kimsin?" diye sorduğumda, "Ben Peygamberim, bana salevĂ‚t getirdiği icin ona şefĂ‚at ettim." dedi. Uyandım, soylendiği gibiydi. Bu sebeple ben de salevĂ‚t-ı şerîfeyi devamlı okuyorum.
Şoyle anlatmıştır:
Bir defĂ‚sında Eyyûb SahtiyĂ‚nî ile bir yolculuğa cıkmıştık. Şam'a doğru bir muddet yol aldıktan sonra siyah renkli bir koleye rastladık. Bir odun dengini sırtına alıyordu. Koleye:
"Senin sĂ‚hibin kimdir?" dediğim zaman; "Benim gibi bir kul!" cevabını verdi.
Aslında, benim asıl sĂ‚hibim Allahu teĂ‚lĂ‚dır demek istedi. Sonra başını kaldırıp; "Ey yuce Rabbim! Şu odunlar altın olsun. Bunları altına cevir." diye duĂ‚ etti. Bir de baktık odunlar altın olmuş!
Bize bakıp; "Goruyorsunuz değil mi?" diye sordu. "Evet goruyoruz." dedik.
Sonra tekrar; "Allah'ım bu altınları tekrar odun haline cevir." diye duĂ‚ etti. DuĂ‚sı kabul olunup tekrar odun halini aldı.
Sonra; "Âriflere sorunuz şuphesiz onların şaşılacak halleri bitmez, tukenmez." dedi.
Eyyub SahtiyĂ‚nî de şoyle demiştir:
"Kolenin bu hĂ‚linden ve sozunden dolayı hayretler icerisinde kaldım ve son derece mahcub olup utandım."
Sonra koleye; "Yanında yiyecek bir şeyler var mı?" dedim.
Bu sozum uzerine eliyle işĂ‚ret etti. Bir de baktık ki, onumuze bir cam kap icerisinde bal geldi. Balın rengi kardan beyaz, kokusu miskten guzeldi. Bize; "Yiyiniz! Allahu teĂ‚lĂ‚ya yemin ederim ki, bu bal arının yaptığı bal değildir." dedi. HayĂ‚tımızda bu baldan daha tatlı ve lezzetli bir şey yememiştik. Bu işe cok şaştık. Kole sonra bize:
"Allahu teĂ‚lĂ‚nın yarattığı boyle hallere şaşanlar Ă‚rif değildir. Kim bu işlerden dolayı şaşarsa, Allah'tan uzaktır. Kim de bu hĂ‚rikulĂ‚de işleri gorerek bu sebeple ibĂ‚det ederse, şuphesiz o da cĂ‚hildir." dedi.
Yine şoyle anlatmıştır:
Bir defĂ‚sında Beyt-i Mukaddese gitmek uzere yola cıktım. Fakat yolu şaşırdım. Nereden gideceğimi bir turlu bilemedim. Bu şaşkın halde karşıma bir kadın cıktı. Bana yaklaştı; "Ey garib kimse, yolunu mu şaşırdın?" diye sordu. Sonra:
"Allahu teĂ‚lĂ‚yı tanıyan kimse nasıl garib olur? O'nu seven nasıl yolunu şaşırır?" dedi. Sonra da bana elindeki değneği uzatıp; "Bu asĂ‚nın ucundan tut, onumden yuru." dedi.
AsĂ‚nın ucundan tutup onunde yurumeye başladım. Yedi adım kadar yurudum ve kendimi Mescid-i AksĂ‚'da buldum. Gozlerimi oğuşturarak kendi kendime; "Herhalde yanlış goruyorum, nasıl olur?" dedim.
Bunun uzerine bana yol gosteren kadın; "Ey kişi! Senin yuruyuşun zĂ‚hidlerin, benimki de Ă‚riflerin yuruyuşudur! ZĂ‚hid yuruyerek, Ă‚rif ise ucarak gider. Yuruyerek giden ucarak gidene nasıl ulaşabilir?" dedi ve gozden kayboldu. Onu bir daha hic gormedim.
Hizmetlerimi gormesi icin bir kole satın almıştım. Gece evimde kalmasını istedim. Fakat geceleri kapılar kapalı olduğu halde evde yoktu. Sabah olunca eve geldi ve bana uzeri işlenmiş bir dirhem altın verdi. Bunu nereden aldın deyince:
"Efendim, ben size her gun boyle bir dirhem vereceğim. Karşılığında geceleri beni serbest bırakmanızı istiyorum." dedi.
O gunden sonra her gece evden cıkıp gider, sabahleyin doner ve bir dirhem getirirdi. Aradan bir muddet gecti. Bir gun komşum yanıma gelip; "Kolen mezarları acıyor, kefen soyuyor." dedi. Bu soz beni cok uzdu. "Ben onu eve hapsedeceğim." dedim. Kapıları kilitledim, akşam oldu, yatsı namazından sonra kolem evden gitmek uzere kalktı. TĂ‚kib ettim, kapalı kapılara işĂ‚ret edince, kapılar acılıveriyordu. Evden cıktı. Bu halde peşine duşup, gizlice onu tĂ‚kib ettim. Kurak bir yere vardı. Elbisesini cıkarıp uzerine eski bir cul giydi. Sabaha kadar namaz kıldı. Sabaha doğru şoyle duĂ‚ etti:
"Ey yuce sĂ‚hibim! Efendime gotureceğim ucreti gonder!"
Gokten uzerine bir dirhem duştu alıp cebine koydu. Bu işe cok hayret ettim. Kalkıp abdest aldım ve iki rekat namaz kıldım. Onun hakkında yanlış duşunduğumden dolayı tovbe edip, Allahu teĂ‚lĂ‚dan af diledim. Sonra da bu kolemi Ă‚zĂ‚d etmeye, serbest bırakmaya karar verdim. Fakat kolem kayboldu. Bir turlu bulamadım. Bu sebeple cok uzuldum ve kederim gittikce arttı. Bulunduğum kurak yerin de neresi olduğunu bilmiyordum. Bir muddet sonra karşıma kırata binmiş biri dikildi ve; "Ey AbdulvĂ‚hid! Burada ne oturuyorsun?" dedi. Durumu baştan sona anlattım. Atlı; "Senin bulunduğun bu yer ile memleketin arası ne kadar mesĂ‚fedir? Biliyor musun?" dedi. "Hayır bilmiyorum." cevĂ‚bını verdim.
"Suratli giden bir suvĂ‚ri icin altmış konaklık mesĂ‚fedir. Şimdi sen bulunduğun yerden ayrılma. Kolen bu gece yanına donecek dedi."
Oturup bekledim, ortalık kararınca bir de baktım ki, kolem geldi. Yanında bir sofra vardı. Sofranın uzeri her ceşit yiyecekle doluydu. Bana; "Buyur ye efendim!" dedi.
O benzerini gormediğim yiyeceklerden yedim. Sabah namazından sonra kolem elimden tutup, duĂ‚ etti. Sonra birkac adım attık. Birdenbire kendimi evimin onunde buldum. Kolem bana donup;
"Efendim, siz beni Ă‚zĂ‚d etmeye karar vermediniz mi?" dedi. "Evet." dedim. Yerden bir taş alıp Ă‚zĂ‚d edilme bedeli olarak bana verdi. Bir de baktım ki, taş altın oldu. Sonra ayrılıp gitti. Onun ayrılığından dolayı cok uzuldum ve hep hasretini cektim.
Bu hadiseyi komşularıma anlatıp; "O, mezĂ‚r soyan değil nûr sacan imiş." dedim. Komşularım onun kerĂ‚metlerini duyunca ağlayıp, hakkında yanlış duşunduklerinden dolayı pişman olup, tovbe ettiler.
AbdulvĂ‚hid bin Zeyd şĂ‚hid olduğu ibret verici başka bir hĂ‚diseyi de şoyle nakletmiştir:
Bir defĂ‚sında gazĂ‚ya niyet ettim. Butun talebelerimi topladım. Mecliste bir şahıs meĂ‚len; "Allah yolunda savaşıp duşmanları olduren ve oldurulen muminlerin canlarını ve mallarını Allah Cennet karşılığında satın aldı." (Tovbe sûresi: 111) buyrulan Ă‚yet-i kerîmeyi okudu. Bunun uzerine on beş yaşında bir genc ayağa kalktı. Bu gencin babası vefĂ‚t etmiş, kendisine pekcok mal kalmıştı. Âyet-i kerîmeyi okuyan zĂ‚ta dedi ki:
"Efendim, Allahu teĂ‚lĂ‚ mu'minlerden canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın aldı mı? Allah yolunda canını ve malını fedĂ‚ edene Cennet verilecek mi?"
O zĂ‚t: "Evet, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kelĂ‚mı doğru ve vĂ‚di haktır." dedi.
Genc buyuk bir azim ve kararlılıkla şunları soyledi; "ŞĂ‚hid olunuz ki, ben nefsimi ve malımı Allahu teĂ‚lĂ‚ya sattım."
Bu sozlerini dinleyen zĂ‚t; "Vallahi bu buyuk bir iştir. Sen kucuksun. Korkarım ki, sabredemezsin ve cĂ‚resiz kalırsın." dedi.
Bunun uzerine, genc; "Ey Şeyh! Bir kimse CenĂ‚b-ı Hakla ahitleşsin ve cĂ‚resiz kalsın! HĂ‚şĂ‚ ve kellĂ‚. Hic boyle şey olur mu? ŞĂ‚hid ol hakîkaten ben nefsimi ve malımı Allahu tealĂ‚ icin fedĂ‚ ettim, Allah yoluna adadım ve pişmĂ‚n olmayacağım." dedi. Sonra butun malını sadaka olarak dağıttı. Bizimle birlikte cihĂ‚d icin sefere cıktı. Bize ve hayvanlarımıza hizmet etmeye başladı. Biz uyurken o nobet tutardı. Gunduz oruc tutar, geceleri namaz kılardı. Hepimiz onun bu haline hayrandık. TĂ‚ ki, Rum diyĂ‚rına vardık. Biz harp hazırlıkları yaparken, o genc kendinden gecmiş ve hayran bir vaziyette:
"AynĂ‚-yı merdiyyeye muştĂ‚kım ona kavuşmak istiyorum." deyip duruyordu.
Genc o hale gelmişti ki, herkes aklını kaybetti zannederdi. Bir gun onu yanıma cağırıp; "Bu soylediğin sozun mĂ‚nası nedir?" diye sordum.
Şoyle anlattı:
Bir gun uyumuştum. RuyĂ‚mda birisi bana; "AynĂ‚-yı merdiyyeye git!" diyordu. Sonra birdenbire bir bahce karşıma cıktı. Bu bahcenin icinde berrak sulu bir ırmak ve kenarında da guzelliği gozler kamaştıran suslenmiş hûriler vardı. Bu hĂ‚li anlatmam mumkun değildir. Beni gorunce birbirlerine: "Mujde işte AynĂ‚-yı merdiyyenin zevci." dediler.
Onlara selĂ‚m verip; "AynĂ‚-yı merdiyye aranızda mı?" diye sordum. "Bizim aramızda değildir, biz onun hizmetcileriyiz daha ileri git." demeleri uzerine ilerledim. Bir başka bahce gordum. İcinde her turlu guzellikler vardı. HĂ‚lis sutten bir nehir gordum. Nehir kenarında, benzerini o Ă‚na kadar gormediğim guzellikte hûriler vardı. Onların guzelliğine hayrĂ‚n oldum. Beni gorunce birbirlerine baktılar ve: "Bu gelen AynĂ‚-yı merdiyyenin zevcidir." dediler. Onlara selĂ‚m verip; "AynĂ‚-yı merdiyye sizin aranızda mıdır?" diye sordum. "Hayır biz onun hizmetcileriyiz." dediler.
İlerledim. Bir Cennet ırmağına rastladım. Etrafında guzellikleri gozler kamaştıran hûriler vardı. Bunları gorunce onceki hûrileri unuttum. Onlara da selĂ‚m verdim. "Sana selĂ‚m olsun ey Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî kulu!" dediler. AynĂ‚-yı merdiyyeyi sordum. "Biz onun hizmetcileriyiz, daha ileri git." dediler.
İlerledim. Saf bal akan bir ırmağa vardım. Bu ırmağın da etrĂ‚fında hûriler vardı. Bu hûriler guzellikte oncekilerden daha da ustunduler. Oncekilerin hepsini unuttum. SelĂ‚m verdim ve; "AynĂ‚-yı merdiyye aranızda mı?" diye sordum. Daha ilerde olduğunu soylediler. İlerledim. İnciden yapılmış, ipleri nûrdan bir cadır gordum. Kapısında ay yuzlu bir hizmetci bekliyordu. Beni gorunce; "Ey AynĂ‚-yı merdiyye! İşte sana eş olacak kimse geldi." dedi. Cadıra yaklaşıp iceri girdim. AynĂ‚-yı merdiyye adlı hûri; inci ve yĂ‚kut kaplı altın bir taht uzerinde oturuyordu. Onu gorur gormez meftûn oldum. Bana:
"Hoş geldin ey Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kulu! Sabret sen dunyĂ‚dasın, henuz vakit var. Yarın gece bizim yanımızda olacaksın." dedi. Bu ruyĂ‚dan sonra birdenbire uyandım. O guzelliğe ve nîmetlere kavuşmak icin sabırsızlanıyorum.
Genc bunları anlattıktan biraz sonra savaş başladı. Genc de savaşıp kahramanlıklar gosterdi. Buyuk bir yara alıp, yere duştu. Onu kaldırıp baktıklarında guluyordu. Gulerek rûhunu teslim edip, şehîd oldu.
Fudayl bin İyĂ‚d hazretleri buyurdu ki:
"Bana AbdulvĂ‚hid bin Zeyd hazretleri şoyle anlattı:
Uc gece ust uste şoyle duĂ‚ ettim: "YĂ‚ Rabbi! Benim Cennet'teki arkadaşım kimdir, goster." Ucuncu gece ruyĂ‚mda bana denildi ki: "YĂ‚ AbdulvĂ‚hid! Senin Cennet arkadaşın Meymûnetu SevdĂ‚'dır." "O şimdi nerededir?" dedim. "Kûfe'de ve falan kabîledendir, denildi.
Hemen Kûfe'ye gittim, tarif edilen kabîlenin yerini sorup buldum ve; "Meymûnetu SevdĂ‚ nerededir?" diye sordum.
"O delinin biridir, koyunlarımızı guder." dediler.
"Onu gormek istiyorum." deyince de; "Falan yerde bir han var. O hanın yanında bulursun." dediler.
TĂ‚rif edilen hanın yanına varınca onun, namaz kıldığını gordum. Yanında bir asa ve uzerinde yunden bir cubbe vardı. Baktım ki koyunları otluyor ve hayvanların yanında da birkac kurt dolaşıyor. Beni fark ettiğinde namazını bitirip, bana donerek; "Ey İbn-u Zeyd, sen buradan git, burası senin yerin değildir. Biz seninle burada değil sonra birleşeceğiz." dedi. Bunun uzerine ben ona; "Allahu teĂ‚lĂ‚ sana rahmet etsin. Sen benim İbn-u Zeyd olduğumu nereden bilirsin?" dedim. "Daha rûhlarımız dunyĂ‚ya gelmeden ben senin İbn-u Zeyd olduğunu bilirdim." dedi. "Biraz nasîhat eder misin?" deyince; "Bir kimse sana bir şey verdiği zaman ona nasıl teşekkur edersin. Halbuki Allahu teĂ‚lĂ‚nın verdiği bu kadar nîmete karşılık neden şukredilmiyor. Sana iyilik edene o iyiliği veren ve yaratan yine Allahu teĂ‚lĂ‚dır. Ona gore butun hamd ve şukurleri Allahu teĂ‚lĂ‚ya yapmak lĂ‚zımdır." dedi. Sonra; "Koyunların arasında dolaşan kurtlar, nasıl olur da zarar vermeden gezerler?" diye sordum.
"Ben Allahu teĂ‚lĂ‚ya oyle ibĂ‚det ederim ki, benimle onun arasında hicbir duvar kalmamıştır. Bunun icin kurtlarla koyunların arasındaki duşmanlık kalkmış ve dostluk başlamıştır." diye cevap verdi.
AbdulvĂ‚hid bin Zeyd'in en buyuk ozelliği; Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı olan kusurlarından dolayı cok uzulmesiydi. "Butun insanlığın yaptığı ibĂ‚det kadar ibadet yapsak Allahu teĂ‚lĂ‚nın bize verdiği nîmetlere karşı gene şukru yerine getiremeyiz." derdi.
Muhammed bin Abdullah buyurdu ki:
Ben bir defĂ‚sında, AbdulvĂ‚hid bin Zeyd hazretlerinin; "Kim mîdesini haramlardan koruyabiliyorsa, o kimse dînini ve guzel ahlĂ‚kını muhĂ‚faza edebilir. Kim de karnını haramlardan koruyamıyorsa, o kişi ne dînini ne de guzel ahlĂ‚kını muhĂ‚faza eder." dediğini işittim.
"Muhakkak ki her şeyin bir kestirme (yakın) yolu vardır. Cennet'in kestirme yolu da cihĂ‚d yapmaktır."
"Kul icin ancak bilerek ve huzur icinde kıldığı namazın sevĂ‚bını alacağında, İslĂ‚m Ă‚limleri ittifak etti."
"Eğer nefsinizde Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı yaptığınız ibĂ‚detlerde bir isteksizlik ve tembellik hissederseniz, bir sure kuvvetli ve iyi yemekleri yemeyi bırakınız. GıdĂ‚nız tuz ve ekmek olsun. Oruc tutunuz. Bu şekilde yapmanız vucudunuzdaki bazı yağları ve fazlalıkları erittiği gibi Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlamanızı arttırır."
"Dîni butun ve vakar sĂ‚hibi olan kimselerle olunuz. Cunku onların meclislerinde, toplantılarında kotu, cirkin, ahlĂ‚ka ve vakara sığmayan şeylerden bahsedilmez."
"Kulun Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı takınacağı en guzel edep hali, O'nun emirlerine tereddutsuz boyun eğip itĂ‚at gostermesidir. Allahu teĂ‚lĂ‚ onu bu haliyle dunyĂ‚da bırakırsa, bunu en hayırlı ve sevimli şey kabul etsin. Şayet rûhunu alıp, Ă‚hirete gotururse (rûhunu alırsa), bunun da Allahu teĂ‚lĂ‚nın emri olduğunu bilsin ve bu da kendisine hoş gelsin."
O BENİ ZÂYİ ETMEZ!..
AbdulvĂ‚hid bin Zeyd şoyle anlatır:
Bir defĂ‚sında deniz yolculuğuna cıkmıştık. Bindiğimiz gemi fırtınaya tutuldu. Sonunda dalgalar bizi bir adaya surukledi. İnip dolaşmaya başladık. Puta tapan bir adama rastladım. "Neden bu puta tapıyorsun. Bu ne fayda ne de zarar verir!" dedim.
"Siz kime taparsınız?" diye sorunca; "Her şeyi yaratan, her şeye kĂ‚dir olan Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det ederiz." dedim.
"Bunu size kim bildirdi?"
"Allahu teĂ‚lĂ‚ bize kerîm bir peygamber gonderdi, o bildirdi."
"O peygamber nerededir?"
"Bize Allahu teĂ‚lĂ‚nın gonderdiği dîni bildirip, tebliğ vazîfesini tamamladıktan sonra vefĂ‚t etti. Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuştu."
"Ondan hicbir alĂ‚met kaldı mı?"
"Evet O, Allahu teĂ‚lĂ‚dan bir kitap getirdi. Bizim yanımızdadır."
Aramızda gecen bu konuşmadan sonra:
"O kitĂ‚bı bana gosterin." deyince Kur'Ă‚n-ı kerîmi ona gosterdim.
"Ben bunu okumasını bilmiyorum." dedi. Sonra acıp bir sûre okudum. Ben okudukca o ağladı. Sûreyi bitirince; "LĂ‚yık olan şudur ki, kimse bu kelĂ‚mın sĂ‚hibine Ă‚si olmasın!" diyerek hemen musluman oldu. Ona Kur'Ă‚n-ı kerîmden birkac sûreyi ve kendisine yetecek kadar din bilgisi oğrettik.
O gece yatsı namazını kıldık. Yatma zamĂ‚nı gelince O yatmadı ve sabaha kadar ibĂ‚det etti. Talebelerime; "Bu yeni musluman oldu. Aramızda biraz para toplayıp verelim de sıkıntı cekmesin." dedim. Parayı toplayıp goturduğumuzde; "Bu nedir?" dedi. "Bunu al, kendine nafaka alırsın, sıkıntı cekmezsin." dedim.
"La ilĂ‚he illallah. Ben daha once bu adada iken, puta tapardım. Allahu teĂ‚lĂ‚yı bilmezdim, fakat O beni zayi etmedi, korudu. Şimdi ise O'nu tanıyorum. Beni hic zĂ‚yi eder mi?" dedi.
Uc gun sonra onun hastalanıp yatağa duştuğunu haber aldım. Hemen yanına koştum. "Bir isteğin var mıdır?" dedim. Benim ihtiyĂ‚cımı, her ihtiyacı gideren Allahu teĂ‚lĂ‚ karşıladı." dedi.
Bu goruşmemizden bir gun sonra da vefĂ‚t etti. O gece onu ruyĂ‚mda bir bahce icinde gordum. Bahcenin uzerinde yuksek bir kubbe, kubbenin altında bir taht uzerine oturmuştu. Yanında da bir hûri vardı. MeĂ‚len; "...Melekler de her kapıdan yanlarına vararak şoyle diyeceklerdir: Sabrettiğiniz icin, size selĂ‚m olsun! Âhiret saĂ‚deti ne guzeldir!" (Ra'd sûresi: 23-24) buyrulan Ă‚yet-i kerîmeyi okuyordu.
__________________
Abdulvahid Bin Zey
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●45 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Abdulvahid Bin Zey