Sekizinci ve dokuzuncu yuzyıllarda Horasan'ın Merv şehrinde ve BağdÂt'ta yaşamış olan buyuk velîlerden. İsmi, Bişr bin HÂris AbdurrahmÂn, kunyesi Ebû Nasr'dır. Yalınayak gezdiği icin "Hafî" lakabıyla bilinir. Bişr-i HÂfî diye meşhûr olmuştur. 767 (H.150) senesinde Horasan'ın Merv şehrinde doğdu. 841 (H.227) senesinde BağdÂt'ta vefÂt etti. Kabri orada olup ziyÂret yeridir.
ÎtibÂrlı bir Âileye mensûb olan Bişr-i HÂfî, Merv reislerinden birinin oğludur. Bu sebeple cocukluğu ve gencliğinin bir kısmı bolluk, refÂh icinde gecti. Gencliğinde kendisini oyun ve eğlenceye verdi. DunyÂnın cÂzibesine kapıldığı ve nefsin, şeytanın ve kotu arkadaşların teşviklerine kapılarak oyun ve eğlence Âlemlerine daldığı genclik yıllarında, bir gun kapısı calındı. Hizmetcisi kapıya cıkarak gelen kimseye kimi aradığını sordu. Kapıdaki adam; "Bu evin sÂhibi hur mu, kul mu?" diye sordu. Hizmetci, "Hurdur." diye karşılık verdi. Adam; "Belli!.. Eğer kul olsaydı, kulluğun edebine riÂyet edecek oyun ve eğlence ile uğraşmayacaktı." diyerek cıkıp gitti. Hizmetci iceri girip kapıda olanları Bişr-i HÂfî'ye anlattı. Bişr-i HÂfî, yalın ayak adamın peşinden koştu. Ona yetişerek soylediklerini tekrarlattı. O kimsenin sozlerinden etkilendi, yaptıklarına pişmÂn olup tovbe etti. Bir muddet sozunde durup oyun ve eğlence Âlemlerine gitmediyse de, kotu arkadaşların tesiriyle tekrar eski hayÂtına dondu. Babasından kalan serveti icin kendisinden ayrılmayan arkadaşları onu bir turlu bırakmadılar.
Bir gun eğlence Âlemlerinden sonra sarhoş ve bitkin olarak evine donerken yolda ustunde Besmele yazılı bir kağıt buldu. İci sızlayıp yerden aldı. Opup, camurlarını silerek, temizledikten sonra, guzel kokular surup, evinin duvarına astı. O gece Âlim ve velî bir zÂta, ruyÂda; "Git Bişr'e soyle! İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim. İsmimi buyuk tuttuğun gibi, seni buyulturum. İsmimi guzel kokulu yaptığın gibi, seni guzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dunyÂda ve Âhirette temiz ve guzel eylerim." dendi. Bu ruy uc def tekrar etti. O zÂt sabah Bişr-i HÂfî'yi arayıp meyhÂnede buldu. Muhim haberim var diye icerden cağırdı. Bişr geldiğinde; "Kimden haber vereceksin?" dedi. "Sana Allahu teÂlÂdan haber vereceğim." deyince, ağlamaya başladı. "Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak?" dedi. RuyÂyı dinleyince arkadaşlarına; "Ey arkadaşlarım! Beni cağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda goremeyeceksiniz." dedi. O zÂtın yanında hemen tovbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı icin, hic ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara, "Allahu teÂlÂya tovbe ettiğim, gunÂh işlememeye soz verdiğim zaman yalın ayaktım. O zaman giymediğim ayakkabıyı şimdi giymeye hay ederim. Allahu teÂl Bekara sûresi yirmi ikinci Âyetinde meÂlen; "Biz yeryuzunu sizin icin tefriş ettik, doşedik." buyuruyor. PÂdişÃ‚hların mefrûşÃ‚tı uzerinde ayakkabı ile yurumek edebe uymaz. Ayağım ile yer arasında bir vÂsıta olduğu hÂlde onun sergisine basmayı cÂiz gormuyorum." derdi. Bu zamandan sonra ayakkabı giymediği icin kendisine yalın ayak mÂnÂsında "HÂfî" lakabı verildi.
Allahu teÂlÂya tovbe ettikten ve eski yaşayışını terk ettikten sonra bir muddet memleketi olan Merv'de ilim tahsîliyle meşgûl oldu. Dayısı Ali bin Harşam'a talebe oldu. Onun sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. İlim yolunda seyÂhatlere cıktı. Mekke, Kûfe, Basra, Şam ve Lubnan taraflarına gitti. Gittiği yerlerdeki Âlimlerin ve velîlerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. Bu yuzden SeyyÂh Sûfilerden sayıldı. En sonunda BağdÂt'a gelerek yerleşti. Gerek memleketinde, gerek gezdiği yerlerde ve gerekse BağdÂt'ta devrinin ileri gelen Âlimlerinden ilim tahsîl etti ve hadîs-i şerîf dinledi. İbrÂhim Sa'd, AbdurrahmÂn bin Zeyd bin Eslem, HammÂd bin Zeyd, Şureyk bin Abdullah, MuÂf bin İmrÂn Mûsulî, Vekî bin CerrÂh, Ebû Bekr bin IyÂş, Hafs bin GıyÂs, Abdullah bin MubÂrek, Îs bin Yûnus, Abdullah bin DÂvûd el-Hayrî, Ebû MuÂviye ed-Darîr, Zeyd bin Ebi'z-Zerka onun ilim tahsîl ettiği ve hadîs-i şerîf dinlediği Âlimlerden bir kısmıdır.
Onun geldiği yıllarda, duny meraklılarının da Âhiret sevdÂlılarının da merkezi durumunda bulunan BağdÂt'ta, Ahmed bin Hanbel hazretleriyle goruştu. SufyÂn-ı Sevrî Fudayl bin IyÂd, MuÂfa bin İmrÂn ve İmÂm-ı MÂlik hazretlerinin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde de bulunup onlardan feyz aldı. Hadîs ilminde guvenilir Âlimlerden olduğu gibi, tasavvufta da yuksek derecelere kavuştu.
Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Bişr-i HÂfî'yi cok sever, devamlı yanına giderdi. Talebeleri; "Siz Âlimsiniz. Hadîste, fıkıhta, ictihadda ve butun ilimlerde eşiniz yoktur. Niye Bişr-i HÂfî gibi birini sık sık ziyÂret ediyorsunuz?" dediklerinde; "Evet, dediğiniz ilimleri ondan iyi bilirim. Fakat o, kalp ilimlerini benden iyi bilir." derdi.
Bişr-i HÂfî'ye, bu ilme, yuksek derecelere nasıl kavuştun diye sorduklarında; "Az yemekle." deyip, "Yiyip gulen ile, yiyip ağlayan aynı olmaz." buyurdu.
İlim ve fazîletteki yuksekliği, haram ve şuphelilerden sakınması sÂyesinde insanlar arasında yuksek bir velî, konuşmaları ile, tesirli bir yol gosterici oldu. MÂnevî derecesi oylesine yukseldi ki, Halîfe Me'mûn onu ziyÂret edebilmek icin, Ahmed bin Hanbel'in arabuluculuk yapmasını istedi. Hatt Halîfe Me'mûn onun hakkında; "Bişr-i HÂfî'den başka bu diyarda (BağdÂt'ta) kendisinden hay edilip cekinilecek bir kimse kalmadı." demişti.
Dînî ilimlerde yuksek bir Âlim, tasavvufta yuksek bir velî olan Bişr-i HÂfî, zamÂnının tıb bilgilerinde de soz sÂhibi idi.
Bir gun Bişr-i HÂfî (rahmetullahi aleyh) rahatsızlanarak tabîb AbdurrahmÂn'a gitti. Ne gibi yemekler yiyeceğini sordu. Tabîb de; "Bana soruyorsun, fakat tavsiyelerime uymuyorsun." dedi. Bişr-i HÂfî de; "Hayır, uyacağım." deyince, tabîb; "Sirke ve baldan yapılmış sikencubin'i (mayhoş suyu) icer, ayvayı soyup yersin. Sonra da sıcak corba icersin." dedi. Bunun uzerine Bişr-i HÂfî; "Sikencubinin yerini tutacak daha iyi bir şey bilmez misin?" diye sordu. Tabîb; "Bilmem." dedi. Bişr-i HÂfî; "Ben bilirim." deyince, tabîb soyle bakalım nedir?" dedi. Bişr-i HÂfî; "Hurdeba (gunnuk otu) sirke ile berÂber." dedi. Sonra; "Ayvanın yerini tutacak ondan daha ucuz bir şey bilmez misin?" diye sordu. Tabîb; "Bilmem." deyince; "Ben bilirim." dedi ve keci boynuzunu anlattı. Keciboynuzundan daha iyisini sordu. Tabîb, bilmem deyince, ona da nohut suyu ile inek yağını anlattı. Bunun uzerine tabîb AbdurrahmÂn; "Sen tıb ilmine benden daha iyi vÂkıfsın." diyerek bu ilimdeki ustunluğunu kabûl etti.
Allahu teÂlÂnın emirlerine ve Peygamber efendimizin sunnetine titizlikle uyan, haram ve şuphelilerden şiddetle kacınan Bişr-i HÂfî hazretleri, bir gece ruyÂsında Peygamber efendimizi gordu. Peygamber efendimiz ona; "Allahu teÂlÂnın seni neden ustun kıldığını biliyor musun?" buyurdu. O; "Hayır bilmiyorum y Resûlallah!" diye karşılık verdi. Hazret-i Peygamber şoyle buyurdu: "Sunnetime tÂbi olman, sÂlihlere hizmet etmen, din kardeşlerine nasîhat etmen, Ehl-i beytimi ve EshÂbımı sevmen sebebiyle bu dereceye kavuştun." buyurdu.
Bişr-i HÂfî pekcok kimseye ilim oğretip ders verdi. Nuaym bin HeydÂm, Muhammed bin HeydÂm, İbrÂhim bin HÂşim, Nasr ibni Mansûr, El-BezzÂr, Muhammed bin el-MusennÂ, Sırrî-i SekÂtî, İbrÂhim bin Harbî en-NişÃ‚bûrî Omer bin Mûs el-Cel gibi bircok Âlim kendisinden ders alıp, hadîs-i şerîf okumuşlardır.
İnsanlara vÂz ve sohbetleriyle pek faydalı olan Bişr-i HÂfî hazretleri, onlara dunyÂda ve Âhirette kurtuluşa ermenin yollarını gosterdi. Bir sohbetinde;
"Bir gun BağdÂt'ta bir adam gordum. Bin kırbac dayak yediği hÂlde hic sesini cıkarmadı. Sonra kendisini cezÂevine goturduler. Peşini tÂkib ettim ve nicin dovulduğunu kendisinden sordum. Bir kadına Âşık olduğundan bu hÂle duştuğunu soyledi. Bu kadar dayak yediği hÂlde neden ses cıkarmadığını sordum. Sevgilim bana bakıyordu, dedi. Bunun uzerine kendisine; "Ya Allahu teÂlÂnın seni devamlı gorduğunu bilseydin hÂlin nice olurdu?" dediğimde, hemen haykırarak yere duştu ve oldu." buyurdu.
Gencliğimde Abadan'a gitmiştim. Cuzzamlı ve kor bir adamla karşılaştım. Sarası tutmuş, karıncalar vucûduna uşuşmuş etini yiyorlardı. Başını kaldırdım, kucağıma aldım, ayılıp, kendisi ile konuşmayı bekledim. Ayılınca; "Benimle Rabbim arasına giren bu boş adam kimdir? Rabbim beni parca parca yapsa, benim O'na ancak sevgim artar." dedi. Bundan sonra artık kul ile Allah arasında gorduğum hic bir hikmeti merak edip de, nicin boyle oluyor? demedim."
"Bir gun evime girince bir zÂt ile karşılaştım. İzinsiz, evime nasıl girersin, sen kimsin dediğimde; "Ben kardeşin Hızır'ım." dedi. Bana du et deyince, O; "Allah'ım!İbÂdette bulunmasını buna kolaylaştır." diye du etti. Biraz daha du et dedim. "Allah'ım! İbÂdetinin gizli kalmasını buna nasîb eyle." dedi.
Bişr-i HÂfî hazretleri yuksek hÂller sÂhibiydi. Bir gece evden cıkarken ayağının biri eşiğin ic, diğeri dış kısmında olduğu halde seher vaktine kadar hayret ve hayranlık icinde bekledi. Kızkardeşinin kalbine; Bu gece Bişr sana geliyor." diye ilhÂm olundu. Kardeşi onu beklemeye başladı. Bişr-i HÂfî yorgun ve perişan hÂlde cıkageldi. Hemen evin damına cıkmaya gayret etti. Birkac basamak yukarı cıktı. Ortalık aydınlanıncaya kadar hayran hayran orada kaldı. Namaz vaktinde aşağı inip cÂmiye gitti. Namazını kılıp eve geldi. Kızkardeşi; "Bu ne hÂl boyle?" diye sorunca, Bişr-i HÂfî; "Hatırımdan gecti ki BağdÂt'ta Bişr gibi bunca kişi bulunsun, bunlardan kimi yahûdî kimi hıristiyan, kimi de mecûsî olsun, benim ismim de Bişr olsun ve İslÂmiyetle şereflenerek bunca yuksek devlete ermiş olayım! Ben ne yaptım ki bu devlete kavuştum, onlar ne yaptılar ki bu devletten mahrûm kaldılar. İşte bu konuyu duşunerek şaşkın bir hÂlde kaldım." buyurdu.
Mansûr es-SayyÂd isimli bir zÂt, bir bayram gunu bayram namazını kıldıktan sonra Bişr-i HÂfî hazretlerine geldi. Bişr-i HÂfî ona; "Bu erken vakitte nicin geldin?" buyurdu. Mansur; "Evde un ve ekmek yok onun icin geldim." dedi. Bişr-i HÂfî; "Allahu teÂl duşenlerin yardımcısıdır. Oltanı al ve dereye git. Abdest alıp iki rekat namaz kıl. Oltayı Bismillah diyerek at!" buyurdu. Mansûr es-SayyÂd onun dediklerini yaptı. "Bismillah" diyerek oltayı dereye attı. Buyuk bir balık cıktı. Bişr-i HÂfî'ye geldi. Bişr-i HÂfî o balığı satmasını ve ihtiyaclarını almasını istedi. O kimse balığı satıp ihtiyÂcı olan yiyecekleri aldıktan sonra Bişr-i HÂfî hazretlerinin kapısını caldı. Bişr-i HÂfî ona; "Kapıyı kapat. Elindekileri de hole bırak. Kendin de iceri gel." buyurdu. Mansûr es-SayyÂd iceri girince, Bişr-i HÂfî hazretleri; "Eğer bu isteği nefsimiz bize bildirseydi bu balık cıkmazdı." dedi.
Yine bir sohbetinde buyurdu ki:
"DunyÂda azîz olmak, Âhirette selÂmette kalmak isteyen, diline sÂhib olsun. ŞÃ‚hitlik yapmasın, halka imÂm olmasın, hic kimsenin yemeğini yemesin. İki şey kalbe kasvet verir. Cok konuşmak ve cok yemektir."
İlme calışmayı teşvik husûsunda da buyurdu ki:
İlme calışanın işÃ‚reti, dunyÂdan kacmaktır, dunyÂyı sevip onda kalmak değil."
"Kendisiyle amel etmediğin şeyi bırakman daha iyidir. İlim, amel etmektir. Allahu teÂlÂya itÂat ettiğin zaman sana oğretir. Allahu teÂlÂya isyÂn edersen, sana oğretmez. İlim, Âlimlerin ihtiyac malzemesidir."
"KÂmil olan Allah yolcusu ile sohbet etmek, Kur'Ân-ı kerîm okuyan ile sohbet etmekten daha sevimlidir."
"MÂrifetten mahrum kalan kimse, ibÂdetinin tadını bulamaz."
"Sizden biri, bir eser yazacak olursa, daha cok mÂn bakımından doğruluğuna dikkat etsin."
"Âlimin sozu doğru, yediği helÂl ve duny malına karşı sevgisi yok ise, zuhdu, dunyÂya duşkun olmaması cok olur. Ne yazık ki, bugun bu uc hasletten birini bile onların birinde goremiyoruz. Bu durumlarıyla onlara nasıl gulelim ve nasıl yuz verelim. Bu vasıfları kendinde bulundurmayanlar, ilim sÂhibi olduklarını, nasıl soylerler. Onlar dunyÂya sarılır, dunyÂyı birbirinden kıskanırlar. DunyÂlık icin birbirine hased ederler. Devlet adamlarının yanında birbirlerini cekiştirir ve gıybet ederler. Maksadları, ellerine gecen dunyÂlığı, başkalarına kaptırmamak ve fÂnî şeyleri ellerinden kacırmamaktır. Yazıklar olsun ey Âlimler! Siz peygamberlerin vÂrisleriydiniz. İlmi alırken bircok vazîfe yuklenmiş oldunuz. Şimdi o vazîfeleri yapmıyorsunuz. İlminizi şeref vesilesi yapıp onunla dunyÂlık kazanmaya bakıyorsunuz. Âhirette, Cehennem'e ilk atılan zumre olmaktan nasıl korkmuyorsunuz, anlamıyorum!"
"Bugun ilim, onu vÂsıta yapıp karnını doyuranların eline gecti."
Bir sohbetinde de sabırla ilgili olarak şoyle buyurdu:
"Sabır susmaktır. Susmak sabırdandır. Konuşan, susandan daha fazla ver sÂhibi olamaz. Şu var ki, Âlim kişi bir yerde konuşur bir yerde susar."
"Sabır guzeldir. Bu ise, insanlara şikÂyette bulunmamaktır."
"Emri mÂrûf ve nehy-i anil-munker yapmak, Allahu teÂlÂnın emir ve yasaklarını bildirmek icin, eziyetlere sabretmek gerekir."
Şukurle ilgili olarak Bişr-i HÂfî hazretleri buyurdu ki: "ÂzÂları icinde yalnız dili ile şukreden kimsenin şukru az olur. Cunku gozun şukru, bir hayır gorduğu zaman onu almak, eğer şer gorurse onu ortmektir. Kulağın şukru, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şukru, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır. Mîdenin şukru, ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şukru de, iyilikten başkasına gitmemektir. Kim boyle yaparsa hakîkaten şukredenlerden olur."
Bir sohbeti sırasında da;
"NÂfileler farzların terk edilmesine sebeb olduğu zaman nÂfileleri terk ediniz. İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, cirkini de cirkin olarak kabul etmez. İhtilÂf ve ayrılıkla birlikte îtilÂf ve birleşme olmaz.
Biz nîmetler yuzunden değil, nîmetlere karşı az şukrettiğimizden bu hÂle geldik. Nitekim biz amelimizin azlığından değil de amelde sıdk ve ihlÂsımızın olmayışından bu hÂle geldik. Yine bizim uğradığımız musîbetler, gunÂhlarımızın cokluğundan değil, hayÂmızın azlığındandır, istiğfÂrımızın azlığından değil, vefÂmızın azlığından ve suratle gunÂhlara duşuşumuzdendir. Eğer biz derhÂl gunahlarımızın cezÂsını gormuş olsaydık butun gunÂhları bırakırdık.
Ey kardeş! Bunu bil ve icini duny sevgisi ve şehvetinden temizle. Allahu teÂlÂyı cok zikret. Kalbini iyice temizlediğin zaman, Allahu teÂl seni hikmetle konuşturur ve sen zamÂnın bir hakîmi olursun. Fakat duny sevgisi ve şehveti ile birlikte hikmet sÂhibi olamazsın." buyurdu.
Talebelerine ve sevenlerine verdiği muhtelif vÂz ve nasîhatler sırasında buyurdukları ise şunlardır:
"İnsanlar arasında tanınmak isteyen, Âhiretin tadını alamaz."
"Şohreti seven kimse, Allah'tan korkmaz."
"Ovulmekten hoşlanmak kadar ahmaklık duşunulemez."
"Duny ve Âhirette elem ve kederlerden kurtumak istiyenler, kotu ahlÂk sÂhipleriyle goruşmemelidir."
"Tasavvuf nedir?" diye sorulunca, buyurdu ki: "Tasavvuf uc anlama gelir. İlki mÂrifet nûruna Ârif olmak ve ver hÂlini kaybetmemektir. İkincisi, dış gorunuşunu bÂtıl olan şeylerden alıkoymaktır. Sonuncusu ise kerÂmetlerini gizlemektir."
"İnsanlardan biri, Allahu teÂlÂya tevekkul ettim, diyor. Halbuki Allahu teÂlÂya karşı yalan soyluyor. Gercekten Allahu teÂlÂya tevekkul etseydi, O'nun, hakkındaki muÂmelesine de rÂzı olurdu."
"Huzun pÂdişÃ‚htır. Bir yere yerleşince oraya başka bir şeyin yerleşmesine rÂzı olmaz."
"Ben, MuÂf bin İmrÂn'dan işittim. O da SufyÂn-ı Sevrî'den şoyle dediğini işitmiş; insanları memnun etmek, ulaşılamayan gÂyedir."
"SufyÂn-ı Sevrî bir adamı ziyÂret ettiği zaman, Allah seni ateşten korusun diye du ederdi."
"El-EvzÃ‚î şoyle buyurdu. Bir zaman gelecek ki, unsiyet sÂhibi kardeş, helÂl bir lokma ve sunnete uygun bir amel o zaman cok az olacak."
"Kim Allahu teÂlÂya yaklaşırsa, insanlardan uzak kalır."
"İnsanların sırlarını ortaya cıkaracak sorular sorma."
"Nefsim icin en guvendiğim amelim, Peygamber efendimizin EshÂbına sevgi ve hurmetimdir."
"Boburlenmen, kendi ibÂdetini cok, başkasınınkini az gormendir."
"Malınız varken ac sabahlamanızı, malınız yokken tok sabahlamanıza yeğ tutarız."
"Âdemoğlunu dunyÂda tÂkib eden musîbetlerin başında, sevdiklerinden ayrılması gelir."
"Bir kimse bize, hadîs anlat dediği zaman, anla ki, bize kolaylık goster, demek istiyor."
"MakÂmların en yukseği, olunceye kadar fakirliğe sabretmektir."
"İki haslet vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Cok konuşmak, cok yemek."
"Bir kul Kur'Ân-ı kerîmi hatmederse, melekler onun iki gozu arasını operler."
"Kişi gazabını yenmedikce, takv sÂhibi olamaz."
"Konuşmak hoşuna giderse sus, susmak hoşuna gidince konuş."
"Kim Allahu teÂlÂdan dunyÂyı isterse, Allahu teÂl da onun dunyÂda uzun zaman kalmasını ister."
"Muminin izzeti, insanlardan uzak durmasıdır. Şerefi ise gece namaz kılarak ayakta durmasıdır."
"Ana ve babanın evlatlarına duÂları, bir peygamberin ummetine olan duÂsı gibidir."
"VerÂ, şuphelilerden temizlenmek ve her an nefisle muhÂsebe etmektir."
"Kotu insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara sû-i zana, kotu duşunmeye sebeb olur."
"Cimrinin yuzune bakmak, insanın kalbini karartır."
"ŞÃ‚yet insanlar Allahu teÂlÂnın buyukluğunu duşunselerdi, O'na isyÂn etmezlerdi."
"Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse hayrı gorduğunde ona tÂbi olan, şerri gorduğunde ondan kacınan kimsedir."
"Olumu hatırladığın zaman, dunyÂnın guzelliği ve şehvetleri senden gider."
"Kotuluklerini gizlediğin gibi iyiliklerini de gizle."
"DunyÂyı seven kişi olumu sevmez."
"Melekler, kendisine hayran kaldığı kulun amelini yukseğe cıkarır ve Allahu teÂlÂnın huzûruna goturur."
"Kişinin ameli az olursa, duşunce ve sıkıntıya mubtel olur."
Vaktin kıymeti ile ilgili olarak buyurdu ki:
"Dun oldu, bugun can cekişiyor, yarın doğmadı. Oyle ise şu anı değerlendirmek icin amele sarıl."
Neden cÂmide vÂz vermiyorsun diye sorduklarında; "CÂmide vÂz vermek icin cÂmi huviyetli olmak, o işin ehli olmak lÂzımdır." buyurarak tevÂzuda bulundu.
Bişr-i HÂfî cemÂatle sohbet ediyor, rızÂdan bahsediyordu. Sohbette bulunanlardan birisi; "Ey Bişr! Makam ve îtibÂr sÂhibi olduğun icin halktan hicbir şey kabûl etmiyorsun. Eğer zuhd sebebiyle hakîkaten dunyÂdan yuz cevirmişsen, halktan gizlice bir şeyler alıp fakirlere ver ve kendin de tevekkul uzere oturup rızkına rÂzı ol." dedi. Bu soz uzerine Bişr-i HÂfî buyurdu ki: "Bunun cevÂbını dinle. Fukar ve dervişler uc ceşittir. Birinci kısım, asl kimseden bir şey istemez, verirlerse de almaz. Bunlar hÂl sÂhibi, rûhÂniyet ehli kimselerdir. İzzet ve celÂl sÂhibi Allahu teÂlÂdan her ne isterlerse, Allah onu bu kimselere verir. Allahu teÂl şunu verecek diye yemin edecek olsalar derhÂl duÂları kabûl edilir. Diğer bir kısmı halktan bir şey istemez ama verildiğinde kabûl eder. Bunlar dervişlerin orta tabakasıdır. Allahu teÂlÂya tevekkul ederek sukûn, rahat bulurlar. Bu kısım, kudsiyet makÂmında ebediyet sofrasına oturmuş bir tÂifedir. Ucuncu kısım ise, gucleri yettiğinde sabrederek oturur ve rızkın geleceği vakti gozler. Boyleleri zarûrî ihtiyacları mecbûr bırakırsa, kalpleri Allahu teÂlÂya bağlı olduğu hÂlde cıkıp halktan isterler." Bu cevÂbı alan kimse; "Bu soze rÂzı oldum. Allah da senden rÂzı olsun." dedi.
Bişr-i HÂfî hazretleri yerinde ve az konuşurdu. Talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki: "Sahîfelerinize ne yazdığınıza dikkat ediniz. Cunku bu, Rabbinize karşı okunacaktır. Yazık o kimseye ki cirkin soz konuşur. Eğer icinizden biri bir kardeşine icinde cirkin soz bulunan bir yazı gonderse, şuphesiz bu bir hayÂsızlık olur. Ya Rabbine karşı kotu soz soyleyenin hÂli ne olur?"
Şaşarım o adamın aklına ki din kardeşini arkasından cekiştirir de yuzune gelince ona sevgi gosterir, hemen onu ovmeye başlar. Kim insanların şeref ve haysiyetiyle oynadığı halde, Allahu teÂlÂnın kendisini sevdiğini iddi ederse, şuphesiz o bir yalancıdır. Cunku o bir şeytandır. Şeytan ise Allahu teÂlÂnın duşmanıdır.
Bir kimse Bişr-i HÂfî hazretlerine gelerek; "Ben seni Allah icin seviyorum." dedi. O da; "Sen sozunde sÂdık ve doğru değilsin. BÂzan akşam olunca ahırdaki merkebini hatırlamak beni hatırlamaktan sana daha muhim gorunduğu hÂlde, nasıl oluyor da Allah icin beni sevdiğini iddi ediyorsun?" buyurdu.
Bişr-i HÂfî'nin ilme ve irfÂna bağlılığı, şohret ve riyÂset (başkanlık) sevdÂsıyla değil, sunnet-i seniyyeye uyma arzûsuyla idi. Nitekim; "Reislik arzûsuyla ilim oğrenen, Allahu teÂlÂyı kızdıracak bir işle O'na yaklaşmaya calışıyor demektir. Cunku ilim sebebiyle reislik istemek gokte ve yerde ofkeyi gerektirir." buyururdu.
Hikmete ermenin yolunun Allahu teÂlÂya isyÂnı terk etmekte olduğunu soylerdi. O, ibÂdetin lezzetine erenlerdendi. Bu lezzete ermenin yolunu şoyle bildirirdi: "Kendinle arzu ve isteklerin arasına demirden bir perde cekmedikce, ibÂdetten lezzet duyamazsın."
Bir kimse Bişr-i HÂfî'ye gelerek; "Gecenin bir saatinde olsun istirÂhat etseniz." dedi. O da; "Allahu teÂl gecmiş ve gelecek butun gunÂhlarını bağışladığı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ayakları şişinceye kadar ibÂdet ettikleri halde ben nasıl uyuyabilirim? Cunku ben bir tek gunahımın bile, Allahu teÂl tarafından bağışlanmış olduğunu bilmiyorum."
Talebelerini ellerini acmış du ederken gorunce; "DuÂ, gunahları terk etmektir." buyururdu. Rızık konusunda insanları haramlardan ve şuphelilerden sakınmaya teşvik ederdi. Ozellikle ticÂret erbÂbını helÂl ve temiz kazanca yonlendirmeye calışırdı. Bu husustaki Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri sık sık tekrar eder; "Ekmeğini nereden kazandığına iyi bak. Kendini Cehennem'e atma." diye nasîhat ederdi.
Amellerin kıymetlisinin uc tÂne olduğunu bildirir: "Birincisi mal az olduğunda da comert olabilmektir. İkincisi, tenhÂda da ver sÂhibi olabilmek yÂni haramlardan kacınabilmektir. Ucuncusu, kendisinden korkulan ve bir şeyler umulan kimsenin huzûrunda da hakkı soyleyebilmektir." buyururdu.
DunyÂya gonul verenlere; "DunyÂya tÂlib olan insanlardan dunyÂlık istemeye utanmıyor musun? Siz dunyÂlığı, dunyÂyı yed-i kudretinde tutan Allahu teÂlÂdan isteyiniz." buyururdu.
"Yediğin neredendir?" diye soranlara şoyle cevap verirdi: "Siz benim nereden yediğimi ne yapacaksınız. Kendinizin ne sûretle yediğinize bakınız. Cunku gulerek yiyenle ağlayarak yiyen bir olmaz. Az yiyen el, cok yiyene denk olmaz. Yediğiniz ekmeğin nereden olduğuna, coluk cocuğunun oturduğu evin hangi yoldan kazanıldığına dikkat ediniz." buyururdu.
Allahu teÂlÂya olan muhabbeti sebebiyle Allahu teÂlÂnın duşmanlarına duşmanlık ederdi ve; "Sevgilini kızdırana muhabbet beslemen sana yakışmaz." buyururdu.
Comert ve ikrÂm sÂhibi idi. Fakirlere ve duşkunlere yardım eder, onların ihtiyaclarını giderirdi.
NÂfile hacca gideceklerden biri Bişr-i HÂfî'ye ved icin geldi. Ona; "Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?" deyince; "Ne kadar harclığın var?" diye sordu. "İki bin dirhem harclığım var." diye cevap verdi. Bişr-i HÂfî: "Hacca gitmekle zuhdu mu, yoksa KÂbe'ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızÂsını mı kastediyorsun?" diye sorunca, adam: "Allah rızÂsını kastediyorum." dedi. Bunun uzerine Bişr-i HÂfî; "O halde evinde dururken, Allah'ın rızÂsını kazandıracak bir şeyi sana soylersem, yapar mısın?" deyince; "Evet yaparım." karşılığını verdi. Bunun uzerine Bişr-i HÂfî;
"O halde sen bu iki bin dirhemi, borcunu odeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nufusu kalabalık, gecimi dar olan bir Âileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer dirhem ve hatt istersen hepsini bunlardan birine ver. Zîr muslumanı sevindirmek, duşkunlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nÂfile olarak yapılan yuz hacdan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap. ŞÃ‚yet boyle yapmak istemiyorsan asıl kalbinde olanı bana soyle." dedi. VedÂya gelen kimse; "Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir." dedi. Bunun uzerine Bişr gulumseyerek adama dondu ve; "Servet, şupheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefs, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve sÂlih ameller yaptığını gostermek ister. Halbuki Allahu teÂlÂ, yalnız muttakîlerin, haramlardan sakınanın amelini kabul eder." buyurdu.
Adamın biri elinde bıcak ile bir kadına musallat oldu. Guclu olduğu icin kimse adama engel olamıyordu. Kadın cırpınıp duruyordu. Bu esnÂda Bişr-i HÂfî rahmetullahi aleyh oradan gecmekte idi. Adama iyice yaklaşıp bir şey soyledi. Adam birden yere duştu. Kadın kurtuldu. EtrÂfındakiler adamın yanına gittiler ve adamın zor nefes aldığını gorduler. Sana ne oldu diye sorulunca, adam; "Bilmiyorum, ihtiyar zÂt bana; "Senin bu yaptığını Allahu teÂl goruyor." deyince, ayaklarımın bağı cozuldu ve gorduğunuz gibi yere duştum. Bu zÂt kimdir?" dedi. Bişr-i HÂfî'dir dediler. Bunun uzerine adam; "EyvÂh ben onu bir daha nasıl goreceğim." dedi ve kuvvetli bir sıtma hastalığına yakalanarak kısa bir zaman icinde oldu.
Bişr-i HÂfî, Esved bin SÂlim'i, Ma'rûf-i Kerhî'ye yolladı. Esved bin SÂlim ona; "Bişr-i HÂfî, seninle kardeşlik olmak istiyor. Bunu acıkca size soylemekten cekindiği icin, beni size gonderdi. Kendisini kardeşliğe kabûl etmenizi diliyor, fakat bÂzı şartları da vardır. Onlar da: Bu kardeşliğin duyulmaması ve karşılıklı ziyÂret ve goruşme yapılmamasıdır; zîr o, fazla iltifattan hoşlanmaz." dedi. Bunun uzerine Ma'rûf-i Kerhî;"Fakat ben kardeş olduğum kimseden gece ve gunduz ayrılmak istemem." dedi ve Allah icin sevginin fazîletini anlatan bircok hadîs-i şerîf okudu. Sonra; "Resûl-i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, hazret-i Ali'yi kendine kardeş yapmakla, onu ilimde kendisine ortak etti. En sevimli kızını ona verdi. Şimdi sen şÃ‚hid ol, mÂdem ki seni gonderdi. Ben de onu Allah icin kardeşliğe kabûl ettim. O, beni ziyÂrete gelmezse de, ben onu ziyÂrete giderim. Ona soyle sohbetlerde buluşalım. HÂlinden hicbir şeyi benden saklamasın, her hÂlini bana bildirsin." dedi. İbn-i SÂlim, durumu Bişr-i HÂfî'ye anlatınca, rÂzı oldu ve memnuniyetle kabûl etti.
Bir gun Bişr-i HÂfî'nin eşyÂsını caldılar. Ağlamaya başladı. "Mal icin ağlanır mı?" denilince; "Mal icin değil, hırsızın gunah işlediğini, kıyÂmet gununde bunun azÂbını cekeceğini duşunup ağlıyorum." dedi.
Adamın biri Bişr-i HÂfî'ye gelip; "Bana vasiyet et." dedi. Bişr-i HÂfî ona; "Şohretten sakın, helÂl lokma yemeye gayret et." dedi.
Buyuklerden bir zÂt anlatır: Bişr-i HÂfî'nin yanında idim. Hava cok soğuk idi. GÂyet ince giymiş, titriyordu. Y Eb Nasr bu havada cok kalın giyerler, siz giydiklerinizi cıkardınız dedim. "Fakirleri hatırladım. Malım, param yok ki onlara yardım edeyim. İstedim ki, ben de onlar gibi olup, sıkıntılarını cekeyim." dedi.
Bişr-i HÂfî bir gun kabristandan geciyordu. Mezardakilerin hallerini Allahu teÂl gosterdi. Mezarları uzerinde bir şeyi paylaşıyorlardı. "Y Rabbî! Bunların ne yaptıklarını bana bildir." dedi. Git, kendilerine sor diye bir ses duydu. Gitti sordu. Bir hafta once, bir kimse uc İhlÂs-ı şerîf okuyup bize gonderdi. O gunden beri onun sevÂbını taksim etmeye calışıyoruz, henuz bitiremedik." dediler.
Hasan HayyÂt anlatır: Bir gun Bişr-i HÂfî'nin yanında idim. Birkac kişi gelip, Bişr-i HÂfî'ye selÂm verdi. Bişr-i HÂfî onlara siz kimsiniz deyince; "Biz Şam'dan geliyoruz, hacca gidiyoruz. DuÂnızı almak icin size uğradık." dediler. Bişr-i HÂfî onlara; "Allahu teÂl sizden rÂzı olsun." dedi. Onlar; "Bizimle hacca gelmek istemez misin?" diye sorunca; onlara; "Uc şartla: Yanımızda bir şey taşımayacağız, hic kimseden bir şey istemeyeceğiz, eğer birisi bize bir şey verirse kabûl etmeyeceğiz." dedi. Onlar; "Yanımızda bir şey taşımamaya evet! Kimseden bir şey istememeye de evet! Fakat bize verileni kabûl etmemeye gelince, buna gucumuz yetmez." dediler. Bunun uzerine Bişr-i HÂfî; "Siz Allahu teÂlÂya değil, hacıların azığına guvenerek yola cıkmışsınız." buyurdu.
Bişr-i HÂfî, hazret-i Âişe'den rivÂyet edilen şu hadîs-i şerîfi nakletti: Hazret-i Âişe buyurdu ki: "Ben bir gun Resûlullah'dan sallallahu aleyhi ve sellem suÂl ettim: "YÂ Resûlallah kadınların uzerinde cihÂd var mıdır?" Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Kadınlar uzerinde de cihÂd vardır. LÂkin o cihÂdda harb etmek yoktur." Ben de; "O cihÂd nedir?" dedim. Resûlullah; "OcihÂd hac ile umredir." buyurdu.
RivÂyet ettiği başka bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz; "Tencerede bir şey pişirdiğin zaman, suyunu coğalt ve komşulara dağıt." buyurdu.
Diğer bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz; "Kula her taraftan bel gelmedikce, îmÂnın tadını tadamaz." buyurdu.
Bişr-i HÂfî hazretleri hic evlenmemişti. Kendisine; "Nicin evlenmiyorsun?" diye soranlara; "Bana omrum kadar bir omur daha verilseydi, evlenebilirdim. Zîr omrumde ancak Allahu teÂlÂya kulluk vazîfelerimi yapabiliyorum."buyurdu. "Eğer sen evlenseydin kulluğun tam olurdu." deyince de; "Kendi hakkımı yerine getirmekten korkuyorum da onun hakkını nasıl yerine getirebilirim." buyurdu. "Nicin evlenerek Sunnet-i seniyyeye muhÂlif olmaktan kurtulmuyorsun?" diyenlere de; "Ben farzlarla meşgûl oluyorum. Zîr farzları yerine getirmek, sunnetten evlÂdır." buyurdu. Bişr-i HÂfî hazretleri; "İki yuz yılından sonra sizin en iyiniz, hafîfulhaz olandır, yÂni zevcesi ve cocuğu olmayandır." hadîs-i şerîfini kendine delil olarak almıştı.
Bişr-i HÂfî hazretleri ilim, irfÂn ve fazîlet sÂhibi olup, guzel ahlÂklı idi. Onun ustunluğunu herkes kabûl ederdi, hÂlleri ve yaşayışı ile ilgili olarak AbbÂs bin Dehkam diyor ki: "DunyÂya geldiği gibi olen tek insan Bişr-i HÂfî'dir. DunyÂya malsız geldi ve malı olmadan gitti. Olum doşeğine yattığı sırada biri gelerek ondan bir şey istedi. Onun bir gomleği vardı. Onu da cıkardı, dilenciye verdi ve bir başka kimseden odunc gomlek aldı ve o şekilde oldu. YÂni olunce bir gomleği de yoktu. Gomleksiz geldi, gomleksiz gitti."
İbrÂhim Harbî şoyle der: "Ben uc buyuk zÂt gordum. Bu uc kişinin benzeri yoktur; Birincisi Ahmed bin Hanbel'dir ki, anneler onun gibisini doğurmaktan Âciz kalır. İkincisi Bişr-i HÂfî'dir ki, asrından eski devirlere kadar akıllı bir zÂttır. Ucuncusu Ebû Ubeyd KÂsım bin SellÂm ki, sanki o, ilmi kendisinde toplamış bir dağ gibidir. Bişr-i HÂfî hicbir muslumana gıybette bulunmadı. Eğer onun aklı BağdÂt halkına dağıtılsa, hepsi akıllı olurdu."
BilÂl el-HavvÂs şoyle anlatır: "Bir gun Sina Colunde yuruyordum. Yanımda bir zÂt belirdi. Kimsin deyince, "Kardeşin Hızır'ım." dedi. Sana suÂl sormak istiyorum deyince; sor dedi. "İmÂm-ı ŞÃ‚fiî hakkında ne dersin?" diye sordum. "DunyÂdaki dort buyuk Âlimden biridir." diye cevap verdi. "Ahmed bin Hanbel hakkında ne duşunursun?" dedim. "Sıddık (doğru, samîmi) bir zÂttır." dedi. "Bişr-i HÂfî hakkında ne soylersin?" deyince; "Ondan sonra onun gibi bir zÂt gelmedi." dedi.
Bişr-i HÂfî'nin ustunluğunu Âlimler, velîler kabûl ettiği gibi, diğer insanlar ve hatt hayvanlar bile kabûl ederdi. O BağdÂt'a geldikten sonra hayvanlar sokakları kirletmez oldu. Cunku Bişr-i HÂfî hazretleri sokaklarda yalınayak geziyordu. BağdÂt halkından biri bir gece hayvanıyla BağdÂt sokaklarında giderken, hayvanın sokağı kirletmesi uzerine; "Eyvah Bişr-i HÂfî oldu." diyerek uzuldu. Araştırıp oğrendi ki hakîkaten Bişr-i HÂfî vefÂt edip, Allahu teÂlÂnın rahmetine kavuşmuştu.
Bişr-i HÂfî hazretlerinin hastalığı sırasında talebelerinden birisi onu ziyÂrete gitti. Bişr-i HÂfî'ye; "Bana nasîhat et." dedi. Bişr-i HÂfî buyurdu ki: "Bir karınca vardı. Yazın tÂneleri toplar, kışın yerdi. Bir gun topladığı tÂneyi yemek uzere ağzına aldı. Tam bu sırada gelen bir kuş onun ağzındaki tÂneyi kaptı. Karınca topladığı şeyi yiyemedi ve emeline kavuşamadı. DunyÂda insanlar da boyledir. Mal ve servet toplarlar. Onları ya başkaları alıp tuketir veya olum kuşu gelip o kimseyi alır da dunyÂdaki emeline kavuşamaz. Hal boyle olunca, dunyÂya gonul vermemeli, Âhiret icin hazırlanmalıdır."
Bişr-i HÂfî hazretleri butun omrunu ilim oğrenmekle ve oğretmekle gecirdi. Şuphelilerden son derece sakınırdı. Konuştuğu zaman etrÂfa ilim, ahlÂk, hikmet kokuları yayılırdı. Tasavvuf yolunda buyuk makÂmlara erişmişti. 841 (H.227) senesi Rebîulevvel ayında BağdÂt'ta vefÂt etti. VefÂt ettiğinde cenÂzesini sabah evden cıkardılar. Fakat cok kalabalık olduğundan kabristana gece varabildiler. Kendisini ruyÂda gorup; "Allahu teÂl sana ne muÂmele etti?" diye sorduklarında; "Benim cenÂzemde bulunanı ve kıyÂmete kadar beni seveni affeyledi." buyurdu.
EVLİYÂNIN İŞİNE KARIŞILMAZ
Ebû Abdullah KÂdî, Bişr-i HÂfî hazretlerinin yardımseverliğiyle ilgili bir kerÂmetini şoyle nakletti:
Babamın şoyle anlattığını işittim: BağdÂt'ta bir tuccar arkadaşım vardı. Cok zengin idi. Bir gun baktım butun malını mulkunu fakirlere dağıtmış, iyi bir musluman olmuştu. Bunun sebebini sorduğumda, bana şoyle anlattı: "Bir gun BağdÂt'ın bir cÂmisinde Cum namazı kılmaya gittim. Namazı kıldıktan sonra gordum ki, Bişr-i HÂfî cÂmiden cıktı. Acele acele bir yere gidiyordu. Ben kendi kendime, zuhd ve takv sÂhibi, dunyÂya duşkun olmayan, haramlardan sakınan bir zÂt nereye acele acele boyle gidiyor diye merak ederek onu tÂkib ettim. Gordum ki, once bir fırına gidip ekmek aldı, sonra kebap yapan bir yere gidip kebab aldı. Daha sonra helvacıdan helva aldı. Ben kendi kendime boyle bir zÂtın bunları alıp yiyeceğine kızdım. Fakat nasıl yiyeceğini merak ederek tÂkibe devÂm ettim. Bir sure sonra bir koye vardı. Koyun cÂmisine girdi. Baktım ki cÂmide yatalak bir hasta vardı. Bişr-i HÂfî aldıklarını lokma lokma bu zÂta yedirdi. Ben bu arada koyu merak edip neresidir diye biraz dolaştım. Sonra hastanın yanına gittim. Bişr-i HÂfî'yi sorunca, BağdÂt'a gitti dedi. Burası BağdÂt'a ne kadar uzaklıktadır diye sordum. Bana 40 fersahdır (240 km) dedi. Ben bunu duyunca, benim bu yolu gidecek param yok. Burada kimseyi tanımam ve bu yolu yuruyemem dedim. Hasta şahıs, bekle Bişr-i HÂfî haftaya gene gelir dedi. Bekledim. Cum gunu tekrar geldi. Hastayı aynı şekilde tekrar doyurdu. Giderken, o şahıs Bişr-i HÂfî'ye:
"Bu adam BağdÂt'tan senin arkadaşın, gecen hafta seninle berÂber gelmiş. Bir hafta burada kaldı. Onu tekrar yerine gotur." dedi. Bana; "Sen benimle niye buraya geldin?" dedi. Ben ozur dileyerek, hatÂmı soyledim ve af diledim. "Haydi kalk ve yuru." dedi. Akşama kadar yuruduk. Akşam olmak uzere iken bana; "Sen BağdÂt'ın hangi mahallesinde oturursun." dedi. Ben falan mahallede otururum deyince, o mahallenin yolu burasıdır. Git ve arkana bakma dedi. Ben ondan sonra tovbe ettim ve bir daha boyle işlere karışmadım." dedi.
__________________
Bişr-İ HÂfî
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●46 Görüntüleme