BeyzÂde Efendi

Anadolu evliyÂsından. Asıl adı Ali Rız olup, babasının adı ise Hacı Bekir'dir. 1810 (H.1225) senesinde Harput'ta doğdu. Babası aslen Turkistanlı olup, once Mısır'a, sonra da bu bolgenin Napolyon tarafından işgÂli uzerine Harput'a goc etti. BeyzÂde Efendi tahsîl cağına geldiğinde, ilk olarak Şeyhululem diye tanınan Hacı Ali Efendiden ders almaya başladı. Daha sonra Dağıstanlı HÂfız Mehmed Efendinin derslerine devÂm etti. Genc yaşına rağmen tahsil doneminde zek ve dirÂyetiyle kendini herkese sevdirip, durup dinlenmeden calışarak yuksek derecelere kavuştu.

Dağıstanlı HÂfız Efendinin en başarılı talebelerinden idi. Hocası Dağıstanlı HÂfız Efendi olum doşeğinde iken, vefÂtından sonra kursunun BeyzÂde Efendiye verilmesi konusunda medresenin kurucularından CotelizÂdelerden Sırma HÂtuna şoyle vasiyette bulundu:

"Ben yakında oleceğim. Olumumden sonra, muderrislik icin bircok dedikodular, hatt kavgalar olacaktır. Yerimi ancak BeyzÂde Ali Rız Efendi doldurabilir, muderrisliği ona vereceksin. ŞÃ‚yet başkalarına verecek olursan, kıyÂmet gununde senden dÂvÂcı olurum." Sırma HÂtun; "Vasiyetini emÂnet bilirim. EmÂnete ihÂnet edilmez. Bize sÂdece o emÂneti korumak ve bu vasiyete itÂat etmek duşer." dedi. Bir sure sonra Dağıstanlı Mehmed Efendi vefÂt etti. Fakat bu zÂt, BeyzÂde Efendiye icÂzet, diploma vermedi. Bu yuzden Dağıstanlı'dan boşalan muderrislik icin bircok dedikodular cıktı. Herkes BeyzÂde'nin yaşına bakıp, onun ilminden ve fazîletinden şuphe ediyordu. Bu durumu oğrenen GÂziantep Âlimlerinden Kucuk Ali Efendi, BeyzÂde'ye bir icÂzetnÂme, diploma gonderdi. Bu icÂzet gelince, BeyzÂde Efendi, Dağıstanlı hocadan boşalan muderrisliğe tÂyin edildi.

BeyzÂde Efendi, Urfa'dan Harput'a gelen HartevîzÂde Mehmed Rehavî ile tanıştı. Daha sonra Urfa'ya giderek bu zÂta talebe oldu. Kısa surede tasavvufun Nakşibendîlik yolunda ilerleyen BeyzÂde'yi, Mehmed Rehavî halîfeliğe tÂyin etti. Haramlardan, şuphelilerden sakınmaya onem veren BeyzÂde Efendi, yıllarca Harput'ta insanlara Hak yolunu anlatarak onların kurtuluşuna vesîle oldu.

BeyzÂde Efendi hac yolculuğuna cıktığı yıllardan birinde yanına oğlu BehÂeddîn Efendiyi de aldı. Yolda her rastladığı fakire bakan BeyzÂde Efendi, daha sonra oğluna; "Şu kadar ver." derdi. Boyle yol alırlarken, bir genc BeyzÂde'nin yanına geldi ve sadaka istedi. BeyzÂde Efendi sapasağlam gence baktıktan sonra, oğluna; "Yirmi kuruş ver." dedi. BehÂeddîn Efendi gencin gucune kuvvetine bakarak; "Babamı da anlamak zor. Sakata, kore bile daha yirmi kuruş vermedi. Acaba bu gence nicin bu kadar fazla para verilmesini istedi." diye duşundu. Yola devÂm ederlerken bile bu duşunce BehÂeddîn Efendinin aklından cıkmadı. Bu duşunce ile yururken, BeyzÂde Efendi oğluna donerek; "Oğul oğul! Sen boyle şeylere karışma. O gorduğun fakirlerin hepsi de kendi nefisleri icin para topluyorlardı. LÂkin o sapasağlam genc, Allahu teÂlÂnın velî kullarından olup, verdiğimiz yirmi kuruşu fakirlere dağıtacaktı." dedi. BehÂeddîn Efendi bu cevap uzerine pişman olup tovbe etti ve yollarına devÂm ettiler.

"Vatanı sevmek îmÂndandır." hadîs-i şerîfine cÂnı gonulden bağlı olan BeyzÂde Efendi, 93 Rus Harbinde memleketi mudÂfaa gÂyesiyle cepheye koştu. Oğlu Mehmed Nûri ve torunu HÂlid efendileri yanına alıp, bir grup gonullu mucÂhidin at, silÂh ve butun levÂzımÂtını kendi kesesinden karşılayarak Rus Harbine katıldı. Erzurum mudÂfaasında buyuk yararlılıklar gosterdi.

BeyzÂde Efendi gosterişi ve ihtişÃ‚mı asl sevmezdi. Cok mutevÂzî ve halka karşı buyuk bir sevgi ve hurmet gosterirdi. CÂmiye giderken halkı rahatsız etmemek icin dÂim ıssız ve ara sokaklardan gecer ve etrafına bakmazdı. Cunku halk kendisini gorunce işi ve gucu bırakıp, ona hurmet icin ayağa kalkıp selÂmlardı. Yuzunde şefkat ve mulÂyemetle karışık bir muhabbet mevcûd olup, karşılaştığı kimselerde dÂim derin bir hurmet ve muhabbet hissi hÂsıl olurdu. Az konuşur, soylenenleri dikkatle dinleyip bir muddet duşundukten sonra cevap ve nasîhatlarda bulunurdu. Temizliğe son derece dikkat ve îtin gosterirdi ve; "İslÂmiyetin belli başlı erkÂnı temizliktir. Temiz olmayanın îmÂnından şuphe edilir." diyerek butun talebelerine nasîhat ederdi.

Seksen seneye yakın bir sure İbrÂhim Paşa Medresesinde muderrislik yaparak, cok talebe yetiştiren BeyzÂde Efendi, omrunun sonlarına doğru muderrislik vazîfesini oğlu Muftu Hacı Mehmed Nûri Efendiye bırakarak, kendisi bir koşeye cekildi, ibÂdetle meşgûl oldu. Omrunun sonlarına doğru rahatsızlandı. Hasta olmasına ve ateşler icinde yanmasına rağmen yine diz cokup oturduğunu ve ayaklarını uzatmadığını goren oğlu dayanamayıp, sebebini sordu. Oğlunun bu suÂline hafif gulumsedikten sonra kaşlarını catıp; "Heey oğul, guzel oğul!.. Demek ayaklarımı uzatayım oyle mi? Uzatayım lÂkin kime karşı uzatayım dersin. Soyle kime karşı?" cevÂbını verdi. BeyzÂde Efendi, 1904 (H.1322) senesinde Harput'ta vefÂt etti. CenÂze namazına cok sayıda insan iştirÂk etti. Meteris mezarlığına defnedildi. Uzerine turbe yapılmamasını vasiyet ettiği icin, sÂde bir mezarı vardır.

KÂBE'YE HEP YURUYEREK GİDİLMEZ!

BeyzÂde Efendi, bir sene hacca gitmeye karar verdi. Arkadaşları ile anlaşıp, para biriktirmeye başladı. Hanımı o sene hÂmile idi. Bir gun hanımı yatakta yatarken dışarıdan et kokusu gelir. Canı bu etten yemek ister ve BeyzÂde Efendiye; "Efendi! Şu kızarmış et kimlerde pişiyorsa git benim hatırım icin bir parca isteyiver. Canım cekti." deyince, BeyzÂde Efendi;

"Heey hÂtun hey!.. Bu kadar zenginliğimiz boşunaymış meğer. İstediğin et olsun, kebÂb olsun. Hemen carşıya gidip, en ÂlÂsından sana kebap getiririm." cevÂbını verdi. Hanımının ısrarla bu kızaran etten istemesi uzerine, BeyzÂde Efendi uzgun bir şekilde dışarı cıktı. Bu kokunun fakir bir komşularının evinden geldiğini anladı. Utanarak kapıyı caldı ve ayak ustu mevzuyu soyledi. Kapıyı acan kadıncağız; "Olmaz efendim! Pişirdiğim et size lÂyık değildir." dedi. BeyzÂde Efendinin ısrÂrı uzerine kadın gerceği soylemek mecbûriyetinde kaldı ve;

"Efendim! Uc gunden beri coluk-cocuk acız. Cocukların ağlamalarına fazla dayanamadığım icin, sokakta bir kopek yakalayıp kestim. İşte kızaran et budur. Cocuklarımın seslerinin kesilmesi icin kızartıyorum. Onları oyalıyorum." dedi. Bu durum karşısında gozleri yaşaran BeyzÂde Efendi, hemen evine donerek hac icin ayırdığı paranın buyuk kısmını kadına verdi. Geri kalanını cevresindeki fakirlere dağıttı ve hacca gitmekten vaz gecti.

Arkadaşları ile kararlaştırdıkları gun gelince, BeyzÂde Efendi arkadaşlarına hacca gidemeyeceğini soyledi. Sebebini oğrenmek istedilerse de, BeyzÂde Efendi soylemedi. Bunun uzerine arkadaşları yola koyuldu. Uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra Mekke'ye varan arkadaşları hayret icinde kaldılar. Cunku BeyzÂde Efendi kendilerinden once gelmişti. BÂzıları; "Eğer bizden sonra yola cıkmış olsaydı, mutlaka bizi gelip gecerdi. Biz de onu gorurduk. Ama boyle bir şey olmadı." dediler. KÂbe'nin tavÂfı esnÂsında, namaz kılarken, Arafat'a cıkarken hep en on saflarda BeyzÂde Efendiyi gorduler. Harput'a donduklerinde BeyzÂde Efendiye bu durumun hikmetini sordular. O da; "Hayır ve hasenÂt yuzunden. Siz KÂbe'ye yurumekle mi varıldığını sanırsınız?" dedikten sonra, olanların hepsini anlattı. Bundan sonra Harput'ta fakirler hic bir zaman muhtac duruma duşmedi. Zenginler fakir aramak icin yarıştılar.
__________________