Hindistan'da yetişen buyuk velîlerden. Hindistan'ınSerhend şehrinden olup, babası Şeyh Muhammed İbrĂ‚him'dir. 1593 (H.1002) senesinde doğdu. İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin hĂ‚negĂ‚hında, ilim tahsîl ederek yetişti. Hocasının teveccuhlerine kavuşup, sohbetlerinde bulunmakla şereflendi. 1688 (H.1098) senesinde vefĂ‚t etti.

Bedreddîn Serhendî, zekî ve cok akıllı idi. Kısa zamanda keşf ve kerĂ‚metler sĂ‚hibi oldu. Hocasının daha ilk teveccuhlerinde, kalbi zikretmeye başladı. KelĂ‚mda en buyuk kitĂ‚b olan Şerh-i MevĂ‚kıf'ı, BeydĂ‚vî Tefsîrini ve Mîr HĂ‚şiyesi ile berĂ‚ber, AkĂ‚id-i Adudiyye'yi, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî'nin huzûrunda okudu. On beş yaşında iken İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin huzûrunda tasavvuf yoluna girdi.

Bedreddîn Serhendî tasavvuf yoluna girdikten sonra, hazret-i İmĂ‚m'a yĂ‚ni İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî'ye yazdığı bir mektûbta şu hĂ‚llerini yazdı: "Ne zaman bir kabre uğrasam, kabirdekinin hĂ‚li bildiriliyor. AzĂ‚b veya sıkıntıda, yĂ‚hut nîmetler icinde olduğunu goruyorum. BĂ‚zan da kabri karanlık veya aydınlık goruyorum. Bir buyuğun mezarının başına gidersem, Cennet'te nîmetler icinde olduğu mĂ‚lûm oluyor. O azîzin bana merhamet ve lutuflarını muşĂ‚hede ediyorum. BĂ‚zan yuz cevirdikleri ve teveccuh etmedikleri de oluyor. Uzun yalvarmalardan sonra, ne icin boyle davrandıklarını soruyorum ve oğreniyorum."

Bir gun anne ve babasının kabirlerini ziyĂ‚rete gitmişti. Abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra; "YĂ‚ Rabbî, bu namazın sevĂ‚bını Peygamber efendimize ve butun peygamberlere (aleyhimusselĂ‚tu vesselĂ‚m), hepsinin eshĂ‚bına, evliyĂ‚ya ve onlara tĂ‚bi olan anne ve babanın rûhlarına ihsĂ‚n eyle." dedi. DuĂ‚sını bitirince, butun kabirlerde olanların rûhları cekirgeler gibi ona koştular ve onları da bu duĂ‚ya ortak etmesini istediler. Her ne kadar, "Ana ve babama cok sevĂ‚b verilmesini istiyorum." dedi ise de, fayda vermedi. Yalvardılar ve geri gitmediler. Gidip Şeyh Ebû NeccĂ‚rî'nin turbesine girdi. Gordu ki, şeyhin turbesinin icine girmediler, dışarıda mahrûm kaldılar. "Donuşte hepinize FĂ‚tiha okuyacağım." diye soz verdi. Cok sevindiler. Buyuk şeyhin turbesine dondu. Şeyh kalktı ve hurmet etti, cok lutuf ve merhamet eyledi ve bu şehirde salgın hĂ‚linde olan vebĂ‚dan sen zarar gormeyeceksin diye mujdeledi.

İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî buyurdular ki: "Bizim buyuklerimiz kabirlerin keşfine îtibĂ‚r etmiyorlar. Onların kabir ziyĂ‚retindeki usûlleri, kabrin hizĂ‚sında kendini butun bağlardan kurtarıp, butun himmetiyle kabrin sĂ‚hibine teveccuh ederek oturmaktır. Bundan sonra kalblerine ne gelirse, kabirdekinin hĂ‚linden bilirler. Yabancıların sohbetinde de, o buyuklerin hĂ‚li boyledir. O gibi şeylere guvenmeyiniz. Bu, kendini beğenmeye goturur. Ucb, yĂ‚ni kendini beğenmek ise, yol keser."

Bir gece ruyĂ‚sında; buyuk bir şehirde, yuksek bir sarayda, yuksek bir salonda İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî'nin huzûrunda oturduğunu gordu. Dışardan birisi gelip ona; "Hızır aleyhisselĂ‚m kapıda seni bekliyor." dedi. Hazret-i İmĂ‚m'dan izin işĂ‚reti geldi ve hemen kalktı, dışarı cıktı. Hızır aleyhisselĂ‚mın genc bir insan sûretinde, guzel yuzlu, beyaz benizli, sakalı yeni cıkmış bir hĂ‚lde kapıda durduğunu gordu. SelĂ‚m verdi. O cıkar cıkmaz, yurudu. O da ardından gitti. O beldenin sokak ve yollarını dolaştı. Gezerken; "Efendim! Allahu teĂ‚lĂ‚nın size ihsĂ‚n ettiği feyz ve bereketlerden bana ihsĂ‚n ediniz." dedi. "Sen oyle bir kimseden nisbet almışsın ki, sana ve Ă‚leme onun irşĂ‚dı yeter." diyerek, Hazret-i İmĂ‚m'ın buyukluğune işĂ‚ret etti.

Bir defĂ‚ yine ruyĂ‚da Server-i Ă‚lemi ders verdiği mescidinde, sırtı kıbleye karşı iki dizi uzerinde oturuyor gordu. Mescide girip elinde olmayarak, kendini ayaklarına attı. Sonra kalkıp duĂ‚ eder gibi iki elini kaldırdı ve; "YĂ‚ Resûlallah! Bana bir mujde verin!" diye arz etti. İsrĂ‚ sûresinin; "Butun noksanlıklardan munezzeh olan Allah, kulunu geceleyin goturdu." meĂ‚lindeki birinci Ă‚yetini okudu. Bundan sonra buyurdular ki: "Senin evinde erkek cocuklar dunyĂ‚ya gelecek." Bu ruyĂ‚dan on ay sonra bir oğlu oldu. İsmini Muhammed Ârif koydu. Bundan sonra doğan cocuklar hep erkek oldu. Allahu teĂ‚lĂ‚, Resûl-i ekremin mujdesi uzerine, yedi cocuk verdi.

Bir gun İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri, talebelerinin buyukleri ile sohbet ederken; "Bu yolun buyuklerinin dilinde kullanılan nisbet kelimesinin mĂ‚nĂ‚sı nedir?" buyurdu. Bedreddîn Serhendî de; "Siz bilirsiniz!" diye arzetti. Bir an başlarını onune eğdiler ve teveccuh ettiler. Sonra; "Nisbetten murĂ‚d; sĂ‚lik ile Hak arasında olan yakınlık ve alĂ‚kadır." buyurdu.

Hazret-i İmĂ‚m, MektûbĂ‚t'ın ucuncu cildini tamamlayıp, dostlara birkac tĂ‚ne daha mektûb yazınca, Bedreddîn Serhendî icinden; "Bu dorduncu cildin toplayıcısı fakîr olsa." diye niyetlendi: Nitekim birinci cildi MevlĂ‚nĂ‚ YĂ‚r MuhammedCedîd, ikinci cildi MevlĂ‚nĂ‚ Abdulhay, ucuncu cildi HĂ‚ce HĂ‚şim-i Keşmî toplamışlar idi. Bir gun yalnızken hazret-i İmĂ‚m'a bu niyetini arzetti. Bir an sustular, sonra buyurdular ki: "Vakit nerde, fırsat kime? Yakînen bilinmelidir ki, omrumuz senelerden cıktı, gunlere kaldı. Sen niyetinin sevĂ‚bını alırsın." Bu konuşmadan birkac gun sonra o, dunyĂ‚yı aydınlatan guneş, toprak perdesi altına gecti. YĂ‚ni vefĂ‚t etti.

VebĂ‚ gunlerinde, bir gece yarısı, Bedreddîn Serhendî'nin hanımının boğazında tĂ‚ûn alĂ‚meti goruldu. Birden ateşi yukseldi. Şaştı ve perişĂ‚n oldu. Cunku kucuk cocukları vardı. Hemen ağlayarak ve kalbden inleyerek hazret-i İmĂ‚m'a ilticĂ‚ eyledi. Hocaları gorunup buyurdular ki: "FilĂ‚n yere koyduğunuz şu ekmekleri sadaka verin, hanımınız sıhhat bulacaktır." Bunu dediler ve kayboldular. Hanıma; "Evde ekmek var mıdır?" diye sorunca; "Evet, filĂ‚n odada vardır." dedi. Hazret-i İmĂ‚m'ın gosterdikleri yeri işĂ‚ret etti. Kalktı, ekmekleri aldı, dışarı cıktı, bir fakîri uyandırıp verdi. Daha sabah olmadan hastanın ateşi duştu ve tĂ‚ûn alĂ‚meti kayboldu.

Bir gun, mahrem kadın akrabĂ‚larından bĂ‚zıları ve hazret-i İmĂ‚m'ın huzûruna gidemeyecek kadar yaşlı ve duşkun olan amcası Muhammed, ona; "Hazret-i İmĂ‚m'ın yolunun vazîfelerinden bana da ver." dedi. "Ben yetkili değilim, icĂ‚zetim yoktur. Hazret-i İmĂ‚m'a arz eder, size vazîfe vermeleri icin elimden geleni yaparım." dedi. Huzûruna gidince; "BĂ‚zı sĂ‚liha kadınlar, bu fakîrden zikir icin vazîfe istiyorlar, nasıl buyurursanız oyle yapayım." diye arz etti, amcasının ismini soylemeyi unuttu. Buyurdular ki: "O kadınlara vazîfe ver, amcan Muhammed'e de istersen ver. Cunku o da isteklidir." Bu arada, bir cocuk geldi. Yaşlı babası icin vazîfe istedi. Bunun uzerine; "Onun da evine git, vazîfe ver." buyurdu. Bedreddîn Serhendî'nin sonra hĂ‚tırından; "Bu icĂ‚zet, izin yalnız bahis konusu şahıslara mı mahsustur, yoksa başkalarına da vazîfe verebilir miyim?" duşuncesi gecti. Bu duşunce daha yer etmeden; "Sana icĂ‚zet mutlaktır. Sen bizim Ă‚ileye dĂ‚hilsin." buyurdular. Sonra gidip, o şahıslara ve başkalarına vazîfe verdi.

İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin, MevlĂ‚nĂ‚ Bedreddîn Serhendî'ye gonderdiği bir mektup:

"Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismine sığınarak, mektubumu yazmağa başlıyorum. KazĂ‚ ve kaderin ince bilgilerini, kullarından secilmiş olanlara bildiren ve doğru yoldan sapmamaları icin, cĂ‚hillerden saklayan, Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ederim! KazĂ‚ ve kaderin esrĂ‚rını, din cĂ‚hilleri anlayamayıp, doğru yoldan kayar. İnsanları işlerinde mecbûr, esir veya hĂ‚kim, yaratıcı sanmak tehlikesine duşerler. Allahu teĂ‚lĂ‚, Peygamberlerinin en ustunu ile, kullarına doğru yolu, doğru bilgiyi gosterdi. Yanlış duşunen cĂ‚hillerin ve Ă‚silerin ozur, bahĂ‚ne etmelerine meydan bırakmadı. O buyuk Peygambere ve akrabĂ‚sına ve EshĂ‚bının hepsine bizden iyi duĂ‚lar ve selĂ‚mlar olsun! O'nun EshĂ‚bının herbiri, Allahu teĂ‚lĂ‚ya itĂ‚at edenlerin ve kadere inanıp, kazĂ‚ya rĂ‚zı olanların en iyisidir.

KazĂ‚ ve kader bilgisini, cok kimseler anlayamamış, doğru yoldan ayrılmıştır. Bu bilgi uzerinde akıl yurutenler, vehm ve hayĂ‚llerine kapılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yaptığı işlerinin cebr, zor ile olduğunu sanmış, cokları da, insanların her işi yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan işlere, Allahu teĂ‚lĂ‚nın karışmadığını soylemiştir. Ucuncu anlayış şekli de, doğru yolda gidenlerin, İslĂ‚miyeti iyi anlıyanların sozudur. Bunlar, "Fırka-i nĂ‚ciye" ismi ile mujdelenmiş olan, "Ehl-i sunnet ve cemĂ‚at"dir. Allahu teĂ‚lĂ‚, o yuksek Ă‚limlerden ve onların yolunda gidenlerden rĂ‚zı olsun! Bunlar birinci ve ikinci kısımda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu secmişlerdir. Ehl-i sunnetin reîsi olan İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmĂ‚m-ı CĂ‚fer-i SĂ‚dık'tan şoyle sordu: "Allahu teĂ‚lĂ‚, insanların istekli işlerini onların arzûsuna bırakmış mıdır?" O da; "Allahu teĂ‚lĂ‚, rubûbiyyetini (yaratmak ve her istediğini yapmak buyukluğunu) Ă‚ciz kullarına bırakmaz." buyurdu. "Kullarına, işleri zor ile mi yaptırıyor?" diye sorunca da; "Allahu teĂ‚lĂ‚ Ă‚dildir. Kullarına zor ile gunah işletip, sonra Cehennem'e sokmak, O'nun adĂ‚letine yakışmaz." buyurdu. "O hĂ‚lde, insanların, istekli hareketi, kimin arzûsu ile oluyor, kim yapıyor?" diye sordu. O da; "İşleri insanların arzûsuna bırakmamış ve kimseyi cebr etmemiştir. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmağı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yaptırmaz." buyurdu.

İşte, Ehl-i sunnet Ă‚limleri diyor ki kulların ihtiyĂ‚rî, istekli hareketlerini, işlerini Allahu teĂ‚lĂ‚ îcĂ‚d etmekte, yaratmaktadır. O'nun kudreti ile var oluyorlar. Fakat, insanın kudreti de karışmaktadır. İstekli hareketlerimiz, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kudreti ile "yaratılır" ve bizim kudretimiz ile "kesb edilmiş" olur.

Bedreddîn Serhendî'nin "HadarĂ‚t-ul-Kuds" isimli eserinde, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerini ceşitli hĂ‚lleri ile, dunyĂ‚ya gelişinden Cennet'e gidişine kadar; keşfleri, kerĂ‚metleri, tasavvuftaki dereceleri, eşsiz nasîhat ve sozleri, tatlı ve feyzli bir dille anlatılmakta, ondan sonra yuksek oğulları ve halîfeleri bildirilmektedir. Bundan sonraki eserlerini kendi kalemiyle şoyle bildirmektedir:

"O emeller kutbunun Ă‚hirete irtihĂ‚linden sonra, son hĂ‚rika ve kerĂ‚meti isbĂ‚t eden, KerĂ‚mĂ‚t-ul-EvliyĂ‚ kitabını yazdım. Gavs-ı A'zam AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin Futûh-ul-Gayb kitabını, Arabîden FĂ‚risîye tercume ettim. Bir de tasavvuf ıstılahlarında, KĂ‚dirî ve Nakşibendî yollarındaki vazîfeleri topladım, ismine, RevĂ‚ih dedim. Bir te'lifim de, Âdem aleyhisselĂ‚mdan gunumuze kadar gelmiş olan makbûlleri bildiren, SenevĂ‚t-ul-AtkıyĂ‚ der BeyĂ‚n-ı TevĂ‚rîh-i VisĂ‚l ve AhvĂ‚l-i ErbĂ‚b-ı KemĂ‚l isimli kitap olup, buyuklerin tĂ‚rih sırasına gore vefĂ‚tlarını ve hĂ‚llerini anlatır."

Diğer eserleri: 1) Siyer-i Ahmedî, 2) Mecma'ul-EvliyĂ‚, 3) MakĂ‚mĂ‚t-i Gavs-us- Sakaleyn Terceme-i Behcet-ul-EsrĂ‚r, 4) Terceme-i RavdĂ‚t-in-NevĂ‚zir. 5) Terceme-i Tefsîr-i ArĂ‚is-il-BeyĂ‚n.
__________________