BÂlî Efendi (SekrÂn)

Anadolu'daki evliyÂnın buyuklerinden. ZÂhir ve bÂtın ilimlerinde Âlim bir zÂt idi. Babası Amasyalı olup, Sultan İkinci BÂyezîd Hanın oğlu ŞehzÂde Ahmed'in hocası idi. Yavuz Sultan Selîm Han tahta gecince, bÂzı yerlerde kÂdılık vazîfesi verildi. Tire'de kÂdı iken, oğlu Şeyh BÂlî doğdu. BÂlî Efendinin doğum tÂrihi bilinmemektedir. Allah aşkı ile mest olup cezbeye tutulduğu icin kendinden gecmiş mÂnÂsında Sekran (sarhoş) lakabı verildi. 1572 (H.980) senesinde, İstanbul'da vefÂt etti. FÂtih CÂmiinde kılınan cenÂze namazından sonra, vazîfeli bulunduğu Kurşunlu (Altuncu) zÂviyesindeki turbesine defnedildi.

BÂlî Efendi, zamÂnın Âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri oğrendi. KÂnûnî Sultan SuleymÂn'ın hocası Hayreddîn Efendinin yanında tahsilini tamamlayıp stajını bitirdi. Once İstanbul'da Kepenekci Medresesine muderris tÂyin edildi. Burada bir muddet vazîfe yaptıktan sonra, Bursa'da talebe iken gorduğu bir ruyÂyı aynen yaşadı ve hayÂtının akışı değişti. Bu ruy onun tasavvufta yetişip kemÂle ermesine vesîle oldu. Ruy ve hÂdise şoyle idi:

RuyÂsında buyuk bir caddede gidiyordu. Birden, Allahu teÂlÂyı zikreden, tesbîh ve tehlîl getiren insanların seslerini duyup yanlarına yaklaştı. Nûr yuzlu bÂzı kimseler, halka hÂlinde Kelime-i tevhîd okuyorlardı. Halkanın kenarında heybetli bir zÂt, murÂkabe hÂlinde oturuyordu. Başını kaldırınca Şeyh BÂlî'yi gordu. Onu da bu halkaya katılmaya dÂvet etti. Şeyh BÂlî ozur dileyerek; "Şu anda ilim tahsiline devÂm ediyorum. Eğer dÂvete uyarsam, tahsilim yarıda kalır. Fakat tahsilimi bitirdikten sonra dÂvetinize icÂbet edebilirim." dedi. O anda uykudan uyandı. Bu ruyÂsı, birkac sene sonra İstanbul'da aynen vÂki oldu.

Bir arkadaşıyla berÂber, Ali Paşa ZÂviyesi yanından gecerken Kelime-i tevhîd sesleri duydu. Birkac sene once gorduğu ruyÂyı hatırladı. Elinde olmayarak hÂnekÂhın, zÂviyenin icerisine girdi. Orada, ruyÂsında gorduklerinin aynısını gordu. KenÂrda duran zÂt, onu yanına dÂvet etti. Hadîd sûresinin;"Muminlerin Allahu teÂlÂyı ve Hak'tan ineni (Kur'Ân-ı kerîmi) zikr icin kalplerinin yumuşama zamÂnı gelmedi mi?" meÂlindeki on altıncı Âyet-i kerîmesini okuyup; "Bundan once bize katılmak icin tahsili ve dersleri bahÂne etmiştin. Artık bahÂne kalmadı. Bundan sonra senin icin en faydalı olan bu işle meşgûl olmaz mısın?" dedi. BÂlî Efendi, hemen o anda, bu dÂveti cÂn u gonulden kabûl etti. Şeyhin elinde, daha once yaptığı hatÂlarına tovbe etti. Bu zÂtın kim olduğunu araştırınca; Ramazan Efendi olduğunu oğrendi. Ramazan Efendinin yanında; ahlÂkını guzelleştirmek, kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye etmekle tasavvufta yetişip olgunlaşmakla meşgûl oldu. ZÂhirî ilimlerindeki yuksekliklerine, bÂtınî ilminin ustunluklerini de ilÂve etti. AhlÂkını Resûl-i ekremin sallallahu aleyhi ve sellem yuksek ahlÂkı ile susleyip, ibÂdetleri zevkle ve seve seve yapmakla şereflendi. Kendisine verilen nîmetlere şukretmek icin buyuk gayret sarfetti. Ramazan Efendi 1555 (H.963) senesinde vefÂt edince, halîfesi olan BÂlî Efendiye talebeleri yetiştirmek vazîfesi verildi.

Meşhûr ŞakÂyık-ı Nu'mÂniyye kitabına, zamÂnına kadar yaşayan Âlimlerin hayatlarını da ilÂve ederek zeyl yapan AtÂî Efendi, babası Nev'î Efendi'den şoyle nakleder; "BÂlî Efendinin hÂl ve sozlerini ihtiv edenHasb-i hÂl isimli kitabı şiir şeklinde yazıp bitirince, BÂlî Efendinin huzûruna gidip, sohbetlerinde gecen bir sozunu kitaba isim olarak vermeyi duşundum. BÂlî Efendinin huzûruna varınca, daha kitabı cantamdan cıkarırken; "Molla Nev'î! Hasb-i hÂl mi? Hasb-i hÂl mi?" diye sorup, kerÂmetlerini izhÂr ettiler."

BÂlî Efendi, bÂzı sevdiklerinin cenÂze namazını kılar, defnettikten sonra da mezarlarının başında telkîn verirdi. Telkîn esnÂsında yanında bulunanlar, onun bir kerÂmeti olarak olunun sesini diri hÂlindeki gibi işitirlerdi.

ZamÂnının evliyÂsından NûreddînzÂde Muslihuddîn Efendi, BÂlî Efendi'ye haber gonderip; once gelen evliyÂnın kerÂmetlerini acıklamadıklarını, kendisinin de onlara uymasını, her yerde kerÂmet gostermemesini bildirdi. BÂlî Efendi de, kerÂmet inkÂrcılarının coğaldığını bildirip; "EvliyÂ, muslumanlara yardım etmek ve zÂlimlerin zulmunu defetmekle emir olagelmişlerdir. İşleri duzeltmek, yetki sÂhibi kimseleri ıslÂh edip onlara nasîhatte bulunmak, halktan bin kişiyi irşÃ‚d etmekten doğru yolu gostermekten evlÂdır." diye cevap verdi.

BÂlî Efendi, vefÂtına yakın abdest aldı. Oyle goz yaşı dokuyordu ki, gorenler onun gozyaşları ile abdest aldığını zannederdi. Aldığı o son abdest ile, abdestli olarak vefÂt etti.

BÂlî Efendi, Allahu teÂlÂdan başka kimseye boyun eğmez, mevkı ve makam sÂhiplerinin yanlarına gitmez, dÂvetlerini munÂsip bir lisanla reddederdi. Ruy tÂbirinde cok ileri, cezbesi cok fazla idi. Serhatteki gÂzilere yardım icin para gonderirdi. Guzel ahlÂkı ile herkes tarafından sevilirdi. VefÂtına yakın devamlı Allah aşkı ile sarhoş olduğu icin, SekrÂn BÂlî Efendi de denilirdi. Bu yuzden vefÂtına tÂrih duşuren zamÂnının şÃ‚irlerinden SÂ'î Celebi şoyle dedi:

"MÂh-ı Zilka'de de sÂkî-i ecel.
Şeyh BÂlî'ye icirdi bir mey.
Gecti ol mest-i mey cÂnı fenÂ,
NÂr-ı hasretle kodu dillere key.
Rihletin gûş edip onun SÂ'î,
Dedi tÂrihini "Hey şeyhim hey"(980).

SİZE ZARARI DOKUNABİLİR

Kendisi anlatır: "Bir gun hocamın hizmetinde idim. Bir kimse gelip zamÂnın ileri gelenlerinden birinden selÂm getirdi. EvliyÂnın buyuklerinden olan Muhyiddîn ibni Arabî hakkındaki goruşunu sordu. "Fusûs kitabı hakkında ne dersiniz?" dedi. CelÂllenen Ramazan Efendi; "Efendine soyle, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinden alıp veremediği ne? Her gun haram yemekle karnını dolduran bir kimsenin bÂtınî sırlara ulaşması mumkun mudur? Sel gibi goz yaşı dokmeyenler, hakîkat denizinden inci-mercan toplamaya muktedir olamazlar. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri o kitabı yazarken, on beş gunde bir def yemek yerdi. ÎtirÂzı bıraksın. Muhyiddîn-i Arabî'nin adını soylerken, ağzını misk ve anber ile yusun. O mubÂrek kimseninFusûs adlı inceliklerle dolu kitÂbından da elini ve dilini ceksin. Gucunun yetmediğini bırakıp, anlayabildiği şeylerle uğraşsın." diye cevap verdi. Biz de yine sohbetlerine katılmış olmakla; "Efendim, o kimse bu hususta mutaassıptır, olur ki size zararı dokunabilir." dedim. Ramazan Efendi; "Korkacak bir şey yoktur. GÂyesi meclis kurup, bizi tahkîr etmektir. Oyle birşey olursa, işte şoylece ederiz." deyip, başını paltosunun icine cekti ve o anda ortadan kayboldu. Beni bir dehşet kapladı. Bir hayli zaman o hÂlde kaldım. Bir saat kadar gecince, tekrar mubÂrek yuzlerini gorebildim."
__________________